Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

25 Mayıs 2024 Cumartesi

Liyakatsızlık rüşvet ve iltimas, cemiyeti içten içe kemiren bir kurttur !


Ehliyet ve liyakatın dikkate alınmadığı cemiyetlerde torpil, adam kayırma, rüşvet yaygınlaşır ve cemiyet ve devlet aygıtında çürüme başlar. Merhametin yerini gaddarlık, adaletin yerini zulüm, tevazuun yerini kibir, ilmin yerini cehalet aldığında ise o toplumdan hayır gelmez.

Bir Osmanlı atasözünde denmiştir ki;
"Devlet-i Osmani A'li de
Terfiyi temayüz
İlim irfan ile olmaz,
Ya olacak kuvvetli iltimas
Ya olacak madeni haz,
Ya da olacak ten ile temas."
(Yani diyor ki ; Osmanlı devletinde yükselmek ve terfi edebilmek için ilim, bilgi, liyakat gerekmez, Ya olacak torpil ya olacak rüşvet ya da olacak ten ile temas ! )

Osmanlıyı batıran sebeplerin başında maalesef, iltimas gelmektedir. Liyakatsiz, beceriksiz insanların iltimas  ile devlet görevlerine getirilmiş olması ile de  mülke ihanet edilerek adaletin ırzına geçilmiştir.

Liyakat yerine iltimas yolu ile gelinen devletteki yüksek mevki sahibinin devletin imkanlarını kendi akraba, hemşehri, ahbap, dost veya kaz gelecek yerlere kılıfına uydurularak peşkeş çekmesi, illegal olarak vermesi, bir takım beklentiler içinde olan dalkavuk ve fırsatçılara kadro/ihale imkanları sağlanması kamu hakkı ihlalleridir. Bunu yapanlar, buna çanak tutanlar, göz yumanlar, görüp de bana ne bana değmesinler de ne dolap çevirirlerse çevirsinler diyenler bu günaha ve cehenneme ortaktırlar.

Bırakınız, bu dediğimiz kamusal makamları veya imkanları etrafına dağıtmayı, bulunduğu görev icabı kamu imkanlarını peşkeş çekerek kaz gelecek yerden tavuk esirgememe hokkabazlıkları da cabası...
.
Osmanlı'da  "İlk Rüşvet alan Vezir" Kanuni Sultan Süleyman'ın veziri ve damadı olan devşirme Rüstem Paşa (1500-1561) olduğu kaynaklarda yazar.  O, domuz çobanlığı ile geçinmeye çalışan bir Sırp köylüsünün oğludur.  Dessas/entrikacı, fitneci, çalan ve çalışan bir sadrazam olarak bilinen Rüstem paşa için şair Taşlıcalı Yahya bir mısrasında onun için şöyle der: "Gülmez idi yüzü mahşerde dahi gülmeyesi!" 

Rüstem paşa devlet içinde de kendi adamlarıyla kadrolaşır. Kilit/stratejik noktalara kardeşlerini getirir ! Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa’nın ölümü üzerine önce Sokullu Mehmet Paşa’yı  ardından da öz kardeşi Sinan Paşa'yı Kaptan-ı Derya'lığa tayin ettirir. Her ikisinin de denizcilik tecrübesi yoktur, öyle ki, bir vakanüvisin benzetmesine göre, ‘ne Sokullu, ne Sinan Paşa, Marmara’dan başka deniz bilmezdi !’ Ama bunlar sonuna kadar söz dinler, verilen emirleri yerine getirirlerdi! Dolayısı ile bundan da anlaşılıyor ki, Damat Rüstem paşa atamalarda ‘liyakat’ı değil, ‘sadakat’ı önemsiyordu !

Yine mes'elâ iltizam satışlarında bir rüşvet şekli olan komisyon verilmesi ve yaygınlaşması Rüstem paşa ile başlar; hazineyi doldurmak için bahşiş, peşkeş vb.adı verilen bir çeşit rüşvet alıp  verilmesini usul haline getirmiştir. Bu türlü yolsuz kazanç kazanma ile kendi şahsi servetini de büyük miktarlara yükseltmiştir .
Bu yolsuzluklar yoluyla edinilen kazancın yaygınlaşarak alışılır görenek haline gelmesi, devlet kademesinde rüşvetin yaygınlaştırılması Osmanlı İmparatorluğu'nun içine bozulma tohumlarının atılması Rüstem Paşa ile başlamıştır. .

Rüstem Paşa, Vezir-i Azamlığa getirildikten sonra öyle zenginleşir ki; vefat ettiğinde ardında 15 milyon dukalık büyük bir miras bırakır, Osmanlı kaynaklarında serveti yaklaşık 12 milyon altın olarak zikredilir. Büyük miktarda mücevherat, altın ve gümüşten yapılmış değerli eşya, 1.700 köle, 2.900 harp atı, 1.160 deve, 8.000 dülbent, 700 bin sikke-i hasene (altın), 1000 yük nakit para, 5.000 dikilmiş kaftan, hil'at ve elbise, 1.100 altın üsküf, 600 gümüş eyer, 2.009 yük keçe, 2.000 zırh, 100 gümüş eyer, 500 mürassa altın eyer, 133 çift altın üzengi, 760 mürassa kılıç, 1.500 gümüşlü tolga, 1000 gümüşlü sesper, Anadolu ve Rumeli'de 1.000 çiftlik, 76 su değirmeni ve 5000 ciltten fazla çeşitli kitap ve daha birçok değerli eşya bırakmıştır. Bu hesapla Sultanların bile sahip olamayacağı kadar mal bırakmıştır.

Ayrıca kurduğu vakıflar ile Hırvatistan, Macaristan, Balkanlar, Rumeli, İstanbul, Anadolu, Mısır, Medine ve Kudüs başta olmak üzere farklı coğrafyalarda pek çok eser yaptırmıştır.

Tabi bu çöküşte eğitim sisteminin de çok büyük payı da olsa gerek. Çünkü Osmanlı Devleti’nde çöküş beşik ulemalığı sisteminden sonra başlamıştır. Alim babanın oğlu alimdir diye kabul edilmeye başlanınca, ilim ve irfanla alakası olmayanlar alim var sayılınca medreselerdeki eğitim kalitesi sorgulanmamış ve  bu bozulmalar yıkılışa giden yola taş döşemiştir.

İlmin yerini cehalet, alimin yerini beşik kertmesi alimler alınca yüksek(!) eğitimden mezunlar yüksek mevkilere gelmiş, iltimas/kayırma, ahbap-çavuş ilişkiler ile görevde yükseltilme had safhaya çıkmış, diğer yandan ahiret korkusu günden güne azalmıştır. 

Bu sebeplerle Osmanlı Devletinde çöküşü hızlandıran bu ehliyetsiz ve liyakatsiz makam sahiplerinin istihdam edilmesi (iltimaslıların devletin önemli mevkilerini doldurup işgal etmesi)'ne dair  devrin padişahı III. Mustafa tarafından ifade edilen aşağıdaki satırlar durumu ayan beyan ortaya dökmektedir….
“Yıkılıpdur bu cihân, sanma ki bizde düzele!
  Devleti çarh-ı denî verdi kamu müptezele,
  Şimdi ebvâb-ı sa’âdetde gezen hep hezele
  İşimiz kaldı hemân merhamet-i Lem-Yezel’e.”

İltimas, cemiyeti içten içe kemiren bir kurttur, ehliyet ve liyakatı dikkate almayan bu yaklaşımlar neticede devlete güvensizliği yaygınlaştırır. Kendilerine emanet edilen kamu görevini torpil yaparak veya göz yumarak kötüye kullanan şahıslar kamu vicdanını her devirde yaralamışlardır.
Ehliyet ve liyakat sahibi olanları keriz yerine koyan, hiçbir ölçü olmadan tamamen ahbap-çavuş ilişkisi veya hamil-i kart yakinimdir pespayeliği üzerinden peşkeş çekenler her devirde çok kötü sıfatlarla anılmış, hakkı yenen mazlumların bedduasını almış ve ahir ömürde de iflah olmamışlardır.

Kamu hakkı yiyenler hesap gününde Mülkün sahibi olan Yüce Allah'a  bu kul haklarının hesabını verebileceklerini mi düşünüyorlar acaba ?
Halbuki Kitab-ı Kerim'inde Rabbimiz buyurmuyor mu:
"(Ey Müminler) Allah size (görev, yetki ve sorumluluk gibi tüm) emanetleri ehline teslim ve tevdi etmenizi, insanlar arasında (ortaya çıkan herhangi bir ihtilafı çözüme kavuşturmak üzere) hakemlik yaptığınız zaman da adalet ve hakkaniyetle hüküm vermenizi emreder. Bakın, Allah size ne güzel öğüt veriyor! Hiç kuşkusuz Allah her şeyi işitendir, bilendir.”(Nisa suresi 58. ayet)

Hz. Muhammed (sav)’de; “İş ehli olmayana (layık olmayana) tevdi edildiği (verildiği) zaman, kıyameti bekle.”  buyurmakta değil mi...?

Osmanlı'daki tesbit ile noktalayalım:
"Devlet-i Osman-i Ali'de terfiyi temayüz ilim irfan ile olmaz...Ya olacak kuvvetli iltimas, ya olacak madeni haz, ya da olacak ten ile temas..."

Şöyle bir etrafınıza bakınız, gözlerinizi açınız, kulak kesiliniz...bugün de bunlar cari değil mi, ne dersiniz !