Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

30 Nisan 2018 Pazartesi

Berât kandili mübârek ola...

Berât kandili olarak idrâk ettiğimiz Şâban ayının bu mübârek onbeşinci gecesi hakkında; mahlûkatın rızıklarına, ömürlerine, amellerine dâir taraf-ı İlâhîden meleklere tâlimat verildiği hususunda sahih rivâyetler vardır.

"Gelecek bir senenin kudsî çekirdeği hükmünde ve insanın bir yıllık mukadderât programının şekilleneceği "Berât" gecesini idrak etmenin, elli senelik nafile ibadet hükmünde olduğu, mümkün olduğu kadar  mânâsını okuyup düşünerek ahlâkını yaşamaya gayret ettiğimiz Kur'anla, istiğfar ve salâvatla meşgul olarak geçirilmesi gerektiği"nden  bahseder âlimler.

Mübârek ola...

28 Nisan 2018 Cumartesi

Siyah ve beyaz: Ak güller kara güller…

Siyah beyazlı yıllar
Kara ve ak günler...
Mazide kalan günler.

"Gül"den bahsetmiyorum
Kastım "gün"ler
Ak günler, kara günler...

Hem her günümüzde 
ak ile kara iç içe
ardışık, peşpeşe...değil mi?

Hani hafakanlar basar kimi gün
Kalp sıkışmış kafesinde
çırpınan minik bir kuş gibi...
Ardındaki huşu ve huzuru
Nazar değmesin diye saklar gibi
Hem
Her gecenin sabahı yok muydu ?

Ak günler kara günler,
Kara güller ak güller
Siyah ve beyaz...
Rengâreng gülşen de !

Hem 
Beyaz safiyet değil mi ?
Kara da zulmet !

Ey gülşen !
Beyaz güllere yakıştı mı sence,
kara gül ?

Sanki 
gülşene ait değilmiş gibi,
genleriyle oynanmış gibi,
yapay duruyor, naylon gibi,
sizden değilmiş gibi...

Aydınlıkmış beyaz ve karanlık siyah;
biri sevap, ötekisi günah...

Bir gülşenki rengârenk
Özü mü ? 
İki renk !
Siyah ve beyaz,
ak ile kara !
Sükûnet ve kaos.
Rahmet yahut zulmet !

Ak günler, kara günler
Ak güller, kara güller
Hayır hayır
"Geyvenin gülleri" değil
Ak güller ak günlere
Karası karanlığa, öteye

Hem
ben vazomda kara gül olsun
istemem ki !
Zibillikte yetişeni neyleyim...
Ziftin zifiri ile kaplanmışsa
beyaz gül,
neyleyim !

25 Nisan 2018 Çarşamba

Bilimsel çıktıların iyi ve kötü yanları -(1)...


İbn-i Sina der ki;“Bilim ve sanat, itibar görmediği toplumları terk eder

Bilim, herkesin yargılamadan ve sorgulamadan üstünlüğünü kabul ettiği bir olgu... bu açıdan bakılınca bilgi güçtür, kudrettir...

Bilginin üretim mekanizması olan bilim gerçekten üstünlük sağlar mı ?

Mesela;
Atomun parçalanabileceğinin keşfi bu bilgiye sahip olanlara bir üstünlük sağlamadı mı !

Atom fiziği araştırmalarının sonucunda yapılan keşif atom bombası yapmaya sebep olmadı mı ?

Teorik fizikçilerin atom teorisinin ayrıntılı bir şekilde açıklaması, 20.yüzyıl başlarından itibaren başlayan çalışmalar, 1940'ların başlarında atomun içinde hapsolmuş (potansiyel) enerjinin bir bombaya dönüştürülebileceği ve üretilebileceğinin görülmesini sağladı...

40 laboratuarda Einstein ile iki yüzden fazla bilim insanının bir kaç yıllık çalışmaları sonucu geliştirilen ve de sonunda  Japonya'nın Hiroshima ve Nagasaki şehirlerine ilk atom bombası atılmasını, yüzbinlerce insanın bir anda ölümünü hem de eriyip yok olarak ölümünün sebebi  bilim ve bilim adamları değil miydi ?

Bu durum sadece bilimle uğraşanlara mı vebal yükler yoksa onlara destek olup alt yapıyı sağlayanlar, bilim politikalarına yön verenler de bundan sorumlu olurlar mı ?

Bu durumda bilim camiasının; bilimsel çalışmalar için ihtiyaç duyduğu finans/altyapı ve yasal destekler için ülkelerin yönetimine bağlı olarak çalışmalarının gerekliliği sorgulanmalı değil midir ?
Bilim adamlarının çalışmalarının motivasyonunun, vizyon ve/veya misyonunun ülkelerin yahut insanların ihtiyaçlarından bağımsız olduğunu söyleyebilir miyiz ?

Ya da, küresel ölçekte bilimsel/teknolojik gelişmelerin ekosistemlerdeki dengeyi bozarak canlılar ve insan aleyhine tehdit ve risk oluşturduğunu görmezlikten gelebilir miyiz ?

Araştırma sonuçları ve belgeler ile  ispatlanmış bu tehlikeli gidişat karşısında duyarsız kalabilir miyiz ?

Gelecek kuşaklar için de bir tehdit oluşturan bu gelişmeleri ve buna benzer nicelerini görmezden gelebilir miyiz ?

Bilim tarihi, ülkelerin siyasi tarihleri ve insanlık tarihi, yukarıdaki sorulara cevaplar ile dolu.
☆☆☆

Temel bilimler araştırmalarında üretilen bilgilerin teknolojik ürün haline dönüşmesi; tıp, eczacılık gibi alanlarda 20.yüzyıldan itibaren insanoğluna  sağlık alanında ciddi iyileşmeler sağlarken, mühendislik alanındaki araştırmalar da insan hayatına daha çok konfor olarak yansımaktadır.

Zirai araştırmalar kültür bitkileri açısından, yahut zootekni çalışmaları ise hayvan ıslahı açısından, besin kalitesi ve ürün artışı gibi olumlu sonuçları ile insan hayatına doğrudan veya dolaylı yansımaktadır. Ancak ve malesef besin kalitesi ve üretim artışı sadece gelişmiş ülkelere yaramış,  gelişmemiş ülkelerdeki açlık şartlarını ortadan kaldırmamıştır.

Kimya alanındaki gelişmeler ve bunun teknolojik yansımaları modern(!) hayatın konforuna  katkı sağlarken çevre kirliliği yükünü artırması, kanserojen maddelerin su/toprak/havaya salınmasını artırması çevre kirliliği açısından önemli bir sorun olarak insanoğlunun önünde durmaktadır.
DDT denilen böcek öldürücü kimyasalın üretilip yoğun bir şekilde kullanıldığı bir kaç on yılda kanserden ölüm vakaları hızla artmış, 1970'li yıllarda kullanımının yasaklanması cihetine gidilmiş, ülkemizde ise dünyadan on küsür yıl sonra kullanımı yasaklanmıştır.

Ya da fizik, elektronik ve bilgisayar alanında yapılan araştırmaların sonucu olarak hayatımıza giren X-Ray, röntgen, MR, Tomograf cihazları, nükleer tıp (sintigrafi), cep telefonu, baz istasyonu, nükleer enerji reaktörleri( bu reaktörlerde 1kg uranyum U235 izotopunun parçalanması ile meydana gelen enerji 1300 ton kömürün yakılması ile ortaya çıkan enerjiye eşittir, hava kirliliğine sebep olmaz, karbondioksit emisyonu oluşmaz, sera etkisi ve küresel ısınma sebeplerine katkı sağlamaz) birer  ni'met iken insanı radyasyon etkisine maruz bırakmakta...taşıtların çevreye saldığı egzostta bulunan kurşun, yahut uzun yıllar fren balataları için kullanılmış asbest, civardaki canlılara potansiyel zarar oluşturmakta değil mi ?

Bilimsel ve teknolojik gelişmeler ve bunların teknolojik uygulamaları medeniyeti ileri noktalara taşırken, insanlardan insanî olan bir çok şeyleri de alıp götürmekte midir acaba ?...
☆☆☆
Macar asıllı bilim adamı, Dennis Gabor  hem fizikçi  aynı zamanda da elektrik mühendisi...Optik sahada çalışmış olan Gabor hologramın mucidi olarak bilinir, 1971 nobel fizik ödülü’nü almıştır. Gabor; "küçük parçaların bütünü nasıl temsil edebildiği" fikri ile öğrencilerine farklı bir bakış açısı kazandırmaya çalışmıştır.
Gabor'un laser ışınları ile ilgili temel çalışmaları bugün lazeri işaretçi olarak kullanmaya kadar kapılar açmıştır !

Dennis Gabor’un meşhur bir sözü:
 “Geleceği tahmin etmenin en iyi yolu,onu icad etmektir” 

Ey oğul ! Gün birlik günü.../Abdulkerim Erdem

Osmanlı tokadı !
Ey oğul
Az buçuk tarihe bak, 
görürsün sinsi düşmanı..
O zaman da vardı, şimdi olmaz mı; karşında duranı, sırtından vuranı..

Ey oğul
Gün; birlik dirlik günü, oyunu bozmak günü

Ey oğul
Bu topraklar ki, asil millete, bin küsür yıllık vatan
Bir millet ki, kâfire zalime korkusuzca kafa tutan
Tarih yazıyor cesareti, gönüller fetheden imanı, kefensiz yatanı

Ey oğul
Gün; birlik dirlik günü, oyunu bozmak günü

Ey oğul
Dirilmiş Türkiye'den ürküyor kimileri
Sin - pus diyorlar eskiden olduğu gibi
Uyanık kal, oyun büyük, düşmanlar sinsi
Karıştırma planları yapıyor birileri

Ey oğul
Gün; birlik dirlik günü, oyunu bozmak günü

Ey oğul
Etrafında dostun var mı ? şöyle bir bak !
Komşular harap, mazlumlar mülteci, hepsi vatansız aç ve çıplak

Ey oğul
Düşman aç kurtlar gibi tetikte, dalmak için çobansız sürüye
"Bizim (!*) çocuklar" muktedir olsun, eski günler gelsin diye

Ey oğul
Gün; birlik dirlik günü, oyunu bozmak günü
Gün, elini taşın altına koyma günü, gayrete gelip çalışma günü
Gün; düşmana, "okkalı osmanlı tokadı" atma günü !
__________
(*)Ecnebinin, kendi güdümünde olanlara dediği, (bizdenmiş gibi görünen) onların çocukları..

Kefensiz yatan: Şehid

24 Nisan 2018 Salı

Vecizeler, iz düşümler...

Aklı selim ile çık yola, iradeni aklına bağla, gönlünü saf tut...
☆☆☆
Derdi çekene sor, dertlenmeden. O onunla hemhâl olmadan derman bulunmayacak.
☆☆☆
Hüzün dalgalarını nimet bil. 
☆☆☆
Mahsun gönüller bülbül yuvasıdır, karga barındırmaz.
☆☆☆
Hüsnün haseneden gelir, unutma. 
☆☆☆
Hayata danışmadan iş yapma…
☆☆☆
İç güzelliğin iş güzelliğinden belli olur.
☆☆☆
Kokusuna bak insanı anla…
☆☆☆
Herkes gittiği yolun yolcusudur
☆☆☆
Kaygı  iman zayıflığındandır.
☆☆☆
Zamanı var...
Herşeyin zamanı var, bekle neler göresin…
☆☆☆
Lütfu da var kahrı da, sanma ki sen seninlesin…
☆☆☆
İrfanın eksik ise âlim seni neylesin,
dünyada dolaş ta dur, dünya seni eylesin…
☆☆☆
Bugünün yarınlara devredecek bilesin;
marifet istiğfarda günden güne silesin…
☆☆☆
Her an soruver kendine nerdesin kiminlesin !
Unutmaki kendine dost ta düşman da sensin !
Zamanda adın yok ki, sen sade bir ademsin…
__________
Adem:Yokluk, bulunmama, hiçlik

23 Nisan 2018 Pazartesi

Kamu, mühr-i hümâyunu vermiyorsa eğer.../Abdulkerim Erdem


Dünyan bu mu ? kardeşim; 
her şeye muhalefet.
Eğriye muhalefet, 
doğruya muhalefet...

Muktedir olamadın 
bunca yıldır ki: hayret !
Soluklan, kendine bak !
da'va ettiklerindir sebep;
bu, yeter  de artar  gayet !

Çok yazık !
Hırs bineğin ki;
gemi azıya aldı
nihayet...
Hakk'tan yana görünüp 
Olmaz ki, batılla muavenet...

Kamu, 
mühr-i hümâyunu 
sana vermiyor ise şayet;
soluklan, kendine bak !
da'va ettiklerindir sebep;
bu, yeter de artar gayet !

Ey !
Müstevlilerin ağzıyla 
nutuklar atan...

Ey !
Sadr-ı a'zam rüyalarıyla 
her sabah sarhoş kalkan !

Ey na's !
Etme Hakk'a muhalefet,
hakîkate muhalefet.
Aç gözünü seyreyle;
vardır bunda bir hikmet !
Kamu, mühr-i hümâyunu 
Kime veriyor seyret...!

Eskilerde "bizans oyunu"
şimdilerde "anglo-sakson"...
Hilalle haç kavgası bu,
batıla karşı Hakk var...

Ey !
Sadr-ı a'zam rüyalarıyla 
her sabah sarhoş kalkan...
Sen de
aç gözünü seyreyle,
vardır bunda bir hikmet !
Kamu, mühr-i hümâyunu 
Kime veriyor seyret...
__________
Muavenet:Yardım, yardımlaşma, dayanışma
Müstevli: İşgalci
Na's: Uykusu gelen, uykusu bastırmak
Mühr-i hümâyun: Devlet mührü

22 Nisan 2018 Pazar

Hikmet kırıntıları - (5) ..


Akıl düşünme, gönül onaylama merkezidir.
☆☆☆
Hem Allah'a "Ya Mürid" esması ile seslenirsin hem  murâdı terketmezsin a irade hırsızı...
☆☆☆
Acıyı sindirmesi zordur. Karın ağrıtır.
☆☆☆
Allah en sevdiği insanları bile hırpalamıştır. Avamın hırpalanması günahlarının karşılığıdır; enbiya,  evliya ve havvasınki kurbiyyetine göre ve keyfiyetine uygun olan durumu korumak amacına matuftur.
☆☆☆
Eşeğin sıpasına kravat takınca çelebi olur mu ?
☆☆☆
Kravat, makam, kadın, para;
imtihandır dünyaya tapınanlara...
☆☆☆
Zamân/hayat değirmeni ne adamlar öğüttü; krallar, paşalar, zenginler, âlimler, etiketliler, çobanlar...
☆☆☆
Zamân herşeyi, insan yemeği öğütür. Sonunda hepsi bir olur.
☆☆☆
Fakirin fikri ekmek, zengininki semirmek, dervişinki zikretmek, son durakları ne ? Hendek...!
☆☆☆
Malakın gözü samandan başkasını görmez.
☆☆☆
Tadı damağında kaldı da, tada takılıp kaldın işte; damağı, tadı, tadılacağı, kim verdi...
☆☆☆
Pek hoş gelir dünya lezzetleri, tadı damakta kalır da, ya sonra...karşılığı fatura edilir. Tad/tuz bırakmaz insanda. Bazen, keşkelerle ah/vah ile tortulanan mazinin bir anlık lezzeti koca bir ömrü berbat eder
☆☆☆
Düşün ! Nerden geldin nereye gitmektesin...!
☆☆☆
Söyle ! Kim ilesin...?
☆☆☆
Allah seninle, sen kiminlesin ?
☆☆☆
Allah zamân/mekân üstüdür. Allah'a vasıl olmak istiyorsun...sana zamân/mekân kaydı en büyük engel.
☆☆☆
Mü'min odur ki; zamâna, mekâna; dağa, taşa; kurda, kuşa; ateşe, havaya; suya, toprağa; Hak ile var edilene, Hakk'a selâm vermeyi vazife bilir.
☆☆☆
Sen hakka ayna ol, bakan kendini görsün.
☆☆☆
Sıkıntı ve çile, cenneti sırlamıştır
☆☆☆
Görülmeyene gayba iman, görülene ise şahitlik edilir.
☆☆☆
Kendinden/egondan uzaklaş ki Allah'a yakın olasın
☆☆☆
Allah de, sus !

21 Nisan 2018 Cumartesi

Dil lâl, gönül melâl !

Adamcağız yıllarca bel ağrısı çekti, gittiği doktor fıtık demişti, ağrı kesici iğne tedavisi uygulandı, sert yatakta yatmak gibi bütün çareleri denedi..uygulanan tedavi sonucu ilâç allerjisinden olsa gerek adamcağız yan etkilerle boğuştu, bu defa kortizonlu ilâç tedavisi uygulandı, geçecek diye de beyhude bekledi.

Ağrıları iyice şiddetlenip oturup kalkamaz hâle gelince Tıp Fakültesi hastanesine götürüldüğünde ağrılarının her iki kalça kemiklerinden kaynaklandığı ortaya çıktı.

-Her iki bacağına da protez takılması gerekiyor, uygulanan kortizon tedavisi kemik deformasyonuna sebep olmuş olabilir" dedi doktor.

Çarnâçar râzı olundu, yapacak bir şey yoktu, geç kalmıştı.

Önce bir kalçaya, sonra diğerine operasyon yapıldı.

Nekâhet zamânı ağır geçiyor, yürüteç ile
evde hareket edebiliyor, çorabını dahi yardımsız giyemiyordu. Nihâyet koltuk değnekleri ile yürüyebilmeye başlamıştı, uzun süredir gidemediği cum'a namazlarına da artık gidebilecekti.
☆☆☆
Yirmili yaşlardaki oğluna telefon etti
-"Oğlum, neredesin ?"
-"Boy's cafe deyim baba"
-"Cum'a namazına gideceğim, beni camiye bırakıver"
-"Okey baba, ama benzin bitmek üzere"
-"Daha üç gün önce depoyu doldurdum demedin mi ? Camiye götürecek kadar benzin yok mu ?"
-"Götürür de..."
-"Tamam evlâd anladım, yine arkadaşlarınla çok dolaştın, para vereyim beni bırakınca git depoyu doldur"
-"Sağol baba, beş dakikaya evdeyim"
☆☆☆
-"Baba hadi, bana tutun, hah şöylece arka kapıyı açayım…tamam, rahatmısın arka koltukta !"
-"Sağol evlâd, iyi böyle"
☆☆☆
Camiye doğru giderken kavşakta kırmızı ışıkta dururlar, onsekiz ondokuz yaşlarında bir genç kız ön sağ kapıyı açar hızlıca ve koltuğa otururken;
-"Merhaba canııım.."der
Delikanlı bir yandan kaş göz işâreti ile babasının arka koltukta oturduğunu anlatmaya çalışırken;
-"Merhaba, bugün cum'a, camiye gidiyoruz babamla.." der.
-"Haaa, ay pardooon, ben ineyim o zaman" der ve bindiği hızla arabadan iner.
Babası dayanamaz, ve;
-"Oğlum araban ile tanınmışsın artık bakıyorum, kırmızı ışıkta bile boş kalmıyor ön koltuk, bari dâvet etseydin kızı, o da cum'aya gelseydi…"

Bir yandan da kendi kendine söylenmeye devam eder;
-"Oğlum, benim arabayla bu kızla geziyorsun, ananın arabasıyla da başka kızla geziyorsundur, sen…!"
☆☆☆
Aynı günün akşamında...oğlunu telefonla arıyor baba:
-"Evlâd nerdesin ?"
-"Arkadaşın doğum günü partisindeyim baba "
-"Dershâne…!"
-"Aman baba ya ! Bildiğim şeyler, insan anatomisi konusu vardı, ezbere biliyorum !"
-"Biliyordun da beş senedir üniversiteye niye giremedin..."
-"...!"
☆☆☆
Dil lâl, gönül melâl !

Nâil olduğun ni'meti hazmet..

Ey insan ne gariptir ki; korkulacak günden korkmazsın da, korkulmayacak şeyleri derd edersin...!

Ve bil ki; uğruna ömr-ü azîzini hebâ ettiğin "rızk-ı maksum"un ezelde takdir edildi...ne artar ve ne de eksilir...niçin telaş eder, gailesine düşersin !

Erlik odur ki; rızk-ı maksum bolluğunda şükür, darlığında sabır gerekir...!

Geçici olup elde kalmayacaklar için ne çok vakit harcarsın...!

"Her iş O'na döndürülür, Öyle ise O'na ibâdet et, O'na güvenip dayan.."(Hicr suresi, 99)

Her şey O'na dönecekken insan dönmeyecek mi O'na ?

"Allah kuluna kâfî değil mi ?"(Zümer suresi, 36)

Allah(c.c)'tan gayrıdan yardım beklemek ve güvenmek, sebeblerden bilmek münafığın şânındandır.
Bir bilsen Hakk'sız lık ne büyük cezâ...kurbet ve vuslat mahrûmu olmak en büyük belâ...huzurdan mahrûm olmak ne büyük mahcubiyet...zâhir âlemin zevkleriyle meşguliyet ne büyük hüsrân..."esbâb-ı Rızâ"yı terk ne mühim kaza..

Mağrur isen mahrumsun unutma !

Nâil olduğun ni'meti hazmet, her dâim şükret !

__________
Rızk-ı maksum: Allah(c.c)'ın ezelde takdir ve taksim ettiği rızık
Kurbet:Yakınlık
Vuslat: Kavuşmak, erişmek
Esbâb-ı Rızâ:Râzı olmaya götürecek sebepler
Mağrur:Kibirli

20 Nisan 2018 Cuma

Nûr-i Hudâ'ya bak ey gönül...

Nûr suresi âyet 35*
Ey gönül, âşk-ı Habîb'e mi düştü yolun
Söyle; yoksa, Tûfân-ı Nûh'a mı şahid oldun

Tutuştun külhân gibi, mahva uğramış gibi
Nûr-i Hudâ'ya bakan, Tûr daki Mûsâ gibi

Söyle, Hüsn-i Cemâl' i mi seyre koyuldun
Yoksa isyan ettin huzurdan mı kovuldun

Gözyaşların; sanki, bîçare âşıklar gibi 
Âh etme bülbül gibi, firarî "Hüd Hüd" gibi

Hakk'a Arz eyle hâlini,  "An"da mahveyle özünü 
Yabana atma sözümü, örtme gönlünün gözünü

Dalgalanıp durma öyle deryâlar gibi
Susuzlukta kurumuşsun sahralar gibi

"Bağ-ı cihân"ı Bir eyle, "serseri"ni has kul eyle
Dudak büküp bakma öyle...Bir'i oku Bir'i söyle...
____________________
*Nûr, 35. Ayet:
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun temsili şudur: Duvarda bir hücre; içinde bir kandil, kandil de bir cam fânûs içinde. Fânûs sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne doğuya, ne de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı, ateş dokunmasa bile neredeyse aydınlatacak (kadar berrak)tır. Nur üstüne nur. Allah, dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah, insanlar için misaller verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.
☆☆☆
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allâhu nûrus semâvâti vel ard(ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâhun, el mısbâhu fî zucâcetin, ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durriyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâsi, vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun).

19 Nisan 2018 Perşembe

Bir "Behlül Dânâ" hikâyesi, kıssadan hisse...

Meşhûr halîfe Hârûn Reşîd devrinde yaşamış "Ukalâ-yı mecânîn"(meczup)in en meşhûrlarından birisi, Behlûl Dânâ...
Dânâ; bilgili, bilen, malûmatlı, âlim mânâsındadır.

Behlûl-i Dânâ adıyla şöhret bulmuş bu  Hak ve hakikat âşığının asıl ismi Vüheyb bin Ömer Sayrâfî’dir.

Behlûl Kûfe'li olup ömrünün çoğunu Bağdât’ta geçirmiş, miladî 805'de Bağdât’ta vefât etmiştir.

İlâhî bir cezbeye tutuldukdan sonra acâib bir hâle bürünmüş, sözleri nükteli, davranışları mürşidâne bir hâl almışdır...

Menkıbelere göre, mezarlıklarda ve harâbelerde dolaşır, yalnızlığı sever, zaman zaman çocukların maskarası olur, onlar tarafından taşlanır, ama bunları hep hoş karşılarmış...

Behlûl Dânâ, Hârûn Reşîd’in musâhibi ya'ni nedîmi birisidir. Halîfe Hârûn Reşîd’e gerçekleri hiç çekinmeden söylediği, bu kudretli hükümdârın hatâlarını hiç korkmadan yüzüne vurarak onu irşâd ettiği, rivâyet edilir...

Behlül Dânâ'nın meşhur bir hikâyesi toplumsal huzur açısından ders verir niteliktedir...

"Her koyun kendi bacağından asılır" hikâyesine kulak verelim:

Behlûl Dânâ, çarşıda, pazarda halk içinde dolaşırken insanlara nasihat eder, yanlış hareketlerden sakındırmak için onları ikaz etmekten geri durmaz... ikazları da insanlara dokunur, egoları incinirmiş...

Doğru yolu göstermek, doğruluğa davet etmek için söylediği sözlerden rahatsız olan birileri, bir defasında Hârûn Reşîd’e Behlül Dânâ'yı şikâyete giderler:

-“Sultanım, yaptıklarımız onu ilgilendirmese de, Behlûl Dânâ bizim olur olmaz her şeyimize karışıyor,  söyleseniz de bizi kendi hâlimize bıraksa, ikaz edip durmasa. Hem sonra her koyun kendi bacağından asılır...
...
Bu minval şikâyetlerin artması üzerine Hârûn Reşîd, Behlûl Dânâ’yı çağırtıp halkın onun davranışlarından şikayet ettiklerini, onları kendi hâllerine bırakmasını, hatâlarını görmezlikten gelmesini tembihler.
Behlûl Dânâ hiç sesini çıkarmadan dinler, görüşme bitince usulca sarayı terk eder.

Aradan bir süre geçtikten sonra bir gün Behlûl Dânâ bir kaç koyun alır, keser, yüzer ve koyunları bacaklarından çarşı-pazardaki ağaçlara asar.

Bunu gören ahâlî:

-“Deli Behlûl işte, bundan başka ne beklenir, yaptığı işler hiç akıllıca olmadıki zaten !” der güler geçerler.

Hârûn Reşîd'in, Behlûl Dânâ’ya sahip çıkmasından çekindikleri için de asılan koyunları ağaçtan indiremezler.

Aradan bir kaç gün geçer, ağaçlara asılan hayvanlar kokuşmaya başlar, giderek bozulan etlerin kokusundan çarşı-pazarda durulamaz olur, daha önce şikâyetçi olanlar yine Hârûn Reşîd’e gider olanları ayrıntısı ile arz ederler:

-“Sultanım ! Behlûl bir kaç koyun kesip yüzdü, ağaçlara asıp gitti, etler bu sıcak havada kokuştu, kokusundan duramıyoruz, müşteriler de çarşıya gelemez oldular. Biz indirmekten çekindik, söyleseniz de, astığı yerlerden kaldırsa!
...
Bunun üzerine Hârûn Reşîd;

-"Behlûl’ü bulun bana getirin, ahâlîyi rahatsız edecek işler yapmış yine" diyerek maiyyetine talimat verir...

Behlûl'ü bulup getirirler, Hârûn Reşîd:

-“Ey Behlûl ! Koyunlar kesip ağaçlara asmışsın, kaç gündür astığın koyunların kokusundan halk çok rahatsızmış. Sebebi nedir, neden böyle bir şey yaptın ?

Behlül Dânâ:

Ey mü’minlerin emîri! Ben kötü bir şey yapmadım ki ! Geçen görüşmemizde beni şikâyet edenlerin 'her koyun kendi bacağından asılır' demesi üzerine ben de her koyunu kendi bacağından astım işte, demek ki, her koyun kendi bacağından asılsa da bir süre sonra kokusu etrafı rahatsız ediyor, herkese zarar veriyormuş.
Bir kötünün/kötülüğün zararı demek ki sadece kişinin kendine olmuyor, herkes zarar görüyormuş. Onlara bunu anlatmak içi in yaptım, herhâlde anlamışlardır !” der.
☆☆☆
Kur'an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerden bir kaçı şöyle:
"Fakat insanları sapıtanlar, sapıklıkta önder olanlar, kendi günahlarını yüklendikleri gibi sapıttırdıklarının günahlarını da yüklenirler" (Nahl suresi, 25)

"Kendinizi ve aile efradınızı Cehennem ateşinden koruyunuz" (Tahrim suresi, 6).
Aşağıdaki Hadis-i şeriflerde de buna dikkat çekilmektedir:
"Dinde iyi bir çığır açana, bunun sevabı ile bununla amel edenlerin sevabı verilir, o çığırda-o yolda- gidenlerin sevabından da hiçbir şey eksilmez. Dinde kötü bir çığır açana da, bunun günahı ile, bununla amel edenlerin günahı verilir, o kötü yolda gidenlerin günahından da hiçbir şey eksilmez"

"Emr-i marufu(iyiliği emretmek) bırakırsanız, Allahü teâlâ, en kötünüzü başınıza musallat eder ve dualarınızı kabul etmez"(Hadis-i şerif)
☆☆☆
Her devirde (Dânâ eksikliğinden olsa gerek), alavere dalavere, ahbab çavuş ilişkisi, yahut sloganist aidiyetler ile hak etmeden bir yerlere gelen, verilen payeleri üstünde taşıyamayan, kültürü ve irfanı, "sloganist taraftar"dan öte fikri olmayan, liyakat yoksunu makam-mevki sahipleri olmuştur ki; bu tipolojideki artışın sebebi ise daha çok eğitim(ci) eksikliği/yetersizliğinden kaynaklanmaktadır.

Çaresi, "Ukala-i menâfi"(aklını sadece menfaatleri için kullanan) nin yetişme ortamlarının ıslâh edilmesindedir. Çünkü bunların zararı faydasından çoktur.
☆☆☆
Tamahkâr ve çıkarcıların çoğaldığı toplumlarda zaafiyet artar...gelecek dumura uğrar,  "insaniyet" hebâ olur.
Ve;
Bir toplumda Dânâ yetersizliği/eksikliği varsa;  o toplumda kültür, bilim, ilim/irfan, münevver kıtlığı vardır. Kütüphânelerde in cin top oynar, kitabevlerinde kitaplar öksüz kalır...
☆☆☆
Bir memlekette dana çok ise; çarşılarında et, süt ve süt ürünleri bolluğu vardır,  sofra kültürü çok gelişmiştir, "mera" larında ise danalar sürüsüyle otlar...!
Elin kiri...!

18 Nisan 2018 Çarşamba

"Ulu çınar"ları ki, tarihe şahit...

Yeşilırmak,
arnavut kaldırımlı
parke taşlı sokaklar,
cumbalı evler,
kafesli pencereler,
buram buram  Anadolu
...ve
tarihe şâhidlikler !

Isıtmış,
taşların soğuk yüzünü
ahşabın sıcağı,
beyaz badanalı evlerde,
betonlaşmaya inat !
....ve
"Teyfik hafız" sokağı

Yeşilırmağın
sükûn bulmuş akması.
Şehzâde ruhlarının
şehri sarması...
Sokak lambasının
sarı hüzmesi...
Ne hoştur bu sokakta
akşam gezmesi
...ve
Şairlere ilhâm vermesi !

Bir şehir ki;
şehzâdeye mülk olmuş,
dadıları, lâlaları,
paşaları bol olmuş,
...
kayaları oymuş da Ferhad,
Şirin'e yol bulmuş,
pirlere velîlere
...ve
âlimlere yurt olmuş

Ali kayasından
esen rüzgârlar,
insana;
tarihî menkîbeler fısıldar...
'Kaya mezar'larda
bir sürü lahit
...ve
"Ulu çınar"ları ki, Amasya'nın;
hem tarihe, hem bir devre, hem sancağa şahit !

17 Nisan 2018 Salı

Zerresi mübârektir...


Be hey mübârek !
Şehidin akan kanı
Âlimin mürekkebi
Mücâhidlerin teri
Muttakinin gözyaşı
Mübârektir, mübârek !
☆☆☆
Be hey mübârek !
Mazlumun bedduası
Muhtaçların duası
Yetimi sevindirmek
Çıplakları giydirmek
Mübârektir, mübârek !
☆☆☆
Be hey mübârek !
Âşıkların nefesi
Arifin kelimesi
Azîzlerin hânesi
Buğdayın bir tanesi
Mübârektir, mübârek !
☆☆☆
Be hey mübârek !
Mü'minin son nefesi
Hasenât semeresi
Allah diyenin sesi
Dolu kevser kâsesi
Mübârektir, mübârek !

16 Nisan 2018 Pazartesi

Hikmet kırıntıları -(4)


Eyvallah ama O'ndan gelene. Senin egona eyvallahımız yok, boşuna kibirlenmeyesin.
☆☆☆
Hakdan bîhaber, halktan bîhaber, kendinden bîhabersin böyle. İnsandan farkın ne, söyle...
☆☆☆
Kullukta rakibin şeytan olsun.
☆☆☆
Şeytanla aynı takımda oynama sakın.
☆☆☆
Nefsini hoş tutan şeytanı sevindirir.
☆☆☆
Bayrama eriştin de O'na eriştin mi ey abdal.
☆☆☆
Her an âyetlerle iç içesiniz, etrafınızda âyetler var görmezmisiniz...
☆☆☆
Çare hatırlamaktır. Unutmak nâr'a hatırlamak nûr'a garkeder.
☆☆☆
İkrâm edileni edenden daha çok seviyorsanız, bir daha düşünün.
☆☆☆
Habil ile Kabil'in kavgası kalp ile nefsin kavgasıdır. Kalp doğruya nefs eğriye cezbeder.
☆☆☆
Aşk menfaatsiz vermektir. Akıl menfaati için verir.
☆☆☆
Sadece akıl ve mükellefiyetle vasıl olunmaz, aşk gereklidir. Sadece aşk ile ve mükellefiyetleri boşlayarak ta olmaz.
☆☆☆
Eşeğe hikmetten bahsedilmez, onun gözü ahırda ve samanda.
☆☆☆
Gevezenin duygu ve düşünce aleminde kuluçkaya yatırdığı yumurtalardan çıkan civciv bu. Tavus kuşu karga yumurtasına kuluçkaya yatmış, yumurtasından karga çıkmış.
☆☆☆
Aman ha ! Kuzu postuna bürünmüş kurttur nefs.  Adam kılıklıların Kâkül-ü gülberlerine göz ucuyla bile dokunma, kurtcuk olduğunu gösteriverir.
☆☆☆
Papağan âlimin laf ebesi talebeleri olur.
☆☆☆
Ahmak fakirden, aptal dosttan, kibirli zenginden, nefsini put edinenden, ilmini parayla satan âlimden, makamın şehvetine yenik düşenden kaç...
☆☆☆
Sulayacaksan meyveli ağacı sula, dikeni sulayıp büyütme, gün olur eline batar.
☆☆☆
Titri/etiketi kendinden önce gidene yaklaşma.
☆☆☆
Manevî kalp ruhun merkezidir ve hakikata âşinâdır. Ancak üstü masivayla örtülüdür. Masiva örtüsünü kaldırmazsan hakikatle yüzleşmen mümkün mü ?
☆☆☆
Öfke hâli kalpte ortaya çıkar, ancak aklı iptal eder.
☆☆☆
Kalbin hakikata dair bilgiye ulaşması aklın felsefeyi terketmesinden sonra gerçekleşir.
☆☆☆
Aklı kül ile aklı cüzün buluşma yeri gönüldür.
☆☆☆
Talebenin biri hocasının Ceketini/paltosunu tutmak için çok hevesli... Bir gün fırsat bulan talebe öne atılınca hocası: 
-"Evlâdım paltomu tutacağına sözümü tut..."

15 Nisan 2018 Pazar

Ömr-ü azîzin kadr-ü kıymeti...

Ey adem,
ni'metin,
nikbet olmasın sana...
Ve ibtilâ ve musîbet,
hakikatte
hicabtır unutma...

Varlık vehmi, ucb ve kibir ki;
Ya haseb, ya neseb,
ya ibâdât-tâat, ya ilimden...
Rütbe-i vesvasa itibar etme...

Ey giriftâr-ı gaflet
Ey musîbetle tâlân olan
Sakın ha,
gazab-ı ilâhîye göz kırpma
maâz-Allah
Celâl-i İlâhî 
fevarân ederse,
kıyâmetin kâim olur !

Ey adem,
Unutma ki, mânâdan bîhaber olan 
bînasib olur...

Ey 'Âdem' oğlu 
"adem" olduğunu,
ademiyyeti unutma !

Yalnız Hakk'ın kulu ol !
Kul odur ki; 
Hem "Usr"da, 
hem "Yüsr"da kazanır...

Ve ey âdem,
Ömr-ü azîzin kadr-ü kıymetini bil !
 __________
Adem(iyyet): Yokluk, olmama, bulunmama, fani/lik.
Âdem: Yaratılan ilk insan, Hz. Âdem (a.s)
Nikbe(t):Felâket, musîbet, düşkünlük, zarar veren, eziyet veren
Usr: Güçlük, zorluk, zor iş, sıkıntı, darlık, kıtlık (İnşirah suresinde geçer.)
Yüsr (Yüsür): Kolaylık, genişlik, rahatlık, zenginlik, gına, refah. (İnşirah suresinde geçer.)

14 Nisan 2018 Cumartesi

Okuyucularımıza mektup: Teşekkür...

Saygı değer okuyucular,
Yayın hayatına 15 Ağustos 2017 tarihinde internet ortamında "blog" olarak başlayan "Nefes ve Kelâm"  e-dergisi, okumaya kıymet veren siz dostlarımız sayesinde 5 kıtada ve 76 ülkede takip edilen bir yayın organı olmuştur. Blogda yer alan haritada blog takipçilerinin bulunduğu ülkeler gösterilmiştir.
8 aylık yayın hayatında e-dergimizin, ortalama günlük okunma sayısı 280 civarında seyretmiştir.

Düşünce, fikir, kültür, san'at ve edebiyat, bilim kategorilerinde yazıların yer aldığı blogumuzda ilk 4 ayda yayınlanan yazılar "Bir Nefes, bir kelâm, bir kitap" (linki tıklayarak kitabın PDF'sini indirebilirsiniz) başlığı ile kitaplaştırılmış, 300 adet olarak basılmış ve ücretsiz olarak dağıtılmıştır.

Daha sonra yayınlanan yazıların bir kısmı ise kitaplaştırılmak üzere dizgi aşamasındadır ve mümkün olan en kısa zamanda bastırılarak dağıtımı yapılacaktır inşâ'Allah...
"İlmin zekâtı bilginin paylaşımından geçer" bakış açısıyla çıktığımız yayıncılık yolunda millî ve manevî bir çerçeve temel politikamızdır.

Ayrıştırıcı değil birleştirici, rakip değil ekip olmak, güzel ahlâk ve iyi insan tipolojisini modellemek anlayışı temel hayat felsefemizdir.

Geniş mânâda dünyanın, dar mânâda yakın çevrenin yaşanabilir kılınması; erdemli-güzel ahlâk sahibi, nezaket ve nezafet sahibi, naif, dosdoğru, özü-sözü bir, hak ve hukuka azami dikkat eden, ilmi donanımı olan insanı, aile/komşu/mahalle/ millet dairelerinde görmek en büyük dileğimiz...

Bu çerçevede ahlâkî yozlaşmaya, "ben ahlâkı"na dikkat çekmek, dünyaya ilim ve fikir penceresinden
bakış açısı, tefekkür etmek, hakikat ve hikmetin önemini öne çıkarmak, irfan sahipleri ve ilim erbabının; evreni, içindekileri, dünyayı, insanı nasıl algıladıkları....gibi konular bazen şiirsel bir anlatım dili ile, bazen hikâye edilerek yahut felsefesi yapılarak, ya da popüler bilim çerçevesinde işlenmeye çalışılmıştır.

Yayınlanan yazılarımız hakkında farklı sosyal kesimlerden ve yaş gruplarından, akademya mensubu dostlarımızdan çok sayıda müsbet/ pozitif geri bildirim ve dua almak bizleri ziyadesiyle memnun etmiştir.

İnsanın talebeliği son nefese kadar devam eder. Dünya hayatında da en son öğrenilecek bilgi Azrail (a.s.)'ı tanımak/ bilmek olacaktır, hoca olsak da talebeliğimizi son nefese kadar sürdürme niyetindeyiz...

Öğrenmeye, öğrendiklerimizi paylaşmaya devam inşâ'Allah.

Sosyal medyada gruplar kurarak değerlerimizin korunmasına, bu konuda paylaşıma vesile olan bilgi-iletişim platformu yöneticileri ve üyelerine de teşekkür ediyoruz.
Sosyal medyayı başka(!) amaçlarla değil pozitif yönde kullanmak ve bilgi-ötesi çağda insanımıza ulaşmak çabasında olanlara destek vermeliyiz.
Anne-babanın evlâdını eskiden olduğu gibi sokakta değil sosyal medyada bulabildiği bir devirdeyiz. Sosyal medyanın yoğun kullanıcısı insana, bu mecrâlarda ulaşmalı ve iletişim kurabilmeliyiz.

Akademyada üretilen bilginin kapalı devre olmaktan çıkarılarak; konferans, panel, medya ve internet yayın organları yoluyla toplum katmanlarına, mesleğe özgü terminolojiden arındırılmış olarak anlaşılır bir lisan ile aktarılması ve paylaşılmasının gerekli olduğu kanaatindeyiz.

Bu noktada çuvaldızı kendimize batıralım öncelikle...
Bir ilahiyat fakültemizden bir anekdot;

"Aylardan Ramazan, il müftülüğü dekanlıkyan bir yazı ile Ramazan ayı boyunca öğlen ve yatsı namazları öncesinde cami cemaatine eğer mümkün ise va'z vermek üzere akademisyen görevlendirilmesini talep eder.
Durumu bölüm başkanlıklarına bir yazı ile bildirilir...beklenti dinî meselelerin cami cemaatine ilim adamları tarafından bu kutsal ayda aktarılması hususunda öğretim üyelerinin birbiriyle yarışacakları. ...müftülüğün kendilerine ayırdığı 4 cum'a va'azı ve kadir gecesi va'azı dışındaki diğer 55 civarı görevi  dolduracaktı hocalar...takvim ve liste gönderilerek paylaşımların bölümler tarafından talepler doğrultusunda listelenmesi beklenirken, sadece bir dekan yardımcısı ile bir bölüm başkan yardımcısı bir kaç öğlen ve yatsı va'zına talip olmuşlar.

Bunun üzerine dekanlığa gelen bir bölüm başkanı Prof.'a
-"Sayın başkan bölümünüzden va'zlara talip çıkmadı, siz de talip olmamışsınız", diye sormuş dekan
Bölüm başkanı:
-"Sayın dekanım, biz halk tabakası ile, cami cemaati ile uğraşmayız, o imam-hatiplerin işi, biz akademik mahfillerde münazara eder, ilmî münâkaşa yaparız", deyince tepesinden kaynar sular inmişti"...

Ve eğer, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in tebliğ ile ilgili yaklaşımı, Kur'an'ın "iyiliği emrediniz, kötülükten nehyediniz" farîzasını en iyi bilenler olması gerekenler(!)'in içerisinde bu zihniyyet hâkim ise vay halimize !

Tabi eğer karşılığında ücret verilen bir görev olsaydı belki durum çok farklı olur, talep patlaması da yaşanabilirdi diye düşündüm, çünkü biliyorum ki, 75-100 Lira (hafızam yanıltmıyorsa o yıllarda) gibi bir ücreti olan ve 2-4 saat süren ÖSYM yahut açık öğretim sınavlarında "falan hocaya hafta sonu 4 oturum verildi de bana neden 4 yerine 2 oturumda salon başkanlığı veriliyor, il koordinatörü, adil davranmıyor, bu konuda koordinatör ile fakültemiz adına görüşür müsünüz" diye talepler de yine tarafıma iletilmiş idi...

Sırça köşklerde yaşayan, ilmini sadece kendinde mahfuz tutan, bu tip mütekebbir akademya mensupları olduğu müddetçe din bezirgânlarının eline terk edilen bir toplumda tabii ki  "bi'datlar dinî umdelerin yerini alır, ahlâkî yozlaşma alır başını gider".

Tabii ki  bu zihniyet ile halkın ilimden nasiplenmesi beklenemez, cehâlet insanın dünyasına hakim olur,  tefekkür dünyası kısırlaşır, mânâdan uzak ritüeller kişisel yaşantıda öne çıkar, ruhundan uzaklaşılmış şekilci bir yaşantının toplumda, sokaklarımızda görünürlüğü artar...

Kendimizden başlayarak yakın çevre, dünya ve kâinâtı tanıma/bilme, eşyanın hakikatini anlama ve "İNSAN" olma yolculuğumuzda, Allah (c.c.) ilmimizi ve sezgimizi ziyade eylesin duasıyla...okurlarımıza şahsım ve yazarlarımız adına teşekkür ediyor, sevgi ve saygılar sunuyorum.

Editör

13 Nisan 2018 Cuma

Gel ey gönül; asıl sahibine tahsis ol !..


Gel ey
sefil ve bîkarar yaşamakta olan,
Bil ki; bu tercih zâhir ve bâtınen iflâsa
lâyık ve müstehak eder:
...hem nî'met ve hem mün'imden
mahrum eder...

Gel ey gönül;
zıll-i zâile meyil eyleme,
iltifat eyleme.
Sefâhattan halâs olmadan
salâh bulunmaz...

Gel ey tâlip;
lâyık ve vâsıl olmak mı
dilersen ?
Sâde ve fariğ bir kalb ile,
Cevâd ve Kerîm
Rabbü'l âlemine yönel,
ve dahi
tahâret-i bâtın ile ağyardan kesil.

Ey yolcu;
Vücûd-u mevhum ile vâsıl olunmaz
Üns-ü huzûra hicâbtır, hasrettir...
Hem
vahdet-i kal (ehli) ile olma ki;
bu hezeyandır, ziyandır.
Nitekim Furkân'da buyrulur;
Kimki "İnsanî" isti'dâd
ve rûhâniyeti zâyi etmiştir
hayat-ı hayvaniyyeyi tercih etmiştir
ki; onlar "Bel-hüm edall"
-hayvandan da aşağı-dırlar

Ey akıllıyım diyen;
Ma'lum(ât)
men ve meşgul eylemesin seni.
Eğer gönlün
mâ'mur ve münevver olsun ister isen, tezekkür/tefekkürle meşgul ol ki;
"Zübde-i hülâsası
nur-u huzûr olan"ı orada...

Ey ehl-i vukuf olmayı dileyen !
Vâkıf ve vasıl olmaya,
Mevlâ kâfî ve vâfî değil mi ?

Ve unutma ey gönül !
İki (dünya ve ukbâ) korku(su) yahut iki sevgi bir kalbe sığmaz.

Gel ey gönül;
Asıl sahibine tahsis ol !
Salâh bul...

12 Nisan 2018 Perşembe

Hikmet kırıntıları -(3)...

Beyin denilen organ tamı tamına 1 litre su, 160gr yağ, 130gr protein de, ciltler dolduracak bilgileri acaba hangi dairesinde.
☆☆☆
Aklı yönetmek için irfan gereklidir. Menfaate ve öfkeye aklını ipotek edersen o başka.
☆☆☆
Hayat iki ağlama efekti arasındaki sahnelenen bir oyundur...
☆☆☆
İhtiyaçlar hiyerarşisine dikkat !
☆☆☆
Mütefekkir fikir denizinde yüzer, fikir dalgalarıyla boğuşur, dibe dalar ve hikmet incileri toplar.
☆☆☆
Âlim herkesten daha çok güzel ahlâk timsali olmalıdır. Çünkü ilim yanında güzel ahlâk ister.
☆☆☆
Hikmeti şakayla karıştırıp sofraya koy. Herkes ağzının tadına göre lezzet alsın. Kimi şapırdanır, kiminin ağzı burulur, kimi öğürür. Amma hazmı yine de kolaydır. Ruha gıda nefse deva olur.
☆☆☆
Doğrudan söylenen hakikatler sıkıntılandırır, surat astırır, gönül koydurur, dostu uzaklaştırır.
Nasihatin doğrudan olmasın, mevzunun etrafından dolaş, misâlleri kendi üstünden ver, yereceksen önce kendinden başla.
☆☆☆
Nefs aşı tutabilen bir ağaç gibidir. Ya iman aşısı vurulur ya da inkâr aşısı. Birinin meyvesi nûr, diğerinin nâr...
☆☆☆
Küçük balık büyüğünü yutmaya yeltenebilir ancak nasıl hazmedeceğini düşünmez.
☆☆☆
Kağıttan parada olur, mendil de; birini kasada saklarsın, diğerini işi bitince dürüp çöpe atarsın.
☆☆☆
Merkepten bülbül gibi şakımayı bekleme hüsrana uğrarsın. Gül bahçesine girmiş olsa da eşek, anırır.
☆☆☆
Ağzı bozuk olanın gönlünde hikmet olmaz.
☆☆☆
Asıl aradığın aslın... aslını bırakıp astarla uğraşmaktasın...
☆☆☆
Dünyadan geç, ahiretten geç, maldan mülkten makamdan geç, evlâd ü iyâlden geç, ve nihayet kendinden de geç ki özüne erişesin...
☆☆☆
Her gördüğüne aldanma, her duyduğuna inanma, her kaçana hayıflanma, her dâîm önüne bak, sakın ha arkana dönüp bakma, gözü arkada olanlar öteye gözü açık gidiyormuş !
☆☆☆
Para için, paralanma.
Kibrini yen, karalanma.
Sözü sakın, yaralanma.
☆☆☆
Erlik, mağdur edeni mağdur ve mahkum etmemektir.
☆☆☆
Modernliğin sunduğu hayâsızlığa mahkûm sahte hayattan ne anladık ki...hakikât sürgünde, iman askıda, akıl ipotekli.
☆☆☆
Şehvetperest, şeytanperest, güçperest,  imajperest populasyonların yığınlaştığı postmodern bir devirdeki mahlûk...!
☆☆☆
Cehâlet karanlığına alışkın bir toplum, lüzumundan fazla aydın(lığ)a tahammül edemez.
☆☆☆
Nefsine ağır gelene öfkeleniyorsan halen, hamsın ham.
☆☆☆
Yükseliş...
Semâya ancak ayak bastığın yerden yükselebilirsin. Alnını secdeye koydunmu birinci basamaktasın. Boynuna demir halka takılanlardan isen o başka...

11 Nisan 2018 Çarşamba

Kifâyet, basîret, liyâkat, dirâyet...

Makbûl olanı;
İlim adamında kifâyet, 
gönül adamında basîret, 
devlet adamında dirâyet...
Umerâda kabiliyyet.
Üdebâda edebiyyat.
Ukalâda firâset ve ma'kulât.

Olmasın sakın !
"Sabr"ın nihayetsiz
"Hoşgörü"n mesnetsiz
"Tevâzu"n hesapsız
Ve "saf"lığın mi'yârsız...

Uzak durmalı;
Ehliyet mahrûmundan, 
haysiyyet yoksunundan,
liyâkat yoksulundan...

Sokma meclisine;
Şımarık mecnûnu,
ahlâksız meşhuru,
varlığı meş'umu,
ve diplomalı cühelâ âlimi (!),
ve mendebûr sakîli...
__________
Sözlük:

Makbûl:kabul olunmuş, beğenilen, hoş karşılanan; geçer olan

Kifâyet:lüzumlu kadar olmak., yetişmek, bir işe yetecek kadar olmak

Basîret:önden görüş, kalbi seziş/görüş

Dirâyet:zekâ, bilgi; kuvvetli tecrübe sahibi olmak, fetanet; temkin ve tecrübeye dayanan akıl

Umerâ:emirler, beyler, yüksek rütbeli memurlar, yöneticiler

Üdebâ: edîbler, edebiyatla uğraşanlar

Ukalâ: akıllılar, akıllıolanlar. [bizde "ukala dünbeleği"nden kinaye olarak ve müfret şeklinde, bir şey bilmediği halde : "akıllılık, bilmişlik taslayan,akıllı geçinmek isteyen" mânâlarına kullanılır olmuştur]

Firâset:anlayışlılık, çabuk seziş

Ma'kulât: aklın uygun bulduğu, akıl ile bilinen şeyler

Mendebûr: hayırsız, işe yaramaz, aksi, pis

Sakîl: sıkıntılı, can sıkan, çirkin

Meş'um:Kötü, uğursuz, bahtsız

Mi'yâr: ölçü, kimyada ayıraç, bir şeyin hâlislik derecesini anlamaya yarayan âlet

10 Nisan 2018 Salı

Huzur, üns-i Mevlâ ve aşk-u muhabbet...

Âgâh olunuz;
ilâhî adâlet
zerreyi zayî ettirmez...
Fıtrî istîdâdlarını koruyunuz,
onlar size zarar ettirmez...

Çürütmeyiniz;
fıtrî istidâdı muhafaza ediniz,
mahvolmasına yardım etmeyiniz...
Bozulmaya yüz tutmuş ise;
Hakk'a rücû ediniz...

Duâ ediniz;
Übûdiyyetinizin kıymetinin,
duâ ile ölçüldüğünü biliniz,
hem de nedâmet ile duâ ediniz...

Tâ'mir ediniz;
kendinizi sabah akşam tecdîd ediniz...
Günlük hatalarınızı tâ'mir ile
ertesi güne yırtık-pırtık
ve eskimiş girmeyiniz...

Kandil gibi olunuz;
Her dem nûr-u ziyâ ile
aydınlanıp aydınlatınız,
...ilim nehrinden uzaklaşmayınız...
İmanınızı kemâle erdiriniz ki;
Hafif esintide iman kandiliniz sönmesin.
Huzur ve üns-i Mevlâ'ya devam ediniz ki;
Aşk-u muhabbetiniz ziyadeleşsin.

Tevhîd ediniz;
Mahlûkata
kemâliyle merhamet ediniz..
Çünkü menbâ bir, su bir, fakat;
açan çiçekler muhteliftir.

"Tağut"u öğreniniz (*)
Hevâ-heves,vehim,dünyâ(lık), nefs,şeytan...
Her ne ise Cenâb-ı Hakk'dan gayrı olan !

Nefsinizi tanıyınız ki o;
Ne dünyevî ne uhrevî lütufları görmez.
Hep kendinden bilir, cahildir,
nankör, inatçı ve iyilik bilmezdir.

Hakk deyişiniz;
Cân için olsun, nân için olmasın.
Ve;
Cenâb-ı Hakk'a sâdık ve hâlis kul olmaya bakınız.

__________
(*)"Tâğût'tan , ona kulluk etmekten kaçınan ve içtenlikle Allah'a yönelenler  için müjde vardır. O hâlde, kullarımı müjdele !" (Zümer, 17. Ayet)

9 Nisan 2018 Pazartesi

Hırsa dâir: Karınca, Bal arısı ve İnsan...


Tolstoy der ki;
Bir insana işte bu kadar (mezarı kastederek) toprak yeter."
☆☆☆
Yeryüzünde en bol bulunan şeylerden biri toprak...kültürümüzde "aç gözlü"ler için bu sebeple olsa gerek, "gözünü toprak doyursun" tabiri kullanılır.

Zaten kabir denilen çukur içine konan ceset sadece toprakla haşır-neşir olmaz mı ?!

Ve sonunda toprağa karışacak değilmi o doymak bilmez göz !
☆☆☆
Bir bilgeden bir tesbit duymuş idim; yeryüzünde hırsına mağlup olan, biriktiren canlılara üç türü örnek vermişdi; karınca, bal arısı ve insan...
Karınca ilkbahardan itibaren dur-durak bilmeden "karınca gibi çalışarak (!)"
toprak içindeki yuvasına habire besin taşır ve ambar bölümünde depolar, nihayet sonbahar yağmurları başlayınca toprak yüzeyinden akan sularla yuvayı su basar, onca gayretlerin sonucu olarak biriktirdikleri telef olur...yiyemez !
Bal arısı kovanında hummalı bir faaliyet ile petekleri inşâ edenler yanında 800km. uçuş yapan işçi bireyler çiçek çiçek dolaşır usare/nektar ve polen toplar, inşâ edilen peteklere bal ve poleni depolarlar...bir gün bir ayı yahut bir insan kovana gelir ve hepsine el koyar, onca emekler berhevâ olur...arıya yiyeceği kalmaz !

İnsan oğlu günün en az yarısında maişet için, kazanmak, daha çok kazanmak için çabalar, ömür kronometresinin giderek sıfırlanmaya yaklaştığını unutarak sürekli hedef büyütür; ve ölüm gelir, biriktirdikleri mirasyedilere, hesabını vermek ise kendine kalır(1)
☆☆☆
Habire daha çok kazanma, biriktirme duygusu ile nereye kadar...

Konfor mu ?
Tarihe baksaya modern insan, orta halli bir insan bile kanaatimce orta çağ krallarından, sultanlarından daha fazla konfora sahip...

Beyaz/kahverengi eşya mı ?
Bir kaç takım, kullanamayacağımız kadar...

Yiyecek mi ?
Her mevsim her şey var, tropik meyveler dahil, tüketemeyeceğimiz kadar...

Giysi mi ?
Gardroplar dolup taşıyor, yılda bir kaç kere giyilenlere 365 gün sıra gelmeyenlerimiz var, üstüne üstlük giyinme odası tercih sebebi...

Ya İkâmetgâhlar !
Çekirdek aile için 250-300 hatta 400 metrekarelere gözler takılmış. Evde iken hâne halkının biribirini kaybedeceği kadar büyük mekânlara doğru...

Ve gözümüz !
Doymuyor, mide yumruk kadar da olsa, bir kaç dilim ekmekle doysa da, gözümüzün kapasitesi öyle büyük ki, bir kaç dünya ile doymayacak kadar...(2)

Zenginlik, iktidar ve güce gelince; herhangi bir uzvunu yitirdiğinde ona tekrar sahip olamayacak kadar fakir olandır insan, bir deniz yıldızı kadar bile zengin değildir...deniz yıldızı malum beş kola sahip, kopan bir koldan bile ortadaki diski ve olmayan diğer dört kolu inşâ ederek bir bütüne dönüşüyor !
İnsan hevâ ve heves kamçısı yiyiyor sürekli, ihtiyaç varsa da yoksa...

Hırs(3) bineği şaha kalkıp da daha çok edinme ve biriktirme duygusu tetiklenen insan, bir yandan kişiliğini tüketirken diğer taraftan tek seferliğine sahip olduğu zamanı/ömrü de tüketiyor...
"Kanaatkâr olmak", mevcuda razı olup zamanı elde kalmayacak şeyler uğruna tüketmemek, aşırı hırsları törpülemekle işe başlamalı insan.

Soğan-ekmeğin, bir bardak suyun zenginlik olduğunu fark etmeli insan.

Sıhhatli bir organizmaya, akla, güzel hasletlere...sahip olduğuna, ve en önemlisi (varsa tabi) kanaatkâr olduğuna şükretmeli insan...
__________
1)"Hayır! Doğrusu siz yetime ikrâm etmiyorsunuz, yoksulu yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Haram helâl demeden mirası yiyorsunuz. Malı aşırı biçimde seviyorsunuz." (Fecr suresi, 17-20)
2)Hazret-i Muhammed (S.a.v.) buyurdular:
"Ademoğlu ihtiyarladıkça onda iki şey gençleşir:Mala karşı hırs ve hayata karşı hırs"
3) "Elbette onları insanların hayata en hırslı, en düşkün olanları olarak bulacak, hatta müşriklerden bile daha düşkün bulacaksın. Onların her biri bin sene ömür sürmeyi arzular, oysa uzun yaşamak kendisini azaptan kurtarıp uzaklaştıracak değildir. Allah, onların neler yaptığını görüp duruyor."(Bakara suresi, 96)

8 Nisan 2018 Pazar

Hakikat: Derde dermân özünde...

Dur-Düşün

Cihânın vârına etme heves ki, fenâyı neylersin.

Enâniyyet libâsını soy, mühr-ü hevâyı neylersin.

Bâğ-ı bostana doy, niçin bülbül gibi feryâd eylersin.

Râh-ı Hakk ki Fahr-i Âlemden geçer, safâyı neylersin.

Hakikat, lâ-mekândır "Bakî", dehr-i fenâyı neylersin.

Derde dermân özünde, eczâ-i nâriyyeyi neylersin.

"O"nu bul gönül tahtında, riyâkâr faniyi neylersin.

Bî-vefâ olma ki, huzurda çâk-i giribân eylersin.

Hakk kelâma âşinâdır özün, 'kîl ü kal'i neylersin.

Ey kelâmî tut nefesin, bî-gâneye bi-gâh söylersin.

__________
Sözlük:
Kîl ü kal: dedikodu, boş laf
Fenâ: yokluk, yok olma, bekânın zıddı
Enâniyyet libâsı: benlik/ego giysisi
Mühr-ü hevâ:arzu ve hevesler mührü, saltanatı
Râh-ı Hakk: Hakk yolu
Fahr-i Âlem: Hz. Muhammed (s.a.v)
Lâ-mekân:mekânsız, yersiz, yere ihtiyâcı olmayan; Allah
Bakî: Allah (c.c.), daimî, kalıcı
Dehr-i fenâ: geçici fani dünya
Eczâ-i nâriyyeyi: yanıcı (kimyevî) maddeler
Riyâkâr: iki yüzlü
Bî-vefâ:vefasız, sözünde, sevgisinde durmayan
Çâk-i giribân:sıkıntısından yakasını yırtmak
Bî-gâne: kayıtsız, alâkasız, aldırışsız
Bi-gâh:vakitsiz