Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

30 Temmuz 2022 Cumartesi

Mev'ize Lâle ile Güller...


Kokusu vardı bir zamanlar
Güllerin
Itırdan latif, lavantadan özge
Lâhûtî âlemden mev'ize Lâle ile Güller...

Güller vardı
Beyazı, sarısı, erguvanisi
Pespembesi, kızıl goncesi
Gülşende...

Lâhûtî âlemden düşmüş katresi
Göze nûr, gönle sürûr ötesi
"Lâle" gibi dosdoğru kul, Elif'i idrak edesi
Rükû le sücûd ile Vav gibi bükülesi
"Gül" "Mim" olur, gönüllerin neş'vesi
Bî-haberleri kara, sanki kahve telvesi

Kokusu vardı gülşeninde
Güllerin,
Itırdan latif, lavantadan özge
Lâhûtî âlemden mev'ize Lâle ile Güller...

29 Temmuz 2022 Cuma

Gölge ve hâlet her dem intikâlde...

Hâlet mi ?
dâimâ değişmede
gölge gibi...
Hani gölge gün içinde intikâlde ya !
Sabahın aydınlığından tâ geceye,
karanlığa...
Zamana, günün vaktine
güneşin zaviyesine
cesametin iriliği ufağına göre...
Uzun ya da kısa !


İnsan da intikâlde,
bir hâlden bir hâl'e
dünden yarına
'kabz'dan 'bast'a
Huzurdan gaflete
'Has'tan 'kalp'a
Zahirden batına
Evvele ahire...

Hâlet, vakit ve gölge intikâlde !
Bir bidâyetten bir nihayete !
Ömür cism ile mukayyed
Dünya hayatı bir gölgelik
Ve insan âlemde seyyah
zamanda yolcu ve gezgin ...

27 Temmuz 2022 Çarşamba

Memleket havası iyi gelir...


Güzel bir ses, makamıyla okunan bir eser kalbe huzur ve sükun verir, maddi dünyadan mâ'nâ âlemine bir çırpıda huruc ettirir, derdi, gamı, stresi de ötelettirir...

Akşam ezanı ile geceye selâm vererek zamanın deveranını idrak ettiğimiz bu vakitte, gölgeler loş karanlıkta giderek kaybolurken, gözleri dış âlemden iç âleme yöneltti yavaş yavaş...

Gam değil Hak sözünü dinlemese ehl-i nifâk 
Fâsıkı muztaribü’l-hâl eder âvâz-ı ezan (Yahyâ Bey).


Segâh, dügâh yahut rast makamlarından herhangi birisi olarak okunan akşam ezanı akşamın alacakaranlığındaki uhrevi loşlukla birleşip de üstüne üstlük bir de güzel bir kafesten çıkan nefesin ses telleri vasıtasıyla oluşturduğu davudî insan sesiyle bütünleşince, mâ'nâ âleminde sermest oluyor insan...

Ses; bir ni'mettir canlılara bahşedilmiş ve nefese irtibatlı.. dünyamızda rüzgârın sesi, dalgaların sesi, cırcır böceğinin, ağustos böceğinin, kurbağa, yılan, kuş ve memelilerin sesi nev-i şahıslarına münhasırdır. Canlılar dünyasında ilk olarak böcekler âleminde ses çıkartma ve duyma organları ortaya çıkar...diğerlerinin sessiz dünyasında ise iletişim dili kimisinde ışık, kimisinde davranış, kimisinde de feromon denilen kimyasal salgılar ile gerçekleşir...

İnsan sesine dönecek olursak, eğitimli bir ses, makamsal ve vurgulu ifâdeleriyle olunca, ruhlar üzerine etkili olur...hele bir de o makamsal melodiler ve nağmeler göğüs kafesinden, orada yerleşik kalpten/gönülden, yâ'ni  sadırdan çıkıyorsa...

İrfâni deyişle; "satırdan çıkan göze, sadırdan çıkan gönüle hitap eder"

Gönül ehlinin sesi gönül telini titreştirir ve huşu ve huzura kapı aralar...
Memleket havası iyi gelir...

Maddi-manevi beslendiğimiz, şahsiyyetlerimizi inşâ edip şekillendiren,
neş'et ettiğimiz, memleketimizin sosyal yapısı, bizim içün asırların imbiğinden süzülerek damıtık hâle gelmiş, ilim, irfân, mûsıkî, kültür, edebiyat ve ahlâkı mündemiç bir medeniyyet havzıdır...

Her şeyin sahteleştiği, naylonlaştığı ve yapaylaştığı maskeliler dünyasında; muhabbeti, hürmeti ve edebi, samimiyeti, hasbîliği, karşılık beklemeden selâmlaşmayı...memleketin bu nev'i sosyal dokusu içinde yaşamak, solumak ve istifâde etmek iyi geliyor insana, insanın ruhuna, hâl ve ahvaline...


Dillerden düşmeyen memleketim şarkısının söz yazarı ve uyarlayanı Fikret Şeneş'in sözleri şöyle:

Havasına suyuna taşına toprağına
Bin can feda bir tek dostuma
Her köşesi cennetim ezilir yanar içim
Bir başkadır benim memleketim
Anadolu bir yanda yiğit yaşar koynunda
Aşıklar destan yazar dağlarda
Kuzusuna kurduna, Yunus'una Emrah'a
Bütün âlem kurban benim yurduma
Mecnun'a Leyla'sına erişilmez sırrına
Sen dost ararsan koş Mevlana'ya
Yeniden doğdum dersin, derya olur gidersin
Bir başkadır benim memleketim
Gözü pek, yanık bağrı Türkü söyler çobanı
Zengin fakir hepsi de sevdalı
Ben gönlümü eylerim gerisi Allah kerim
Bir başkadır benim memleketim


Ayten Alpman'ın sesinden "Bir başkadır benim memleketim"

25 Temmuz 2022 Pazartesi

Biz...Bir'iz !

 

Sen, ben; ben, sen...
Gel sen şuna
Biz diyelim ha...
Tılsımlı bir kelime
Tek hece, tek kelime
B i z !

Aynı dünyadanız
Aynı dünyanın toprağındanız
Ondan biteni yemişiz
Suyundan içmişiz
Havasından nefeslenmişiz
Güneşiyle güneşlenmişiz...

Boylanmış soylanmışız
Yollarında koşturmuş
Göllerinde yüzmüşüz...

Bir damla su iken suya dalmışız
Balıklara bakakalmışız
Kurdu kuşuyla 
Aynı gökkubbeyi paylaşmışız

Namütenahiden gelmişiz
Adımızla sanımızı ömrümüzle sınırlamışız
Toprağın koynundayız
Aslımızla yeksânız

Hâk ile yeksânın adı mı ?
Var tabi !
Toprak...

Üstünde; dört mevsimi, hüküm süren
Üzerine basılıp çiğnenen
Binalar inşâ edilen
Yemiş ikrâmını seven
Cömert mi, cömert toprak !

Altında ateş çamuru
Üstünde güneş fırını
Koynunda çimlenesi tohumu
Bağrında akarsuyun güğümü
Gönlü alçak mı alçak toprak !

Hiç te sahiplenmiyor hem
Ey otu börtüsü kuşu insanı
Bilmez misiniz
Vücudunuz bendendir demiyor
Başımıza kakmadan
Bizi bize hatırlatırcasına susuyor
Sükun, sükut ve vakar timsali toprak

Sen, bendensin; ben, seninim..
Gerçeğini fısıldamıyor bile
Bizden biz dememizi bekliyor...
B i z !

Ne güzel bir ruhaniyet
Ne tatlı bir huzur
Ne tılsımlı bir kelime
B i z...

Kavgayı, çekişmeyi unutturan
Paylaşmayı, yardımlaşmayı çağrıştıran
Seveni sevileni kaynaştıran 
Mübârek kelime
B İ Z...!

Çoğun içindeki Bir:
Biziz...
Adını çok koyduk ya !
Binleri meydana getiren birler'deniz..
B i r'iz, Bir !

21 Temmuz 2022 Perşembe

Afrika'da yaşamak, küresel gıda krizi, konfor ve sömürü düzeni...


Misafire ikrâm etmek, isteyeni boş çevirmemek, ikrâmın ve paylaşmanın huzurunu yaşamak medeniyyetimizin ve irfânî geleneklerimizin temel taşlarından...

Bir gün bir tanıdık misafire "ne içersiniz, çay, kahve ?" diye sorduğumda kahvenin markasını sormuştu, markasından dolayı beğenmediğini de hissettirmişti !

Hayatta kalmak içün çamurlu suya razı olan insanlar aklıma gelince, söyleyecek söz bulamaış idim...
Dünya nüfusu 8 milyar (7 milyar 942 bin) kişiye ulaşmış durumda, bunun 1 milyardan biraz fazlası Afrika kıtasında yaşamakta...
"Afrika genelinde insanların yüzde 20'si kadarı yetersiz beslenmekte... Afrika kıtası nüfusu gıda krizinden en fazla etkilenen kıta olarak karşımıza çıkmakta ve  bu durum giderek artmakta....Afrika, yakın gelecekte dünyada kronik açlık çeken insanların yarısından fazlasına ev sahipliği yapacaktır." deniliyor Unicef raporu raporunda !
Bugün dünya çapında 811 milyon insan açlık çekiyor  41 milyondan fazla kişi ise açlıktan ölme tehlikesiyle karşı karşıya...Gıda sıkıntısı yaşayan insan sayısı ise 155 milyonu geçmiş durumda.
Afrika kıtasındaki nüfusun yüzde 11'i aç !
Küresel gıda kıtlığı ve açlık krizi kapıyı çalıyor mu ?
Bugünkü mevcut durumdaki açlık rakamlarının daha kötüye gideceği, artan nüfusla birlikte yaşanacak kıtlığın su, gıda ve enerji savaşlarını tetikleyeceği gibi bir tahmin yabana atılacak cinsten değil...
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, dünyanın şimdiye kadar eşi görülmemiş bir küresel açlık kriziyle karşı karşıya olduğunu belirterek, gelecek yıl durumun bir felakete dönüşebileceği uyarısında bulunuyor...
Berlin'de gıda güvenliği konulu uluslararası bir konferansa videolu mesaj gönderen Guterres, "Ukrayna'daki savaşın, yıllardır ortaya çıkan sorunları daha da karmaşık hale getirdiğini, iklimin değişikliği ve COVID-19 salgınının küresel açlığı ve gıda krizini tetiklediğini" ifade ediyor ve ülke liderlerine yaptığı çağrıda, "Şimdi harekete geçmezsek felaketi önleme konusunda çok geç kalmış oluruz” diyor.

Guterres, "Afrika Boynuzu da son yılların en büyük kuraklığını yaşıyor.... Dünya Gıda Programı'na göre, son iki yılda, dünya genelinde güvenli gıdaya ulaşamayanların sayısı iki kattan fazla artarak 276 milyon kişiye çıktı. 2023 daha da kötü olabilir” diyor.

"Çiftçilerin ana maliyetinin gübre ve enerji olduğunu, gübre fiyatlarının geçen yıl yarıdan fazla, enerji fiyatlarının ise üçte iki oranından fazla arttığını belirterek, bu artışın Asya, Afrika ve Amerika'da pirinç ve mısır da dahil tüm hasatları etkileyebileceğini...Bu yıl yaşadığımız gıdaya erişim sorunları, gelecek yılın küresel gıda kıtlığı haline dönüşebilir. Hiçbir ülke böyle bir felaketin sosyal ve ekonomik etkilerinden kurtulamaz...Gıda krizini çözmek için dünyada yaşanan finans krizinin de çözülmesi gerektiğini, yoksulluk sınırındaki yüz milyonlarca kişinin finansal kriz nedeniyle ezildiğini belirterek, krizin çözümü için gelişmiş ülkelere çağrıda" bulunuyor.
Ve "21. yüzyılda kitlesel açlığı ve açlığı kabul edemeyiz” diyor.(1)

Yeniden mevcut durum ve afrikaya dönecek olursak...
Afrika ülkeleri yüzyıllar boyunca batılı beyaz adamların sömürgesi olarak her türlü kaynakları sömürülen bir kıta olmaktan kurtulamamış.

Misyonerlik maskesi ile veya kaşif olarak kıtaya giden batılı beyaz adamlar, kıtayı sömürgeleştirmenin öncülüğünü yapmışlardır.

Batılı beyaz adam kendisini yeryüzünün tek hâkimi olarak gördüğünden, ayak bastığı her yerde insan hayatı ve doğal hayat üzerinde her türlü tasarrufu kendine hak bilmiş...

Kenya Kurucu Devlet Başkanı Jomo Kenyatta derki:
"Batılılar geldiklerinde ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı.
Bize, gözlerimizi kapayarak dua etmesini öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda ise; Bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı."

Portekiz'lilerin 15. yüzyılda kıtaya gitmeleri ile Afrika insanının köleleştirilmesi başlamıştır. Köle tutulan insan sayısının 100 milyon gibi rakamlara ulaştığından bahsedilmektedir...

Afrika'nın 300 yıl boyunca sömürülmesi sürecinde, batılı devletler (Portekiz, İspanya, İngiltere, Fransa ve sonraları ABD) tarafından sadece yeraltı yerüstü kaynakları sömürülmemiş, kültür emperyalizmi de aynı hızla sürdürülmüş... meselâ bugün 57 Afrika ülkesinden 25'inde Fransızca, 20'sinde İngilizce, birkaçında Portekizce ve İspanyolca resmi dil... 

Batılı emperyalist devletlerin zenginliklerinin devamı içün, afrika kıtasının insan kaynakları, doğal kaynakları ve maden yatakları önemli olmuş ve bugün de öyledir.  Sömürgeci batılı devletler, 19.yüzyılda başlayan sanayi devrimiyle birlikte artan hammadde, enerji ve insan kaynağı ihtiyacını büyük ölçüde Afrika'dan karşılamışlardır.
Bilhassa modern ve medeni(!) iki devlet, İngiltere ve Fransa Afrika kıtasını 200 senede talan etmişler...

Afrika'nın kapışılması, sömürgeleştirilmesi, bir başka ifade ile talanı; özellikle 1881-1914 yılları arasında emperyalist Avrupa sömürge imparatorlukları tarafından kıtanın neredeyse tamamının işgal edilip paylaşılması yarışına dönüşmüş (Harita)(2)
Sadece kaynaklarla yetinmemiş sömürgeciler, köle, işçi ve savaşlarda asker olarakta afrika insan kaynaklarını kullanmışlar...Fransa ikinci dünya savaşında 100 bin civarında insanı sömürgesi olan Afrika ülkelerinden getirip savaş meydanlarında kullanırken, 350 bin askeri de kendi ülkelerinde hazır kıta tutmuş...
ABD'liler sömürge yarışına sonradan dâhil olmuş ve sanayisinin gelişmesi, ekilebilir verimli topraklarının çokluğu ve tarımında gerekli işçi ihtiyacını karşılamak içün köle tüccarları marifeti ile milyonlarca afrikalıyı ABD’ye getirerek çalışmaya zorlarlar.

ABD’nin kurucu babalarından Benjamin Franklin’in bu husustaki bir açıklaması çok manidâr: “Siyah; aşırı yemek yiyen, buna karşılık çok az çalışan bir hayvandır”.
İnsana bakış açısını ve sömürünün meşru gösterilmesini yansıtması açısından Fransız  Pierre Loti (Piyer Loti)'nin şu sözleri de ibretlik: “Fas’a gelince onun hakkındaki düşüncemi hiç değiştirmedim. Bu haliyle, ileride sokulmak istenen halinden daha mutlu olabilir.  Ne var ki, biz Fransızlar gitmesek oraya, başkaları koşacaklar. Biz ise bu başkalarından iyiyiz. Daha az hoyratız, daha az hor görücüyüz. Daha az acı yaratırız, daha çok mutluluk yaratamazsak da. Bu iş birkaç milyar altınla, birkaç bin insan hayatını gözden çıkarmaya değer”(3)

Ve biz İstanbul'da Haliç'e nazır bir tepeye her ne hikmetse Pierre Loti (Piyer Loti)'nin adını vermişiz (!)
Onca zengin kaynakları sömürülen, fakirlik içinde hayatta kalmaya çalışan, sağlıklı olmayan içme suyu içün saatlerce yol yürüyen, elektrikten, elektrikli ev aletlerinden, iletişim vasıtalarından yoksun, bir öğün yiyecek sonrasında diğer öğünü içün garantisi olmayan, çoğu gece aç uyuyan insanlar kıtası afrika bir yanda...obez, müsrif, şımarık, kuş sütü eksik ziyafet sofralarında semiren, etiket budalası, marka düşkünü, şahsiyyetsizliğini maddi güç ve nüfuz ile telafi ettiğini zanneden, ötekinin hayat hakkını önemsemeyen, zalim, zorba, mütecaviz züppe beyaz adam öte yanda !!!

Medeni (!) batılı beyaz adamın oltasına taktığı "insan hakları", "demokrasi"  yemine gelen sazan kılıklılar ise malesef hep var olmuş dünyada !!!

Ve bugün; açlık, kıtlık ve iç savaşlar sebebiyle Afrika'dan batılı beyaz adamın ülkelerine, Avrupa'ya Akdeniz üzerinden geçmeye çalışan göçmenlerin nasıl da ölüme terk edildiğini, geri itildiğini insanlık ibretle izliyor !
Aşağıda yer alan rakamlar yoruma gerek bırakmayacak kadar düşündürücü:

Bir yılki su tüketimi (milyar litre):10.313.867

Bir yılda suya bağlı hastalıklardan ölenler: 463.303 kişi

İçecek suya erişimi olmayan insan sayısı:780.580.236 kişi

Dünyada aç insan sayısı: 862.324.770 kişi

Dünyada aşırı kilolu insan sayısı: 1.730.292.708 kişi

Dünyadaki obez insan sayısı: 813.743.110 kişi

Bir günde açlıktan ölen insan sayısı: 25.560 kişi

Ve bir günde 15 bin çocuk açlıktan ölüyor !

ABD'de bugün obezitenin sağlığa maliyeti: 521.601.988 dolar

ABD'de bugün kilo kaybetmek için harcanan: 158.002.810 dolar.
__________
(1)https://www.google.com/amp/s/www.amerikaninsesi.com/amp/%25C5%259Fimdiki-g%25C4%25B1da-krizi-2023-te-felakete-d%25C3%25B6n%25C3%25BC%25C5%259Febilir-/6633070.html
(2)https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Afrika_Talan%C4%B
(3)Kavas, A., 2015: İki Din Arasında Fransa, İstanbul Kitapevi, 211s.

17 Temmuz 2022 Pazar

Tüketirken tükenmek...Yitik İnsan !


Tüketti insan...
Tükettikce tükendiğini fark edemeden
Tüketti...

Değirmen taşları arasında
daneliğini kaybetti de
un ufak oldu...

Tüketim çarkının dişlilerine sıkıştırdığı
Özünü, benini, kendini
Un ufak edip tüketti...

Nirvanaya erişeceğini
Huzuru bulacağını
Zannetti...
Mutlu olacağı sanrısına kapıldı...

Zamanı da ömrü de
Tükettiğini
Seçeneklerin dalgaları arasında yüzerken
Fark edemedi...

Müsrifin hoyratça saçıp savurduğu gibi
Ömrünü hiç(ler) uğruna sarfederken
Kendisi de tükendi...

Vicdanı
Edebi
Ahlâkı
Saygıyı
Bilgiyi
Sevgiyi, şefkati
Aşkı, sevdayı
Muhabbeti
İyiliği, hoşgörüyü
Huzuru
Hoşça bakmayı
Yardımlaşmayı
Paylaşmayı
Dost olmayı
Dost kalmayı
Nice insani erdemi
Zaman değirmeninde
Önce bir bir öğüttü...
Ve sonra:
Çılgınca ve müsrifâne tüketti...

Uçsuz bucaksız hayallerini
Tüketim sofrasına sığdıramadı...
Dolu dizgin
Bir metadan ötekine
Öteberiler arasında koştururken 
tükendi...
ve
kaybedenler listesinde
ismini gördü...

Hicaz şarkı(*): Kayboldum kaybolan yıllar içinde

Elde kalan:
Mutsuz
Umutsuz
Ruhsuz
"Nesne"leşmiş
"Özne"likten ırak
"Kendi"likten vâreste
Et kemik torbası
Erdemler fukarası
Yitik "İnsan"...
Neticede elde var: 
"kod adı: tüketici" olan,
 bir zamanlar;
dünyayı bir eline alsa
 öteki elinde güneşin olmasını isteyen,
bugün ise "tükenmişlik sendromu !"na düçar,
 tatminsiz, huzursuz ve mutsuz insan...

Ve;
İnsanlığı da tüketiyor, 
insanlığını tüketirken insan...
Sonra da;
Yitik insanı arıyor insan...
__________
(*)Beste-Güfte: Metin Eryürek
Makâm: Hicâz - Usûl: Semâî
Kayboldum kaybolan yıllar içinde / Gönlümce bir zaman yaşayamadım
Ağladım mı güldüm mı / Yaşadım mı öldüm mü
Bir kısa gün gibi bir ömür geçti de anlayamadım
Her arzum, emelim içimde kaldı / Her çağda gönlümü bir hüzün sardı
Ağladım mı güldüm mü / Yaşadım mı öldüm mü
Bir kısa gün gibi bir ömür geçti de anlayamadım

16 Temmuz 2022 Cumartesi

Mektep gibi adamlar vardı...

 "Âlimin cevabı suale, ârifin cevabı ise suali sorana göredir"
Ne insanlar vardı zamanın behrinde: sayıları az da olsa "mektep gibi adam"lar vardı.

Onlar bir tek ilimde ihtisaslaşmış âlim değil bilâkis allâme idiler...Onlar; malümatfürûş olmayan, bir konuda değil bir çok ilimde ve konuda derin bilgiye sahip ve hakîm âlim kişilerden idiler...

İnsanlar; o allâmelerin meclisinde; ilim soluyor, irfân ile ihyâ, edeb ile müeddeb oluyor, akl-ı selîm ile besleniyordu...farkına varmadan yanından geçtiği çok basit olanın bile mükemmelliğini anlıyordu...İnsanlık tarihinde zaman yolculuğuna çıkıyor, "insan"ın suretinden "siret"ine doğru dalıyor, inci avcıları gibi nefesini tutarak, deryânın dibindeki hikmet incilerine dokunuyordu...Çağlar ötesinden çıkılan muhabbet yolculuğundan, atînin karanlık dehlizlerine giriyor, fikir fenerleri ile dolaşıyorlardı.

Öyleki o ak saçlı hükemâlar, aynı zamanda meşveret ehli, müşâvirler gibi idiler, müşkülleri halleden, kördüğümleri çözen, karanlığı kovan, istikbâli mayalayan...onlar görünenler arasında yeralmayan, vitrinden ırak, adı-sanı, şöhreti terkiye atmış, yapılacakları katalizleyen adamlar idiler. 

Onlar ki;
kelâmları naif ve zarif, edebleri mükemmel, görüşleri feraset ve basiretli birer kâmil olmanın yanısıra vefâ, sadâkat, imân, ihlâs, şuur, hoşgörü, cömertlik, şefkât, adâlet, sabır, fazîlet ve rikkat gibi hassalar açısından da birer medeniyyet mümessili ehl-i hikmet münevverler idiler…

Onlar bunalımı huzura, neş'eyi muhabbete, lâkırdıyı ilim irfân sohbetine dönüştüren, zayıfa güç, âmâya baston olan, düşkünün elinden tutan, dipsiz kör kuyulara düşmüş olanı evvelâ yeryüzüne ve oradan semâya, dayadıkları merdivenler ile çıkartarak huzura taşıyan ve alıştıran, günü birlik hesapları önemsemeyen, millet ve insanlık adına asırlara sari gelecek plânları yapan,  hedefsize geleceğin inşâsını işâret eden hedefler koyan, insanlık abideleri idi.

İnsanlar; onların sohbet meclisinde derdini unutuyor, cehâletini terkiye atıyor, nokta iken harf, sonra hece, sonra kelime, kitap ve kütüphânelerin içine girip kaybolarak, başka bir boyuta geçiyor, noktadaki ilmin mahiyetini idrak ediyor, hiçlikteki sonsuzluğu, fenâ âleminden bekâyı seyre dalıyorlar…benden bize giden yola koyuluyorlardı...

Bu mütefekkirlerin kuluçka merkezlerinden yeni, ter ü tâze ve belki de gün görmemiş fikirler filizleniyor, hayata geçiriliyordu.

Evet onlar, inşâ ve ihyâ ediyorlardı insanı/insanlığı, isimleri ve cisimleri ile değil fikirleri, işleri ve eserleri ile...onlar, milletin birliğinin harcı, dirliğinin mimarı, huzurun ocağı, güzel ahlâkın en güzide taşıyıcıları, medeniyyet projesinin mimarları ve devletin istikbâlinin mühendisleri idiler...
Mes'elâ; mânevî mimârlar olarak kabul edilen Hoca Ahmet Yesevî, Edebâli Hazretleri, Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre, Ahi Evran, Mevlânâ Celâleddin-i Rumî, Hacı Bayram-ı Veli, Akşemseddin gibi şahsiyetlerin; dil, edebiyat, şiir, estetik, kültür, ahlâk, tekâmül ve terakki, eğitim ve din anlayışları, insanımızın sosyal yaşantısının her alanında yer bulmuştur, bunlar ise irfâni anlayışımızı tesis eden kaynaklar arasında en başta gelenlerdir.


Onlardan alınan ve özümsenmiş mesajların yaşatılması ve gelecek kuşaklara aktarılması; Türk'lük bilinci ve İslâmî umdelerin diri tutulması, toplumsal huzurun, barışın, tekâmül ve terakkinin, çağdaş medeniyyetin tesisi açısından azîz milletin tarihinde hayati bir öneme sahiptir.

Ve ilme dair iki hikmeti söz:
Vahdeti kesrette bulmak kesreti vahdette hem
Bir ilimdir ol ki cümle ilm ü irfân andadır 
                                                         (Niyâzî-i Mısrî).
İlm ise maksad eğer ârif-i nefs ol Gālib 
                                                    (Leskofçalı Gālib).
Vesselâm...

15 Temmuz 2022 Cuma

Akla dair sözler...


Gönlü gergef olanın aklı nakkaş, fiili nakış olur...
Aklın rehberliği hem iyidir hem kötü...ya hasbidir ya hesabi !
Kabâhat akılda değil, aklına her geleni yapanda...
Akıllı odur ki, aklına geleni gönlünün/vicdanının onayına sunar...
Aklın zoru ile yol almaya çalışan çok zaman yolda kalır.
Aklından zoru olanın saçması daim olur...
Akıl, îmanın aydınlığı ve edebin arkadaşlığında yol alırsa iyi bir rehber olur ...
Aklına eseni yapan delibozukların, ardını toplamaya ömür yetmez.
Aklının kapısı aralık olanın aklına kolay girilir.
Aklına sığdıramadığına şaşar da aklını büyütmeyi denemez...
Ey aklını olta gibi kullanan, nasibin ne ise o; balık ya da alık...
Aklını çok kurcalama, dağıtırsan toplaması zor olur..
Aklını yağmaya verenin fikri esaret altındadır...
Akıl nadasa bırakılınca, diken de biter, çiçek de...
Gezinti aklın fikri yavan/yaban olur...
Kıt aklın yumurtası cılk olur...
Aklın biçtiği bahâya her zaman güvenilmez...zanlar yanlış biçtirir
Aklının sınırlarını zorlayan ya kaşif olur ya deli...
Aklına çok güvenenin sınavı çetin olur.
Akıllı(!) dere kenarında paçayı sıvayana kadar deli dereyi de deryâyı da geçmiş
Dünya ne çok akıllıya şahit oldu bir bilsen !
Öfke akıllıyı deliye döndürmez mi ?
Aklını yele fikrini sele verme !
Delidolu zamanların faturası akıllanınca ödenir...
Aklını çok sevenin, sevenleri kıt olur...
Kimi aklına sımsıkı sarılmış, kimi de onu salıvermiş...
Aklını beğenenin istişareye meyli olmaz...
Meşveret etmeyen aklın kararı cılız kalır
Aklın ufku görüş mesafesi kadar, gönlün ki ufkun ardına ve namütenahi...
Tefekkür aklı kanatlandırır, tezekkür gönlü nurlandırır...
Aklın hoş görüntüsüdür kelâm-ı kibar
Bilgi açlığı/kıtlığı aklı paslandırır
Aklın koridorlarında şeytana cirit attırma
Aklın gevişi avara kasnak gibi çalışmasından gelir...
Kiralık aklın talibi çok olur
Gönülden ırak düşen aklın fikirleri sarsak olur
Kem söz yahut kelâm-ı kibar; aklın görünüşünün ipucu...
Sivrisineğin de aklı yok mu ?
★★★
Süleyman Çelebi der:
Tahsîl-i kemâlât kem âlât ile olmaz.

Kim bîgâne, kim âşinâ ?


Kim imiş ahvâl-i aşka, bigâne ya âşinâ ?
Dünyâ hânında mukim misafirler arasında...
Âşinâ yüz bulmak zor, her taraf aransa da !
Âlem-i şehadette kim bîgâne, kim âşinâ ?
"Ezelden âşinânım ben"
Beste : Şerif İçli
Güfte : Mehmet Âkif Ersoy(*)
Makam : Hüseynî
Bigânenin muhabbeti anca hilal kaşına !
Mest-i elest muhabbete acep kimler âşinâ...

__________
Mest-i elest: Ezel meclisinde ilâhî hitâb ile mest olan
*)Ezelden âşinânım ben
Ezelden hem-zebânımsın
Beraber ahde bağlandık
Ne yapsan yâr-i cânımsın

Ne olsam zerrenim
Kalbimde hâlâ çarpar esrarın
Gel ey canân gel ey can
Kalmasın ferdaya didârın

Beste : Şerif İçli
Güfte : Mehmet Âkif Ersoy
Makam : Hüseynî
Usûl : Aksak

14 Temmuz 2022 Perşembe

Umman ve inci...


Esrarın bilemez câhil cühelâ
Bir garip bencileyin, zannında hâlâ
Kimi dost, kimi münâfık, ya düşman
Kimi yavan, kimi yaban, kimi mücânis sana

Ey Habib-i Kibriya, Seyyid'ül Mürselin
Bilirsinki âlemler müştaktır sana

Ey aşk denizinin üryân dalgıcı
İnci ve mercanlar hasrettir sana
Ey deryâdaki katre zerredeki umman
Hikmetini bilenler hayrandır sana

Ey Habib-i Kibriya, Seyyid'ül Mürselin
Bilirsinki âlemler müştaktır sana

8 Temmuz 2022 Cuma

Dil neylesin, ben neyleyim...

Bakan körler dünyasında
Renk neylesin, ben neyleyim
Sağır gibi davranana
Guş neylesin, ben neyleyim

Birbirini ağırlarmış körler ile sağırlar 
Lâl olanın narası acep nerde çağıldar
Menfaat putlarına adaklar adayanlar
Kurbiyetten kurbandan acep neyi umarlar

Haberci lâl ü ebkeme
Lügat neyler, ben neyleyim
Ahmakla düşüp kalkana
Akıl neyler, ben neyleyim

Birbirini ağırlarmış körler ile sağırlar 
Lâl olanın narası acep nerde çağıldar
Menfaat putlarına adaklar adayanlar
Kurbiyetten kurbandan acep neyi umarlar

Görenler görmezden gelir
Üstelik duyan inkarda
Lâl olur söyleyenlerde
Üç maymunlar dünyasında..

Birbirini ağırlarmış körler ile sağırlar
Lâl olanın narası acep nerde çağıldar
Menfaat putlarına adaklar adayanlar
Kurbiyetten kurbandan acep neyi umarlar
__________
Guş:Kulak
Lâl: Dilsiz
Lâl ü Ebkem:Cevapsız bırakmak. Susmak.Dilsiz gibi sükût etmek.
Kurbiyyet: Bir şeye kendi gayretiyle yakınlaşmak.Allah'a yakınlık kazanmak. Yakınlık. 

6 Temmuz 2022 Çarşamba

Gül açar bülbül öter yaz geçer...



Bülbül susunca fecre dek, gonce, güle devreyler
Gül açarken, mest-i müdâm bülbül nağmeler söyler

Bir ezeli hikâyeyi dil-hun terennüm eyler
Leylâ vü mecnunları durmaz hikâyet eyler

Gün gelir Mecnun susar Leylâ nutkunu söyler
Gül açar bülbül söyler, gül dinler bülbül söyler

Bir lisân-ı mu'ammâ ki na-ehiller ne bilir
"O" gönüle mukim kim, lisânı dilden söyler

Ve âlem-i mâ'nâda gül bülbüle icabet eyler
Hakikâte mahcuplar sanır mu’ammâ söyler

Bestesi  Cevdet Çağla‘ya, güftesi Niyazi Güler ve Behçet Kemâl Çağlar'a ait olan Karcığâr makamındaki şarkı:

5 Temmuz 2022 Salı

Büyük Selçuklu, Nizâmü'l-Mülk ve Siyâsetnâme...

Büyük Selçuklu imparatorluğunun baş veziri ve meşhur Siyâsetnâme adlı eserin yazarı olan devlet adamı Nizâmü'l-Mülk'ün doğumunun 1004. doğum yılını idrak ediyoruz.

Sultan Alp Arslan ve Melikşah dönemlerinin kudretli veziri "Nizâmü'l-Mülk", akıllı, tedbirli ve adaletli idaresi sayesinde Selçuklunun cihan şümul bir devlet olmasını sağlayan bir devlet adamıdır.

Nizamü’l-Mülk devlet teşkilatında idari, malî ve askerî alanlarda aldığı tedbirler ve düzenlemeler sayesinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nu ortaçağın en sağlam teşkilatlı devleti haline getirdiği gibi, kurduğu bu kurumların da birtakım değişikliklerle diğer Türk devletlerine model olmasını sağlamıştır.(*)

Türk Milletine önemli hizmetler de bulunan Nizâmü'l-Mülk derki; "bir devlet adamının misyonu, devlet düzenini iyi yönetmektir, devlet adamı halkı değil devlet düzenini yönetir". Bunun için Nizâmü'l-Mülk, kamu görevini ifâ ve icrâ edecek olanların niteliklerinin en üst seviyede olmasını da olmazsa olmaz şart olarak görür...

Nizâmü'l-Mülk bunun gerçekleşmesi içün; halkı doğru bilgiyle donatacak aydın din adamlarını, devlet bürokrasisinde görev alacak adil ve erdemli yöneticileri, yargı mensuplarını ve memurları yetiştirmenin yanı sıra ilim-bilim insanlarını yetiştirecek Nizâmiye Medreselerini kurar.

Nizâmü'l-Mülk'ün, günümüzden bin yıl önce kurduğu medreseler bugünün üniversitelerinin misyonunu üslenen akademidir...Bilimsel üretim yanında toplumsal ve siyasal alanda da adalet merkezli yönetimin inşâsı içün, Selçuklu devletinin hüküm sürdüğü dönemdeki iç ve dış hassas mes'eleler göz önüne alındığında, bu kurumların ne kadar hayati öneme haiz olduğu görülmüştür.

Nizâmiye Medreselerinden zaman içerisinde, siyaset kapasitesi yüksek, adil, kamu düzenini sağlayabilme kapasitesine haiz, erdemli ve devlet yönetiminde etkin olabilecek insanlar yetişmiş ve kaht-ı rical (devlet adamı kıtlığı) mes'elesi de bu sayede büyük ölçüde çözümlenmiştir.

Nizâmiye Medreseleri’nin kurulduğu dönemde; içeride Hasan Sabbah liderliğindeki haşhaşilerin ve batınîlik gibi devlete muhalif akım ve gurupların giderek yaygınlaşmaya başladığı bir dönemdir.

Nizâmü'l-Mülk'ün; Selçukluyu yıllarca uğraştıran, fitne ve karışıklıklar çıkaran haşhaşi ve bâtınî fikirlere karşı devletin birliğini ve bekasını koruyabileceğini de öngördüğü bu medreseler ve kütüphaneler Selçuklu coğrafyasının her tarafında onun döneminde yaygınlaştırılır.

Nizâmü'l-Mülk, ilim ve irfân erbabına ilgi gösterip onlara en üst değeri verdirtmiş, önemli şahsiyetlerin, ihlâslı insanların yetişmesine, ölümsüz eserlerin meydana gelmesine zemin oluşturmuştur.

Nizâmü'l-Mülk’ün bin yıl önceki bu eğitim sistemi ve metodolojisi, hedefleri ve disiplini ile geliştirilerek ihyâ edilebilseydi bugün çok daha iyi noktalarda olurduk...

Bugün batı kaynaklı bir çok sapık
akım ve fikirlere karşı, istikbâlimiz olan gençleri korumak ve onları geleceğe hazırlamak, terör ve fitneyi besleyen insan kaynaklarının önünü kesmek, popüler kültür yozlaşmasına set çekmek, ateizm, deizm, vb. -izm lere, maneviyyat sömürücülerine yeşerecek ortam bırakmamak içün eğitim sistemi ve akademilerin misyonunun önemi göz ardı edilemez, hele hele hedefsizlik ve kendi haline bırakılmışlığından asla söz bile edilemez...Kamu görevini ifâ ve icrâ edecek, devleti kanatlandıracak olanların niteliklerinin en üst seviyede olmasının yolu aldıkları yüksek eğitimden ve dolayısı ile akademya mensuplarının niteliğinden geçtiğine göre...!

Unutulmamalıdır ki, nakıs devlet adamları, kaht-ı ricâl, bir devletin/toplumun duraklama ya da gerilemesindeki en büyük etkendir. 

Nizâmü'l-Mülk'ün Siyâsetnâme adlı eserinde yer alan sözlerden bir kaçı:

*Âlimlerle meşveret yapmalı ve onların tavsiyelerini dikkate almalıdır.

*Sultan, ilimle ve ilim adamlarıyla dost olmalıdır.

*Yönetici, yapacağı her işte Allah'ın rızasını gözetmeli. O'nun emrine boyun eğerek yoluna ve kuluna hizmet etmelidir.

*Padişah insaflı ve adil olunca, reayanın işi hep sükun bulur. En iyisini Allah bilir....

*Devlet adamı zulmetmemeli, zulmetmiyorsa bile vazifelendirdiği adamların zulmedip etmediğini bilmelidir. Yoksa mazlumların ettiği ah, eninde sonunda dönüp kendisini bulacaktır.

*Herkes liyakatine göre değerlendirilmelidir. Kişide aranması gereken şey mülk değil hünerdir. Soyu sopu belli olan kimseler varken devlet vazifesi ne idüğü belirsiz olanlara verilmemelidir.

*Eğer bir kimse bir şey söylerse, tahkik edinceye kadar onu işitmeyiniz. Zira, bu işte acele edenler, ondan sonra pişman olurlar, o zamanda fayda etmez.

*Öyle insanlar vardır ki, dostlukları ile düşmanlıkları arasında bir fark yoktur. En iyisi, bu tür insanlardan uzak durmaktır.
 
*Bütün insanların kabiliyetlerine göre bir işi olmalı, bunun aksine hareket edilmesine padişah izin vermemeli.

*İlim hazineye bedeldir; zira hazineyi sen muhafaza edersin, ilim ise seni muhafaza eder.

*Devletin bekası için ehil olmayan kimselere iş buyurulmamalıdır.

*Acelecilik, kudretlilerin değil, zayıfların işidir.
Hülasa-i kelâm; mevzu, geleceği ve nesilleri inşâ ve ihyâ etmek sorumluluğundaki ulema olunca ölçüyü koyan koymuş...
“Bir âlimi sultanın kapısına sığınır görürseniz, biliniz ki o, vurguncudur. Ve bir âlimi zenginlerin kapısına sığınır görürseniz, o da riyakârdır.”, “Bütün kötülüklerin kaynağı, bir hudut çizmeden, düşük, kötü, bayağı kimselere yapılan iyiliktir.”(Süfyan-ı Servi)
Nizâmü'l-Mülk'ü hayırla ve rahmetle yâd ediyoruz.
__________
(*)Nizâmü'l Mülk, Siyâsetnâme, Çev: Ayar, M.T.,2009, İş Bankası Kültür Yay.

Şarkılar ve hikâyeleri: "Bir bahar akşamı rastladım size", "Dile düştüm senin yüzünden dile"...


İnsanımızdaki saf, tertemiz, pür-i pâk duygu var ya ! Aşk...Bir ilâhi vergi, kaynağı belli. Sevginin konsantre hâli, bir Rahmaniyyet tecellisi, kimilerine göre mecazî, kimilerine göre ilâhi aşka götüren bir merdiven.
Gündüzü hayal, düş, gecesi rüyâlara belenmiş, semada bulutlarla yarıştıran  yahut kimi zaman kâbuslarla karabasanlarla dibe vurduran, duygu yoğunluğunu içinde barındırır aşk... 
Aslı topraktan ve ruhla sırlı kalıba dökülmüş beden çamurunu fırınlayıp pişiren ateşin adıymış aşk...
Karpuz kabuğu değil, içi değil, çekirdeği de değil, belki çekirdeğinin özünün özüdür aşk...

Ve aşk; Türk edebiyatı, kültürü ve sanatı dünyamızda yer alan hikâye, şiir ve şarkıların temâlarından biri olmuştur...
Bu yazının konusu da bir şarkının arka plânına dair.
'Bir Bahar Akşamı Rastladım Size'  dizeleri ile bilinen bir şarkı var... sözleri Fuat Edip Baksı'ya ait bu şiir/güfte Selahattin Pınar tarafından bestelenmiş...

İşte bu bestenin imkânsız bir aşka dayanan hikâyesini anlatmadan önce Fuat Edip Baksı'nın biyografisinden kısaca bahsetmek gerekir:

1912 Diyarbakır doğumlu,  öğretmen, şair ve güfte yazarı olan Baksı, ilkokulu Urfa’da bitirir, sonrasında Elâzığ Erkek Muallim mektebinden mezun olur, Zonguldak’a tayin edilir ve yedi yıl öğretmenlik yapar, sonra İstanbul Üniversitesi’nde fark derslerini verir Türkçe öğretmeni olarak İzmir Erkek Lisesi'ne atanır (1937). 1965 yılına kadar İzmir’de değişik okullarda görev yapar ve emekli olur. 1966’da yeni açılan İzmir Yüksek İslâm Enstitüsü’nde İslâm Türk Edebiyatı ve İslâmi Türk Edebiyatı Hitabet ve İnşad öğretmeni olarak görev alır, buradaki görevini 1971’e kadar sürdürür.  
1966 yılında 53 yaşında iken evlenen F. Edip Baksı 1974’te kanser sebebiyle vefat ettiğinde 62 yaşındadır.

Ardında yayınlanmış iki inceleme, bir roman, bir gezi hatıra, altı şiir kitabı, 51 güfte bırakır "âşık-ı didar-ı pâk".

Gelelim "Bir Bahar Akşamı Rastladım Size" şarkısının hikâyesine: 
20 yaşlarında iken Fuat Edip, rüyasında çok güzel bir kız görmüş, rüyâsındaki  kıza gönlünü kaptırmıştır. Rüyâsındaki  aşkının hayaliyle kavrulur ancak yıllar geçer ona bir türlü rastlamaz. Bu duruma üzülen ailesi ve yakın çevresinin ısrar ve baskıları sonucu zoraki izdivaç yapar.

İzmir'den İstanbul’a gelen Fuat Edip Baksı; bir bahar akşamı, Acıbadem'de bulunan Çamlıca Kız Lisesi’nin önünden geçerken okul zili çalmıştır ve öğrenciler okuldan çıkmaktadırlar. Fuat Edip Baksı'nın gözü lise öğrencilerinden bir kıza ilişir ve donakalır. Gözüne takılan, yirmili yaşlarında rüyasında görüp de âşık olduğu kız değil mi !
Evet işte rüyâsında gördüğü, yıllarca gittiği her yerde gözlerinin aradığı kız tam karşısında.... 

Bu yaşlı adamın hayran hayran, şaşkın ve donakalmış, kendine kilitlenmiş halini fark eden kız öğrenci utanır, başını önüne eğerek oradan hızla uzaklaşır. (Tabi şunu bilme şansımız yok, acaba o genç öğrenci de şairin gençlik halini rüyâsında görmüş, hayret etmiş, şaşırmış, mahcubiyet ve içinden çıkamadığı, anlam veremediği karışık duygular yüzünden mi başını öne eğmişdi).

Fakat artık çok geçtir, imkânsızı bir ömür boyu içinde taşımış ve yaşamış olan Baksı'nın bir hakikat ile yüzleşmesiyle  omuzları iyice çökmüştür...ümitsizliğin çaresizliği ile yoluna devam ederken aşağıdaki mısralar ağzından dökülüverir:

Bir bahar akşamı rastladım size
Sevinçli bir telaş içindeydiniz
Derinden bakınca gözlerinize
Neden başınızı öne eğdiniz..

İçimde uyanan eski bir arzu
Dedi ki yıllardır aradığım bu
Şimdi soruyorum büküp boynumu
Daha önceleri neredeydiniz

Bir huşunet vardı cevabınızda
Doğru kabahat hep bu geç yaşımda
Bütün kâinatı yıkıp bir anda
Beni mahzun koyup gittiniz.”


Şiirin ilk iki kıtası şarkının güftesi olarak besteye söz olmuştur, son kıtasını Murat Bardakçı bir yazısında yayınlamıştır(*).
Murat Bardakçı bu yazıda bestelenme hikâyesini şöyle kaleme almış;
Fuat Edip yukarıdaki dizeleri İstanbul’da yaşayan ünlü bestekâr Selahattin Pınar‘a posta ile gönderir. Günler, haftalar geçer bir ses çıkmaz. Fuat Edip radyo başında her programı merakla dinlemekte, çıkan plakları ise takip etmektedir. 
Bir konser için İzmir’e gelen Selahattin Pınar ile karşılaşmasında gönderdiği şiirden söz eder, ancak eline ulaşmadığını öğrenir. Şiiri dinleyen Selahattin Pınar, bir daha göndermesini ister. Bu kez mektup yerine ulaşır ve o güzelim eser Hicaz makamında bestelenir.

Çok beğenilen ve dilden dile dolaşan şarkının ardından Fuat Edip Baksı bir şiir daha yazar:

Dile düştüm senin yüzünden dile  
Bana çatılmayan kaşlar kalmadı  
Üstelik bu acı sitemlerine 
Ağlayan gönülde yaşlar kalmadı  
Dargınlık bir yandan eller bir yandan 
Gel gör ki bıktırdı beni canımdan  
Seni sevdim diye dosttan düşmandan 
Bana atılmadık taşlar kalmadı.

Fuat Edip Baksı'nın bu şiiri de yine Selahattin Pınar tarafından ve Karcığar makamında bestelenir.


Fuat Edip Baksı'nın “Bir bahar akşamı rastladım size”,“Aşkımın ilkbaharı ilk heyecanım benim", "Yüzün pembe güllerden, sesin bülbülden güzel", "Bakışın çağırır beni uzaktan", "Uzun yıllar ötesinden hatırını sorayım mı” gibi  şarkılara güfte olan şiirleri çok sevilen ve dillerden düşmeyen eserler...

TRT repertuarında güftesi Fuat Edip Baksı'ya ait ve dillerden düşmeyen 27 şarkı mevcut,  ancak açık kaynaklarda  51 güftesinin olduğu,  bunlardan 26’sının plağa okunduğu bilgisi var.
_______
(*)Hürriyet gazetesinin  23 Nisan 2003 tarihli eki.

4 Temmuz 2022 Pazartesi

Gaflet, ölçü ve kendine zulüm...

 
Dünyânın aldatıcılığı âdem oğlunun gözüne gaflet milini öylesine çeker ki, Yaradanının emir ve yasaklarına riâyet umruna gelmez.

Ve kişi; hem Rabbiyle, hem de mahlûklarıyla olan muâmelelerinde kendi(egosuna göre) ölçüler koyar ki, maâz'Allah, bu edebsizliğinin neticesi zillet kapılarını ardına kadar açar...

İki-üç günlük dünyâ zevki, menfaati ve saltanatı içün edebi terk ile gaflete düşen ve emanet edilmiş insaniyyetini kasıp kavurmaya kalkarak kendine zulmedenden daha zâlim kim olabilir.

Böylesine, "kişinin kendine yaptığı kötülüğü yedi düvel bir araya gelse yapamaz"denir...
Kendine zulmettiğinin farkına varan, gafletten uyanan kişinin Rabbine sığınmaktan başka çaresi yoktur; bu hususta Hz. Yunus (a.s.)'ın kıssası ince bir ölçüyü ortaya koyar...

Hz. Yunus (a.s.) uzun yıllar boyu kavmini Hakk dine dâvet eder,  kavmine, iman etmedikleri takdirde ilâhî bir azaba uğrayacaklarını bildirir, ancak onlar tevbe edip imana geldikleri için bu azap tahakkuk etmez. 
Hz. Yûnus (a.s.) kavminin tevbe edip imana geldiğinden henüz habersizdir, kavmine bildirdiği azabın da (bilgisine göre) vaktinde tahakkuk etmediğini düşündüğü bir vakitte öfkelenir ve bu kızgınlıkla beldeyi yerk eder. 
Yolculuk içün bindiği gemi, batma tehlikesi ile karşılaşır, geminin yükünü azaltarak gemiyi kurtarmak için kur'a çekilmesi kararı alınır ve çekilen kur‘a sonucu Yunus (a.s.) denize atlamak zorunda kalır, kendisini büyük bir balık yutar.  
İşte bu balığın karnında iken:
Senden başka ilâh yoktur. Sen her türlü noksanlıktan, eşi-ortağı olmaktan uzaksın. Şüphesiz ben kendine yazık edenlerden oldum” (Enbiyâ sûresi, 87) âyetinde geçen şekli ile, Rabbine olan sitem(!)inin (zelle) suçluluğu duygusuyla yalvarır, tesbihe, tevbeye ve duaya sığınır.

Kur'an da mezkûr konu  özetle; "eğer o, böylece tesbih edenlerden olmasaydı, insanların yeniden diriltilecekleri kıyâmet gününe kadar balığın karnında kalacaktı" şeklinde izah edilir.(Sâffât sûresi, 139-148; Kalem sûresi, 50)

Rasûlullah (s.a.v.) bu hususta şöyle buyurmaktadır:
"Sıkıntıya düşmüş ve başı belâya  düçâr olmuş hangi müslüman, Yûnus’un balığın karnındaki duasını okursa, Allah Teâlâ mutlaka onun duasını kabul buyurur.” 
Kâinâtta her şey, ama hayal ettiğiniz edemediğiniz, gördüğünüz göremediğiniz, bildiğiniz bilemediğiniz her şey bir ölçü, kıstas, adalet, bir hesap üzere tahakkuk ve deveran etmektedir. Bunu ilim erbâbı da, ehli irfân da böyle bilir böyle söyler...

Genel mâ'nâda buna "edeb" denir. 
Edeb deyince sadece akıllı, uslu oturmayı, iffetli ve namuslu olmayı anlar çoğunluk insanlar. 
Edep; kâinâtın düzenine aykırı davranmamak, fıtrî ölçüyü gözeterek yaşamak ilmidir, sanatıdır...

İşte kast edilen edebi hâl edinmek; gafleti terk etmek, gözünü açmak, firaset ve basiret sahibi, ilim ve irfan sahibi olmak ve bütün bunlara her an diliminde şamil olmakla, gafil olmamak, uyanık durmakla mümkündür.

"Her kişinin harcı değildir, olamaz müeddeb
Mümtâzdır er kişidir erbâb-ı edeb"

Ve Aziz Mahmud Hüdâyî demiş:
"Sakın dünyâya aldanma 
Aç gözün gafletten uyan"