Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

31 Mayıs 2018 Perşembe

Evinize bir nine Cemresi düşerse…

Sabah yatağından kalkar
Bıçak çatala hep çatar
Ara sıra vites atar
Geçmişini hep sayıklar
Vay nine vay

Hergün bir yeğeni arar
Nine hergün başka karar
Ara sıra hesap sorar
Anlamaz da farklı yorar
Vay nine vay

Para pulu önemsemez
Tasarruf mu kabullenmez
Sorsan parayı yok demez
Gönlü zengindir iplemez
Vay nine vay

Geçmişini hiç unutmaz
İsimleri akılda tutmaz
Hele gülerken konuşamaz
Daldan dala laf bırakmaz
Vay nine vay

Kimi zaman taklit yapar
Lafı ağzınızdan kapar
İlaç içmekten hep korkar
Kibirliye hava atar
Vay nine vay

Kimi siyasetçiyi sevmez
Kimine hiç laf ettirmez
Sebepleri kabul etmez
Haktan gayrı bir şey görmez
Vay nine vay

Kızınca yanına varma
Niye kızdın diye sorma
Merhametine hep sığın
Dua eder yığın yığın
Vay nine vay

Kollarını sıvazlayıp
Abdestini tazeleyip
Yemenisini bağlayıp
Allah deyip döner durur
Vay nine vay

Kaza namazı bitmiştir
Tesbihatı bitirmiştir
Adaklarını kesmiştir
O Ünlü'yü çok sevmiştir
Vay nine vay

Günahına tövbe eder
Sadaka vermeyi sever
Habire nasihat eder
Dinlemezsen kalay çeker
Vay nine vay

Kimi alimleri sever
Kimisine sahtekâr der
Bin kişiye dua eder
Kimi görse dahil eder
Vay nine vay

☆☆☆
Anne-baba ve yaşlılar ile ilgili bir kaç âyet ve bir hadis-i şerif:

Nisâ sûresi, 36. Ayet: "Allah'a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez"

En'âm sûresi, 151. Ayet: (Ey Muhammed!) De ki: "Gelin, Rabbinizin size haram kıldığı şeyleri okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anaya babaya iyi davranın. Fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Sizi de onları da biz rızıklandırırız. (Zina ve benzeri) çirkinliklere, bunların açığına da gizlisine de yaklaşmayın.........."

Ankebût sûresi, 8. Ayet "Biz insana, ana-babasına iyilik etmesini emrettik...."

Lokmân Suresi, 14. Ayet:
"İnsana da, anne babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi onu her gün biraz daha güçsüz düşerek karnında taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. (İşte onun için) insana şöyle emrettik: "Bana ve anne babana şükret. Dönüş banadır."

İsrâ Suresi, 23.Ayet: "Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “öf!” bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle"

İsrâ Suresi, 24. Ayet: "Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: "Rabbim!, Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı"

☆☆☆
Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Burnu yerde sürünsün, burnu yerde sürünsün, burnu yerde sürünsün!

Sahabeler:
−Ya Rasulallah! Kimin? dediler.

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Ana babasına, ikisinden birine yahut her ikisine birden ihtiyarlık zamanlarına yetişip de cennete giremeyen kimsenin.”
(Müslim 2551/9, Buhari Edebü’l-Müfred 21)

30 Mayıs 2018 Çarşamba

Kula kulluk eden kul değil ! /Halit Yıldırım


'Semâ’da değildir “gel”dedir hüner
Yunusça kendini “bil”dedir hüner.

Söz vardır kırılır onunla gönül
Yılanı cezbeden dildedir hüner

Yol vardır şaşırtır düzde yolcuyu
Maksuda vardıran yoldadır hüner

Gözyaşı harcanmaz her vara yoğa
Nârını söndüren seldedir hüner

Deryalar ne kadar azgın olsa da 
Dalgaları yaran 'sal'dadır hüner

Ne isim ne cisim hepsi de boştur
Zikrullahı vuran soldadır hüner

Kula kulluk eden uçsa kul değil
Hâlika kul olan kuldadır hüner

Keramet şakıyan bülbülde değil
Aşkıyla yandıran güldedir hüner

Gelip geçicidir alevin harı
İçli içli yanan küldedir hüner

Perdeler aralar gözler bilirim
Gözlere göz olan hâldedir hüner

Kolaydır hamura şekil vermesi
Demiri yoğuran eldedir hüner

29 Mayıs 2018 Salı

"Âdem", "adem" olmadan mukarreb olur mu !…

Kimi dosta gider, kimi posta !
Halk içinde kaybolmak var, belirmek var...

Halkın dünyadaki temsiline bakanlar onu maddî ve manevî katmanlar hâlinde görür...

Maddî katmanlaşma baş gözü ile görülür de manevîsi ancak gönül ehlince bilinir.

Kimi zengin, kimi fakir; kimi okumuş-câhil, kimi okumamış câhil; kimi işçi, kimi köylü; kimi bürokrat, kimi teknokrat...
Zâhid, fakih, ebrâr, muvahhid, abid, derviş, kâmil, gavvas, mukarreb...vasıfları daha da çok sıralamak mümkün

Akıllıyım diyen insan, halk içinde ne olduğuna değil, daima ne ol(a)madığına bakmalı !

Halk içinde kâmil köylü olan da var, zengin muvahhid olan da; abid işçi olan da var, okumuş derviş olan da; mutevazı zengin de var, kibirli fukara da...

Halk içinde zakir, mütefekkir, muhlis, şakir, beşir olmak var...
Münadi, müşteki, mürted olmak/olmamak da var...

Halktan biri olmak, halka ait olmak, sadece halk içinde olmak, amma 'Hakk'ta olmak da var, olamamakta...

Ebleh de ebrar da halk içinde, yan yana...
Kimi dosta gider, kimi posta !
Kimine paha biçilmez, kimi bit pazarında haraç-mezat...
Kimi elmas, kimi kömür...
Kimi muhlis, kimi müflis....

Bilinir hem;
Şaki olan said değil, yalancı sadık değil, şekli tamam olsa da her müslüman teslim değil, inkarı bırakmayan ise zinhar mümin değil ! Öyle görünseler de...

Cenâbı Hak suretlerinize değil kalbinize (samimiyetinize, niyetinize) bakar diyor Hz. Resul.

Avami, harami olmamalı insan; has olmaya bakmalı, mukarreb olma yolunda ilerlemeli...

"Âdem" ise eğer insan, "adem" olmalı !

28 Mayıs 2018 Pazartesi

Dışarda çöp var da içerde yok mu ?

 
Eskiler çöpe..
Bozulanlar çöpe..
Kokuşmuşlar çöpe..
Hayâller çöpe...
Hesaplar çöpe...
(........)
Çöplük neresi mi ?
Dünya, dünyamız !

Hani bizi üzerinde yüksünmeden taşıyan, gıdamızın ve suyumuzun, soluk aldığımız havanın bizlere ikrâm edildiği yeryüzü...

Evimizi üstüne inşa ettiğimiz, inşaat malzemelerini temin ettiğimiz, temizlik için suyu, yakıt için odunu kömürü, yeraltı yakıt kaynaklarını, konforumuz için envay çeşit elementleri ve madenleri sunan yer yüzü...

Ondan alıp kullandıktan sonra çöp hâline getirdiğimiz atıkları geri kabul eden, hatta onları mümkün olduğunca geri dönüştürüp kullanımımıza arz eden dünya...
Afakta çöplük var da enfüste yok mu ?

Beden makinası çöplerini barsak ve idrar torbası çöplüğüne gönderiyor ya !

Yâ'ni vücûdumuz, içinde bir çöplük alanı tahsisi ile var edilmiş...ki çöpler kokuşmasın, bedenin diğer kısımlarından uzaklaştırılsın diye.

Bu kadarla bitmiyorki...
Zihin çöplüğü, duygu çöplüğü, hayâl çöplüğü, düşünce çöplüğü...

Dahası da var.
Gönül denilen aynanın üzerini karartan çöpler: kibir, gösteriş, kendini beğenme, zaaflar, maddî ve manevî hırslar/şehvetler...
☆☆☆
Biz ademoğullarının işi zor...!

Hem dış âlemi hem de iç âlemi kirletmekten asla geri durmuyoruz, ve en önemlisi bundan vaz geçmeyi de düşünmüyoruz !
☆☆☆
Belediyeler atıkları bizden uzaklaştırıyor, bakteri ve benzeri ayrıştırıcı canlılar, çöpleri ortadan kaldırıyor. Organlar atıklarımızı bizden otomatik uzaklaştırmakta...
☆☆☆
Peki iç âlem temizliği !
Hani kimi insanın diline pelesenk ettiği: "benim içim temiz, sen kendine bak" sözünü çok duymuşuzdur. Bu söz edilirken bile içteki kendini beğenmişliğin dışa vurumu ortaya saçılmıyor mu !
Enfüs temizliği için, iç âlem temizliği metotlarına başvuracak insan, hem de bu dikkat ve rikkat bir ömür sürecek ...
☆☆☆
Sonuç mu ?
İçini temizleyip güzelleştirenin dışa yansıması davranışlarından görülüyor zaten. Bunların etrafı da temizleniyor ve güzelleşiyor...

Değilse !
Temiz(miş) gibi gösteriş.

Bir kaç dakika süren küçük bir gözlemimi nakledeyim:
Şehirlerarası seyahatteyim. Kısa süreli bir mola verdim seyahate...
Dış görünüşüne önem verdiği her hâlinden, giyim kuşamından belli olan bir insan...lavaboda ellerimi yıkıyorum, şahıs wc'den çıktı  lavaboda iki parmak ucu ile suyu açıp parmak uçlarını suya tutup kapaması 3 saniye sürmedi...ve otoparka dönüyoruz, o önde ben arkada, otomobile bindim geri geri parktan çıkış yaptım, ilgili şahıs arabasına binmiş kapısı henüz açık, ıslak mendili dürüp yere atıverdi, kapısını çekip hareket etti ve gitti.

Kibir ve gösteriş sızan bu şahsın görünümü temiz, görünümü müslüman,  hani yürüyüşünden ve edasından eğitim görmüş (!) biri gibi de...

Peki davranış nasıl ?
Saygısız, duyarsız, içi de kirli, dışını da umursamadan kirleten, gözü kendinden başkasını görmeyen, egosunu büyütmüş bir ham ervah !
☆☆☆
Çöplerimizden arınma gayreti ve duası ile...
Hadi, "Ya Hadi"...!

27 Mayıs 2018 Pazar

Her hâlin dengi vardır unutma !

Âdem ki haddi bilir, lâîn olamaz
Vesvâsa boyun eğen, huzur bulamaz !

Gayretkeşlerden olur, çilekeş olmaz !
Bahtı karalar ile arkadaş olmaz !

Hep nâkısı gösteren bir ayna arar
Huzuru bulmak için "Kâmil"e uğrar.

Safâyı terk eder, ehli keyf değildir
Kehf ehlini anlayan, câhil değildir

Posta asla takılmaz, yanılmaz vallah.
Dostunu bulmuştur: "O", Hazreti Allah.

Her hâlin dengi vardır sakın unutma !
İpsiz ve sapsız olup, sınırı aşma

Huzur nerde var diye eğer sorarsan
Şikâyetsiz demde bul eğer ararsan

Hem seven sevilir, üzen üzülürmüş
Kem söz, gün olur boğaza dizilirmiş.

Gel dinle etme cefâ, eyleme zulüm
Herkesi bekliyor, bak şurada ölüm !

26 Mayıs 2018 Cumartesi

Kırk âlimden taş yemeyen kemâl bulmaz…/Halit Yıldırım

Kırk âlimden taş yemeyen, kemâl bulmaz veli değil
Zincirlere baş eğmeyen, iflah olmaz deli değil

Bir yol vardır uzun ince, yürünmeli gündüz gece
Kibre esir düşen hâce, Hakk'ın sadık kulu değil

Dünya denen pazardayız, imtihanda nazardayız
Bil ki her dem huzurdayız, pazartesi salı değil

Haramlara demir perde, edilecek nasuh tevbe
Sözden dönmez bir irade, sınır değil çalı değil

Sevmiyorsa insanlığı, övüyorsa şeytanlığı
Delmiyorsa karanlığı, bu yol Hakk'ın yolu değil

Söyle hangi karardasın, giden ömrün, zarardasın
Bilir isen sen kârdasın, bu söz kâhin falı değil

25 Mayıs 2018 Cuma

Zor oyunu bozar mı ? Abdulkerim Erdem

Zar atmanın, sırası mı şimdi
Bak oyun büyük, gör oyun ciddi
Rakipler kalleş, mert filan değil
Bu saha kirli, hiç temiz değil

Bu oyunu oku, bu oyunu çöz
Yoksa bulamazsın üç metre bez
Fayda verirmiki yabancı göz
Bu oyun gerçek, hiç şaka değil

İşte gördün boş durmuyor "corc"u "soros"u
Leş kargası, it kenesi, bitin kurusu
Ete doymaz, kana kanmaz çakal sürüsü
Bu keneler virüslü, hiç sağlıklı değil

Gel bu zarı atma, zor oyunu bozmasın
Gözü doymaz olanın midesi dolmasın
Aklı al başına, hain eve dalmasın
Seyretme kenarda, düşman kumda oynasın

Bu oyun çok mühim, hiç şaka değil
Bu saha çok kirli, hiç temiz değil
Bu kene virüslü, sağlıklı değil
Gir oyunla, boz oyunu, oyunla !

Dua: (........)'den eyleme Allah'ım /Halit Yıldırım

Ey Allah’ım çaresiz kalanlardan eyleme,
Gönlü senin sevginsiz olanlardan eyleme.

Dalıp dünya lehvine, esir düşüp nefsine,
Sebep olup mahvına solanlardan eyleme.

Haktan yana görünen, karanlığa bürünen,
Ömür boyu sürünen yılanlardan eyleme.

Aç komşuyu unutup, merhameti kurutup
Vicdanını uyutup, gülenlerden eyleme.

Şükür nedir bilmeyip, sabredenden olmayıp 
İsyankârlığa kayıp dalanlardan eyleme.

Koma bizi ezansız, ibadetsiz Kur'ansız
Ecel anı imansız ölenlerden eyleme.

Yaşayıp bir hayali belhüm edal misali, 
Kazanç sanıp vebali bilenlerden eyleme

Şaşırıp da yolundan, günahların selinden,
Defterini solundan alanlardan eyleme

24 Mayıs 2018 Perşembe

Mesuliyet mi ? boş ver ya !..

Gel batılılaş dediler, hedefi gösterdiler
Medenilik böyle sandık, topluca günaha daldık
☆☆☆
Batı kulübüne girdik, yoz kültürü öğrendik
Moda deniz, biz yüzücü, kulaç kulaç gezindik
☆☆☆
Şüpheliymiş, mekruhmuş, onları çoktan geçtik
Kırk helal şöyle dursun, haramı gözle seçtik
☆☆☆
Şükür etmek de neymiş, yeyip içtik habire
Zannettik hitâp ölüye, "Kitab"ı okuduk kabire
☆☆☆
Mesuliyet mi ? boş ver ya ! böyle hayat çok güzel
İlim, kültür, neyimize; atarız biz hep gazel
☆☆☆
"Din ü iman gerekli" der, fukaraya düşküne
"Çağdışı yaşanmaz" der, bakar mısın  seçkin(!)e 
☆☆☆
"Vatan-millet-sakarya" diyenler hor görüldü
"İşini bilen adam" her yerlerde övüldü
☆☆☆
Dilsizlerle sağırlar, el üstünde tutuldu
Fitne ile iblisler köşelere tutundu
☆☆☆
Eğer yoz yaşamaya  devam ederse millet
Ya popülere teslim, ya olur sonu zillet

23 Mayıs 2018 Çarşamba

Ölüm bile ölmüş.../Halit Yıldırım


Mekân sıyrılmış fanilikten 
Zaman esir düşmüş mekâna
Ve başımda bir mızrak boyu güneş
Boğuyor beni alnımdan sızan ter

Yüreğimde tamtamlar çalıyor güm güm
Patlatıyor gürültüsü kulaklarımı
Bağırmak istiyorum
İmdat imdat diye bağırmak
Dilim lal olmuş
Dilim susmuş

Her bir azam vaveyla eder

Dilime inat
Ölmek istiyorum ama heyhat...
Ölüm bile ölmüş

Ben sürünürken yerlerde
Üzerimden uçuşuyor insanlar
Kimi binmiş şimşeklere
Kiminin rüzgârdan atları
Kimi kuşlara gem vurmuş  
Kimi koşuyor canan havliyle

Ve yol başında nurdan bir ışık
Selâmet ver, selâmet ver” diyor

Ve selamet buluyor elinin her değdiği
Yetişmek istiyorum bu nur şelalesine
Altımdan kayıyor zemin

Mümkün değil gibi necat…
Ölmek istiyorum ama heyhat...
Ölüm bile ölmüş

Ayağa kalkmak istiyorum
Fer yok dizlerimde
Sürünüyorum ha bire
Çengeller takılıyor vücuduma
Kan revan içindeyim
Kimisi takılmış çengellere
Fırlatılıyor bir gayyaya

İçimde müthiş bir korku
Tutuşturmuş bedenimi
Ya ben de yakalanırsam ?
Ya ben de düşersem bu gayyaya ?
Ne kadar da çetinmiş sırat
Ölmek istiyorum ama heyhat...
Ölüm bile ölmüş
09:15 / 11.01.2013 / Çorum

22 Mayıs 2018 Salı

Abbas turabî !...Abbas aciz...Abbas abdal / Muhammed Talha Efe

Sırtında yük, ayağında çarık,
Gönlü kapalı, baş gözü açık.
Kapalı kapıya bakıp bakıp,
Gönlünü eyler, seyreyler Abbas…
☆☆☆
Abbas’ı bir kapının önüne dikmişler . Eline bir anahtar vermişler.
"Aç ! " demişler.
"Aç bu kilidi, aç Abbas..." demişler.
Anahtar elinde, bakıp durmuş kapıya ahmak Abbas.

Ne elindekinin anahtar olduğunu bilmiş, ne kendinin ahmak olduğunu.

Kilidi zorlamış da zorlamış.

Açamayınca anahtara biçmiş kabahat elbisesini.

Seslenmişler, Abbas’a;
"Ey ahmak, anahtara kabahat donu biçme,
Dünya şarabını böyle kana kana içme...
Sen bu kalp ile, abdallar köyünden hiç geçme,
Hele anahtarı bırak, gönlünü temizle..."

Aciz Abbas…

Elinde tesbih, dilinde zikir,
Etrafa bakar, karanlık zifir.
İçtiği şarap değil, saf zehir,
Şarap der durur habire Abbas…

Nihayetinde;
Ah Abbas, aciz Abbas demişler. Elinden anahtarını almışlar.
"Sana bu kapı kapalıdır !" demişler. "Kıymetini bilmedin anahtarın" deyip, elini ayağını kesmişler.

Ahmak Abbas olmuş bir de Aciz Abbas… Bundan sonra ne elleri uzanırmış kapıya, ne ayakları gidermiş bir yere tapıya...

Ukba denizinde dalgalarla sürüklenir olmuş, kaybolmuş Abbas.
"Boğuldum Ya Rabb !" deyip yakarırken bir dümenci gelivermiş.
Halatı atıvermiş boğulmakta olan Abbas’a.
Abbas, kesilmiş elleriyle bu halatı nasıl tutarım diye, düşünüp dururken, dümenci seslenmiş;
-"Ey ahmak, ey aciz, ey abdal Abbas ! Bu halat el ile değil, dîl ile tutulur. Huuuu..."

Abdal Abbas...
Huu hu deyip deyip bahr-i ummanda çırpınır,
Zanneder ki kendisini bu halat kurtarır.
Her gelen dalgaya göğüs kabartır,
Derviş oldum sanır, bir kelâm ile...

Derviş Abbas, tutmuş halatı.
Bir çekermiş kendini yukarı,
bir bırakırmış aşağı.

Tabi ya artık halatı tutar olmuş ya !
Artık bilirmiş kendini ya !

"Ahmak Abbas, aciz Abbas, abdal Abbas" dermiş kendine.
Ama bilirmiş, çok çok aciz olduğunu. Ne kadar acze düşer ise, halata o kadarcık tırmanabileceğini...

Sonunda gemiye çıkmış derviş Abbas. Bir de ne görsün !
Aynı kapı, aynı kilit...
Kapı açık... ve içerisi bomboş.

"Madem kapının ardı boştur,  ne için bunca yıl koştur !" diye mırıldanır, derviş Abbas.

Yine seslenmişler Abbas’a;
"Ey derviş Abbas, biz sana anahtarı verdik, ama bu anahtar bu kapının mı dedik. Aç kalbinin kilidini Abbas !"
Bu kapı dünya kapısıdır.
Bu kapı rızık kapısıdır.
Onu zaten Allah sana açmıştır. Sen al bu anahtarı, kalbini aç ahmak Abbas, aciz Abbas, abdal Abbas"

Ârif'tir artık Abbas...! ?

Bilmiştir artık, "vâr" ile "yok"u,
Buldurmuşlar tek hakikat yolu.

Bezm-i elestten bilinir imiş Hakk
Sever imiş meğer her kulunu Hakk

Abbas yıkmış gönüldeki putunu,
Yudum yudum içmiş ilim sütünü.
Gece gündüz arar imiş  yüzünü,
Arar iken bulmuş kendinde Abbas..
Arar iken bulmuş kendini Abbas..
Ah Abbas, arif Abbas, turâb Abbas ...

Hesap bu...sağlamasını sen yap.../Halit Yıldırım

Ümitleri topla
Hüzünleri çıkar
Geceleri mühürle
Geçmişe çek bir sınır
Sonuç; elde var sıfır

Beşle çarp yarınları
Çarpımı maziye böl
Yarınlar maziye bölünmezse
Bir sıfır bir de virgül at hayata
Şimdi artan ümitleri
Ayaz vurmadan elinle kır
Sonuç; sıfır virgül sıfır

Sonra sil kafandakileri
Tekrar başla işleme
Hüzünleri at
Sevinçleri kat
Şimdi topla ne varsa alt alta
Sevinç, ümit daha... eder huzur
Elde var hayat
Dur, bu hesap olmadı dur
Sakın deme ah keşkem 
Yok böyle bir şey heyhat
Yarı masal 
Yarı rüya bu işlem
Sen sağlamasını yap
Hayattan döner her yanlış hesap

Üçle çarp ömrünü
Çocukluk, gençlik ve ihtiyarlık adına
Eşin, çocukların ve kendin için
Sonra beşe böl çarpımı
İstediğini çıkar içinden
İstediğinle topla
İstediğin kadar işlem yap
Bitmez bu hesap
Unutma!!!
Hayatın dört işleminde kural 
Ölüm yutan eleman
Hayaller etkisiz
Mazi hep eksilten bir sayı
Almalı her insan hayatta yaşananlardan
Kendine bir ibret payı
Herkes hesap yapar ama
Zaman da bir hesap yapar
Altüst olur dengeler
Akıbet, perde ardında sır
Sonuç; sıfıroğlu sıfır
Sen uğraşırken bu hay huyla
Zil çaldı bak
İmtihan bitti
Ömür dediğin sanma dipsiz göl
Artık vakit doldu, şimdi öl…
Kapa gözlerini
Dört elif miktarı sus
Gördün mü kağıdın da boş
Yeniden zil çalınca
O zaman uyan
Büyük hesaba koş...

21 Mayıs 2018 Pazartesi

Haydi Abbas, vakit sabah, dur divana...

Haydi Abbas, 
birazcık frene bas
N'oldu hayat yolunda
bunca sene hız yaptın da, 

Bak Abbas,
ya durulursun, 
ya kendini şarampolda bulursun,
tepe taklak olursun...
Allah korusun !

Abbas, 
dur, dur... bas frene
gel sözümü bir kez dinle
biraz durulmayı dene,
Allah büyük de
hadi azıcık da olsa gülümse

Abbas,
Biliyorum kaynıyor için
kocaman bir tandır olmuş yüreğin

Gençsin işte Abbas,
Hormonlarınla gel anlaş
Şöyle uzan bir İzmir'e yavaş yavaş
Kordon boylarında gez dolaş
Ama n'olur bırakma öyle kendini gardaş
Abbas,
Aşkı Mecnûn'a sorma
Onunki başka, onunki ciğer kavurma
Eğer sende de ilâhî rücû ve cazibedârsa
Eyvallah, aliyy'ül â'la

Değilse,
Sen yine de düşme ye'se
Gençsin, haydi hayata bir gülümse

Abbaaas,
Olur bunlar o yaşlarda
Aklın kalır gözde kaşda
Hem bilmez misin
her ilkbaharda
tozutmuyormu kavaklar da
Bak Abbas, söz dinle !
ney boğumlarını üfle
girizgâh yap uşşâk ile
hüzne boğma, hüzzam ile
bâd-ı sabâ estir sabâ ile
Gel karar kıl hicâz ile

Abbas,
biliyorsun değil mi evlâd
Abbas çatık kaşlı demek
Sana aşk gibi gelen acı bir kelek
...
Sen hayatın başındasın
Yirmi yirmibeş yaşındasın
N"olmuş ki kaş çatmaktasın
Yoksa hâlen...neyse Abbas !

Abbas
Su üstüne yazı yazma
Fıtrî ayarını bozma
At bir tokat o günlere
Kapılma sahte güllere
Haydi Abbas 
oldu sabah..
Al bir abdest, dur divana
Aç gönlünü semâlara...

20 Mayıs 2018 Pazar

İmân, san'ata bakış ve el-Musavvir...

Modern hayatın sunduğu konfor
içinde yüzerken insanî taraflarının ufalandığının farkında olamıyor, zamanın büyüsüne kapılıyor ne yazık ki insan.

Duygu Topçu ve Kağan Bağcı
çizerlerinden iki çizim... (*)
San'atçı gözüyle bakıldığında modern hayatın gerçekte eleştirilecek ne çok tirajikomik yanlarının olduğu ve gözümüzden kaçtığının farkına varıyor insan.

San'atçı genel geçer perspektifin dışına çıkabilen, dışından bakabilen, gözden kaçanları görebilen, duyabilen, dile getirebilen ve sergileyebilen bir kişiliğe sahiptir.

San'atçının bilinç altının dışa vurumu toplumu bazen alır bulutların üzerinde gezdirir, bazen dışa kaçmış kişiliklerini içeri taşır yerine oturtur.

Bir şarkı, bir melodi, yahut bir ilâhîde ezgilerin peşine takar insanı san'atçı. Seslendiremediğimiz notaların tercümânı olur, duygu çağlayanlarında çağıldar gönlümüz sayelerinde...

Bir çizgi ile karikatürize eder, eleştiri okuyla onikiden vurur muhatabını, ya da tuvalindeki fırça darbeleri ile renklerin dilinden, yahut bir fotoğraf karesinden bizlere göremediğimizi göstermeye çalışır san'atçı.
Hayatın bir çok cephesiyle gizli kalmış yanlarının dışa vurumu san'at dili ile faş olur.

Bazen kelime içinde saklı sırlı tohum, gönül toprağına atılır; şairin kaleminden.

Nakkaşın elinde nakış olur, ebru olur, hat olur, minyatür olur...

"Sânî" ve "Musavvir" olan yaratıcının lütfudur, bağışıdır san'at, san'atçıya.
Ve insana san'at lisânı ile bir şeyler anlatır daima.
Göremediğimizi göstermeye, duyamadığımızı duyurmaya, okuyamadığımızı okumaya vesile olma çabasındadır san'atçı.
Yâ'ni bir nevi "OKU" maya teşvik eder...

Kimi okuyacağız ?
San'at üzerinden san'atçı bakışını; yaratıcının önümüze serdiği ayrıntıları, güzellikleri okumamız isteniyor.

Kalem, kelâm, renk, çizgi, ölçü, âheng, ses, ritim, senkronizasyon üzerinden ve algı kanallarımızı açarak okuyacağız...

Cenâb-ı Hakk’ın el-Musavvir ism-i şerîfi (şekil veren, suretlendiren) san'atçının (farkında olsa da olmasa da) elinden, dilinden, gönlünden de zâhir olur.

Kur'an Allah’ın Musavvir ismi ile ilgili olarak;

"Sizi rahimlerde dilediği gibi tasvir eden ve şekillendiren O’dur. Ondan başka ilah yoktur. O azîzdir ve hakîm’dir" (Al-i imran sûresi, 6)

"...ne zaman ki onu tesviye ettim, onu suretlendirdim, beşer insan haline getirip suretlendirdim.."(Sad sûresi, 72)

"...Sizi, suretinizi güzel yaptı, güzel tasvir etti. ve dönüşünüzde O’nadır." (Teğabün sûresi, 3)

"... sizin özel manada suretinizi güzel yaptı, en güzel şekilde yarattı, en güzel şekilde tasvir etti" (Mü’min sûresi, 64)

"...Allah O’dur ki O Hâlık’tır yaratandır, sonra Bâri’ dir parçaları bir araya getirir başka bir yaratışla yaratır. Sonra Musavvir’dir tasvir eder suretlendirir." (Haşr sûresi, 24)

Allah yaratınca, suretlendirince en güzel şekilde yaratır, en güzel sureti verir. İnsan verilen o güzel sureti  kirletirse, o manevi güzelliklerden kendi kendini mahrum etmiş olur.

Her şeyin "Bir" şeyi anlattığını müdrik olacağız...

Eseri görürken "Müessir"in farkında olanlara ne mutlu...
__________
*)http://www.artfulliving.com.tr/ sanat/ takip-etmeniz-gereken-12-illustrator-i-5342

19 Mayıs 2018 Cumartesi

Sende yazmış sırr-ı "Sânî".../Halit Yıldırım

Ol denilen yerde doğdun, baktığın hu gördüğün hu
Bir nefeslik ömre sığdın, aldığın hu verdiğin hu

Bir ummanı aşka düştün, mecnûn oldun çöller aştın
Bildiğin düz yolda şaştın, koştuğun hu durduğun hu

Yüce kattan gelse ferman, madde mana olur harman
Dertlerine bulsan derman, bulduğun hu sorduğun hu

Gönül benzer dertli neye, O da hasret kaldı suya
Yaralara merhem diye, sardığın hu sürdüğün hu

Gönül deyip geçme sakın, sana uzak Hakk'a yakın
Gülistandır iyi bakın, durduğun hu derdiğin hu

İnsan isen oku seni, âlem sende gizli yani
Sende yazmış sırr-ı "Sânî", gittiğin hu vardığın hu

Kalkar hicap çıkar mana, ayan olur her sır sana
Sen bir yana öz bir yana, saçtığın hu dürdüğün hu

Dünya sana iyi misâl, döne döne bulur visal
İster düş de ister masal, sandığın hu kurduğun hu

Gurbettesin gurbettesin, makamına hasrettesin
Bir devran-ı fetrettesin, vardığın hu erdiğin hu

Deme sakın ha sana ne, ecel gelir ol hânene
Nâdim olup şu sinene, bastığın hu vurduğun hu

Hannâs:Şeytan, isyan ve inķâr ahlâkı...


Akıl, yaratılışı gereği dur durak bilmeden sürekli çalışır üretir,  gâh düşünceye takılır gâh hayallere, bir dem olur mazidedir bir dem olur âtîde.

Şeytanın en kolay tasarruf edebildiği mevhumlara veya mefhumlara gark olabilendir akıl...gördüğü, okuduğu, düşlediği, geçmiş yahut geleceğe dair şeylere "menfi" yaklaşımlar, "isyan ve inķâr ahlâkı"na temayüller, ego tarafından şeytana ipotek edilmiş aklın ipuçlarıdır...

Spektrumun solu böyle.

Sağına geçmek için "müsbet" yaklaşımlar gerekir, "hamd ahlâkı"na, şikayeti terk etmeye, razı olmaya "besmele, hamdele ve salvele" ye
(Bismillahirrahmanirrahîm. Elhamdulillahi rabbil alemîn. Vessalatu ve’sselamu ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn ) yöneliş, ipoteği kaldırmak için; hür, selim ve kâmil aklın galebe çalması için mutlak gerekliliktir.

Şeytanın tuzağından ve akla tahakkümünden kurtulmanın reçetesi; aklı, menfiliğin tefelluc halinden çıkararak müsbete erdirmek, anarşi halini lağv etmekten geçer.

Menfiyi müsbete tahvile gelince:
Tefekkür; gafleti izâle eder, tezekkür; müzekki-i nefs (nefsi temizlemek), teşekkür; "münkir'in ni'met" i izâle eder:
Buna sabahın seherinde bir terkib ile başlayıp, sabah ve akşam olmak üzere iki terkibe çıkmak, "hannâs" ın tasfiyesi, mevhumların tahliyesi için başlangıç olarak yeterli olsa gerek.

Mevlâna derki: “Şeytanı görmedinse kendini gör !

Şeytanın kendisi bir cesed ile görülmez. Nas sûresinde bahsi geçen “Hannâs” olan şeytanın, hem cinlerden, hem de insanlardan olduğunu dikkat çeker.

Hannâs, kirpi gibi kâh başını çıkaran, kâh büzülen anlamındadır. Şeytanın kalbe saldırması buna benzemektedir.” der Mevlâna.

Evham, yâ'ni olmayacak bir şeyi olur zannı ile takmak, bir diğer ifade ile takıntı, hannâs kaynaklı, Kur'an ahlâkına muhalif yaşamanın sebep olduğu batınî bir maraz olsa gerek.

Takıntılar(*), boş durması muhal olan aklın, fıtrata münasip iştigalinin hannâs kaynaklı kayış atması sonrası, ham hayal ve evhamlarla meşguliyetidir.

Hannâs, hunus eden yani Allah’ı anmaktan uzak duran kimse demektir.

Hannâs sıfatı, şeytana ait olup vesvese ve evhamlarıyla insanın aklını ve fikrini boş şeylerle meşgul eder. Allah anıldığında kaçar, fırsat buldukça yine musallat olur.

Allah’a sığınan,  nefs ve şeytandan firar etmeyi imân ve iradesi ile başarabilen kimse, hannâsa takılmaz, mevhumları takmaz vesselâm.

__________
(*)"Takıntı:
OKB (Obsesif-kompülsif bozukluk), uzmanlarınca özetle şöyle ifade ediliyor: insanları düşünce ve davranışlar döngüsüne ve tekrarlara tutuklu hale getiren, kontrol edilemeyen ve stres yaratan düşünce, korku veya görüntüler (obsesyon) nedeniyle huzursuzlukla seyreden bir hastalık.
Bunun sonucu ortaya çıkan anksiyete bazı kalıp düşünce ya da davranışları acilen uygulama ihtiyacına (kompülsiyon) neden olur. Takıntı haline gelen düşünceleri önlemek ya da akıldan uzaklaştırmak için başvurulan, sürekli tekrarlanan sayı dizileri gibi."

18 Mayıs 2018 Cuma

Kırk yama, kırk dost..


Kırk yama ile yamandı nefsim
Söktüm olmadı diktim olmadı 
Yırtık pırtık gezdirdim durdum
Ölçtüm olmadı biçtim olmadı

Bin niyet ettim yamalamaya
Düştüm yollara vardım ellere
Çürük ip, kırık iğne bulmaya
Bin bir parça yamalık almaya
Söyleyip dilenip avuç açmaya
dilim de yetmedi elim de varmadı

Dua ettim dedim ki; çok şükür
Ey nefeslerin ve nefsin sahibi
Kırk yamalı kırık bir nefsim oldu da
Bu dünyada, dünyalık ne kırk dostum
ne de kırık dostum olmadı
Üstümdeki kırk yamaya baktı hepsi de
Dudak büktüler çekip gittiler.
Gönlüme giren de olmadı
Gönül haziresindeki hazineyi
Bilen de gören de soran da olmadı...

17 Mayıs 2018 Perşembe

Kim bilir hangi dost kabrimi yoklar.../Halit Yıldırım

Âkıbet demişler sona, bilinmez. 
Bir perde ardında saklıdır bekler. 
Dikilmiş perdeye meraklı gözler, 
Kim bilir ki yarın ne görecekler? 

Yol alır dünyada ömür araban 
Esersin yağarsın sen de bir zaman 
Her şey tıkırında sandığın bir an 
Düzenin bozulur ansızın tekler 

Bekleyiş sonsuz bir ufuk misâli, 
Yaklaştıkça kaçar hemen hayâli, 
Bir tohum gibidir dünyanın hâli, 
Tohum çatlamadan açmaz çiçekler. 

Dünya şarkı söyler gitme kal gibi 
Mala, mülke, sonsuz zevke dal gibi 
Örter çirkinliği gece şal gibi 
Karanlıklar hangi günâhı saklar. 

Yıllar, saçlarımı ağartan yıllar, 
Sizin eseriniz alnımda yollar, 
Avutmuyor beni yalancı fallar, 
Her zaman umudu umuda ekler. 

Doğru tek, değişmez, değişse zaman, 
Saatler tak diye durduğu bir an, 
Dağılır âtîye çöken bu duman, 
Fallar susar dile gelir gerçekler. 

Âkıbet olur ya hayır ya da şer 
İçimde hep o ses bana şöyle der: 
Gelince sorular ikişer üçer 
Sevabım cürmümü ne kadar aklar?... 

Dostlar beni kara toprağa gömer 
Gelir börtü böcek cismimi emer 
Muazzeb ruhum bir Fâtiha umar 
Kim bilir hangi dost kabrimi yoklar.... 

16 Mayıs 2018 Çarşamba

Gönül tahtı nedir biliyor musun ?

Ey insan,
Gönül tahtı nedir biliyor musun ?

Yoksa tahtını dünya tahterevallisinde mi kurdun, bir aşağı bir yukarı.

Tahterevalliye bir sen sığarsın bir de rakibin. Bilek güreşi yapar gibi güreşirsin. Bir kalkarsın bir inersin; bir yükselirsin başın göğe erer, bir alçalırsın toprakla bir...
"Gâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi
Gâh inerim yeryüzüne seyreder âlem beni" dersin Seyyid Nesîmî gibi, belkide ne dediğini bilmeden bindiğin tahterevallide.

Gönül bir büyük şehir ki manâsı çok derin, misâfiri çok "Ekâbir". Misâfir için her dem pâk tutulası gönlün tahtı ise zümrüd, zeberced, elmas ve daha nice mücevherât ile süslü.

O gönül ki, engin deryâ, sırlı ayna... o gönül ki; tevhîde mahya, hakîkate ayna..

Gönlü müşevveş (karışık)lıktan âzâde kıl ki, cân cânânı bilsin ve bulsun.
O zaman baş gözünle halkı, gönül gözüyle Hâlık'ı görürsün.

Gönül gözü kör olanın gönülden haberi olur mu ?

Gönül bir bahçe ki, orada ilim nehri ile sulanan ma'rifet meyveleri yetişir. Onlar dostlara ikrâm edilir.
Amma ve lâkin, o münbit toprakta ayrık otlarını da her dâîm ayıklamak gerekir.

Hâni gönül kuşu tabîri vardır. Uçurur şâir.
Gönül kuşa benzer, uçar daldan dala, ancak rotası hiç ve aslâ şaşmaz. Zira gönül, gönlün sahibi iledir, O'na tahsis olunmuştur.

Tevhîd tacı gönül tahtında bulunur, başka yerde; akılda, fikirde, dışarda değildir.

Gönül; hoşu da, boşu da bilir. Gönlün hükmü ise dil olur dillenir. Gönülde olan söylenir.

Gönül kâinatın "Mâlik"inin gözetleme burcudur.

Gönül ariflerin seyahatnâme yazdıkları Padişah yurdudur.

Arifler cahile seyahat notlarını aktarırlar idrakleri ölçüsünce.
"Her şey bir şeydir, Cahil hiç bir şey değildir" buyurur Fahr-i Kâinât(s.a.v).
Cahil bilgisi olmayan değil, kendi özünü, hakîkatını bilmeyendir.

Gönül mü'minde Kâbe mesabesindedir. Gönülde aşk ile yüzüstü sürünerek tavaf edilir. İhram giymeden olmaz tabiki...âşığın ihramı Hakk'ı batıldan ayırmaktır...
Sonra gönül Kâbesinden taşlar toplanıp Batn-ı Arafat'taki gibi atılmalıdır. O atılan taşlar ki; her tür evham, vesvese, şeytânî dürtü, duygu ve düşüncelerdir. Fikir yolağında Sefa ve Merve gidiş gelişleri günâhlardan pişmanlık ve Hakk'a sığınma gidişleri olsa gerektir.

Gönül çerağınının aydınlığı "göklerin ve yerin nûru Allah"dandır (*)

Ey insan böyle bir gönül ara, bul ve gönül tahtının dibinden ayrılma, sabit kadem kıl otur.

Ve sen sen ol, aslâ ve kat'â gönül kırma, kırdığın sana göre görebildiğin şişedir, kırdığın şişe olsa da içindeki saçılıp dağılır unutma !

Hakîkat ehli der ki;
"İncinme, incitme"
Her ikisinde de işâret edilen gönüldür değil mi ?

Ve bu bâbda hulâsa-i kelâm,
İbrahim Hakkı Erzurumlu der:

"Cihan bâğında ey âkıl, budur makbûl-i ins ü cin,
Ne kimse senden incinsin, ne sen bir kimseden incin !"

Alvarlı Efe M. Lutfî de der ki:

"Âşık der inci tenden 
İncinme incitenden 
Kemalde noksan imiş 
İncinen incitenden... "

İlk dersi incitmemek, son dersi incinmemek olan mânevî tahsil hayâtı"mızın sürekli olması niyâzıyla...
__________
(*)Nûr sûresi, 35. Âyet: "Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun temsili şudur: Duvarda bir hücre; içinde bir kandil, kandil de bir cam fânûs içinde. Fânûs sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne doğuya, ne de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı, ateş dokunmasa bile neredeyse aydınlatacak (kadar berrak)tır. Nur üstüne nur. Allah, dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah, insanlar için misaller verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir."