Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

31 Ekim 2022 Pazartesi

Seyyâh ve seyrân...

Ey seyyâh;
Nazarınla baktın da
Seyrân eyledin mi
Evveli ahiri
Lüffu kahiri...

Zanlar hakikat denizinde yıkanırsa
Hayalât pür ü pâk
Akıl sebep zincirinden muhayyer
Gönül hicablardan halas olursa...

Sana göre;
Zaman ân olur
Öncenin öncesi, sonranın sonrası
Bir olur...
Zaman, mekân ve meydan 
Seyrânlık olur

Ve
Ten kafesindeki cân 
Hayy'ı bulur...
"...ulûl ilmi kâimen bil kıst"(*)
İlâhî kelâmının işaratına vakıf olur

"Amâ"daki zât-ı Bâri ise;
Hepsinden münezzeh
Her şeyden müstağnidir...
Ve "O",
"Amâ"da idi, elanda öyledir !
__________
(*)Âl-i İmrân, 18

29 Ekim 2022 Cumartesi

Mübârek vatanın gözü pek neferleri....

 

Hilalin ortasında
Var beş köşe yıldızı
Şühedanın semboludur
Bayraktaki kırmızı
Hakka teslim gönlü ile
Her ferdi Rabbin kulu
Aziz millete vatandır
Şu mübârek anadolu

Fütûhat ve medeniyeti
İcrâ, inşâ ve ihya eden
Alpaslan ve yiğitleri
Anadolu'nun fatihi...
Resûl'ün medhine mazhar
İslâmbol'un Fatih'i
İ'lâ-yi kelimetullâh uğrunda
Fedai Alperenleri
Kurtuluş destanı ile
Yedi düveli püskürten
Gazi'nin yiğitleri
Hepsi ama hepsi
Azîz milletin ferdi

Ve;
Ey aziz milletin gençleri
Şu mübârek vatanın
Gözü pek neferleri...
Kızılelmadır size
2023, 2053 ve 2071
Ve ebedî istikbâl
Ataların işâreti...

28 Ekim 2022 Cuma

Ferahnâk...

 

Şu gülzârdaki güllerin
Lâlelerin sünbüllerin
Rayihâları gizlidir
Her birinin sînesinde

Sîne-gâhından âleme
Buy-i ezhardan saçılır
Safâsından olur cümle
Hamden lillahi ferahnâk

O gülzâr ki huzûr verir
Bülbülü çûş'a getirir
O âheng-i lâtif ile
Her mahlûkât vecde gelir
Gönlümün ezhâr içinde gül gibi dildârı var
Neyleyim her sevgisinde bir yığın ağyârı var
Gül sevenler katlanır hârın dilâzâr cevrine
Her gülün bir goncası her goncanın bir hârı var

Beste: Fehmi Tokay
Güfte: ?
Makam: Rast

27 Ekim 2022 Perşembe

Kader değirmeni öğütür...!


Vara yoğa hırçınlaşıp, kadere kafa tutanlar
Talihsizlik isabetine bir gün düçar olunca
Hemen hayata küser biçâre ağlaşırlar
En nihayet kaderin ipine yapışırlar
Kadere teslim olanı "O" dosdoğru yürütür
Sapı samandan ayırır daneyi una döndürür
Mütekebbir ademi değirmende öğütür
Mütevazı ademi Rahmet-i Rahman büyütür
Hayat değirmeni hakla öğütür de öğütür
Akar suyu döner çarkı, döndürürür de döndürür
Çarkı felekdir o dönen, hergeleni öğütür
Ne beni dinler ne seni, sonu başa döndürür
Hayal âleminden tâ hakikât âlemine
"O", mülkünde, hükmünü sürdürür de sürdürür
"Ol" der oldurur, "Dur" der durdurur, "Öl" der öldürür
Gün olur ki, sultanlara; garibin, fukaranın
Muhtacın hizmetini, gördürür de gördürür
Gel ey can aç gönlünü, öğüt al öğütenden
Vadi dolusu ateşi gülşene döndürenden
Terk-i esbâb eyle de sahibü'l esbâbı gör
Dur düşün dersini al Kader Öğretmeninden
★★★
Yahyâ Kemâl der:
"Hiç durmadan hayat öğütür devreden bu çark
Ölmek sırayladır, sıralanmakta varsa fark."

 Ve Necip F. Kısakürek der:
"Zamânın çarkları
"Ben"i öğütüyor"

22 Ekim 2022 Cumartesi

Ben, biz, işbirliği, şikâyet, tefekkür ve ahmaklık üzerine...

Yunus Emre derki;
Yol odur ki doğru vara
Göz odur ki Hak'kı göre
Er odur alçakta dura
Yüceden bakan göz değil 
Vücuduna şöyle bir derinden baktın mı ey insan !

Hiçbir organ, uzuv "ben" demeden işini yapıyor...her ne işten sorumlu ise !

Ve hatta, bazen bir diğerinin eksiğini tamamlıyor, gücü ve yeteneği elveriyorsa boşluğunu dolduruyor.

Ötekini kıskanmadan, ona ayakbağı olmadan canla başla sorumluluğunu yerine getiriyor...

Onlar biliyorlar ki, vücud denilen organizma yaşarsa biz yaşarız, o ayakta ise biz hayattayız.

Ve hiç biri yaptığı işten, bulunduğu mevkiden şikâyetçi değil, rahatsız hiç değil.

Meselâ;
Ayağımız 26 kemik, 30 eklem, çokça ligament ve tendondan oluşan karmaşık bir yapıdadır.

70 kg ağırlığındaki bir insanın yükünü iki ayak tabanı çeker, yükün dağılımına bakınca da her bir ayak tabanında yükün yüzde altmışı topuğa, yüzde 40'ı tarağın ön kısmına yüklenir. 

Ancak ayak tabanında yer alan bu yapıların her biri diğerinden bağımsız olmaksızın müştereken iş görürler, işin azlığı/çokluğuna da bakılmaz. 
Niçin ona az bana çok yük bindiki demiyor topuk !

Kalp, barsak, damar, beyin, sinir...hangisini ele alsanız, orda ben yoktur, biz vardır, hep birlikte bütüne katkı sağlamak vardır, yüksünmeden işbirliği vardır, neden ona çok bana az sızlanması ve şikâyeti yoktur.

Ve sistemde her şey yerli yerincedir; barsak epitel hücresi dildeki tad tomurcuğununun yerinde olmayı aklından geçirmez, ben neden barsaktayım demez, işini yapar !

İlişkiler manzumesinden bakıldığında; insanlar, toplum ve devlette de işler böyledir, böyle olmalıdır.

Evrende ve yeryüzünde de bu işin dinamiği böyledir, düzeni böyle kurulmuştur.

Hiçbir şey sadece kendisi içün var değildir, sadece kendi içün yaşamaz. Meselâ; kendi ürettiği meyveyi tohumu kendi beslenmesi içün meydana getiren bitki/ağaç var mı ?

Ya da; kendisi içün koku salgılayan gül, çiçek; kendi kullanması içün su zerrelerini taşıyan bulut, onları denizden karaya sürükleyen rüzgârlar, kendini aydınlatmak ve ısıtmak içün çabalayan güneş var mı!

Yok değil mi ?

Tohum; güneşle, havadaki karbondioksitle, suyla, toprakla birlikte iş yaparak çiçeğe, bitkiye ağaca dönüşme yolculuğuna çıkıyor değil mi ?
 
Hepsi, birlikte birbiri ile barışık ve paylaşımcı...

Ne der canlara Hacı Bektâş-ı Veli; "bir, olalım, iri olalım, diri olalım"

Lâfı uzatmaya gerek yok,  Sâdî-i Şîrâzî  diyor ki:
“Tek bir yaprak, insanı mârifetullâh’a götüren bir divandır. Fakat ahmaklar içün bütün ağaçlar tek bir yaprak bile değildir.”
 

Düşünenler, ilim erbâbı, mütefekkirler; kâinâttaki düzeni, uyumu, hak ile yaratışı, kusursuzluğu görürler de, ya ahmaklar !

Bakınız Rabbimiz Mülk sûresi 3. ve 4. Âyetlerde ne buyuruyor: "Yedi göğü birbiriyle tam bir uygunluk içinde yaratan O’dur. Rahmânın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun? (3). Sonra gözünü tekrar tekrar çevir de bak; (kusur arayan) göz aradığını bulamadan bitkin olarak sana dönecektir.(4)"

Vesselâm.

21 Ekim 2022 Cuma

Kalp, dem-i fâsid ve rahat-ı vücûd...

Gel ey can !

Kalp ayinesini mücellâ eyle
Sîne hânesini rûşen eyle, ki;
Esrârın yüzü oraya aks eyleye
Ve bundan sebep;
Zulmet-i cehl ve hicâbdan halâs olasın
Dem-i fâsid de ihrac ola da
Rahat-ı vücûd ile müstehâkın bulasın(*)...
Derler ki, ucb, kibir ve riyâ
Gizlenmişse tevazu kanadı altına
Beden giysisi aradan çıkınca
Perdesizlikte ne ucb, ne kibir ne riyâ
Ne sen, ne de ben kalmayız, anla !
...
Geç benden senden, bul özde bizi
Gerçekte ben yok biz dizi dizi
Fenâ âleminde inşâ ettiğin 
Gecekondunun kalmasın izi
Mecaz değil, düşünmeli bu hakiki sözü

Vesselâm...
__________
Bursevî, İ.H., Kitâbü'n Netice I.

20 Ekim 2022 Perşembe

Hamâkat ve hayırhâh zümresi


Bu asırda da cehl-i mürekkeb ehline medenîyet aşılamak isteyen hayırhâhlar vardır elbette, ancak kurumaya yüz tutmuş ağaç gibi ise ademler, işte onlar fazla eğmeye gelmiyor !

Yaş iken eğmek lâzımmış meğer ağacı...

Esen yeller/rüzgârlar büyüme dönemindeki ağacın dosdoğru "kalem gibi" semâya doğru uzamasına fırsat vermemişse eğer, rüzgârların eğip büktüğü eğri büğrü, saçaklı budaklı ve kurumaya yüz tutmuş böyle bir ağacı eğip bükmeye yeltenmemeyi öğretiyor insana zaman...

Azıcık bir kuvvetle odunlaşmış  ağaca yüklenince de çatırdamalar başlıyor.

Hele birde budaklı ise bu ağaçtan mobilya da yapılmazki, olsa olsa mahrûkat olur, mahrûkatçıdan sonra da sobaya yol bulur !
Ahmed Vefik Paşa derki:
"Saat sorarım; gitmez. Odun gibidir, üstüne almaz; hiç de anlamaz"
Hazret-i İsa (a.s.) bir gün çok hızlı bir şekilde kaçıyordu. Adamın biri, bu hâli görünce ardından koştu ve şöyle seslendi:

-Hayrola, ürkütülmüş bir kuş gibi çırpına çırpına niçin ve nereye kaçıyorsun? Arkanda kimse yok!

Hz. İsa o kadar hızlı koşuyordu ki, acelesinden adamın suâline cevap veremedi. Onun bu şekilde kaçışını merak eden adam, sonunda ona yetişti ve tekrar sordu:

-Ey Rûhullah! Kimden kaçıyorsun?

Hz. İsa;
-Ahmaktan kaçıyorum ahmaktan!.. Git bana mâni olma ki, kendimi kurtarayım!, diye karşılık verdi.

Adam;
-Sen nefesi ile körlerin ve sağırların şifâ bulduğu Mesîh değil misin? diye ona mûcizelerini hatırlattı ve bu kaçışın hikmetini sordu.

Hz.İsa;
–Evet ben İsm-i Âzam’ı sağır ve köre okudum; onlar iyileştiler. Ölüye okudum, dirildi. Fakat o duâyı bir ahmağın kalbine şefkat ve merhametle binlerce defa okuduğum hâlde fayda vermedi. O ahmak, katı bir taş kesildi; lâkin ahmaklığından vazgeçmedi. Çorak bir kum oldu da, ondan bir ot bile bitmedi! dedi.

Bu sözleri duyan adamın hayreti daha da arttı ve merakla Hazret-i İsa’ya yine sordu:

-İsm-i Âzam bu kadar şeye tesir edip şifâ verdiği hâlde niçin ahmaklığa tesir edememiştir? Hâlbuki diğerleri de bir hastalıktır; onlara devâ olup da buna olamayışının sebeb-i hikmeti ne olabilir?

Hz. İsa:
-Ahmaklık, kahr-ı ilâhî olan bir hastalıktır. Diğerleri ise körlük gibi kahr-ı ilâhîye uğramayan ibtilâlardır. İbtilâ da bir hastalıktır; ancak sadece mübtelâsına acınır. Ahmaklığa gelince o da bir hastalıktır, lâkin ekseriyâ başkasını yaralar ve zarar verir, dedi...
Böyle bir ibtilâ ile kişi; hamâkati hasebiyle cürmü kadar ahvâlini mahveder ve hep muhâli temennî eder...

Sabır, ya sabır !
İnsan ne vakte kadar idrâki, hisleri, anlağı mantarlaşmış/ odunlaşmışlardan ehl-i hamâkattan "insaniyyet" bekleyecek...

Allah'tan ümit kesilmez, biz yine de medeniyyet içün cehd ve gayret eden hayırhâhlar zümresinin ziyâdeleşmesine niyâz edelim...

Vesselâm.

19 Ekim 2022 Çarşamba

Mülk sahibi...

El Melik (c.c.)
İster isen mülk-i hüsn âbâd ola dâd(*) eyle kim
Pâdişehler dâd ile mülkünü âbâd eyledi
(Dehhânî).

Bana derler ki bütün Osman eli mülkün senin 
Kâfirim ger var ise içinde bir taşım benim
(Yavuz Sultan Selim).

Mülk-i dünyâ kimseye kalmaz sonu berbâd olur 
Ey Muhibbî şöyle farz et kim Süleyman olmuşuz
(Kānûnî Sultan Süleyman)

Bu dünyaya kanmayalım. Fanidir aldanmayalım. Bir iken ayrılmayalım. Gel dosta gidelim gönül. 
(Yunus Emre)

Kim umar senden vefayı, Yalan dünya değil misin?
(Yunus Emre)

Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi, mal da yalan mülk de yalan, var biraz da sen oyalan.
(Yunus Emre)

Unutma ey gönül, burası dünya; sefası da fani, cefası da. Öyleyse nankör olmaktan kork gönlüm. Geçici elemlere ve imtihanlara sabret! 
(Mevlana)

Bir mülke mâlik eylemiş ol pâdişah 
Mülk-i Süleyman onların yanında bir vîrânesi 
(Niyâzî-i Mısrî)

Üç beş sene seyretmek için mülk-i fenâyı 
İnsan çekiyor inleyerek bâr-ı kazâyı 
(Ali E. Bolayır)

Istırabın sonu yok sanma, bu alem de geçer ömr-i fani gibidir, gün de geçer, dem de geçer. 
(Neyzen Tevfik)

Bu fenâ mülküne ibretle nazar kıl, ey cân!
Gafleti eyle hebâ, hâli değildir meydan,
Hani Sultan Süleyman, hani İskender Han?
Sâdhezâr ömrü sürûr ile geçirsen bir an
Ne güle, bülbüle bâki, â gözüm bâğ-ı cihân
Kime yâr oldu, muradınca felek-i devr-i zaman.
Tama' ve hırsa uyup nefs ile makhûr olma,
Rahatın zâil olur, nâm-ı meşhur olma.
Sohbet-i ârif-i billaha eriş, dûr olma,
Saltanat-ı mesned-i dünya ile mağrur olma,
Zevk-i dünyaya firîb olmadılar ehl-i kemâl
Bildiler hâsılı hep zıllu huve'l lu'bu hayâl,
Zevke teşbihi cihanın hele rüyâya misâl;
Dâmen-i aşkı tutup buldu kamu kurb u visâl
(Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi)
Gel mülk sahibini an da, rükuya eğil
Fenâ mülkü kimselere asla bâkî değil
Felek ömür fırsatını bir kez vermiş ademe
Mahkeme kadılara hiç bir zaman mülk değil
__________
El-Melik: Hükümdar, Melik, mülkün sâhibi, mülk ve saltanatı devamlı olan... Kur’an’ın ilk sûresi (Fâtiha) ve son sûresinde (Nâs) Allah’tan Melik olarak söz edilir; yâ'ni mülkün sâhibi, bütün eşyânın ve yaratılanların tek mâliki; mülkünde emretmek, istediği gibi tasarruf etmek, hiçbir şarta bağlı olmaksızın sâhip olmak O’na mahsustur. İstediğini azîz, dilediğini de zelîl etme kudretine sâhip olan yalnız O'dur...

(*)Dâd, başkasının zulmünü def ve izâle eylemek.

17 Ekim 2022 Pazartesi

İrfân imbiğinden süzülen özlü sözler....

 

"Elini açık tut, sofranı açık tut
Kapını açık tut, gözünü bağlı tut.
Beline sahip ol, diline sahip ol."
"Bu kahve öyle bir kahvedir ki her usulü bâ sefa 
İçinde sâkin olanlar çekmesün asla cefa"
"Hak ile sabır dileyip bize gelen bizdendir
Akıl ve ahlâk ile çalışıp, bizi geçen bizdendir."
“Her seherde besmeleyle açılır dükkânımız,
Hazret-i Selman Pâk’tır pîrimiz üstâdımız.”
“Sade pirinç zerde olmaz bal gerektir kazana
Baba malı tez tükenir, evlat gerek kazana.”
"İlim ve san'attan haberdar olmayanlar aç olur,
Müflis ve bîvâye kalur, herkese muhtaç olur."
“Sevgi göster herkese ha!
Selamdan kaçınma sakın.

İnsanları ayırma ha!
Hepsine adil ver hakkın.

Niyetin iyi olsun ha!
Her şeyin gerçeğini söyle.

Hayırlı'dan ayrılma ha!
İyi anlaş herkes ile.

Etrafına dostluk saç ha!
Eser kalır sen gidersin.

İyi belle unutma ha!
Önce hizmet sonra sensin.”
"Doğru olsan ok gibi elden atarlar seni
Eğri olsan yay gibi elde tutarlar seni
Menzil alır doğru ok elde kalır eğri yay”
"Her sabah Besmeleyle açılır dükkânımız.
Hakk’a iman ederiz, Müslümandır şanımız.
Eğrisi varsa bizden, doğrusu elbet sizin.
Hiylesi hurdası yok, helâlinden malımız.
Müşterilerimiz velinimet, yaranımız yârimiz.
Ziyâdesi zarar verir, kanaattir kârımız."
“Her taamın lezzeti ta ki dimağdan çıkar,
Tuz ekmek hakkını bilmeyen akıbet gözden çıkar.”
“Ehl-i aşka müptelayım neme lâzım kâr benim,
Mal ve mülküm yoktur amma kanaatim var benim.”
“Dükkân kapusu Hak kapusu, Hakkına yalvar,
Çeşmim gibidir çeşmeleri akmasa da damlar.”
"Dolandım dünyayı bulamadım başıma bir tane tac,
Ne eğride tok gördüm ne doğruda aç."
“Sefa geldin ey müsafir, ısmarla kahve içelim,
İşçi ile sohbet olmaz, bir merhaba der geçelim.”
“Gelen gelsin saadetle, giden gitsin selametle.”

16 Ekim 2022 Pazar

Ebu Cehil, muârız ve muhalefet...


İbn Kemal der:
Nâ-ehl olur muârız-ı ehl 
Her Ahmed’e bulunur Ebû Cehl

Niçin muârız olurki insan ?
Dominant muhaliflik ve muarızlık geni mi var bazılarında acaba, doğuştan muhalif olmaklığı buna mı bağlasak !

Akla bir çok cevap gelir, mes'elâ;
Kıskançlıktan, çekememezlikten, maziden kalan çekişmelerden, üstünlük taslamaktan, çıkar kaybından, suyun kaynağına ırak düşmekten, hükmetme yarışında olma isteğinin gerçekleşmemesinden, ehil olanı tırmalama isteğinden.... ale'd-devâm...

Hele bir de mevzûnun câhili olarak sırf muârız olmak içün ya da konuya vâkıf olmayan yahut çekimser kalanları etkileyip muhaliflerin kelle sayısını artırıp onların önüne geçmeye çalışmak için muârız olmak varki, böyle bir ekseriyyet içindekiler meâlin bile farkında olmaksızın cehlin tarafı olurlarki maazallah...
Ancak dünyanın hâli böyle, meyveli ağaç taşlanır, egosu yüksek olanlar herşeye muhalif ve herkese muarız olur.

"Niye ben değilim, ben ondan üstünüm" hastalıklı görüşüne sahip hazımsızlar hep vardı, olacaklar da...

Demeliki;
"İt ürür, kervân yürür"

Âdil, hasbî, ahbap-çavuş münasebetlere kapısı kapalı, ehliyyet ve liyakata uygun şekilde işler görülürken, muârızlar ve muhalifler varsın ürüsün dursunlar...

Ebu cehil de Ebu Leheb de (iki eli kurusun), kâinâtın efendisi Ahmed'e muârız ve muhalif değil miydi, peki neticesi !

Kalem sûresi (10-14)'nde buyrulur:
"Yemin edip duran, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan söz taşıyan, iyiliği hep engelleyen, saldırgan, günaha dadanmış, kaba saba; bütün bunların ötesinde bir de soysuz olan kimseye mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme"
Affetmenin yüceliğine gelince;
"Hz Ahmed'in güzel ahlâkında; şahsına karşı câhillerin ve kendini bilmez kimselerin kabalıklarına, hakaretlerine aynıyla cevap vermek yerine, onları bağışlamanın, kusurlarını görmezden gelmenin asil davranışına dair misâllere rastlıyoruz, ancak kamuya topluma karşı olanları müstesnâ !"

Vesselâm...

15 Ekim 2022 Cumartesi

Devir; mazrûfa değil zarfa bakma devri...

 

Zarfın değil  mazrûfun önemsendiği zamanlarda, şaşaa, eğlence, gösteriş, boya, cilâ, maske öncelenirken, tâli olan asılın, usül de esasın yerini alır...

Bu anlayışın hâkim olmasıyla kabuk boyanır, cilalanır, albenisi ve cazibesi artırılır, maksat sadece ve daima göze hitaptır, alkıştır, beğenilmektir, içi ve içindeki cife bile olsa...

Mazrûfun neliği, niteliği, kıymeti, pahasının ne olup olmadığının ehemmiyeti akla bile getirilmez. İdrâkler albeni hipnozunun etkisi altındadır...

Bu devirlerde reklâmın bolluğu ile beraber mostra, maske ve kılıflarda satışın tavan yaptığı görülür...

Pazarlama teknikleri ve stratejilerinin iş yaptığı, erbâbının itibar gördüğü ehlinin malûmudur.

Boya ve cilânın marifetine vâkıf olan pazarlamacılar hurdayı da çok iyi bedellere pazarlarlar.

Müsta'mel vasıtaların yesyeni fiyatına satılması da buna en güzel örnek deği mi ?

Cilâlı taş devrini geçmişte bıraktı,  boyalı- cilâlı insan devrine çığır açtı insanoğlu !
Duvarda tazim gereği yükseğe asılan süslü, işlemeli kılıf veya çantalar içerisindeki mushafları ve mushaftaki yazılanlardan bîhaberleri düşününce,  zarf mazrûf mes'elesinde özün farkında olmayıp mazrûfa bakmayıp kabukla yetinenleri daha iyi anlıyoruz.

Kabuğun/kışırın önemsendiği, özün esasın umursanmadığı bu devirlerin sloganı da şöyle olsa gerek:
"Sen mazrûfa değil zarfa bak"

Ya zarfın içinden; gübre, laşe, pis koku, taklid materyal çıkarsa...

Eyvah aldatıldık, aldandık diyenler de olacaktır; ancak "Amaaan sende" diyeceklerin de bu günün insanları arasında çok sayıda olduğunu tahmin etmek içün anket yapmaya gerek yok sanırım !

Malesef, çoğunluk tedavülden kalkmış olanı geçer akçe diye gösterme, pazarlama, ikna etme, aldatma peşinde...!
Ey insan !
"Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!" (Hûd sûresi, 112)
Nasıl mı ?
Kılıf üzerinden, göstermelik doğruluk ile değil tabiki !
Doğruluk gösterişte değil; insanın özünde, hem niyetinde, hem de söz ve davranışlarında olmalı...dosdoğruluk; ikiyüzlülükten, sahtelikten, yalancılıktan, olduğundan farklı görünmek ve göstermek çabasından da uzak durmaktır  !

Sonuçta zarfa değil mazrufa, yani zarfın içindeki ne ise, ona bakılır, o iyi mi, güzel mi, latif mi,  kıymetli mi, dosdoğru mu ?
Zarfa bakan çoğu zaman aldanmıştır...

Ey insanoğlu, ne dediğine değil, dediğini yaşantına uyguladığına, arkasında durduğuna, yapıp yapmadığına bakılır.

Devre göre prim yapan meta üzerinden pazarlama yapanlara, bezirgânlara karnımızın tok olması lâzım değil mi?

Hz. Peygamber buyurur, “(Akıllı mümin) Bir delikten iki kez ısırılmaz”, ”Kim bizi aldatırsa, bizden değildir".

Biz, irfân ehlinin ifâde  buyurduğu gibi "zarfa değil mazrufa bak"ıyoruz...zarf harap olsa n'olur, altın suyuna batırılmış olsa n'olur, biz içinde define olup olmadığına bakıyoruz !

Erzurumlu İbrahim Hakkı (hz.) demiş ya:
"Harabat ehline hor bakma zâkir
Defineye malik viraneler var."

Vesselâm...

14 Ekim 2022 Cuma

Fabl karakterler...


Baykuş seslinin; şeâmeti ne kötüdür.
Merkebin; hamâkati dillere pelesenk olmuştur..
Domuz tabiatlı pislik olarak sembolize edilir değil mi !
Öküzün; kalın kafalılık, kâbiliyetsizlik, görgüsüzlük ve beceriksizlikte üstüne var mı ?
Fare mi; çok hilekâr, bilgisizliğinin korkaklığına ilelebed mahkum !
Sivri sinek; havadaki toz gibi, mala mevkiye konup üşüşünce eline ne geçecek acaba...
Karınca gibi; akl-ı mead olmaklık ne hoş, ancak nimet ve rızkının peşinden durmak bilmeksizin koşar, bir gün sel gelir yuvasını su basar, biriktirdiklerinin hâli nice olur...
Ey akreb, garib gurebaya zulüm etmek, zehirleyip öldürmek, onların rızıklarını hilekârlıkla çalmak tabiatın ne kötü, ikiyüzlülerin sonunu görmedin mi ?
Yılan tabiatının gereği sinsice kötülük yapmak, mala düşkünlük, şehvete meyillilikten geri kalmaz; bal arısının da zehiri var, ama gerekmedikçe, nefsi müdafaa hariç kullanmaz, bal yapar durur !
Ceylan ki; dünya ahırında, dünyaya meyilli merkepler arasında olsa da, masumiyetin, nazikliğin ve hak terbiyesi almışlığın timsali...
Deve gibi güzel ahlaklı, sabırlı, olgun ve hakikate teslim olmak var ki o, temiz ruhun simgesi, salihlerin kisvesi...Mevlânâ Mesnevî’deki anlatımında derki; ruh, salih gibidir, ten de deveye benzer. (Hz. Salih ve devesi hikâyesi), ruh vuslattadır,  ten ise ihtiyaç içindedir. Salih’in ruhu afetlerden kurtulmuştur. Yaralanan ise devedir.

13 Ekim 2022 Perşembe

İnsan varlık mı, mahlûk mu ?


İnsan olarak yaratılmak ni'met ve şerefini üzerinden eksik etmeden taşıyabilen insanlar arasında huzur buluyoruz...

İnsanlığın mâ'nâsından bîhaber olan, nankörlüğü tercih ve insan olarak yaratılmış olma şerefini ayak altına almayı tercih edenler var ya, işte onlar evlerden de "insan"lardan da ırak olsun, kendi çöplüklerinde yaşamaya devam etsinler...

12 Ekim 2022 Çarşamba

Gariplik, gurbetlik...

 

Hâlık'ın 
ne garîb hilkatleri var
Hem garib hem mübârek
şu âlemi var
Âlem-i ervahdan,
gurbete yolu düşmüşse insanın;
nutfeden insana seyahati garip
Çıplak gelip gittiği şu dünyada
Hem kendi, hem de ahfadı garip
Gurbetteki;
Çulu serer 
Keyfe keder
Yer içer
Kerevete çıkar
Ve
Zannınca
Muradına erer...!
Dünya bir han
Yolcu, konaklayan insan...
Olmaz olur mu Malikü'l Mülkü
Ki "O", hem de sahibü'l vatan...
Gurbete düşmüş olandan
Var m’ola daha gariban...
İnsanın özündedir gariplik
Dünyadaki hâli;
hem garip, hem gurbetlik ve ibretlik...

10 Ekim 2022 Pazartesi

Hayır gelmez...!


Az bilip çok satanlardan
Çok bilip üstüne yatanlardan
Bilmeyip biliyormuş gibi yapanlardan
Her söze yalan katanlardan
Durmadan çamura batanlardan
Bal yapmaz arı gibi vızırdayanlardan
Bulanık suda balık avlayanlardan
Çıkarı kaynağından baplayanlardan
Kazı koz anlayanlardan
Kuruşa beş takla atanlardan
İş gördüreceğini tavlayanlardan
Küçükken büyüklük taslayanlardan
Hayrı ve iyiliği taşlayanlardan
Her gelip geçene havlayanlardan
Kabuk tutmuş yarayı kaşıyanlardan
Gördüğü her kulpa yapışanlardan
 Balı içün kavanozu tutanlardan
Et ile but ardınca koşanlardan
Her lokmayı çiğnemeden yutanlardan
Körle yatıp şaşı kalkanlardan
He'ye yoğ'a cızırdayanlardan
Girdiği ortamı karıştıranlardan
Her söze "ben"ini katıştıranlardan
İşleri baştan savuşturanlardan
Elini sıcaktan soğuğa sokmayanlardan
Verdiği sözü tutmayanlardan
Yel değirmenine savaş açan kahramanlardan
Kalıbının adamı olmayanlardan
Üstüne vazife olmayanı soruşturanlardan
Durumdan vazife çıkaranlardan
Saygısız, ahmak ve kaygısızlardan
Ve;
At gözlüğü ile gezenlerden
Gücünün yettiğini ezenlerden
Çıkarın yerini sezenlerden
Her daim uçlarda gezenlerden
Vakti gelmeden ötenlerden
İşi yokuşa sürenlerden
Emanete hiyanet edenlerden
İsyanı alışkanlığa dönüştürenlerden
Şeytana ters pabuç giydirenlerden
Meydanı karıştırıp seyredenlerden
Bir verip binlerce götürenlerden
Maddeyi mânayı sömürenlerden
Üfürüğünü fırtına zannedenlerden
Lâfı uzatıp sündürenlerden
İyiyle kötüyü birleyenlerden
Dediyi koduyu ezberleyenlerden
Her zaman beleşi gözleyenlerden
Burnunun dikine gidenlerden
Her sofradan yiyip yedirmeyenlerden
Gece gündüz iştah gezdirenlerden
Her fırsatı çıkara dönüştürenlerden
Hayır gelmez...!
Tavuktan kaz olmaz, kıştan yaz !

9 Ekim 2022 Pazar

İrfân sofrası, ballı lokma tatlısı...

 

Derler ki;
Yârân-ı aşk  ile ârifâne muhabbet etmek içün; meclisdeki ademlerin, kelâmı serdeden kadar ârif olması gerek...
Muhabbet meclisindeki adem eğer ârif-i nefs ise ilmi tekmil etmişdir, değilse zahiri âlim gibi nâdândır...
Ârif-i billâh ona derler ki, 'sırr-ı Cemâl'e vâkıf ola...

Cemâl'in seyri, Celâl'in sebeb-i idrâki, Kemâl'in kesbi içün ise ilm ü irfan gerek; pür dikkat, rikkat ve gayret gerek...ve bu uğurda benliği ifnâ, Mutlak Var'ın varlığını ve icrâsını seyreylemek/şahid olmak gerek...
Hâni dünyâ fitnesinin zararı içün "bir hırka bir lokma" ölçüsünden dem vurulur ya !
İrfân ehli der ki;
"Hırkadan murad, insanlık hırkası, lokmadan murad ise, yâr-i hakîki olan 'Hakk’ın Cemâli'dir.”

Değilse hırkayı süslü kaftanlar, kürkler zannı ile, lokmayı ballıkaymak lokmasına tevil etmekle, ancak ve ancak benliğe aday olan şu bineğin açık büfe arpa/saman ziyafetine kapı aralanır...
Sonrası ise ele avuca sığmaz, azgın ve deli küheylanlar, kadanalar gibi, yedi başlı ejderha gibi, akrep, yılan, çıyan gibi bir canavar varlık...

Mevzû iç âlemde başlayıp orda bitiyor...

Sözün özü; gönül denilen Çalab'ın tahtının egoya tahsis edilip edilmediği ile ilgili...saç-sakal, esvâb-kuşak, ağdalı hitapların ardındaki ile ilgili, albeni vitrinlikler ise "insan"dan ırakta dursun...
Hz.Mevlânâ der ya;
"Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok; nice elbiseler gördüm, içinde insan yok."
Yunus Emre ne demiş:
"Dervişlik dedikleri hırka ile taç değil
Gönlün derviş eyleyen hırkaya muhtaç değil"

Bektâşîlikteki hırkaya yüklenen mâ'nâ ise şöyle; 
hırkadan kastedilen, giyilen hırkanın ayıpları örtmesi, hırka giyenin de başkalarının ayıp ve kusurlarını görmemesi, hatta örtmesidir. 
Ayıp ve kusurları örten "Settâr" esma-i şerifinden mülhem olarak da bektaşiler kastedilen mâ'nâya münasip olacak şekilde "Hırka-i settar" tabirini kullanırlar.

Evet; kullarının hatâ, kusur, ayıp ve günahlarını örten, bağışlayan var ki; bu
"Hudâ settârdır ta’n etme rinde ayb-bîn olma" ifâdesi ile dile getirilmiş (Ş.Galib)...
Süleyman Çelebi de: "Alîm ü allâm ü gaffârü’z-zünûb / Sâni’ u tevvâb u settârü’l-uyûb" ifâdesiyle esmâsını dile getirir...

Hırka ve lokma neymiş ?
Dünyadan el etek çekmek miymiş !

Yoksa dünya ve dünyalığı içine/gönlüne almadan, kötü fiil ve sözlerden beri olarak övülmüş ahlâk üzere yaşamak, faydalı ve üretken olmak, her ne yapıyorsa ibâdet gibi, huzurda olduğunu unutmadan yapmak, kanaatkâr olmak, gönül yapmak, hoşnut olmak mıymış !

8 Ekim 2022 Cumartesi

Yalan dolan, kaftan palan...


Her kim ki sühan-şinâstır fehm eyler
Lâzım değil eyleyem ben izhâr-ı kemâl
                                           (Rûhî-i Bağdâdî)
Çok gördük yürüyeni çok gördük duranı
Gizli kalmaz hiç kimsenin yalan dolanı
Çul yerine giyse merkeb kaftan palanı
Kulağıyla kuyruğun nereye saklamalı
Âlem bir nakıştır, nakkaşını gör
Ayine-i devranda cemâlini gör
Celal ü Cemâli madem ki Hak’tan
Mazhâr olan kullarda kemâlini gör

5 Ekim 2022 Çarşamba

Berceste...medh û senâ


Koca Râgıb Paşa bir mısrâında şöyle der;
"Eğer maksûd eserse, mısra-ı berceste kâfîdir"

Yâ'ni, şâirin kendini ortaya koymasının gereği yoktur...

Gerçi ayinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz diye de bir söz var...yine de çoğu kişi (şâir/yazar v.s.) medhiyeler şahsına dizilsin ister...

Bercesteye dönecek olursak, ya berceste kâfi değilse ?
Evet ya değilse...o zaman işin rengi değişir.

Beşeri plânda çoğu zaman muğlak kalır, müessirin; eserini mi, kendini mi öne çıkarttığı...Çoğu zaman maksûd esermiş gibi gösterilse de, arif olanlar asıl kasıtın müessirin öne çıkma çabası olduğunu anlar...
İnsan kendini sorgulamalı...
Medhiye esere mi dizilir, müessire mi ?
Nakış mı alkışlanmalı nakkaş mı ?
Kendini bilen kişinin tercihi ne olmalı;
tevazû mu, pohpohlanma mı ?
"Ben var ya ben...", ya da; "Ben demiştim", "...kimin var böyle (....)si" diye başlayan bir cümlenin, yahut yapılan 'imâ'nın nereye gideceğini bilmek içün IQ'nun 130' ların üstünde olmasına gerek yok, hatta IQ'su 70'in altında olan kişi bile "leb"in yanına "leb"i getirir de leblebi der değil mi !

Hz. Ali der ki:
"İnsanı nefsinin heves ve arzusuna uymak, ve övgü, yâ'ni meth û senâ edilmekten hoşlaşması helak eder."

Çünkü kişinin kendini övmesi, yahut ötekilerin kişiyi methetmesi onu firavunlaşmaya iter ve onu tevâzudan, haddini bilmekten uzaklaştırır.

Bu sebeple irfân ehli; beşer tarafından methedilecek fiillerini serd etmekten imtinâ etmiş, buna zemin olacak ortamlardan da uzak durmuşlardır.

"Şüphe yok ki Allah, onların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir. O, büyüklük taslayanları hiç sevmez" (Nahl sûresi, 23)
Mütefekkir için; faile fiilinden,  müessire eserinden, nakkaşa nakışından yol gider elbette, ve bilirizki leyleğe çıkmaz bu güzergâh.

Nef’î’ bir beyitte şöyle der:
"Edeyim medhine âgâz o kerîmü’ş-şânın
Ki ne gördü ne görür mislini çeşm-i eyyam"
Medihlerin en yücesi; kâinâtın en mükemmel insânı, âlemlerin nûru, kâinâtın efendisi, ahlâkı âlî olan, yolu hâdî, yüreği gani olan iki cihân serveri Habib  (s.a.v.) 'inindir ...Salât-u selâm olsun.

Süleyman Çelebi berceste ile noktayı koysun:
"Ol ki meddâhı anın Allâh ola
Var kıyâs eyle ki ol ne şâh ola"

Ve Yunus Emre'nin dilinden tevâzû ve hiçlik...



Yunus Emre'nin sözleri ve Cinuçen Tanrıkorur'un bestesi...

Bî-mekânım bu cihanda, menzil-ü durağım orda.
sultanım ki taht-u tacım, hulle vü burağ’ım anda.

kim ne bile ne kuşum ben? şol ay yüze tutuşum ben.
ezelîden serhoşam ben, içmişim, ayağım anda.

ben bu mülke kıldım cevlân, yedi kere vurdum seyrân.
Muhammed nurunu gördüm, benim bir mekânım anda.

Yunus bu fikrete daldı, hep cihanı arda saldı.
vallahi hoş lezzet aldı, dolmuştur dimağım anda

2 Ekim 2022 Pazar

Akıl, sanem, put, heves, arzu, ihtiras...


İnsan aklı sürekli sorgulama ile iştigal etmekle yükümlü...bu sorgulamalar neticesinde ise evet/hayır, yap/yapma komutlarına göre davranış kalıpları ve yönelimleri belirler insan...

Aslında görünürde bir yandan hayatı idame etmek gayesi varken, hakikatte hayatı anlama çabası şuuraltında kıpırdaşır.

Varoluşun ve varlığın “nasılı, sebebi, niçini, ma'nâsı ve gayesi” içten içe (rölantide) çevrimiçi olarak arka planda çalışmaktadır.
 
İnsan, hayat yolunda başlangıçtan sona doğru "mecburi tek yön"lü olarak yürürken, her bir adımda sonraki adımların kilometre taşlarını döşediğinin farkındadır yahut değildir...ancak zaman arşivinde tutulan kayıtlara göre vakti gelince proje uygulama ve inşâ aşamasında başlatılır.

İnsanın, varoluşa ve kendi varlığının hakikatine dair sorguları eğer sadece gönülden ve vahiyden vareste olarak akla dayalı ise o zaman "aklını, kendi arzu ve heveslerini ilâh edinmiş"lerden olur...

İşte bunlar içün denirki:
"Şimdi Sen, kendi (nefsi) hevâsını ilâh edinip (bencil tutkularına, boş gurur ve kuruntularına tapınmaya başlamış) kimseyi görmez misin? Ki Allah da onu bir ilim üzere saptırmış, (yani bazı bilgi ve becerilerine kibirlenerek, onları yanlış tefsir ve tatbik ederek ve kendisini herkesten üstün görerek azıtmış olduğundan Cenab-ı Hakk) kulağına ve kalbine mühür basmış, (böylece nasihat dinlemez ve İlâhi hükümleri kabullenmez şekilde hidayeti kararmış) ve gözleri üstüne bir perde asılmış, (bu yüzden gerçekleri göremez şekilde feraseti alınmış kimselerin sapkınlığını ve azgınlığını fark edip sakınmanız gereken kişileri artık bilmelisiniz!) Şimdi Allah’tan sonra, kim ona hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?" (Câsiye sûresi, 23)

"Heva ve hevesini tanrı edinen kimseyi gördün mü? Şimdi onun üzerine sen mi vekil olacaksın (da onu Allah'ın azabından koruyacaksın)?" (Furkân sûresi, 43)
İnsanın yönelimini belirleyen karar merkezi olan aklın gündemine alınan ve işlerlik içün uygulamaya konulan zevk, arzu, çıkar, ihtiras ve duygular hayat yolunda ilâh edinilir ki, bu durumda fıtrata aykırı yaşantı ile nefsin ifade edilen arzuları ilâhlaşmış olur. Bu ise zillet denilen illeti yaşatır.

Aklın ilâhlaşması ve her şeyde sadece akla dayanması durumunda nefsani arzu ve isteklerin işgali altında fikirler filizlenir, vehim ve vesveseye dayalı akli(!) hedefler suretlenir, kibir ve kendini beğenmişlik haleti ile keyfi karar uygulamaya konur...sonrası ise insan derecesinden aşağı derekelere yuvarlanıp düşmeye doğru işleyiş başlar.

Akıl, vahye dayalı tefekkür çarkları ile, gönül ve akıl birlikteliği yani akl-ı selim ile hakikat arayışında ise ne âlâ... 

Böyle olunca aklî putlara, sanemlere, dış ve iç âlemindeki (afâk ve enfüsi) puthânede yer alan sanemlere, adak adama peşinde hevâ ve hevesini ilâh edinmiş insandan, tefekkür ve hikmet ehli kâmil akla sahip insana doğru evrilme gerçekleşir.
Fuzûlî şu beyitlerinde der:
"Sûreti zîbâ sanemler yok demen büt-hânede
Var çok ammâ bir sana benzer büt-i hunhâr yok"

"Aklı olur mu müdâm mestin
Îmânı olur mu putperestin"
Aklın ve nefsin bir arzu ve hevesten ötekine, bir ilâhtan ötekine,  bir konaktan diğerine göçerliğini terkedip de sonsuzluğa açılan gönül penceresinde yerleşik hayata geçmesi içün gayreti yoksa, bir sanemden ötekine adaklar adayarak, bir hevesten ötekine; daha çok konar da göçer ademoğlu, tâ ki mutlak göç vakti gelene dek...

Vesselâm...

1 Ekim 2022 Cumartesi

Lakırdıları pek muhibbâne...


Muallim Nâci derki; 

"...Lakırdıları pek muhibbâne görünür, fakat muhabbetleri münâfıkāne çıkar..."
Her konuşana kanma, bir aldandın ikincide aldanma, doğranmış hıyar görünce tuzluğu alıp koşturma, her yüzüne güleni dost(tan) sanma, sayma !...Dostun dostluğunu isbat etmesi gerek derler... 

Dost(muş) gibi yıllarca rol kesen, arkadan arkaya sinsice kuyu kazmaya çalışanlar, diş bileyenler, çekemeyenler, hasetler, fesatlar, riyakârlar, münafıklar, menfaat rüzgârıyla yön bulan rüzgâr gülleri, usta satıcılar; fücûra ve fıska kılavuzluk eyleyenler; müdâhinler; bencilliklerini statü edinmiş "benben"ciler, ahlâk körlüğüne düçar olanlar var ya; işte bunlar gri alanda, tülûattaki ustalıkları ile usûl ve erkânda dahi mekteplilere taş çıkartacak derecede rollerini oynarken, üstüne üstlük bir de alkışlanırlar...!
Ahmed Vefik Paşa şöyle demiş;
"Her yerde müdâhene çirkefi
Gadir ve nifak ve zor irtikābı
Eh, dayanamam artık, kızarım..."
Ancak, kısa ya da uzun vadede "zaman", her seferinde haklı ve daha usta çıkar, maskeleri düşürür, enikonu ak koyun kara koyun meydana çıkar !
Mehmet Âkif Ersoy'un tespit ve teşhisi ile noktayı koyalım:
"Mâdâmki âdem olacak mazhar-ı tekrîm
Hep gördüğün eşhâsı mükerrem mi sanırsın ?"