Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

24 Ağustos 2017 Perşembe

Para-entel yahut Pseudo-entel Takılmalar


Bilgi toplumu çağını yaşamakta olan  insan eğer birazcık mürekkeb yalamışsa; papağan misali ezber bilgi ve ansiklopedik bilgi ile kitaplardan okuduğu müteâl/aşkın bilgiyi meczederek  denizin köpükleri ile idare ediyor işte..

Malumatfuruş bir eda  ile "pseudo-entel" veya "para-entel" takılıyor modernizm ile post modernizm arasında sıkışmış bu insan tipi, genellikle de kendini ispat derdinde...

Azıcık Aristo, biraz Pluton okuyup, Descartes ve Kant ile de raflar arasında selamlaşmışsa kütüphanede,  alman ekolü filozofları bilmeden de olmaz tabiki, az biraz Hegel, Engels, Schopenhauer'a göz atıp sonrasında Nietsche ile zerdüştün söylemlerine de kulak kesilmişse...

Hele hele Kafka'dan okumaları ihmal etmemişse...

Filozofi oldu temam..

Gazali, ibn-i Rüşt ve ibn-i Haldun da çeşni katmışsa dağarcığa...

Şark klasikleri unutulmamalı, Bostan Gülistan'dan misaller, Şebüsteri'nin Gülşen-i Râz 'ındaki soru ve cevaplar, Hafız Şirazî'nin Divanından rindane ve lirik şiirler ...

Batı edebiyatından seçkiler halledilmeden olur mu ?
Homeros, Dante, Balzac, Zola, Montaigne, Moliere, Viktor Hugo, Shakespeare, Goethe, Hemingvay, Steinbeck, Dostoyevski, Tolstoy, Puşkin...

Azıcık divan edebiyatı karıştırmaları, mesela; Ali Şir Nevai, Nefi, Nabi, Nedim, Baki, Fuzuli, Şeyh Galib, Enderunlu Vasıf..biraz Servet-i Fünun; Süleyman Nazif, Tevfik Fikret, Halit Ziya Uşaklıgil, Hüseyin Cahit Yalçın, sonra azıcık Ömer Seyfeddin... çocukluk döneminde de okunmuştur filhakika Kemaleddin Kamu...Peyami Safa olmadan olmaz, biraz Nazım Hikmet Ran, üstüne de Necip Fazıl...

Muhyiddin-i Arabî, Kuşeyrî, Ceylî, Kaşanî, Bursevî, Birgivî, Rabbani, Geylanî, Mısrî, ümmî Sinan, Yunus(...)metinlerine göz atınca da derin bir tasavvuf kültürü ve edebiyatı da olmuştur temam...

Taberî, ibn-i Kesir ve Elmalı’lı Hamdi’nin meâlleri... Kütüb-ü Sitte ile hadîs kültürü zaten temam...

Mesneviden başlayarak Elif Şafak'la nihayet bulan müteâl bilginin kemâline de aşk bineği ile ermişse tasavvuf âleminde…

National geography, Populer Science, Nature sayılarını takip ederek popüler bilimsel gelişmelerden de haberdar ise kıyısından...

Sanat galerileri bineal ve trienaller'de kaçırılmadan ziyaret edilmişse...

Bu arada klasik batı, jazz ve blues, rock, flamenco konserleri  kaçırılır mı !

Hani gündem olursa Meraği,Tab'î Mustafa Efendi, Dede Efendi'nin bir kaç eserinden bahisle klasik Türk Mûsıkîsine aşinayım diyebilmeli...

Sonra gündem ve aktüalite sohbete konu olur diye günlük köşe yazıları da okunuyor ise; "twitter" takiplerinden 160 karakterlik öz (!) bilgi, "facebook"'tan da popüler bilgiler,  forum sitelerinden güncel konulardaki tartışmaları takip ediliyorsa...

Arasıra "entel cafe" lerde arz-ı endâm etmeden zinhar olmaz...

Entellektüel birikim ve kişilik oluşmuş olmalı değil mi ?

Ooo alüyy-ül a'la...

Her mecliste laf ebesi ve lafın efendisi kendisidir artık…

Dağarcık tamam, "gak" diyene anında "gu-guuk" denilir.

Suyu içince vücuda giren suyun “su”luğu kalmaz, kan olur, lenf olur, doku sıvısı olur, müküs olur; yani cana ait olur, can olur.

İnsan içeceği suyu ağzına alıp başkalarına püskürtmek için kullanmaz değil mi ?

Kastımız okuyanı yermek değil elbette, sürekli okuyacağız, ilim ve hikmet yitiğimizdir arayıp bulacağız ve okuyup anlayacağız bir ömür boyu. Talebimiz ve talebeliğimiz son nefese kadar sürecek ve öğrenileni talibe ikram edeceğiz sonrasında.
Son nefeste bile bir şey öğrenerek gideceğiz buradan: Azrail (a.s.) i...

"De ki: «Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa ve bir o kadarını da katsak, Rabbimin sözleri tükenmeden denizler tükenirdi."(Kehf suresi,109).

Bir örnekleme: Washington D.C. Kongre Kütüphanesinde yüz milyonlarca kitap, el yazması, mikrofiş v.b. materyal var... bunlar yan yana patika yol olarak dizilse 850 km. lik bir yol oluyor.

Tamam okuyalım bilelim de, haddimizi de bilelim...toprağın üstündeki tohumun çimlenme şansı ne kadar olabilir ki !

Tohumu toprağa gömer  ziraattan anlayan rençper, bilgiyi nasıl kullanacağını öğrenememiş/taşıyamayan/kendine uygulamayan, amel  ve/veya hâl haline getiremeyen insan, bilgiye hamallıktan öte bir şey yapmıyor demektir.

Hele bir de onu insan olmak, ehliyet ve liyakat sahibi olmak, münevver olmak, mü'min olmak, arif-i billah olmak için değilde üstünlük/kibr vesilesi olarak tahsil ediyorsa kişi, veyl/yazıklar olsun ona.

Kur’an-ı Kerim Cum’a suresi  5. Ayet bu duruma bakın neyi misal veriyor:
“ Kendilerine Tevrat yükletildiği halde onu taşıyamayanların misali; koca koca kitablar taşıyan eşeğin misalidir. Allah'ın ayetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne de kötüdür. Ve Allah; zalimler güruhunu hidayete erdirmez.”
“T a ş ı y a m a y a n”  ifadesi  kastımızı sarih bir şekilde anlatıyor.

Bu bilgilenme/okuma hengamesinde bir şeyi  unutmamalı insan: kendisini… ancak ne yazık ki çoğunluk unutmuştur.

Baş gözü tamamen dışa odaklanmışken iç âlemini seyredecek gözü körelmiştir insanın.

Halbuki yukarıda isimleri zikredilen zevat hayal, düşünce, fikir ve gönül gibi sermayelerinin, bir veçhesi ile farkına varmıştır ki; bunu şiir, roman, fikir, güzel sanatlar olarak serdedebilmiştir.

Ey "para-entel" başkalarının diyecekleri var ve sen onları bana/bize aktarıyorsun da, sen ne diyorsun kardeşim !  demezler mi insana ?

Diyecek bir şeylerin, anlatacak bir hikayen var mı ?

Hani hikmete dair, kabuksuzundan… öze, özüne ait.

Mesnevisinde Mevlânâ diyorki; Evi yık... altında bulacağın hazine (Yemen akiği) ile yüz binlerce ev yapılır. Hazine evinin altındadır, evini yıkmadıkça ele geçmesine çare yok... evi yıkmaktan ürkme, durma! Çünkü bu hazinenin ele geçecek bir parası ile zahmetsiz, meşakkatsiz binlerce ev yapılabilir.

Mevlânâ'nın bu beyitlerinde derdin devası reçete edilmiş:
"Nihayet bu ev (toprak, organik/inorganik beden) zaten (öldüğünde) harabeye dönecek... altındaki hazine(ruh) de apaçık ortaya çıkacak. Ancak o vakit iş işten geçmiş olacak. Onun için gel ihtiyarın ile burada iken sen evi(ben/ego/nefs) yık ki hazineye sahip olabilesin. Bu dünya, evin altındaki hazineyi bulana bir tecelli mahalli, bir Hacivat-Karagöz sahnesi olur.
Perde önündekileri ve arkasındaki seslendiren kuklacıyı ne zaman idrak edeceksin...

Perdeyi aralamanın yolu tecelligâhı idrak etmekten, “ben” in “fena”sının aslını anlamaktan, neyin  tecellisi  olduğunu çözmekten geçiyor…eğer bilgi kendimizde gömülü  hazineye bizi yakınlaştırabiliyorsa, bilgiye hamallıktan kurtulmuşuz demektir.

İlmel yakîn teessüsü için, varolma sebebimizi anlayabilmek için bol bol ve her an okumalar dileği ile...

Not: "Ya nasip ya kısmet" filmini izlediniz mi ? TRT 1' de yayınlandı.
Nefsin hallerini, şeytani iğvaları, edeb anlayışını, teslimiyeti...bir kasaba ölçeğine indirgeyip konu eden bir film.
Filmden bir replik şöyle:
"Zaman insanoğlunun olgunlaşıp pişmesi için yaratılmış muhteşem bir fırındır.
Şimdi biz pişiyormuyuz ? !
Bilmek, bulmak, olmak...hamdım piştim, yandım...yaşadığımız her olay bir derece daha fırının sıcaklığını artırır".

20 Ağustos 2017 Pazar

Zaman altından su yürütmek...

Zamanın olmadığı ötelerden, zaman zembereği kurulmuş  olan akışa atılan insan.

Güftesi dertliye ait, bestekârı bilinmeyen -usülü düyek- muhayyer makamında şarkı/divan, sanki insanın öteden zamanın hüküm sürdüğü beriye atılmasına işaret ediyor:

"Ok gibi hûblar beni yaydan yabana attılar"

Tan yerinin ağarması ve gurub etmesi güneşin, hilalden dolunaya yürümesi ayın, çimlenirken üstündeki toprağı atması tohumun, gonca gülün katmerlenmesi örtüsünü yırtarak, yeni doğanın mütemadiyen, dur-durak bilmeden büyümesi, cesedin giderek toprağa karışması, saniyenin sadece ve sadece şimdiyi belirtebilmesi; şimdiki zamanı bildirdiğini bilmeden..hepsi zamana dair !

Saniyeler sadece "an" ı gösteriyor !

Algılayana göre değişen bir zaman akıntısı içinde yüzüyor her şey.
Kendisi her an taze, içinde yüzenleri eskiten bir yeni...

Kasvet zamanı geçmek bilmez bir türlü, hoşluk zamanının sürekli olmasını istese de insan, şimşek hızıyla tüketir saniyeleri.

Algıya göre değişen bir ölçü, zaman.

"Saman altından su yürüten" insan "zaman altından su yürütemez", zaman kayıttadır çünkü, an be an...

Günlük hayatın koşturma-yetişme telaşı içinde adeta zamanla yarışan insan, zamanda kulaç attığını unutursa zaman akıntısının taşkınlarında boğulabilir.

Bedene ait olanların sürekli değişimi ve analitik düşüncenin, nesnel değişime ve devinime dair mukayeseleri, zamanı gözlemlenebilir hale getiriyor somut âlemde.
Somut âlemin zamanla ilişkisini görüyor her an insan.

Zamanın eskitemediği şeyler de var, ruh gibi, nefs gibi, hayal gibi, fikir gibi.
Bunlar hem zamanın hükmü altında, hem kayıtsız gibi, zamanüstü/ötesi gibi.

Ya da gönül , zaman ötesine açılan bir pencere gibi.

Ölüm denen gerçek, zamanla kayıtlı olan evrenden, öteye açılacak bir kapı gibi.

Zamanı anlamak için mevcudatı, evreni anlamalı ve hakikatın künhüne vakıf olabilmeli insan. Dördüncü boyut olarak zamanın da...

Bir yanımız zamanda bir yanımız ötesinde. Zaman ötesine ait olan yanımız, kayıtlı olan ile örtülü...

İki atlı yaylı arabada seyahatte insan, akıp gitmekte olan zaman yolunda.

İnsan zamanın akıp gittiğini, ölümlü olduğunu; ya maişet temini için, emellerini gerçekleştirme peşinde koşarak veya hırs, lezzet ve haz veren şeyler için,  olumsuz giden şeyler için yahut ızdıraplar ve problemler ile uğraşarak unutuyor… gündelik hayat  koşturmacasına teslim olmuş vaziyette yaşamaya devam ediyor, çoğunluk gibi.

Arkadaşlarla vakit geçirmek, mevki makam sahibi olmak....haz  veren şeyler anlık tatmin sağlasa da içindeki boşluk dolmuyor bir türlü insanın...

Dünyaya ait olanı yani bedene ait olanları dünya doyurmuyor bir türlü...çünkü sonsuza, öteye, zamansızlığa bakan tarafını ihmal ediyor.

Zamanın akıp gittiğini hatırında tutmak istemiyor insan.

İnsan, geçici (dünya nikahı ile) nikahlı ruh ile beden arasında tercihini ya zamandan ya da zaman ötesinden yana kullanacak.

İnsan bu gerçeği her an aklında tutmasa da saniyeler hızla ilerliyor, yelkovan ve akrep te takipteler...

18 Ağustos 2017 Cuma

Karınca Misali


Sâhib-ül Kibriya'yı azîm, tevazuyu mülzem görüp bilenlerdeniz, elhamdülillah...

El âlim'in yed'indeki kalemlerdeniz, evirip çevirmesine teslimlerdeniz...

Yürü deyince yürüyen,  dur deyince duranlardanız...

Eğer ki var (!) ise düsturumuz Resul'ünün ölçüsüne uyanlardanız...

Ma'rufu teşvik münkeri tedip edenlerdeniz...

Varlık ummanın(d)a yol alan katrelerdeniz, zaman orağı ile biç(il)enlerdeniz...

Deniz deniz diyen bir "katre-i ab"ız ki; katre kadar dahi olsa (hâşâ), hâlâ varlığı sahiplenmemeye gayret edenlerdeniz...

"Rabbe-nâ fe agfir lenâ" diyerek gezenlerdeniz...
                            ☆☆☆
Dünyalık kayguları tüketip, kazancı rızada arayanlardanız...

Seyretmekteyiz âlemi, huzurunda  "OL"anın, hayatı gibi...
                           ☆☆☆
Bir çakmak taşı kıvılcımı kadar hükmü de olsa, mişkat-ı misbah gibi olmalı insan.

Bir gönlün bir anlık dahi masivadan arınmasına sebeb olur zehabıyla, ateşe su taşımaya gayretini diri tutmaya çalışmalı insan, karınca misali.

17 Ağustos 2017 Perşembe

İlim bir nokta imiş "bâ"nın altında !

"BİR" nokta idi ezelde ilim
De Bismillahirrahmanirrahim

Nokta-i "bâ"sıdır hazine-i âlim
De Bismillahirrahmanirrahim

Mahluka Rahman mümine Rahim
De Bismillahirrahmanirrahim

"Râh-ı Zât"tır sırat-ı müstâkîm
De Bismillahirrahmanirrahim

Söylersen açılır her bâb-ı na'îm
De Bismillahirrahmanirrahim

Bir ismi Rezzak bir ismi Kerîm
De Bismillahirrahmanirrahim

O ki yegâne hallâkul alîm
De Bismillahirrahmanirrahim

Allâmu'l-Guyûb'tur O zât-ı Kadîm
De Bismillahirrahmanirrahim

Evveldir âhirdir Kelâm-ı Kadîm
De Bismillahirrahmanirrahim

Gönüle nakşolur Kur`ân-ı azîm
De Bismillahirrahmanirrahim

Tesbih edilendir azîzul hâkîm
De Bismillahirrahmanirrahim

Semavat ve arz tesbihatta daim
De Bismillahirrahmanirrahim

 "Elif" tir Hû, (hz.) Muhammed'dir "Mîm"
De Bismillahirrahmanirrahim

Atacak olursan her işe adım
De Bismillahirrahmanirrahim

Kovulur huzurdan/gönülden şeytanirracim
De Bismillahirrahmanirrahim

Günahı affeder afuvvün kerîm
De Bismillahirrahmanirrahim

İnsana yaraşır huluk-i azîm
De Bismillahirrahmanirrahim

Bismillahirrahmanirrahim
Lâ ilâhe illâ Hûvel Aziyz`ül Hâkiym

15 Ağustos 2017 Salı

Beyazdan neş'et rengâreng kesret


Beyaz olmalı insan, hem de lekesizinden, tertemiz...

Yedi rengin dışında olmalı, yani rengi olmamalı, yani renksiz...

Bilirsiniz;
beyazın renk olmadığını da, renk tayfında yer almadığını da...

Görmekteyiz; renksizdir güneş ışığı, yani beyazdır, Mü'min gibi...

Yedi renk yeryüzüne düşene kadar beyazın içindeydi, batın idi, dalga boylarından, nesnelere göre ayrışdı... Hangi madde ışığın hangi dalga boyunu sevdi ise, o rengi üzerine giydi, zahir oldu...

Siyah olmamalı insan; ışıktan kaçmamalı, zulmete esir olmamalı, karanlıkta boğulmamalı...

Hani günah da siyahtır ya semboller evreninde. Sevaplar da beyaz...Gride ise bulaşıktır siyah ile beyaz...

Hani vahdettir beyaz, cennettir yeşil, cehennemse ateş kırmızısı...Günahkar siyah, münafık gri, Mü'min beyaz..

Hani mavidir sema, turkuazdır derya. Renkten renge girer ya bulutlar.

Taba rengini sever ya "Kâmil"ler, Onlarki Toprak gibiler...Sadece tevazuda değil tabiki...Bütün mahlukata ikramdadırlar. Yedirirler envai çeşidinden İçirirler ab-ı hayat çeşmesinden

Aslında renk yoktur derler; beynimizin, fotonların dalga boyunu ve frekansı algısıdır sadece...

Vahidiyetin adeta kesretteki görünüşüdür renkler. Sıbgatullah ile boyanmalı insan bütün renkleri havi de olsa
ayrışmasa yedi renge...

Görse de renkleri aldanmasa zahire, renksizliğe sahip olsa, beyaz gibi...

Bak ve gör !

"Hayy" sırrına hamil olan su, alır kabının rengini. Tıpkı ışık gibi.

Su renksizdir renksiz...

Hani ne der, şair İbrahim Yurtören Tahir Karagöz'ün Sofyan usülünde bestelediği Rast makamındaki ilahide:

"ey oğul birdir, kap değişse su,
varlık bir gölge, benlik bir pusu,
ne diyelim ki rabbin duygusu,
sizde bir türlü, bizde bir türlü"

Aynı güneşin ışıkları altındayız biz, Rengarengiz...

"Sende bir türlü, bende bir türlü" azizim !

14 Ağustos 2017 Pazartesi

Kozmoz

Dünyanın gölgesi güneşe düşse güneşi karartıyor azizim !
Dünyanın gölgesi gönle düşse gönlün, aya düşse ayın nûrunu örtüyor.
Hani cahiliye adamları gibi bundan birilerinin doğduğu yahut öldüğüne işarettir mânâsı da çıkarmayız.
Fırtına, kasırga, deprem, su baskını, bulaşıcı hastalıklar, güneş tutulması(kusuf), ay tutulması (husuf)  gibi vuku bulan hadiseler; arzî ve semavî afet kabilindendir.
Mevcut dengelerin değişmesi ve yeni bir dengenin oluşturulması, meydana geldikten sonra diğer bazı tabiat olaylarını tetiklemeleri şeklinde de okunmuştur meteorolog, astronom, astrofizikçi, sismolog ve kimi futurologlar tarafından.
Mesela makro kozmozun şimdilik görülebilir ve insanoğlu tarafından aydınlatılmış kısmına bir göz atalım;
ay ile arz arasında karşılıklı kütle çekimleri vardır, bu hem balans hem de yörünge hareketleri açısından bir ölçü, bir ayardır; karanlık maddeye gömülü halde yüzmekte olan bütün yıldızlar ve gezegenler için, bu şekilde farklı vektörel eksenlerle karakterize kütle çekimleri ile seyir yolu belirlenmiştir, onlarda buna boyun eğmişlerdir, uysal bir koyun yahut ehlileştirilmiş kızgın boğa gibi.
"Geceyi, gündüzü, Güneş'i ve Ay'ı yaratan O'dur ;her biri bir yörüngede yüzüp gidiyor"
(Enbiya Suresi, 33)
Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize O verdi. Bütün yıldızlar da O'nun emrine boyun eğmişlerdir. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan bir toplum için ibretler vardır.(Nahl suresi:12)
Güneş, solar apeks adı verilen bir yörünge boyunca vega yıldızı doğrultusunda saatte 720 bin km.'lik muazzam bir hızla hareket etmektedir. Bu, kabaca bir hesapla, güneş'in günde 17 milyon 280 bin km. yol katettiğini gösterir.
Bu durum Kuranı Kerimde şöyle ifade edilir:
“Güneş de, kendisi için (tespit edilmiş) olan bir karar yerine doğru akıp gitmektedir. Bu üstün ve güçlü olan, bilenin takdiridir.”(Yasin Suresi, 38)
Güneş'le birlikte onun çekim sistemi içindeki tüm gezegenler ve uyduları da aynı mesafeyi katederler. 
Evrenin bu şekilde yörüngelerle donatılmış olduğu, yine Kuran'da şöyle haber verilmiştir:
“'Özen içinde yollar ve yörüngelerle donatılmış göğe andolsun.” (Zariyat Suresi, 7)
“Güneş de ay da bir hesab iledir.”(Rahman suresi:5)
Dünyanın dönüş hızı saatte 1674 km. saniyede 465km. dir. Üzerindeki her şey de bu hızla dönüyor.
“Karanlığı yarıp tanyerini ağartan O'dur. Geceyi, dinlenmek için; Güneş'i, Ay'ı (vakitlerinizi) hesaplamak için yaratmıştır. İşte bu, her şeye galip gelen ve her şeyi bilen Allah'ın takdiridir.”(Enam suresi: 96)
Dünyanın güneşin etrafında dönerken ki hızı saatte 107.200km. Günde 2.572.800km. Yani bugün dün bulunduğumuz yerden ikimilyon beşyüzyetmişikibin sekizyüz km. öteye yol katetmişiz.
Kainatta, iki büyük galaksi kümesini birbirine bağlayan dev bir karanlık madde şeridi keşfedildi. Uzayda ipliksi bir şerit oluşturan (görünmez) karanlık maddenin güçlü kütleçekim kuvveti, birbirinden milyarlarca ışık yılı uzaktaki iki galaksi kümesini birbirine bağlıyor. Bu galaksi kümelerinin adı abell 222 ve abell 223. Aralarındaki mesafe 2,7 milyar ışık yılı. Denilen o ki; karanlık madde bütün evreni kuşatıyor ve muazzam uzaklıktaki galaksi kümelerini birbirine bağlıyor!
Sadece gözlenebilir kainat içerisinde: 10 milyon süperküme, 25 milyar galaksi grubu, 300-350 milyar büyük galaksi,  7 trilyon cüce galaksi, 30 milyar  trilyon adet yıldız var…
Dünyanın içinde bulunduğu galaksiye en yakın galaksi andromeda bize 2.3 milyon yılı uzaklıkta. Yani bugün dünyadan gördüğümüz andromedaya ait ışık 2.3 milyon yıl önce yola çıkmış andromedadan. Işığın hızı saniyede 300.000 km...
Gelelim mikrokozmoza; üzerinde bulunduğumuz yerküre, elementlerden müteşekkil. Elementler de atomlardan oluşmakta malumunuz. Atom çekirdeği etrafında belirli yörüngelerde çekirdeği tavaf eden elektron denilen enerji bulutu var.
Bir fizik profesörüne “elektronların çekirdek etrafındaki yörüngede  dönüş hızını” sormuştum. “Saniyede 274.000 km. “ demişti. Işık hızına yakın bir hız.
Ve eklemişti, “atomun küçüklüğü dikkate alınınca elektron bu hızla her an yörüngenin her yerinde, yani bir çember gibi düşünebilirsin, tıpkı elimizdeki yanan bir meşaleyi dairesel döndürdüğümüzde çember şeklindeki bir yörüngede alev çember şeklinde görünür ya, onun gibi” demişti.
Elektronu bilye büyüklüğünde düşünürsek çekirdeğe uzaklığı 800 metre kadardır. O zaman atomun yüzde 90'ı boşluktur sonucu çıkıyor.
İnsan 100 trilyondan fazla hücreden oluşuyor ki, bu sayıya 9 ay gibi gibi bir sürede bir tek hücrenin (döllenmiş yumurtanın) çoğalması ile yani kendini kopyalaması ile ulaşıyor.
Hücrelerin içindeki matrikse gömülü  materyal de tıpkı güneşin etrafında dönmekte olan gezegenler gibi hücre çekirdeğinin etrafında sürekli bir şekilde (adeta) tavaftalar.
Hücrelerin içinde atom ve moleküller var, yani organizmalar aslında atom ve moleküllerden müteşekkil. Atomik ve moleküler seviyede sürekli bir yıkım ve yapım var organizmalarda, yani her an kıyametleri kopuyor ve yeniden diriliş/yaratılış gerçekleşiyor.
“Göklerde ve yerde her kim var ise O’ndan dilerler. O, her an bir şe’ndedir (yaratma halindedir).“(Rahman suresi 29)
Eğer atom çekirdeği ile elektron arası boşluk teorik olarak vakumlanabilse, her şey inanılmaz derecede küçülürdü. Mesela, insanı meydana getiren  atomların insana asıl ağırlığını veren çekirdeklerini bir araya getirmek mümkün olsa, insan gözle görülemeyecek kadar küçük bir zerre haline gelirdi.
Yani aslında cesametin içi boşluk, yokluk...
Makro kozmoz ile mikro kozmozun yörünge benzerliği, Allahü Teâlâ'nın kudretine, delâlet eden birer işaret birer ayettirler. 
O ki, birbiri ile âhenktar yedi göğü yaratmıştır. Rahmân olan Allah'ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun?
Sonra gözünü, tekrar tekrar çevir bak; göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) âciz ve bitkin halde sana dönecektir.(Mülk Suresi:3,4)
Gelelim husuf ile kusufa; ay ve güneş tutulması, yörüngelerinde belirli bir hızla ilerlemekte olan güneş dünya ve ay üçlüsünün haraketleri sırasında dünyanın ikisinin arasına girmesi dünyanın ayın üzerine düşen güneş ışınlarına geçici süre engellemesi  ay tutulması (husuf);  ayın dünya ile güneş arasına girmesi ile güneş ışınlarının dünyaya gelmesini geçici süre perdelemesi (küsuf) vak’aları, Allah-ü Teâlâ'nın kudretine, delâlet eden birer  ayettirler. Tutulma ile ay veya güneşin görüntüsünü yoğun bir gölge kaplıyor. Eğer bu durum devam edecek olsa, yeryüzündeki canlılıkta çok olumsuz (aşırı soğuma ve buzullaşma, med-cezir olaylarında değişiklik, iklim değişikliği, okyanuslardaki sıcak su akımı oluşmaması, buharlaşmama sonucu yağmur oluşmaması v.s.) etkili sonuçlar ortaya çıkacaktır.
"Biz o âyetleri (mucizeleri) ancak korkutmak için göndeririz." (İsra, 59)
Bu gibi alâmetler insanları Yüce Allah'ın celâl ve azametini idrak etmeye davet eden, bu âlemin ne kadar muntazam ve mükemmel bir şekilde yaratılmış olduğuna tefekkür ettiren, gafletten uyandıran işaretlerdir.
Bu konuda cahiliye dönemi batıl inançlarının Hz. Peygamber efendimiz şu hadîs-i şerîf ile yıkmışlardır:
Şöyle ki: Peygamber Efendimizin oğlu İbrahim, bir buçuk yaşında iken hicretin onuncu yılında vefat eder.  O gün güneş tutulmuştur, insanlar onun ölümünden dolayı güneşin tutulduğunu sanmışlardır. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz:
"Güneş ile ay bir kimsenin ne ölümünden, ne de hayata kavuşmasından dolayı asla tutulmazlar. Bunların tutulduğunu gördüğünüz zaman namaz kılın, Yüce Allah'a dua edin."
Diğer bir hadîs-i şerîfde de tutulmalar için: "Bunlar Yüce Allah'ın alâmetlerinden iki nişandır" diye buyurmuştur.

Dünyanın gölgesini gönle düşürmemek lazım, nûrunu örtüyor.
Evet muazzam kanunlarla idare edilen, mikro kozmozdan makro kozmoza kadar her şeyin mükemmel bir şekilde işlediği bu düzende,  gerek Kur’an-ı Kerim’deki, gerekse kâinattaki âyetleri, enfüsî ve  âfâkî âyetleri  her an/her nefes; okumak da, anlamak da, secdeye kapanmak da, zikretmek de farzdır, Rabb'ül Âlemîne kul olana…

8 Ağustos 2017 Salı

Bergûzar

"Seyyid'ül Beşer"e 
Semaya uzatılmış nasırlı eller
Ganî'den fukara diler de diler
Göklere yerden derunî bakış
Kürsi'den arza bir mefhum akış.
Katışıksız ruh, plastik nefs, mikser iblis
Zakir mahluk, basir arif,
Nankör kedi, müflis hasud
Sadık köpek, musahî gönül
Rollerin sureti,
Anlaşılmazın sîreti
Aldatıcı zâhir ve fecaat
Tamaha kamçı olan hevesat
İnfaktan evla olmuş tahsilat,
Nasır tutan yüreğin gıcırtısı
Vesvasın suflesi dırıltısı
Merhamet tellalı sahtiyan
Mağara yarasaya aşiyan
Nûra aşık pervane
Hilekâr tilki,
Tuzağı kurmuş ankebut
Avlağa düşmüş sinek
Mukallid bukalemun
Hırsız maymun, hırçın ayı
Munis koyun, inatçı keçi
Şehvetperest horoz
Perestişe müptela tavus
Vahye mazhar nahl
Hicabîye ilham muhal
Neml Süleyman'a ders-i amm
Ale'd-devam vesselam
Saymak ne mümkün Mahlûk-u sugrayı
Ey gafil !
Mevcudatın huy-i bed'i
Nefs-i emmarenden zâhir
"İnsan" âlem-i kebir
Kendini bil
Her ne var âlemde
Kendinde bul...
Solmayan güllerin Efendisini
O'ki gülzara Öte'den nâzır
Dem-güzar'a himmeti daim hazır
Sonsuzluğa gebe gonce-i lâlezar
Ol ! gülzardan Seyyid'e bergüzar

4 Ağustos 2017 Cuma

Homo communis'e evrilen Eşref-i Mahlukat



Bir tık ötedeyiz; tuşların esiri, iletişimin tiryakisi, akıllı ekranların kölesiyiz, hepimiz...

Bir tık ötedeyiz; eşe, dosta, kardeşe… Bir tık ötedeyiz kapı komşuya, ana babaya ve akrabaya...

Bir tık daha ötedeyiz artık; sohbete, muhabbete, çaya, ikrama.

Evi veririz sahibinden kiraya.

Bir tık ötedeyiz malumata,  şarkıya, şiire, romana...
Ve kitaba ve Kur'an'a.

Kurbanı kestirir olduk tıklamayla. Sadakayı da göndeririz SMS yoluyla. Ah bir de sanal tur ile ve simülasyonla “hacı” olunsa (!). Sanal imam ve cemaat de bulunsa...

Bir tık ötedeyiz, okula, hocaya ve diplomaya.

Bir tık kadar yakınız alışverişe, kampanyaya; oyun, eğlence ve lokantaya... Dükkâna, bakkala ve toptancıya hatta , Japonya'ya Rusya'ya…

Girmiyoruz artık, bankalarda sıraya.

Bir tık ötedeyiz  yemek masamızda oturanlara...Aynı yastığa baş koyanlara...

Bir tık ötedeyiz; hırsıza, arsıza ve dolandırıcıya.

Bir tık ötedeyiz;  sosyalleşme(!)ye, medyaya, yediğimizi, giydiğimiz ve gezdiğimiz  el âleme duyurmaya...Bir tık kadar yaklaştık bayağıya…Ve mahkûm olduk, tıklaya tıklaya günaha ve yalnızlığa...

Bir tık ötedeyiz; kumara, müstehcene, pornoya, gizli dosta, aşk-ı memnu'ya...
Yaban olduk seccadeye ve kulluğa.

Homo sapiens'i e-iletişim bozdu ve boğdu…Tıklamaya ibtilâ ederek...Bir tık ile...Sanal nefes alan “Homo communis”e  evrildi (!) Eşref-i mahlukat insan, tık tık ile...