Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

30 Kasım 2017 Perşembe

Uçutmanı uçur, kırlangıçlarla yarış çocuk...


Ufukta kaybolmuştu gözleri
dalgın mı dalgın...

Hayat mıydı memat mıydı
içtiği, bilemedi...

Ruh-u derûnuyla da
sanki kavgası vardı...

Yoksa,
şeytanmıydı hasmı  ?

Sordu ve sorguladı,
cevap mevap bulamadı...


Şımarıklıkla geçirmişti
bir seferlik bağışlanmış muvakkat ömrü.

Sonbahar sarısı
yaprak gibi savrulmuştu...

Kapılmıştı hevesâta ki,
ömrüne zehrini akıtan...

Koskoca bir ömürdü,
ellerinden yılan gibi kayan.

Her yeni gün,
biraz daha ötelerdi emellerini...

Hatalarının
taksit taksit ödüyordu, bedellerini...

Gerçi ihmâl de etmişti hani
dostlarını ve yârenlerini...

Heyhât, artık vakit çoook geçti.

Kimsesizdi, mutsuzdu,
çaresiz gecelerde...

Keşke şu karşıdaki bacadan tüten
incecik duman gibi,
yükselebilseydi semâya ..

Karışsaydı havaya
uçan balonlar gibi...

-Hey ! kırlangıçlarla uçurtmasını yarıştıran çocuk...

...

Babasıyla uçurtma uçuran
minik çocuğun,
uçurtması üstüne oturup
dünyayı seyrettiği,
kırlangıçlarla yarıştığı;
turnalara selam çaktığı gibi...

Ve; bücürün,
kendisine çocuk muamelesi yapan
şehre ve içindekilere
kuşbakışı baktığı gibi
bakmak varmış;
saf, masum, huzurlu ve mutlu...!

Keşke doğan ve batan güne
hükmü geçebilseydi...!

Yok yok,
güne, aya nasıl erişecekti ki, hükmetsin...
ama belki kendine hükmedebilirdi...

Hem kendine söz geçiremeyenin sözünü kim dinlerdi ki...!

Resül-ü Rahmet'le müşerreftir âlem


Be hey zâhir-perest bülbül-i gûyâ
Heyhât ki kalmadı sahn-i çemenzâr
Uyandın âhire bak bitti rüya
Heyhât ki kalmadı lâle vü gülzâr

Figân eylerdin ey âşık-ı nâlân
Peşimân-ı bâht-ı siyah, nâ-tüvân
Rûz-ü şeb âhınla inlerdi felek
Sâki-yi şeb'e bâde sunar melek

Ey bûy-i gülzâr'a muhtaç âdem
Ol, remz-î Kur'ân ile mest-i müdâm
Vüs'at eyle zikr-i Hakkı demadem
Olma bülbül-i gûyâ gibi mâ-dûn
Resül-ü Rahmet'le müşerreftir âlem

29 Kasım 2017 Çarşamba

"Bin bir gece" hayalleri, tazesinden yeni bir ömür...

Modern çağın ni'met denizinde...yüzüyor,
gelişmiş ülke insanları, şiş karınlarla...
lob lob etler ve büklüm büklüm yağlarla...

İtli, bitli, tifüslü ve sıtmalı yıllardan geldi insanlık,
mükellef sofralı ve bol selülitli bugünkü modern çağa...
Ve bebeleri de en sonunda oldular "obez çağa" !
Kilo verme koşuları yapılır kan ter içinde ...akciğer kalaycı körüğü, kalp müstafli, nabız tavan, hücreler için oksijen karaborsa ...

☆☆☆
Edeb mi ?... sergide,
akıl havada bir karış.

Midede
aburla cuburlar karışmış.


Sevgili bulmak için,
âdetâ yapılır olmuş
"formula"lı bir yarış...

Ya sosyal medya ?
Gece gündüz gezilirmiş,
karış karış.

Peki ya "gönül" ?
O "Bodrum"da,
ihmalden olmuş buruş buruş..

☆☆☆
Mutfak ile kiler sanki "safa ve merve".
Müezzin imama cemaat; tezyinâtı hoş, cemaati "boş" camide.
AVM'ler sanki "arafat", vitrinler dolu kisve...
Ah bir de açılsa, dua ile "zemzem-land".
Keyifle içilse lezzetlere bir güzel "and".

☆☆☆
Sanki insan mer'ası ,
"fastfood"cu dükkânlar...
Sahiller mi ?... mahşer yeri...
yığınla ihramsızlar...

İnsanlığı çağdaşlığa yürütüyor modernizm, uygun adım marş;
ye-iç-yat, ecel ile ebedî küs olan gamsız gardaş !

☆☆☆
Ve kaldırımlar !
Ayaküstü dedikodulara,
üstüne çöp atıp tüküren
medenilere şahit...

☆☆☆
Modernist dünyayı doldurdular;
Zincirlenmiş "hızmalı"lar...
Çok ta bereketliler; 
Çıngıraklı kolyeliler...

"Botoks"lu yamrı-yumrular...
Kıl tüy derdi ile meşhur uzmanlar...

Üçüncü sayfalılar...
"Survivor"lulara özenen,
asker kaçağı ucuz kahramanlar...
Eğlenmeye hiç doymayanlar...

☆☆☆
Ve tezeyyüb ile,
indirim sezonlarında dolar çarşılar...
Şipidik terlikli
ağzı cikletli yılışık insanlar...
Ve, alış-veriş çılgınlığına çare arayanlar..

☆☆☆
Bunlar kim mi ?
Bir grup kaymak takımı, globalizm köleleri, popüler kültür esiri yeryüzü vatandaşları...ve onlarla yarışmaya çalışan(!)  kredi kartlı "öteki"leştirilmişler...

Modernizm tutkusu  ile ni'met denizinde yüzüyorlar...

Ve, "can simidi" bir damla suya, bir lokma ekmeğe muhtaçları ise; ne umursuyor, ne de görüyorlar..!

Ne gözleri doyuyor ne de şükretmeyi biliyorlar...!
☆☆☆
 "Ah ah ! bir de indirimden satın alınabilseydi tazesinden bir ömür" diyerek "bin bir gece" hayalleri kuruyorlar...! 

28 Kasım 2017 Salı

"Jakoben gençlik"mi ? ... yetiştirdik işte !

Etliye, sütlüye, dokunma evlât,
Senin ne'ne lâzım; gez, oyna, yat

Sorgulama sakın, onlar biliyor
Baltaya sap olmak, sana yetiyor

Sakın; suya, sabuna, dokunma evlât,
Gününü gün et, keyfine bak, et rahat

Milleti, kültürü, ahlâkı, boş ver
Batıdan her gelene, zihninde yer ver

Egemen evrensel kültürle yoğrul,
Gelenek de neymiş, unut da kurtul

Batıdan gelecek, tek mutlak gerçek
Kadîm medeniyyetten ellerini çek

Kendi kültürüne dönüp sırtını
Popüler kültüre hep aç kapını

Bayrakmış, vatanmış, sana ne bundan
Özgürlük ise, çıkıp gidersin sınırdan

Düşünen düşünsün, sen; oyna, eğlen
Magazin kültürü ile çokça kültürlen

Diyerek, "jakoben gençlik" büyüttük
İthal kültürü, zoraki kulağa dürttük

Emperyal kültüre, eylettik bîat
Edebi, irfanı, küçümsedik heyhat

Millî kültüre "tü kaka" dedik
Nesilleri "Cak"ın insâfına terk ettik

İnşâ etmeli yeniden, millî düşünmeyi
Kadîm medeniyyeti, irfanî geleneği

Tarihi, edebiyatı, sosyoloji ve felsefeyi
Kaleme almalı yeniden terbiyeyi

Fenni, tıbâbeti ve hendeseyi
Ayağa kaldırmalı ilmî müesseseyi

Batıymış, doğuymuş, topuna yallah
Türk'ün bir tek dostu var ki,
O'da hazreti Allah

27 Kasım 2017 Pazartesi

Haysiyyet hamiyyet süfliyyât...

Aynı dünyayı paylaşıyoruz da, farkında mıyız !

Haysiyyet; pazarda, paraya fedâ
Şahsiyyet; tezgâhda, kuruşa geda

Hamiyyet; ambarda, küflü bir rida
Süfliyyât; meydanda, insana belâ


Âciziyyet; fakire safâ ve yefa
Zengin kerevette, köşkü bir kal'a


Dediydi koduydu, lâf-ı güzâfmış
Vaktin israfı kullara harammış


Sim ile zer'i bilenler sarrâfmış
Âşık-ı hak ki, cemâle müştakmış

Fehem ki, mü'mine en büyük bahâ
Mü'min, sücudla çıkar mi'raca

26 Kasım 2017 Pazar

Zulümatî efkârı dağıtan ve gafleti mahveden bir rüzgâr, tefekkür / Nursultan Ahıskalı


Düşünmek Kur’anî mânâda ise tefekkür hâli ile vahdetin kurbiyyetini celb eden bir yol olur… nefsanî / hannâsi ise sürekli renk değiştiren kıvamda gerçekleşir.

Tefekkür, ya’ni fikretmek gafleti mahveden, etraflıca düşünmek ise zulümatî efkârı dağıtan bir rüzgâr gibidir.

İnsan, varlığın(ın) mahiyeti hakkında derin tefekkür ile “esrâr-ı hakikât”ı idrake çalışmalı, tefekkür için sahip olduğu donanımı gayesi dışında kullanmamaya gayret etmelidir.








Enfüsî tefekkür hakikat pencerelerini açan bir vasıta iken, âfâkî tefekkür, tafsilatı ile dipsiz bir kuyudur, hele hele hannâsî bulaşmaların sinsiliği işe karışırsa…enaniyet galip gelir, gaflet hâli uyanır. Bilinmelidir ki; kesret denizinin derinlikleri farklıdır, kesrete dalan dalgıcın havası (bilgi-tecrübe) her kişiye kâfi gelmeyebilir. Sonuçta vehim girdabı insanı bir solukta yutabilir. Filozofi ile hikmet arasındaki en büyük fark da bu noktada ortaya çıkar.

Bir saat tefekkür, bin yıl nâfile ibadetten hayırlıdır“(Hadis-i şerif)

Vahdete kurbiyyet teessüsü için bu hadis-i şerif ile buyrulan tefekkür; enfüsî kaynaklı, âfâk’taki kesretin hannâs ile bulaşık olmayan şeklidir.

Bu Kur’an, kendisiyle uyarılsınlar, Allah’ın ancak tek ilâh olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara bir bildiridir.”( İbrahim suresi 52. Ayet)

Bu Kur’an, ayetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.”( Sad suresi 29. Ayet)

Tefekkür algı düzeyi ve bilgi kapasitesi kadar gerçekleşen bir olgudur.. Hayır da, şer de sebep sonuç ilişkileri doğrultusunda ortaya çıkan birer görünüş, somutlaşan niyet ve nihayetinde gerçekleşen eylemlerdir. Ve her birerinin arka planında bir düşünce yatmaktadır.

İbrahim Hakkı Hazretleri bir şiirinde ne de güzel anlatır;

Hakk şerleri hayreyler, Zannetme ki gayreyler, Arif anı seyreyler
Mevla görelim neyler, Neylerse güzel eyler

Sen Hakka tevekkül kıl, Teslim ol da rahat bul, Her işine razı ol
Mevla görelim neyler, Neylerse güzel eyler

Deme niçin şu şöyle, Yerindedir ol öyle, Bak sonunu seyreyle
Mevla görelim neyler, Neylerse güzel eyler


Niçin şu şöyle” sorgusu da âfâkî bir tefekkür biçimidir, âdetullah değişmeyeceğine göre evveline bakan ahirini görür.

Tefekkür; enfüs ve âfâk’ta zuhur eden tecellilere bakıldığında, evvelde olanın ’an’ da zahir olması, kinetiğe dönüşenin aslında onun potansiyelinden kaynaklı olduğunun idrak edilmesi şeklinde olmalıdır.

Bir kaç misâl verilecek olursa:

Terbiye edici ve öğretici olan Rabb, adil olan El-Adl, rahmetini esirgemeyen Er-Rahman, zalimden intikam alan El-Müntekim, koruyan gözeten El-Müheymin, her şeyi muntazaman yaratan El-Musavvir, en yüce olan El-Azîz, her şeye hakkıyla gücü yeten El-Kadîr, herşeyi hakkıyla bilen El-Alîm olan,…. ALLAH (CC)’ın tecellileri şeklinde zahir olanlardır, görünenler !

O, sizi (önce) topraktan, sonra az bir sudan (meniden), sonra “alaka”dan yaratan, sonra sizi (ana rahminden) çocuk olarak çıkaran, sonra olgunluk çağına ulaşmanız, sonra da ihtiyarlamanız için sizi yaşatandır. İçinizden önceden ölenler de vardır. Allah bunları, belli bir zamana erişmeniz ve düşünüp akıl erdirmeniz için yapar.”( Mü’min suresi 67. Ayet)

Bizi yokdan var eden Yüce Allah var olduğu için düşünebiliyoruz. Çünkü fehmetme, vehmetme, firaset, basiret dediğimiz hassaların hepsi O'nun bahşettikleri...

Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeylerde, denizde seyreden gemilerde, Allah’ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgarları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır.”(Bakara suresi 164. Ayet)

Düşünesiniz diye Allah size ayetlerini böyle açıklamaktadır.”( Bakara suresi 242. Ayet)

Her birimiz fena bulma kıvamına gelene kadar var olduğumuz zannından kurtulamayacağız maalesef.

Allah var (nefsanî) hesap yapmak (endişe etmek) yok” diyene kadar tevekkül ve tefekküre devam edelim….her daim Allah ile olmak, unutmamak duasıyla…

24 Kasım 2017 Cuma

Gerçek hayattan bir kesit: Cimri Firuze'nin akibeti...

"Her nefis ölümü tadacaktır" (Ankebut suresi, 57)
"De ki:
"Eğer siz Rabbimin rahmet hazinelerine sahip olsaydınız,
o zaman da tükenir korkusuyla cimrilik ederdiniz.
Zaten insan çok cimridir." 
(İsrâ suresi, 100)

Hacı Aslan emekli..ilk hanımı ölünce kırk küsur yaşlarında olan Firuze ile evleniyor...  ikinci evliliğini yaptığında yetmişine merdiven dayamış bir ihtiyar, her iki evlilikten de çocukları yok...

Firuze ise o yaşa kadar bekâr olan bir ev kızı....Tarla, bağ, bahçe işlerinden arta kalan zamanlarda örgü ve nakış işleri ile vakit geçirir, bunları satıp habire kazandığı paraları biriktirirmiş.

Firuze, becerikli olmasının yanı sıra, paraya ve mala aşırı düşkünlüğü ile ve cimriliği ile de çevresinde bilinir olmuş, evliliği boyunca...
☆☆☆
Bağdan şehire dönüş vaktidir...
Bağ bozumu vakti Firuze ile Hacı domates fidelerinin üzerindeki kızarmış ve yeşil bütün domatesleri toplarlar...diğer kışlık erzak ile birlikte  köyün minibüsüne yüklemektedirler.
Yüklerin bindirme ve indirmesi sırasında minibüste seyahat etmekte olan aynı köyden Emin adlı bir genç, Hacı amcaya yardım eder. Hacı Aslan şehre vardıklarında yüklerine yardım eden Emin'e on kasa domatesden bir kasasını verir.

Eve giren Firuze yükleri evde kilere yerleştirirken bir kasa domatesin eksik olduğunu söyler. Hacı o bir kasayı kendisine yardım eden Emin adlı gence verdiğini söyleyince; Firuze, Hacı Aslan'a demediğini bırakmaz.

Hemen telefonun başına geçer, Emin'in evini arar, telefona çıkan annesinden Emin'in götürdüğü bir kasa domatesin hemen kendilerine geri getirilmesini ister. Emin bir kasa domatesi alır sırtına ve dört kilometrelik yolu yaya olarak yürür ve domatesi getirip iade eder...
☆☆☆
Firuze'nin bağda giydiği naylon pabuçlar çatladığında ya da delindiğinde ateşte kızdırdığı maşa ile naylonu eritip yamalayarak giymeye devam ettiğini, bir defasında bağdaki on iki kg. lık bir mutfak tüpünü tam yedi yıl kullandığını ve bitmediğini, mecbur kalmadıkça tüpü kullanmak yerine çalı çırpı yaktığını kendilerine söylediklerini komşuları kendi aralarında konu ederlermiş...
☆☆☆
Daha önce karı-koca bir umre yolculuğu yapmışlar. Umre süresi bittikten sonra ise dönüş yapmayıp, üç ay boyunca Mekke'de kaçak yaşamışlar, sokaklarda kalıp, sonunda hac farizasını da yerine getirip dönmüşler.
☆☆☆
Bir gün Firuze'yi evin önündeki avluda yün çırparken gören bir komşusu:
-"Ne yapıyorsun?" diye sorunca:

-"Hacı Aslan ölünce temiz yün yatak içinde ölsün, ona hazırlık yapıyorum", der...

-"Allah gecinden versin, hasta mı yoksa ?"

-"Yok sapasağlam da, hani iyice yaşlandı ya..."

Bu arada destelerle döviz, altın ve sair ziynet eşyalarını da kardeşi ve yeğenine verdiğini, umreye bir daha gitmek için hazırlık yaptıklarını "sırdaş"ı komşu hanıma çıtlatıverir Firuze, bir aralık...


☆☆☆
Kapı komşusu Fatma teyze, işleri ters giden oğlu için Firuze'den bir süre önce biraz borç almıştır.

Firuze, umreye gitme günleri yaklaşırken,  her gün bir iki kere:

-"Umreye gideceğiz, şu borcunuzu ödeyin artık" diyerek Fatma teyzenin kapısını çalar.

Fatma teyze oğluna:

-"Eyvah, yine Firuze geldi galiba oğlum, daha önce de gelip alacağını istemişti, "oğlumun işleri düzelmedi, bizde paranız kaybolmaz, paramız olduğunda hemen ödeyeceğiz" demiştim halbuki" der.

Oğlu:
-"Ana, bu komşularımız hacca ve umreye daha önce gitmemiş miydi, Bakara suresi (280.ayet)'nde Allah teâlâ şöyle buyurmuyor mu 'Eğer borçlu darlık içindeyse, ona eli genişleyinceye kadar mühlet verin. Eğer bilirseniz, (borcu) sadaka olarak bağışlamanız, sizin için daha hayırlıdır'..."

-"Haklısın oğlum, müslüman kişi "Kur'an"ın getirdiği bütün emirlere uymalı, yasaklardan kaçınmalı...ne yazık ki çoğunluk bunlardan  ya habersiz, ya da işine geldiği gibi yaşıyor"
☆☆☆
Ertesi gün umreye hareket edilecektir. Firuze o gün içinde de yine bir kaç kez Fatma teyzenin kapısına alacağını istemek için dayanır.
☆☆☆
Hazırlıkları bitiren Firuze umre seyahati öncesi evde yiyecekleri son akşam yemeği için, yazdan yaptığı konserveyi ve bir kaç ay önce alıp buzdolabında muhafaza ettiği tavuğu pişirerek sofraya koyar.

Karı-koca kömür sobasının ısıttığı odada bir yandan yemeklerini yerken koyu bir sohbete de dalarlar..

Sobadaki kömür kor olmuştur ve isli dumanı yoktur artık.

Firuze bir ara sofradan kalkar ve sobanın borularını bir bez ile tutarak çıkarırken Hacı Aslan:

-"Hanım ne yapıyorsun ?" diye sorar.

-"Efendi kömür kor oldu, dumanı yok, sıcağı bacadan gitmesin" diye cevap verir.

Aradan bir iki saat geçer ki Hacı Aslan öğürmeye başlar ardından kusar, Firuzenin de yardımıyla lavaboya gider... ishal de olmuştur.

Yerler ve pijaması kusmuk ve ishal ile iyice bulaşmış halde olan Hacı Aslan tuvalete yığılır, kalır...

Bu esnada Firuze'de de baş dönmesi, öğürme ve kusma hafiften başlamıştır.

Firuze pür telaş komşusu Fatma teyzeye koşar, kapısı çalınan Fatma teyze:

-"Firuze yine para istemeye geldi galiba, bu gün kapıma kaçıncı  gelişi, yoktan da anlamıyor" diye söylenerek kapıyı açar.

Firuze, üstü başı kusmukla karışık gayta bulaşığı ile kapıda :

-"Fatma hanım yetişin, Aslan efendi ölüyor" der.

Fatma teyze ile oğlu ayakta durmakta zorlanan Firuze'nin kollarına girerek hızlıca evine kadar giderler.

Tuvalette yığılıp kalmış Hacı Aslan'da nefes ve nabız yok... Oradan zar zor çıkarıp bir hasırın üzerine yatırırlar, kardeşlerine de haber yollarlar.

Firuze'yi de bir taksi ile hastaneye götürürler.

Firuze acil yoğun bakım ünitesinde yapılan müdaheleler ile biraz toparlanır, hastanede geçen bir kaç gün sonunda taburcu edilir ve evine döner.

Bu vak'a sonrası Firuze'nin dili peltekleşir, konuşması zar zor anlaşılmaktadır ve zihnini toparlamakta da zorlanmaktadır.

Bir gün kendisini ziyarete gelen eltisi Süheyla'ya:

-"Süheyla, yatağın altına bir bak, bir torba olacaktı, orda duruyor mu ?" der.

Süheyla yatağı kaldırır ve;
-"Evet duruyor abla" der...

Torbanın içinde bir kaç deste Türk Lirası, tomarla döviz, hatırı sayılır miktarda da altın vardır.

-"Tamam koy yerine, orda kalsın" der.
                          ☆☆☆
Giderek sağlık durumu kötüleşen Firuze de, kocası öldükten kırk beş gün sonra ölür...

Ne yazıkki, bu hikayenin sonunda Hacı Aslan, temiz yün yatakta ölememiştir...

Firuze ise para ve mal hırsı ile, cimrice (*) geçirdiği ömrünün hasılatını, kardeşi ile yeğenine bir torba içinde sunmuştur...geride bıraktığı üç ev, tarla, bağ ve bahçe de mirasçıları tarafından pay edilmiştir...

Bu arada Süheyla'nın Firuze sağ iken  yatağın altında gördüğü para, döviz ve ziynetlere ne olmuş ? diye soranınız varsa:

Ne olduğunu bilen de yok, gören de yok...!

Ha unutmadan...daha önce hac farizasını yerine getirmiş, dinî hususlarda mangalda kül bırakmayan,  çevresinde mütedeyyin bilinen ve kocası emekli olup başkaca ek geliri olmayan Süheyla,  bu vak'adan sonra üçüncü evini de almış ve süper lüks döşemiş, yakınlarda da yine umreye gidecekmiş..!
__________
(*)Allah’ın kendilerine lütfundan verdiği nimetlerde cimrilik edenler, bunun, kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır ! O kendileri için bir şerdir. Cimrilik ettikleri şey kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. ( Âl-i İmran Suresi, 180)

Biri tutar biri yutar tek bir solukta...

Mü'min; hayırda
rekabet eyler,
hayrın encâmı ile,
kurtuluşa erer (1)
Şerde ittifak olmaz 
kat'î surette...
Cari ceza öngörür 
Hakikat-ı sâbite...
Azalar ortaktır 
her bir günahta...
Biri tutar bir yutar 
tek bir solukta....
Kırıntıları mı ?
dişde damakta...
Mest olur 
güzel söz ile, gönüller
Kem söz, iz bırakır
hanımlar beyler...
Etrafa güzel bakan,
güzel görür derler...
Mü'min olan,
her daim
helalinden yer (2)
Haram lokma 
yiyenin duası,
ameli kabul değil...
Ve;
Tahir olması için,
kırk gün geçmesi
gerekir...(3)
__________
     1)"Ey iman edenler ! Rükû edin; secdeye kapanın; Rabbinize ibadet edin; hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz" (Bakara suresi, 242)
     2)“Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanlardan helal ve temiz olanlarını yiyin” (Bakara suresi, 168) 
     3)“…Muhammed’i kudret ve iradesiyle yaşatan Allah'a (cc) yemin ederim ki, midesine haram bir lokma indiren kulun kırk gün hiçbir ameli kabul edilmez…” (Hadis-i Şerif)

22 Kasım 2017 Çarşamba

Rüyaymış meğer; "geçti Bor'un pazarı..."

Geçti Bor'un pazarı sür eşeği Niğde'ye
Hani bir şarkıda "Rüya gibi her hatıra her yaşantı bana..." der ya, evet her yaşantı ve hatıra, sonrasında rüya kadar iz bırakır.

Sonrasında da "ağlama değmez hayat bu göz yaşlarına" nakaratı gelir.

Dünyada yaşanan son an, bu şarkıyı söylettirmez insanlara, inşâ'Allah.

Hayat, rüyasında rüya görenlere "rüya" olduğu gerçekliğini anlatır aslında; görebilene, idrak edebilene... o hâlde, rüya ta'bîri ilmini ya öğrenmeli veya hayat denilen rüyayı bilene ta'bîr ettirmeli...

Her rüyadan uyandığında "ha... rüyaymış" deyip geçen insan, dünya hayatı rüyasından uyandığında da bu rüyanın hesabını vereceğini düşünmez mi acep !

Bu, ya tatlı bir rüya, ya da kâbus olabilir.

Hayatı kâbus etmek de, bal etmek de, insana bırakılmamış mı?
☆☆☆
Bor ilçesi, Niğde’ye on üç kilometre uzaklıkta ve pazarı ile meşhur...Pazar, salı günü kurulur, bir gün sonra da Niğde’nin pazarı kurulur.

Zamanın birinde, Bor'a pazara gelmekte olan bir köylü, ilçeye yaklaşırken, bir su başında biraz dinlenip, eşeğini de otlatmak ister ve eşeğini iple ağaca bağlar, bir ağacın altına oturur ancak oturduğu yerde sızar ve uyuya kalır. Uyandığında vakit bir hayli geçmiştir, eşeğine biner ve yola çıkar, yolda pazardan dönmekte olan köylülerine rastlar. Köylülere pazarın durumunu sorar, derlerki:

Geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye”...
☆☆☆
İnsan da gerçeğe uyandığında "geçti Bor'un pazarı..." hitâbını duyacak.. insan susacak kitabı konuşturulacak...!

"O gün biz onların ağızlarını mühürleriz. Elleri bize konuşur, ayakları da kazandıklarına şahitlik eder."(Yasin suresi, 65)

Nihayet Allah’ın düşmanları oraya vardıklarında dünyada iken yapa geldiklerinden dolayı kulakları, gözleri, derileri aleyhlerinde şahitlik edeceklerdir. Derilerine: ‘Bizim aleyhimize niçin şahitlik ettiniz?’ diyecekler. Onlar da: ‘Her şeyi konuşturan Allah bizi de konuşturdu. Zaten sizi ilk defa O yaratmıştır. Yine ancak O'na döndürülüyorsunuz’ diyecekler. Siz, gözlerinizin, kulaklarınızın ve derilerinizin aleyhinizde şahitlik edeceğinden korkarak kötü iş işlemekten çekinmiyordunuz ! Bilâkis Allah’ın, yaptıklarınızın çoğunu bilmediğini sanmıştınız ! İşte Rabb’inizi böyle sanmanız sizi mahvetti ! Bu yüzden hüsrâna düştünüz.” (Fussilet suresi, 20-23)

 “O gün onların aleyhlerine kendi dilleri, kendi elleri ve kendi ayakları yapmış olduklarına şahitlik edecekler.”(Nur suresi, 24)

"O günahkârların, Rableri huzurunda başlarını öne eğecekleri, «Rabbimiz! Gördük duyduk, şimdi bizi (dünyaya) geri gönder de, iyi işler yapalım, artık kesin olarak inandık» diyecekleri zamanı bir görsen !" Secde suresi, 12)


Hayat bir rüyaydı gerçeğe erişmek için, eğer ıskaladın ise inşâ etmeyi..eyvah !

Çoban aldatan gibi aldattı insanı, o bitmeyecekmiş sanılan tatlı(!) hayat...

Vâh insana, vâh ömrüne...yansın şimdi kıymetini bilmeyerek hebâ ettiği hayat denilen rüyaya...

Kitabın ve elçilerin hakikat âlemi için rehber kelâmlarından sonra, hâlen daha (dünya)rüyasından hakikate uyanamamış oIana.. vâh !

Ne diyor yüce kitap;

"Asr'a (zamana) yemin ederim ki, iman edenler, sâlih amel işleyenler, birbirlerine Hakkı ve sabrı tavsiye edenler haricindeki insanlar hüsrândadır"
(Asr suresi).

20 Kasım 2017 Pazartesi

Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu ?

Hazret yine bugün bin yıl öteden, yazdığı kitabıyla, dedi diyeceğini...

-İlminle amilmisin...?

-Biraz düşün bakalım...ilim ne ?

-Gördüğün duyduğun her şeyin altında-üstünde, içinde gerçekte ilim var... Bilmediğin bir şeyi yapabiliyor musun, üretebiliyor musun ?

Hakkında bilgin olmayan şey için ne diyebilirsin ?
☆☆☆
Atom, elektron, molekül , gen, hücre, yer çekimi, faz-nötür, manyetik kutupların varlığı ve oluşumu, suyu çeken veya iten kimyasal yapılar, foton, tanecik, enerji - madde dönüşümü....hepsinin içi de dışı da altı da üstü de ilim ile donanmış, ilim ile dolu.

Göz ile görmediğin şeyin ilmi yok mu ?

X-ışınlarını görmüyorsun ama röntgen filmini eline tutuşturduklarında,  inanarak eline alıyorsun. O ışınlar senin vücudunun içinden geçti, haberin yok !

Radyasyonu görmüyorsun da Japonya'nın iki şehrini ölü şehir haline getirenin atomun parçalanması reaksiyonu ile çekirdeğinde hapsolunmuş açığa çıkan muazzam enerjinin nelere yol açtığını, ikinci dünya savaşından bilirsin... nükleer santral sızıntılarından kaynaklanan radyasyon yayılımının, su, hava ve toprakta canlı bırakmadığını en azından haberlerden duyuyorsun !

Göz ile gördüğün şeyin aslında göz sinirleri üzerinden elektrik akımı şeklinde beyine iletilen bilgi şekline dönüştüğünü, beynin kendine gönderilen enerji formunu çözümleyerek sana filan objeyi görmektesin dediğini de şimdi öğrenmiş bulunuyorsun !

Son yıllarda akıllı moleküllerin varlığından bahsedildiğini de duymuşsundur ?

Molekülün aklı kendisinde var olan bir potansiyel bilgi...davranış karakteristiğini belirleyen şey...tıpkı DNA ve gen gibi...hani diyoruz ya genetik kaynaklı...hah, tam da o...bunlar da moleküler akıl ve bilgi kaynaklı.

Bu bilgiye göre iş yapıyor, davranıyor maddelerdeki atom, molekül !

Beş duyu ile algılayamadığımız makro âlem içinde gizli kalan gayb âlemine ait bir kaç misal idi bunlar.

Bir de beş duyudan herhangi biriyle varlığını idrak edilebildiğimiz âlem var...maddeler; taş, toprak, su...

Maddî âlem ya'ni şehadet âlemi, hakikatin kendisi değil sadece tecelli şeklindeki görüntüsüdür. Hakikat ise, görülmeyen gayb alemidir.
 Buna dair Kur'an-ı Kerim'de,
"O öyle Allahtır ki, ondan başka ilah yoktur; görülmeyeni ve görüleni  gizli(gayb) ve âşikâr(şahit olunan/somut) olan her şeyi bilendir. " (Haşr suresi, 22) buyurulmaktadır.

"O, gaybı da görünen âlemi de bilendir, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Teğabûn suresi,18)

"Göklerin ve yerin gaybı/(gizli bilgileri) Allah'a aittir." (Nahl suresi,77)

...Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu ?” (Zümer suresi, 9) âyetinde, bilginin Allah katındaki değerini işaret ediyor.

İlim, “gerçeği ile bir şeyi idrak etmek” 'tir. Bilgiye atfedilen önem bir diğer âyette; “Rabbim, ilmimi arttır !”(Taha Suresi,114) ifadesi ile belirtilmiştir.

Hakikatte kişi bildiği şeye iman eder, bilmediğinin küfrünü yaşar. O halde iman ile ilim, bilgi ile inanç arasında doğru orantı vardır.

-İlmin sahibi (el-)Âlim; ya'ni ALLAH (c. c.)...

İlimle meşgul olan, tefekkür edip ilim/fikir işçiliği yapan, gördüklerini bu bakış açısıyla değerlendirebiliyorsa, âlimdir ...!

Tirmizi'den nakledilen bir hadis-i şerifte hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır; "Kim ilim talep etme isteğiyle bir yol tutarsa Allah onun yolunu cennete ulaştırır. Melekler ilim talebesine, hoşnutlukla kanatlarını sererler. Muhakkak ki âlim için göklerde ve yerde bulunanlar istiğfar dilerler. Hatta denizdeki balıklar bile. Âlimin âbid'e (ibadet eden kişiye) üstünlüğü, ayın (bazı rivayetlerde ‘dolunay halindeyken’) diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Şüphesiz ki âlimler nebîlerin varisleridir. Nebîler dinar veya dirhem miras bırakmazlar. Onlar sadece ilmi miras bırakırlar. Kim bu mirası alırsa çokça nasip almış demektir."

-İlmi talep etmeyen "cahil için dünya bir otlak, otel ve gazino...ye-iç, yat, eğlen...ötesi yok...hayatını yaşa !"
☆☆☆
Peki bilmek, bilgi hamalı olmak yetiyor mu ?

Elbette hayır...hazret ne güzel buyurmuş; "amilsen âlimsin" diye.
Ya'ni bildiğini hayat tarzına uygulamalısın !

Neye amilsin, hangi ilmi niçin talep etmektesin; daha çok dünyalık kazanmak için mi, sosyal statü edinmek için mi, isin aslını öğrenip gereğini yapmak için mi ?...yolculuk ne tarafa...Allah'a mı ?

Kendine sordun mu ?

İlmim var mı, artırmak için ne yapmalıyım, ilimsiz  O'na varılır mı ?...bildiğimle amel ediyor muyum !

Bilgi ve bilmek bir değer olsa da, ilmiyle amel edenedir iltifat...!

Hâl ve amelde müsbet davranışlara sebep olmayan, kötü iş ve davranışlara alet edilen ilim, şükrü eda edilmemiş bir ni'met olup vebaldir.
☆☆☆
Âlimle muhabbet ilim, arifle muhabbet hikmet öğretir,

Kitap ehli ile otur, âlimlere sor, sen sen ol cahil ile hem hâl olma...

Küçük taşla oynama ya elinden kaçar ya da... derler !

19 Kasım 2017 Pazar

Saatçi dede ve saat kuleleri...

Dünyanın zembereği bir defalığına kurulmuş !
Kilise çanı gibi ses veren (!), her saat başında  zihnimize çakar gibi "din-den-dön" diye çınlayan duvar saatlerini evlerimizin duvarlarında görmez olduk artık...

Müslüman mahallesinde salyangoz sattılar on yıllarca !

Yetmişli yıllarda hacdan gelen kimi hacıların, durumun farkında olmaksızın evlerine "din-den-dön" çan sesli duvar saatlerini getirdiklerinin canlı şahitlerindenim...

Altmışlı yetmişli yıllarda duvarları süsleyen önemli bir aksesuar idi bu duvar saatleri...hatta bir çok şehrimizin merkezi meydanlarında da hâlen (çan sesi veren mekanizmaya sahip) saat kulelerini görüyoruz !

Ve en önemlisi saat başlarında bu
meydanlarda da, kilise çanı sesi ile uyarılıyorduk bir zamanlar...

Sanat tarihçi Prof.Dr.
Hakkı Acun Anadolu saat kuleleri başlıklı bir çalışmasında: "Şehirleri ve kasabaları süsleyen birer anıt ve sembol olan saat kuleleri, kentin en yüksek tepesine ya da her yerden görülebilen meydanlara dikilirdi (....) XVI. yy.'ın sonlarında Osmanlı hayatına giren saat kulesi yapma geleneği, XVIII ve XIX. yy.'da batıdan doğuya doğru giderek artmıştır." * diyor.

Kanıksadık mı peki ? ...malesef evet !

Yadırgamıyorduk, çan sesine milletçe alıştırılmıştık...o günkü şartlarda "subliminal" mesajlar böyle veriliyormuş sanki !

Teknolojiye asla karşı değiliz, bilakis teknoloji transferi yapmalıyız, üretmeliyiz, "inovasyon"a kafa yormalıyız, "ar-ge" çalışmalarına ciddi kaynaklar ayırmalıyız.

Ancak emperyallerin (internet, sosyal medya, tv...v.b.) teknoloji üzerinden  özellikle genç beyinlerin şuuraltına "subliminal" mesajlarla yoz kültür aşılamalarına, popüler kültür ile onları milletine ve millî-manevî değerlerine yabancılaştırmasına karşı da uyanık ve tedbirli olmalıyız.

Çok şükür ki artık "Tik-tak" etmeyen "din-den-dön"  süz dijital saatler devrindeyiz...

Çok şükür ki, iki yüzlü emperyallerin oynadıkları oyunları farkedecek nesiller yetişmiş !
Giderek zembereği boşalmakta olan bir dünyadayız...unutmamalı ki dünyanın zembereği bir defalığına kurulmuş !

Dünyanın yelkovanı yerinden çıkmış.
Saniye akreple sarmaş dolaşmış.

Acep çok ku(du)rmaktan, kurmaya zorlamaktan mı zembereği boşalıyor, ne dersiniz ?

Dededen miras antika duvar
saatini köşedeki saatçi dedeye götüren arkadaşım:

-"Usta, saat bozulmuş, zembereği boşa dönüyor, kuramıyoruz"

Dede:
"Evlâd, ver bir bakayım.... dijitaller çıktı zemberekli saat kalmadı artık, mesleğimiz de bitti, yaşım da geçti, gözüm de görmüyor.... zorlanıyorum  tamirat işinde artık, dahası, mesleğin geleceği olmayınca çırak da bulamıyorum" ...

Arkadaşımın gözü bir ara dükkânın duvarında asılı bir levhaya takılır, levhadaki yazıda:

"Arife sorarlar, duası makbul birini, der; onu bilmem, bilirim kabul edeni"...
Kuruldu zihni zembereğimiz yıllarca
Hans, Peter, Jack  ve Coniler tarafından;
dişliler bizden olsa da kurma kolu onların elinde idi...

Şükür dijital devir geldi de zembereği boşanmış, bozuk dişli saatlerin yerini, dijitaller aldılar.

Dijital kodlamalarını da kendi köklerimizden aldığımız güç ile yapmaya başladık şükür...

İlim, irfan, teknoloji, bilim, kültür, millî ve manevî değerler ile barışık ve donanmış; basiret ve firaset sahibi nesillerin yetişmesi, necip milletimizin istikbâli açısından bugün çok daha büyük önem arz ediyor !

Dedem hayırlı işler, duanız hürmetine...
________
*Prof.Dr.Hakkı Acun, Anadolu saat kuleleri, AKM yayın no:85.