Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

29 Ağustos 2019 Perşembe

Kimi olur havâss, kimi avamî ...!

 
 Ey insan bil,  ecell-i ma'lûmâta erişmek içün
Ecellü'l-ulûmu fasılasız tahsil eylemeli

İlm u irfân gelir nasib ve levâzım sebebiyle
Taalluk eder küllî yahut cüz'î, İlm-i Küllîye

Kimi mahalde  cüz'î tahalluk eder bazen de küllî
Mahlûka göre; birisi olur havâss, biri avamî

Ey ecell-i mahlûkât olarak yaratılan insan
Taalluk-ı ilm ile nefsini bilen Rabbini bildi

Taalluk-ı ilm u irfânı idrâk ederse ol insan
Ki ola eşref-i mahlûkât, arif ola, ola insan

Âdem ki, sûret ile, eşref-i mahlûk değil
Eşref olan sîrettir, bil ki hayvânat değil
☆☆☆
Ecell: En üstün, en şerefli.
Levâzım: Lazım olan gerekli şeyler.
Taalluk: münasebet, alâkalı oluş.
Sîret: İç âlem, bir kimsenin içi, hâli, tavrı, gidişi, ahlâkı.
Ulûm: İlimler
Eşref: Şerefli
Küllî: Tam, tamamına ait. Cüz'iyat (parça) ve ferdlerden meydana gelmiş olan, bütün.
Havâss:Hâs olanlar. Dindarlık ve doğruluğu ile, ilmiyle âmil olup mâneviyat mertebelerinde yükselmekle makbul ve muteber olan zatlar. Kur'anî ve manevî sırlara ve hususlara vâkıf bulunan, ilim, ibadet, tâat ve takva yolunda yükselerek mümtaz olan.
Âvam: Halkı
n kaba, câhil ve ayak takımı olanları.

27 Ağustos 2019 Salı

Arı bu ! Zehir mi istersin, bal mı ?

Hani bal arısı izin alsa da şöyle bir tatile çıksa, kumsalda güneşlenmek için şezlonga yayılarak, güneş gözlüklerini de takıp bacak bacak üstüne atsa, "şamata burda"  karikatür dergisini açıp relaks bir şekilde okusa, attığı kahkahalarına martıları şaşırtarak özendirse...

Ne tatil ama...sonrada bronzlaşmanın kibri (!) ile tatile çıkamamış kovandaki iş arkadaşlarına bassa havayı ! (Bu arada beyaz adamın öteki gördüğü afrikalı kardeşlerimiz aşırı bronz ama hiç kiibrli değiller !)

Her söze başlarken, üstünden bir türlü atamadığı "Bodrum" tatil günlerine atıfta bulunarak;

-"Geçenlerde Bodrum'da iken bakın ne oldu ?"

-"Hayırdır? Bodruma indiğini,  hapsolduğunu haber etseydin gelir çıkarırdık seni...biz yukarıda çiçeklerin arasında terastaydık, havadar, güneşli güzel bir gündü, bodruma niye gittinki ?"

-"Yok ya Hû, hani şu tatil beldesi Bodrum'u kastediyorum"

-"Haaaa...eeeee ?"

-"Bir yakın tanıdığım telefon etti, tatildeyim dediğim halde, anlamazlıktan gelerek "balımız tükendi çok acil bal lâzım" demezmi..."fe sübhan Allah"...lâfı uzatınca ona ..."tatildeyim; bal da yok mal da, reçel ye reçel" dedim, ısrara devam edince dayanamadım artık; "eşek arısı tanıdığın yok mu, ondan istesene, o da arı" dedim ve suratına kapattım...ne lâf anlamaz yapışkan tipler var şu dünyada !" Ha bir de utanmadan diyorki; "hayvanların tatili mi olurmuş"....
Lâfa gelince kimi insanlar hemen çevreci kesiliyorlar, havayı, suyu, toprağı kirleten, ozon tabakasının delinmesine sebep olan kimyasalları üreten ve kullanan; sera etkisinin sebebi olan gazları atmosferimize salıveren ve küresel ısınma sonucu iklimin değişmesine sebep olarak sel, kasırga ve çölleşmeye sebep kendileri değilmiş gibi...!

-"😂, ağzına sağlık, biz şu kısacık ömrümüzde 800km yol katediyoruz, binlerce çiçek dolaşıp bal yapıyoruz, azıcığını kendimize ayırıyor, kalanını insanlara ve başta ayılar olmak üzere diğer hayvanata ikrâm ediyoruz da eşek arıları hazırcılık yapıyor, korsanlık yapıyorlar, çalıp çırparak malı götürüyorlar. Biz arıyız da eşek arısı ne Allah aşkına !"

-"Ne güzel buyurdun üstâd, tatilimizi burnumuzdan getirenlere şöyle bir ilân vererek duyuralım mı;" ..."tatildeyiz; bal da yok mal da, reçel bulamazsanız eşek arısına müracaat edin, o da arı değil mi ?"
-😁😂😃😅😆, çok yaşa !
☆☆☆
Evet fıkra gibi değil mi ?
Azıcık ironik bakış...

Bal arısı sürekli üreten, dur-durak bilmeden çalışan, 800km.lik uçuş sonunda kanat yapısı deforme olduğunda işi biten bir tür.

Erken yaşlarda iken kovanda bebek bakımı, kovan temizliği işleri yapar, yaş olgunlaştıktan sonra çiçek dolaşmaya çıkarak hem çiçekli bitkilerin tozlaşmasına çiçek tozu taşıyarak yardım eder hem de bal yapma işlerini üstlenir.

Bal arısının da zehir iğnesi var ancak onu sadece düşmana ve düşmanca hareket yapana kullanır...

Eşek arısına gelince; genel vücut yapısı itibarı ile bal arısından çok da farkı yok, onun da (olur olmaz kullandığı) zehir iğnesi var, ancaaaak; bal yapmıyor, yapamıyor.

Hazırcı, korsan, yamyam, çöpçü, saldırgan, polen tozlaşmasında katkısı ve faydası da yok !
☆☆☆
İnsanlar ile bal ve eşek arısı arasında karşılaştırma yapıp benzerlik kurmayalım değil mi ?

Yeryüzünde "Homo sapiens" olup "insan" olduğundan bîhaberler de varmıymış ?!!
Ya da "bal yapmaz arı gibi vııız vızzz"layanlar !
☆☆☆
Nahl sûresi(68-69)'nde Rabbimiz buyuruyor:
(68) "Ve rabbin bal arısına şöyle ilham etti: "Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kurdukları çardaklardan kendine yuvalar edin."
(69)  "Sonra her türlü besleyici ürünlerden ye; rabbinin koyduğu kanunlara boyun eğerek çizdiği yollardan git !" Onların karınlarından, farklı renk ve çeşitlerde şerbet (kıvamından bir sıvı) çıkar ki onda insanlara şifa vardır. İşte bunda da düşünen bir topluluk için açık delil bulunmaktadır."
☆☆☆
Huzurda olma ve kalma niyâzı ile...

26 Ağustos 2019 Pazartesi

Kimmiş en güzel dost ?

İnsanlar arasında gerçek mâ'nâda Allah'a kul olandan, Allah'ın (Kur'anın) ahlâkı ile ahlâklanmış olandan daha güzel dost bulunamaz.
Ki "Habib"i, "Halil"i, "Kelim"i ve diğer nice elçileri Rablerine kul idiler.

Kul kimdir ?
Yaratıcısına ittiba ile iradesini külli irade tecellilerine teslim eden...egosunun hevâ ve hevesi peşinde koşmayan, kâinâttaki carî edeb ve erkânı görerek haddini bilendir...
(El-)Âdil'dir, kuşun hakkını kurda yedirmez. abdest için bile olsa suyu israf etmez...
(El-)Rezzak'ın ikrâm ettiği ni'meti hususunda  cimrilik etmez, dağıtır ve paylaşır...
(El-)Âlim'in ilmini ömrü boyunca öğrenmeye gayret eder, ilmini satmaz, ilmi ile âmil olur...
(El-)Azîz olanın ahlâkı ile ahlâklanmaya gayret eder, alçakça işler peşinde koşup şeytanla dostluk ederek şeytanını sevindirmez...
(El-)Hay ile hayat bulduğunun idrakindedir, ikrâm olan hayatı boş işler ardınca geçirmez...salih amel ve hayır yarışındadır...
Aled'devam...
☆☆☆
Sahteleri, dostmuş gibileri yok mu, onlar  n'olacak ?
Hakk kelâm ile aldatandan daha kötüsü yok âlemde.
Buyrunuz Hakkın kelâmı ne diyor bakınız:

Nahl sûresi, 63 : "Allah'a andolsun, senden önceki ümmetlere peygamberler gönderdik. Fakat şeytan onlara işlerini güzel gösterdi. O, bugün de onların dostudur ve onlar için elem dolu bir azap vardır"

Bakara sûresi,174: "Allah’ın indirdiği kitabın bir bölümünü gizleyenler ve onu az bir karşılık için satanlar yok mu, onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmuyorlar. Allah kıyamet gününde onlarla konuşmayacak, onları arındırmayacak! Onlar için elem verici bir azap vardır"

Bakara sûresi, 175:  "Onlar, doğru yol karşılığında sapkınlığı, mağfiret karşılığında azabı satın almış kimselerdir. Ateşe ne kadar da dayanıklılarmış !"

Âl-i İmrân sûresi, 78: "Onlardan bir grup var ki, Kitapta olmayan bir şeyi, siz Kitaptan sanasınız diye dillerini Kitapla eğip büker(sözlerini, Kitabın sözü imiş gibi göstermek için kelimeleri dillerinde bükerek okur, onları, Kitabın sözlerine benzetmeğe çalışır)lar ve: "O, Allah katındandır." derler. Oysa o, Allah katından değildir. Bile bile Allah’a karşı yalan söylerler"

Yunus sûresi, 69: "De ki: "Allah hakkında yalan uyduranlar, iflah olmazlar !"

En'âm sûresi, 21: "Yalan söyleyerek Allah'a iftira yakıştıran ve ayetlerini yalanlayandan daha zalim kim olabilir? Allah'ın ayetlerini çarpıtanlar asla kurtuluşa eremez"
☆☆☆
Ziya paşa merhûm ne der bir beyitinde:
"Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde"


Lâfa bakılmaz, işine bakılır, gündelik hayatındaki uygulamalarına bakılır. Dediklerini yaşıyor mu, yaşamıyor mu, sözünde duruyor mu, durmuyor mu, ...ahlâkına bakılır...ves'selâm !

Rabbimiz, bizi dediklerini yaşayan güzel ahlâklı kimselerden eyle ! Amin.

25 Ağustos 2019 Pazar

Özün özü...

Canı tene hapseden sebep
ne çok, hem de dizi dizi...
Dünya denilen çukur,
inceden ince bir sızı...
Lafı uzatmadan demeli,
kestirmeden şu sözü:
"Can kafesine mahkûmlar
nereden bilsinler özü"

Nefes nefese bir gidiş ki,
yükü dünya, gailesi dünya...
Yükümüzü tuttuk diye;
ne sevin, ne de oyna...

Ya mücevher sandığın, 
cife ile doluysa...
Ya gittiğin yollar,
huzura çıkmıyorsa...
Ya yediğin şeyler
nûr değil nâr oluyorsa...

Kör döğüşü yaptırır
senlik  benlik sıfatı
boşuna tüketilir
eyyam-ı kalîle fursatı,
ömr-i me'yûs yaşanırsa
dünde kalır, olur gubar, 
ve sonbahar rüzgârlarıyla uçar...

Unuttururmuş insana
dünyanın bin bir türlü kozu...
Hani "belâ" demiş insan 
ki, bezm-i elestteki sözü...

Zaman durmaz, hayâl donmaz,
bilen demez, diyen bilmez...
Acep nedir özün özü ?

22 Ağustos 2019 Perşembe

Editörden: Otlamaya değil okumaya gelenler...

Kıymetli okurlar;
Bu yazıda, yayınladığım yazılarımızın çerçevesi ve, blogun gaye ve konuları hakkında biraz bilgi vereceğim...

İnorganik âlemden (elemetler ve element altı atom, elektron vb.) yola çıkan ve organik âlemde buluşarak can denilen mefhuma konak olmak üzere başladığı yolculuğunu hücre altı/içi seviyeden başlayarak organize vücutlarına kadar sürdüren canlılar...

Hayatı anlamaya çalıştığım 40 yıllık bilim/ilim talebesi yolculuğunun üzerine tefekkür dünyamdan az-biraz irfân sosu ilâve edip, farklı milletlere ait (99 ülkeden okurumuz var) her meslek ve meşrepteki insanoğluna ikrâm etmeye çalışıyorum, bilebildiğim kadarıyla...

Neden uçu açık sorular var yazılarda, diye soranlara, hazırcı olmayın, obje/nesne üzerinde azıcık düşünme melekesini harekete geçirin demeye getiriyorum...

Tefekkür, bilginin ilme, ilmin irfâna, dolayısı ile marifete dönüşeceği şehrin kapısının anahtarı...

Tefekkür dünyamızın fakirleştiği, zengin kültür köklerimizin kurumaya yüz tuttuğu, hakikate aşinâ münevverlerin neredeyse parmakla gösterileceği günümüzde, nasib olanı nasibdâr olacaklara servis hizmetini önemseyenlerdenim...

Ahlâk felsefesi, yazılarımın temel çerçevesi olup sınırlarımızı belirliyor, çünkü insanoğlu yeryüzünden diğer türler gibi gelip geçen bir tür, ancak bir farkla, o da idrakli olmasından dolayı sorumlu tutulmuş olması !

İşte bu sorumluluğun gereği yerine getirilmediğinden, yeryüzünü fitne-fesat boğuyor.

İnsan; gayretini hangi yönde kullanırsa, o hedefe doğru yürür.
Ünvan, etiket, makam-mevki sahibi olmaya, mal-mülk para-pul edinmeye adadığı bir ömür de yaşayabilir. Ancak; eğer genel-geçer seviyede asgarî ahlâk normları eksik ise, diğer canlılardan, hayvandan ne farkı olabilir. Hayvan da yem, nüfuz, üreme ardınca ömrünü tamamlar, hem "ekolojik niş" denilen yaşadığı ortamdaki mesleği ne olursa olsun fark etmez.

İnsanın da ekolojik nişi ister müdür, ister akademisyen, memur, esnaf, rençber yahut işçi olsun; ne farkeder..bunlar araç, geçimlik için araç olmalı, o kadar.

Kaliteyi ekolojik niş değil, o nişdeki ahlâki duruş ve davranışlar belirler...Arsız genel müdür, yüzsüz bir akademisyen, yalancı-dedikoducu-fitne mühendisin veya huysuz bir esnafın kalite düşüklüğü onun nişinden değil özündeki yamukluğundan gelir.

Lâfı uzatmayalım, yazılarımızdaki bu çerçeve ile; bazen şiir yahut hikâye, bazen nesir,  kimi zaman san'at yahut popüler bilim yazısı şeklinde kaleme aldığımız yazılarda asıl gaye, içimizdeki insana hitab ederek onu harekete geçirmektir.
☆☆☆
Günün sözü ile yazı tamam olsun:

"Dünyaya otlamaya değil, dünyayı okumaya geldik !"
__________

19 Ağustos 2019 Pazartesi

Hidrojenden hayata... Ya hidrojen cimri olsaydı ?

Hidrojen (H) yani tek elektronlu olan tek element. Kozmik oluşumda tüm elementlerin anası...

Biyokimya ya da biyolojiye, reaksiyon kinetiğine, terminolojiye  girmeyeceğim, merak etmeyin ! Azıcık tefekkür paylaşımı, en basitinden !

Tek başına yanıcı, yakıt özelliği olan hidrojen, yakıcı özellikteki oksijen ile nikâhlandığında su (H2O) denilen mucizevi sıvının paydaşlarından.

Hidrojenin yerine geçebilecek başka aday yok.

Suyun bu iki gaz (oksijen ve hidrojen) formundaki element tarafından oluşturulabilmesi, hidrojen atomunun sahip olduğu biricik elektronu oksijene vermesine bağlı...ve kolayca veriyor !
Ancak oksijenin iki elektron açığı/ihtiyacı var. İşte iki hidrojen, sahip oldukları birer elektronu oksijene ikrâm ettiklerinde, hayat içün elzem "SU"  denilen bileşik meydana gelebiliyor.

Sadece su değil elbette, eğer hidrojen cimri olup elektronunu vermese;
nişasta, selülöz, sebze-meyveler, karbo-hidrat; proteinler, enzimler, yağlar, asitlik-bazlık...et-süt...hücre, vücûd, hepsi...yok !
Güneşin ışık ve ısısı...hidrojen sayesinde ! Hidrojen helyuma dönüşürken o muazzam enerji ısı ve ışık olarak evrene yayılıyor.

[Bilgi: Kendi ekseni etrafında saatte 70.000 km hızla dönen güneş bir turunu 25 günde tamamlıyor. Güneşin yüzeyinde sıcaklığı 5500 °C iken, merkezindeki (çekirdeğinde) sıcaklık 15,6 milyon °C’dir.
Güneşin sadece 3 günde yaydığı enerji yeryüzünün petrol, ağaç, doğalgaz...gibi yakıtlarının tamamının toplamına eşdeğerdir.]


Bitkisel üretim de hidrojensiz olamaz !

Hidrojen elektronunu vermese mide asidi yok, sindirebilme, eti/sütü parçalayabilme yok !

Hidrojen yoksa metebolik atık olan karbondioksitin hücrelerden akciğere taşınıp dışarı atılması hiç mümkün değil !

Çünkü kan plazmasında çözünmüş olarak taşınabilme oranı çok cüzî... bikarbonat mamülü olarak taşınması mümkün...yine çıktı karşımıza hidrojen !

Yeryüzünde hidrojen yoksa, hayat yok hayat !

Yumurta hücresinin döllenmesi ve protein sentezlemeye başlaması için asitlik derecesinin giderek bazik dereceye dönmesi lâzım, H+ iyonu bu esnada hücre dışına çıkarak bunun oluşmasında önemli bir belirleyici oluyor...

Canlıların, yumurta hücresinin döllenmesi olmazsa yeni nesil oluşturması mümkün olmayacağından, hayat yok, hayatın devamı yok !

"Veren el alan elden üstün"...konuya dönelim, buyrun hidrojene...!

Organik yapıların olmazsa olmazı, suyun oluşumundaki vazgeçilmez, isterseniz de yakıt !

Hem kendi saf yakıt, hem de fosil yakıtların (petrol, kömür, biyo gaz...) yapı taşlarından.
Hiç bir şey boşuna değil, abes hiç bir şey göremezsiniz âlemde ! (*)

Bir elektronlu hidrojen için ifademizi karbon ya da diğerleri içün de serd etmek mümkün...tefekkür edene tabi !

İhtişâmı göz kamaştırıyor, görebilene...

Bir şeyden bir çoğunun ortaya çıkışı ilimsiz olur mu ?...

Kimmiş âlim ?
"El Âlim"in ilminden bir zerrecik öğrenenler mi ?
Güldürmeyin !

İlmi ve yaratıcılığı ile var ettiklerine koymuş mekanizmasını ve iş görme prensiplerini, şarta göre çarkları tıkır tıkır işliyor işte...

Biri çoklayıp çeşitlendirene şükürler olsun.
Biri inkâr eden, kesrette boğulan nankörün ise gözü kör, kulağı sağır zaten...

Hep "BİR"den..
"HAY"dı diyelim...HAY !
__________
"Yedi kat göğü birbiriyle tam uyum içinde yaratan O’dur. Rahman’ın yaratmasında hiçbir nizamsızlık göremezsin. Gözünü çevir de bak: Her hangi bir kusur görebilir misin ? Sonra tekrar tekrar gözünü çevir de bak! Gözün bir kusur bulamadığından, eli boş ve bitkin geri döner." (Mülk sûresi, 3-4)

18 Ağustos 2019 Pazar

Kaygusuz abdal gibi...

Ümit;
beklentinin arkasında açan güneş.
İç ısıtan, heyecanlandıran,
kıpır kıpırlaştıran bir şey...
☆☆☆
Ve korku;
Ürkütücü, 
endişe dağlarını
ve kuşkuyu ve çaresizliği
insanın sırtına yükleyen...
☆☆☆
Denge;
Terazinin tartıda eşlendiği denge.
☆☆☆
Ve insan;
Ümit ile korkuyu dengede tutan.
Ne garantici ne de cahilâne cesaretli...dengede !
Cennet ve cehennem...
☆☆☆
Ve Cemâl !
Ki O Hüsn ü aşk !
Katıksız ve katışıksız...
Hesabî olmayan, hasbî...
Tabiî ki insana, has insana...!
☆☆☆
Ve insan;
varlığa sevinen, yokluğa yerinen... 
Dünyevileşmenin sarhoşluğunu züll bilmeyen...
Mal ve mülk, iktidar, makâm ve şöhret,  para uğruna ömür tüketen...
☆☆☆
Kaygusuz bir abdal(*) olup dünyadan "insan"ca gelip geçmek var...
__________
(*)Kaygusuz Abdal derki; akl-ı maâşın gözü hem dünyada hem de âhirette kördür, akl-ı maâş ile Allah bilinemez...yerle gök arasında iki direkli bir şehir (insan) vardır, bu şehre girmeyen kişi, Allah’ın sırrından bir şey anlayamaz... bunu bilmek içün akl-ı meâd gerekir... bu ilme vakıf olan ise gönül gözü açık âriflerdir.

Dip not için kaynak:
Abdurrahman Güzel, Kaygusuz Abdal’ın Mensur Eserleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı yay., Ankara, 1983.

Hayat aşk ile güzel...!

Sev !
Kâinat aşk içün var, sevgi ile var !
Aşk ile sev !
Karşılıksız sev !
Allah içün sev !
☆☆☆
Hayat sevince güzel, 
sev taşı, toprağı...
Sev solucanı, akrebi, örümceği...
Aşk ile seyret; arıyı, balı, peteği...
Deryâlardan bir başka lezzet içün sofrana gelen turnayı, hamsiyi, levreği de sev...
Yumurtasını da ye, ama unutma deve kuşunu, tavuğu, bıldırcını da...
☆☆☆
Selâm ısmarla,
hacı leylek ile emin beldeye...
Şükran ile bak, 
sen kurban olmayasın diye 
bıçak altına yatan koça, ineğe...
☆☆☆
Hayat sevince güzel, aşk ile güzel insan olana...
Güneşin aşk ateşi ile kızarır kayısı, erik ve ayva...
Topraktan aldığı çamurlu suyu ballandırır
bostanı, karpuzu kavunu...
Fistan olur, örtü olur,
keteni, ipeği, pamuğu...
☆☆☆
Her biri ötekine ikrâmda yarışır, bölüşürler aşkı ve sevdayı...
☆☆☆
Sev !
Kâinat aşk içün var, sevgi ile var !
Aşk ile sev !
Karşılıksız sev !
Allah içün sev !
İbadeti, taati severek yap !
İnsana severek el uzat !
Otu, çiçeği, böceği sev !
Hem de çok...
☆☆☆
Sakın hâ !
Hiç bir şeyi nefsin içün sevme,
tatlıyı acılaştırırsın !
Allah içün sev ki, acı tatlı olsun !
Hem de baldan tatlı !

17 Ağustos 2019 Cumartesi

Editörden...

E-dergi formatıyla yayınladığımız "Nefes ve
Kelâm" blogunun değerli takipçileri,

15 Ağustos 2017 tarihi itibarı ile elektronik ortamda yayınlamaya başladığımız yazılarımıza, siz takipçilerimizin ilgisi her geçen gün giderek artmıştır ve bazı aylık dilimlerde 18.000'e yakın sayfa okunma sayısına, bu dönemlerde günlük ortalama olarak da 597 sayfa okunma sayısına ulaşmıştır (mayıs ayı bir aylık sayfa görüntüleme sayısı: 17.912 olmuştur, bunun oransal dağılımı ise: % 76 Türkiye, % 24 diğer ülkeler).
Genel toplamda ise 24 aylık süre zarfında sayfa okunma sayısı 283.761 olmuştur. Ortalama günlük 394, aylık 11.823 sayfa tıklanma/ziyaret sayısı gerçekleşmiştir.

Bir süre farklı meslek gruplarından yazar / şair / san'atçı /eğitimci arkadaşlarımızın yazıları  da blogumuzda yayınlanmıştır.

Bu arada birkaç genç evladımızı düşündüklerini yazmaya teşvik için yazar kadrosuna bir süre dahil ettik.

Yayın politikamız doğrultusunda millî-manevî fikirler, ahlâk felsefesi, popüler bilim, tasavvuf, san'at-kültür ve estetik muhtevalı nesir, manzum, edebî yazılar yayınlanmıştır ve yayınlanmaya devam edecektir.
Yazılarımızda mümkün olabildiği kadarıyla bilimsel terim ve terminoloji kullanmaktan kaçınmaya çabaladığımızı da ayrıca belirtmeliyim...

Amacımız düşünen ve düşündüren insana/nesillere hitap etmek, güzel ahlâk ve yüksek seciyeli insan olma gayretini canlı tutmaya çalışmak ve hatırlatmak, bu hedefe giden yollardaki dikenleri ayıklamak, savunduğu erdemleri ve değerleri yaşayan nitelikli insanlardan oluşan topluma has değerleri gündemde tutmaktır. Dahası blogda kaleme alınan yazıları teknoloji ni'metini de kullanarak dünyanın her noktasındaki insanlara ulaştırabilmektir.

Bu yüzden "Google"nin mütercim butonunu da bloga koyarak bir çok lisanda  yazıların tercüme olunarak okunmasını sağladık.

24 aylık zaman süresinde dünyanın 5 kıtasındaki 99 ülkeden blog yazılarımız takip edilme noktasına gelmiştir.

Toplam dağılıma bakıldığında ise 283.761 sayfa okunma oranının % 88.7'si Türkiye, % 11.3'ü diğer ülkelerdendir.

Blogda yayınlanan ve editör olarak tarafıma ait olan yazıları  4 kitap haline getirip bastırarak ücretsiz dağıtımını yaptık.

İlmin yaygınlaşması, bilim perspektifi ile bakış açısının öne çıkartılması, millî ve manevî değerlerimize sahip çıkılması, irfan dünyamızın zenginleşmesi, zengin kültür köklerimizin canlı tutulması adına, blogumuzu ömrümüz yettiği, elimizin kalem tuttuğu, akademik çalışmalardan ve eğitim-öğretim faaliyetlerinden fırsat buldukça devam ettirmek çabası içinde olacağız inşâ'Allah.

İlim öğrenmek farz, öğrendiğini/bildiğini yaşamayan ve öğretmeyen ise sorumlu...Allah Teâlâ bildiklerimizle amel edenlerden eylesin, ilme'l yakîn/bilmek, ayne'l yakîn/bulmak, hakka'l yakîn/olmak (*) şuur ve irfanına sahip olanlardan eylesin bizleri....

Kaleme aldığımız yazılarımızı, okuyan ve paylaşan okurlarımıza şükranlarımızla...

Hanelerinizin şen, gönlünüzün gülşen olması; "Nefes"siz  kalmamanız ve "Kelâm"dan uzaklaşmamanız temenni ve niyazı ile...Allah'a emanet olunuz.
                                                                                                                    
                                                                                                 Editör
_________________________________________________________________________________
(*)Yakîn: Bilgi, bilmek anlamındadır.
İlme’l-Yakîn: İlim ile kesinliği ispatlanmış bir şeyi bilmek ve tanımaktır.
Ayne’l-Yakîn: Gözle görerek bilmek anlamında bilginin kesinliğini ifade eder.
Hakka’l-Yakîn: Bir bilginin hakikatine erme hadisesidir.  Bilgiyi özümseme, hakikatine erme, doğrusunu anlama algı düzeyindeki bilgiyi kast eder.

Kur’ân-ı Kerim'de “İlme’l-Yakîn” ve “Ayne’l-Yakîn” ifadeleri Tekâsür sûresinde geçmektedir: “Çokluğunuzla övünmeniz sizi aldattı. Ta kabre varıncaya kadar. Dikkatli olun! İleride bileceksiniz. Sonra ileride daha iyi bileceksiniz. Keşke, İlme’l-yakîn bilmiş olsaydınız. Cehennemi göreceksiniz. Sonra ayne’l-yakîn görerek bileceksiniz. Sonra o gün dünyadaki nimetlerden hesaba çekileceksiniz.” (Tekâsür sûresi, 1–8. ayetler)
"Hakka’l-Yakîn" ise  Vâkıa ve Hakka sûrelerinde geçer: “İnkâr edenler kaynar suların bulunduğu, cehenneme kesinlikle girecek, hakka’l-yakîn kesinliğinde görecektir.” (Vâkıa sûresi, 92–95. âyetler) “Bu Kur’ân-ı Kerimin bilgileri hakka’l-yakîndir(hakîkatin açık seçik yaşantısıdır)” (Hakka sûresi, 51.âyet).

Bilgi aklî kesinliğe ulaşırsa İlme’l-yakîndir, bilmeyi ifade eder; tecrübeye dayanırsa Ayne’l-yakîndir, bulmayı ifade eder; içselleştirilip de yaşanır hâle getirilirse Hakka’l-yakîndir, olmayı ifade eder.

Vicdanı denizde boğulanlar...

Ey gözleri görmek istediğini gören mutlu azınlık mensubu...
Kör gözünü aç da etrafına bir göz gezdir;
istekleri rendelenmiş,
hayalleri törpülenmiş, bir lokma ekmek, bir yudum su ve minnacık mutluluk ve huzur için denizlerde boğulmakta olan çoğunluğu gör...
☆☆☆
Dünyanız...
göz kamaştıran ışıltılı dünyanız var ya !
Hani tepinip durduğunuz,
tepe tepe kullandığınız,
küçücük dünyanız !
Terk edip gitmeye niyetiniz olmasa da...
Öyle yağma yok !
☆☆☆
Heeey,
insanlık gösterisi yapmaktan utanmayan, "hümanizm" sloganları atan medenîler...
İnsanlık boğulurken pürolarını keyifle tüttürenler !
Vicdanınızı nerede düşürdünüz !
Yoksa, akdenizde boğulan vicdanlar arasında sizinkide varmıydı ?
☆☆☆
Mutluluğu sadece rüyalarda yaşayanlar var...
Onlar ki, ni'metin muhtaç insanlarla hakça bölüşüldüğü "İnsanî" rüyalarla avunuyorlar...
☆☆☆
Birileri sevgi mi dedi...
saf sevgi, insana ait sevgi...
Seven ne yapmaz ?
☆☆☆
İnsanca yaşamak herkesin hakkı...arz ise insanlığın !

16 Ağustos 2019 Cuma

Âvâz:Kim efendi, kim zebûnu...

Açan nefsinin ağzını
Susturamaz avazını
Kış zemheri ayazını
Titreyerek yaşar durur
☆☆☆
Tek emeli yeme-içme,
"alemcilik"le övünme.
Keleş beleş kazanç ile,
gününü gün eyler durur
☆☆☆
Çoktur bol keseden atan
Bir duyduğuna bin katan
Hak sözü yabana atan
Sağırlar duymaz uydurur
☆☆☆
Gel şu vehimlerden kurtul
Kabaya denilmez yontul
İnsan olan bilir onu
Ruh efendi, nefs zebûnu
☆☆☆
Rahle-i tedris eylerse
Hem ıslâh-ı nefs eylese
Kırar putu Allah kulu
Hakk devşirir, hikmet bulur

15 Ağustos 2019 Perşembe

Bağını sormadan üzümünü yeme...!

Hep yanlış bir ifade gibi gelmiştir; "üzümünü ye bağını sorma".

İki cepheden bakılmalıdır bu ifadeye...
İlki ve hüsn-i zan bakışı;
-Ya Hû, nasibin işte, ben sana haram bir şey yedirir(verir)miyim !
İkincisi ki, şüphe ile bakmayı gerektirir... Ve eğer karşıdaki haramzâde ise;
-Vurduk bir vurgun, sana da pay düşürdük işte, nerden geldiği çok mu önemli !

Tabii ki Mülkün gerçek Sahibi olan Allah. Ancak kişiye kadar geliş şeklini de önemsemeli insan...

Burada bağını sorma ifadesi için, Allah'tan geldiğini biliyorsun, cahillik edip bir de soruyorsun ikâzını görmeli ki, tedibi içeren bir cümle olarak serd edilmişse, bu ifade ârifânedir...hüsn-kabûl ile eyvallah !

Menfi cephesinden bakıldığında ise; kaynağı bilinmeyen, bizce mübhem (belirsiz) olan şey asla alınamaz/yenilemez/kabûl edilemez, isterse karşı taraf kırılsın !

Çünkü; Hz. Peygamber, “İnsan yediğinden ibarettir” buyurur.

Meselâ; Cuma saatinde, üzerine Cuma namazı farz olan kişinin, bu vakitte yaptığı ticaretin kazancı helâl olmaz. Bu kazancı yer/yedirir ise haramla bulaşık olur...

Hz. Ali’in (r.a.):
‘’Helâl hesaptır, haram azaptır." buyurur.

Bir Hadis-i Şerif'te:
"Helal bellidir, haram da bellidir. İkisinin arasında ise bir takım şüpheli şeyler vardır ki, insanların çoğu bunları bilmezler. Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dinini ve ırzını (namus ve haysiyetini) korumuş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse, harama düşmüş olur..."(Buhari, Müslim) buyurmuştur.

Velhâsıl-ı kelâm;
Üzümü yemeden önce, hangi bağdan ve nasıl geldiğini sor...helalinden ise ni'meti veren Rezzak olan Rabbine şükret.

70 yılda cehennemin dibine ulaşan taş...

Hikâye edilir işte, bir sürgün
Ademden beridir, yaşanır durur
Kaderdir yaşanan, hem de bir vurgun
Ezelden ebede yola düşürür

Dünyada vardır, hem kâr, hem de zarar
Zirveden eteğe yuvarlanmak var(*)
Huzurdaki her ânı, saymalı kâr
Huzurda durabilmeli bir karar
__________
(*)“Resulullah (s.a.v.) sahabeleriyle birlikte mescitte oturduğu bir sırada derin bir gürültü işittiler ve (sahabeler) irkildiler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.):
- "Bu gürültünün ne olduğunu bilir misiniz ?" diye sordu.
Onlar:
-"Allah ve resulü bilir” dediler.
Bunun üzerine buyurdular ki:
-"Yetmiş senedir yuvarlanıp, bu dakikada cehennemin dibine düşen bir taşın gürültüsüdür."

Sözünü daha yeni bitirmişti ki, münafıklardan birinin evinden çığlık sesleri duyuldu. "Yetmiş yaşındaki meşhur münafık ölmüştü."

Bu haber gelince, Resul-i Ekrem(s.a.v.):
- ‘Allahu ekber’ dedi.
Böylece sahabelerden âlim olanlar, "söz konusu taşın o münafık olduğunu’ anladılar. "
Allah kendisini yarattığı günden beri cehennem ateşinin çukuruna doğru yuvarlanıyordu, nihayet yetmiş yıllık ömrü tamamlanınca cehennemin dibine ulaşmıştı.
Kur’an-ı Kerim'de:
"Şüphe yok ki münafıklar cehennemin en alt katındadırlar; artık onlara asla bir yardımcı bulamazsın"(Nisâ sûresi,145)
buyurulmuştur.

Allah teâlâ, o taşın düşme esnasındaki gürültü sesini onlara işittirdi ki ibret alsınlar."

14 Ağustos 2019 Çarşamba

Mizanda rüsvây-ı âlem...

                                    Zamân ve zemine göre maskeli...

Bak; yine geldi bir başka bayram
Kimine sevinçtir kimine gam
Hesab üzere  geçerse zaman
Olmak var mizanda rüsvây-ı âlem

Yap ! Şımarıklık zamânı şimdi
Gelsin altın öte  dursun pullar
Unutma ! Can çıkınca huy çıkar
Kabrin daralır sıkar da sıkar

A utanmaz, a edebsiz, a şâki
A düzenbâz, a cambâz, a tilki
Aç gözlü beslemenin göbeği
A cırlayan ağustos böceği

Bunca yıl, ettin de durdun hâset
Tilkiyle bir kendini kıyâs et
Taşısan da insanca bir suret
İnsan demeye etmez kifâyet

Hiç olurmuymuş tilkiden kurbân
İşkembenden öte var mı bir dünyan
Rüsvâylığa değdimiki hiyâbân
Ey sûreti insan, sîreti hayvan

12 Ağustos 2019 Pazartesi

Tartıya çıkacak ömür...!

Malıyla, makamıyla, evladıyla övünen
Elindekilerin hepsi, sınama içinmiş
Ey har vuran, harman savuran, bir de tepinen
Dünya; oyun, eğlenme, süslenme yeri imiş

Güvenip dağlara, yaslanıp keyfini süren
Çardakları, bağları, bostanıyla övünen
Habire dünyalığı çoğaltıp da sevinen
Unutma ! Hepsini yutacak ölüm var imiş

Oyun oynaş eğlence ile ömür geçiren(1)
Verilen ömrün tek sebebi nasihat imiş(2)
O günde huzura çıkmaya yüzü olmayan
Anla ! Vaktin hakikati mutlak huzur imiş

Burda bırakacaklarına dönüp baktın mı
Yanına alacaklarını hazırladın mı
Sorulacak sorulara bakıp göz attın mı
Unutma ! Sonunda bu ömür tartılacakmış(3)
__________
(1)“Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir.”(Enam sûresi, 32)

“Biz göğü, yeri ve aralarında olan varlıkları oyuncak olsun diye yaratmadık.”(Enbiya sûresi,16)

"(Oysa onların tek gerçek kabul ettikleri) bu dünya hayatı hakikatte sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir; âhiret yurduna gelince işte asıl hayat odur; keşke bunu bilselerdi!"(Ankebut sûresi, 64)

"Bilin ki, dünya hayatı oyun, oyalanma, süslenme, aranızda övünme ve daha çok mal ve çocuk sahibi olmaktan ibarettir. Bu, yağmurun bitirdiği, ekicilerin de hoşuna giden bir bitkiye benzer; sonra kurur, sapsarı olduğu görülür, sonra çerçöp olur. Ahirette çetin azap da vardır. Allah'ın hoşnudluğu ve bağışlaması da vardır; dünya hayatı ise sadece aldatıcı bir geçinmedir" (Hadîd sûresi,20)

(2)Orada; "Rabbimiz! Bizi çıkar; yaptığımızdan başka, yararlı iş işleyelim" diye bağrışırlar. O zaman onlara şöyle deriz: "Öğüt alacak kişinin öğüt alabileceği kadar bir süre sizi yaşatmadık mi? Size uyarıcı da gelmişti. Artık azabı tadınız, zalimlerin yardımcısı olmaz."(Fâtır sûresi, 37)

(3)“Hesap defteri sağ eline verilen kimsenin hesabı kolayca görülür. Ve ailesine sevinç içinde döner. Hesap defteri arkasından sol eline verilen kimse ise, yok olmayı ister. Alevli ateşe girer.”(İnşkak sûresi, 7-12).

Resulullah (s.a.v.): ‘Kıyamet günü kim hesaba çekilirse azap görür’ diye buyurdu. Hz.Aişe: ‘Allah “Hesap defteri sağ eline verilen kimsenin hesabı kolayca görülür” buyurmuyor mu?’ dedim. ‘Hayır’ dedi ‘O arzdır (yaptıklarını ona arz etmek, hatırlatmak, bildirmektir), kıyamet günü kim hesaba çekilirse azap görür’ diye buyurdu.”(Buharî, Müslim).

11 Ağustos 2019 Pazar

Ve işte bayram...mübârek ola

Ne çok şey için bayram ediyor insan...

Hani çok acıkır da, çok sevdiği yemeklerin olduğu bir ziyâfet sofrasına kavuşur da "Oh midemiz bayram etsin..." sözleri sevinç ile dökülüverir dudaklarından.
☆☆☆
Sahip olmak istediği ama bir türlü alınamayan, hayallerini süsleyen bir oyuncağı hediye alan yetim çocuğun gözlerindeki bayram sevincini görmenin sürûru, herkese bayram !
☆☆☆
Kurban eti bekleyerek en son yediği bir yıl önceki kurban etinin lezzeti damaklarından gitmeyenler var ya; o lezzeti yeniden yaşamanın beklentisi ile kapısı çalındığında kurban eti bekleyen anne ile arkasından bakan yetim çocukların yüzlerindeki bayram coşkusudur bayram !
☆☆☆
Yıllardır öpüp koklamadığı, bebekliği gözünün önünden hiç gitmeyen evlâdının yıllar sonra bir bayram sabahı ziyâretlerine gelmesindeki mutluluk gözyaşında gizlidir bayram sevinci !
☆☆☆
Hastaya şifâ vesilesi olmak, çıplağı giydirmek, açı doyurmak, mağduru kollamak, biçârenin elinden tutmak, muhtacın ihtiyacını görmek, sevgiye aç olan garip-gurebaya şefkatle yaklaşmaktır bayram !
☆☆☆
Kulun Rabbinin huzuruna kusur dolu ömrü sonunda boynu bükük çıkıp, affa mazhar olduğunu öğrendiği andaki sevinçtir bayram !
☆☆☆

Allah'a yaklaşmak vesilesi olan kurban, kurbiyyetimiz (yakınlık) içün berat ola, rızasını kazanacağımız yollar döşeye, muttakiler arasına dahil ede...! İnşâ'Allah

10 Ağustos 2019 Cumartesi

Kurban pazarlığı, yahudi tüccar ve uyanıklar...

Kurban bayramına sayılı gün kaldı, akşam haberlerinde TV spikeri haber başlığını okuyunca dikkatimi çekti kulak kabarttım;
"....Kayseri'de 2 saat boyunca el tutuşup sıkışan ve  kollarını hızlıca aşağı yukarı sallayarak yapılan kurban pazarlığı sonunda alıcı hacı amcanın parmakları kırıldı..."

Hacının hastaneye giderek kırılan parmaklarının alçıya alındığı ile ilgili görselin VTR'si de yayına verildikten sonra satıcı uzatılan mikrofona şunları söylüyor:

-"Hacı çok sıkı pazarlığa girdi, sığırın fiyatına biz 14.000TL dedik, hacı 12.500TL verdi...bu tür el tutuşmalarda biraz satıcı indirim yapar, biraz alıcı verdiği fiyatı yükseltir...2 saat boyunca hacı 12.500'den bir lira yukarı çıkmadı. Hani 13.000'e çıksa pazarlığı bitirecektik. İki saatin sonunda hacının ilk verdiği ve ısrarcı olduğu fiyatta, 12.500'de anlaştık, ancak hacının parmakları da kırılmıştı, kendisini ziyarete gittik ve helalleştik..."
☆☆☆
Kayserilinin ticarette çok iyi olduğu hep söylenir...ucunda para ve menfaat olunca bazılarının aklı fikri donuyor, tamamen kazanmaya odaklanılıyor galiba...
☆☆☆
Pazarlığı çok iyi yapan(!), kelepiri çok seven, her şart ve durumda sinekten yağ çıkartma hesabı yapanlar ve kuruş için kırk takla atanlar ile ilgili çok hikâye işitmişsinizdir...

Bir pazarlıklı satış fıkrası...

Yahudinin parayı ve menfaati çok sevdiğini, ticaretin cambazı olduğunu dünya-âlem bilir...

Yahudi’nin biri Kayseri pazarına topal eşeğini satmaya gelir.

Yahudi, eşeğinin topal olduğunun anlaşılmaması için ayaklarına çivi çakar. Az sonra bir müşteri gelerek bu eşeği satın alacağını söyleyerek eşeği göz ucuyla süzer, ayaklarına çivi çakıldığını görür. Bu çivileri çıkarırsa hayvanın düzelebileceğini düşünür. Ve pazarlık başlar:
Yahudi:
–Sen nerelisin?
Müşteri:
–Kayseriliyim.
Yahudi hayatında ilk defa bu kadar saf bir Kayserili gördüğünü düşünür.

Pazarlık biter, fiyatta anlaşılır ve yahudi eşeğini satar.

Yahudi ertesi gün kahvehâneye gelir:
–Bir de Kayseriliyim diye övünürdünüz. Topal eşeği size nasıl da sattım, diyerek dalgasını geçer.

Kahvehânede olan eşeği alan adamın arkadaşı bu haberi arkadaşına vermeye koşarak gider ve satın aldığı eşeğin doğuştan topal olduğunu anlatır.

Kayserili: “Vay anasını. Verdiğim para sahte olmasaydı bayağı kazıklanmıştım ha…“ diye hayıflanır !
☆☆☆
Mevzu menfaat gözlüğü ile hayatı yaşamak olunca... konu konuyu açıyor...

Bir dost dediki;
Bir elemanım vardı, herhangi bir durumda istişare ederken onun da fikrini sorduğumda, ihtimâllerin 99'uncusundan başlardı fikir yürütmeye. Bu hep böyle olunca;
-"Normalde en olmayacak, aklımıza gelmeyecek ihtimallerden başlıyorsun" dedim, verdiği cevap şu oldu;
-"Siz(in gibi)ler ilk 10 ihtimali düşünene dek biz 99-100üncü ihtimalden başlarız hesap etmeye".
Yine devam ederek;
-"Gençliğinde çalıştığı işyerinde, kurtlanmış zeytinleri işlemden geçirip zeytinyağı-limonla terbiye ederek yüksek fiyata sattıklarını..." övünerek ve sararmış dişlerini gösterecek şekilde hınzırca sırıtarak anlattığından bahsetmiş idi...
☆☆☆
Bir diğer tanıdık ise;
-"Bu tipler var ya, bir işyerine çırak olarak girdiğinde oranın sahibi/yöneticisi olmak, ipleri ele geçirmek için yirmi-otuz yıllık projeksiyonlar yapar, her türlü ayak oyunu, belden aşağı vurma, şantaj, rüşvet, özel hayata ilişkin gizli kayıtlar ile önündeki engel/rakip olacakları zaman içinde devredışı et(tir)mek için her türlü sinsi ve şeytani plânları uzun vadeli uygulamaya sokar...ben bunu gözlemleyen birisi olarak anlatıyorum" demiş idi...

Bu tip örneklerle rastlaşmayan ya da işitmeyen yoktur ki bunlar; uyanık (!) geçinen (sahtekâr, dişine göre olduğunu düşündüklerini kazıklayarak onların sırtından havadan para kazanan üçkağıtçı) tipler...

Bu misâlleri duyunca temkin ve tedbir adına on kere düşünüyor insan...
☆☆☆.
Şu söz toplumda çok söylenir: "Bir ağaçtan "ok"da çıkar "b.k'da"...
Bahis mevzusu edilen bu tipte olanlar yanında aynı toplumda güzel ahlâk sahibi olan, şeytanî olmayan, adam gibi adamlar da elbette çok...
☆☆☆
Allah teâlâ; hilekârları, işlemekte oldukları çirkin işleri süslü görenleri, çetin azabın beklediğini (*) insanlara bildirmiş !
☆☆☆
Allah teâlâ; kurbanınızı, O'na kurbiyyet (yakınlık) vesilesi kılsın, bayramınız mübârek olsun niyâzı ile...
-----
(*)Enam sûresi, 122 - "Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine, insanlar arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, hiç, karanlıklar içinde kalmış, bir türlü ondan çıkamamış kimsenin durumu gibi olur mu? İşte kâfirlere, işlemekte oldukları çirkinlikler böyle süslü gösterilmiştir."
Enam sûresi, 123 - "İşte böyle, her memlekette günahkârları oranın ileri gelenleri kıldık ki oralarda hilekârlık etsinler. Hâlbuki onlar hilekârlığı ancak kendilerine yaparlar. Ama farkında olmuyorlar."
Enam sûresi, 124 - "Onlara bir âyet geldiği zaman, "Allah elçilerine verilenin bir benzeri bize de verilinceye kadar asla inanmayacağız" derler. Allah, elçilik görevini kime vereceğini çok iyi bilir. Suç işleyenlere Allah katından bir aşağılık ve yapmakta oldukları hilekârlık sebebiyle çetin bir azap erişecektir."

8 Ağustos 2019 Perşembe

Vücûdun İkliminin Sultanı ve İ n s a n ...

İlhâm denir o kaynağa ki;
hikmet çiseler çisem çisem,
kimi lü'lü ve mercandan hikem,
kimi atîye dâir filhakika mübrem.
☆☆☆
Bir cambâz vardır ki adı vesvas
gah girer damardan verir bir heves
ya müsrifliğe iter yahut da nekes
yuları ile buldurur evhâma ma'kes
☆☆☆
Âkîl de derler ki, adı vicdandır,
danıştır, hakikata aşina ve tanıştır
her hâle uyan tecrübeyle konuşur
ka'le alan huzurla, almayan çile ile buluşur
☆☆☆
Hayâl gemisine binen yolcular
tur be tur, liman liman gezinir...
kaptanı ya azazil yahut mülhime
ya ateş denizinde mum, ya kandildir karanlık geceye
☆☆☆
Akıl ki kurmaydır, ilim ile muhkem 
vicdan, hayâl ve ilhâma hakem
evham vereni tâ ezelden tanır
esir değilse nefse, Hakk'ı batıldan ayırır
☆☆☆
Öyle bir zemin ki, ne kesif ne latif
adı nefstir, kendi cesetten hafif
Nefhâ mı vesvas mı, hangisiyse muktedir
Muktedire hep yakın vaziyettedir
☆☆☆
Hepsi insana hizmetkâr, akıl, fikir emanet
İnsan için var edilmiş bunların hepsi alet
Kimi ölçücü biçici, kimi de yardan itici
Vücûd iklimine sultan, el-Hâlık'a secde et

7 Ağustos 2019 Çarşamba

İzmihlâl, inhilâl ve yozlaşma...

 
"Hâlimiz bir inhilâl etmiş vücûdun hâlidir
Rûh-ı izmihlâlimiz ahlâkın izmihlâlidir" der millî şairimiz Mehmet Âkif.

Bir çürüme, yokoluş, erime süreci içine düşmüştür, garbın medeniyyet girdabında yüzmeye çalışan toplumlar ve onların özellikle genç nesilleri...

Ahlâkî çöküntü her yer ve seviyede göze çarpıyor. 3.sayfa haberleri adeta bir toplumun sosyolojik gidişatının kamera arkası görüntüleridir. Kamera önünde ne kadar çok albenili vitrinler oluşturularak toplumsal değer normları göklere çıkarılsa da, insanlığın konkordato ilân ettiği, iflas ettiği sahneler, kamera arkası görüntülerinden hafızalara kazınıyor...

Ardından aşk-ı memnu hikâyelerinin ortaya saçıldığı adlî vak'alardan tutunuz, arsız ve hırsızların minare kılıflamalarına kadar her gün o kadar çok haber akışı seyrine maruz kalınıyorki !

İnsanlığın bu çağda(ş) gidişatı öyle pek de içaçıcı görünmüyor...Bu gidiş felaha/feraha değil, aksine kerahete doğru...

Kırk kilitli kepenkler, güvenlik kameraları, ezberde tutulan yüzlerce şifre, hepsi ama hepsi insanın insandan korunması için değil mi ?

-İnsanlığı bu noktaya iten sebep ne peki ?
-Y o z l a ş m a k...

İnsanlık; eğitimi rafa kaldırıp sadece bilgi ile donatılmış tekno-insan oluşturma çabalarının neticesini yaşıyor desek pek de abartmış olmayız...

Kafaların bilgiyle donatılması, hırsız/arsız/dolandırıcı/sahtekâr/ahlâksız/yalancı... ları daha bir profesyonelleştirmiş gibi değil mi !

Şairin dediği gibi ruhsal çöküş ahlâki çöküntüyü, çözülmüş vücûdu ortaya çıkartıyor.

Garbın (felsefik, kültürel, davranışsal olarak) tektipleştirmeye çalıştığı ve "netvörk" üzerinden yayıp yaygınlaştırdığı sözüm ona popüler (yoz) kültür ile dünya insanlığından  tekno-insan oluşturma çabaları, ahlâkî çöküntüye karşı toplumların bağışık cevap oluşturmasına fırsat bile vermiyor.

Sosyal ağlar, diziler ve yapay zekâ ile desteklenmiş akıllı (!) âlet cebe girince işler çok değişti...Dünya üzerinden hânelere ve ceplere sunulan modellemelere filtre oluşturma şansı olmayınca, egosu şişkin, "ya ben ya hiç" duygusu ile örüntülü "uniform/unicultur"(!) tiplemeler dünya sokaklarına hakim oluyor...

Ahlâkî çürüme (izmihlâl),  elmayı içten kemiren bir kurt gibi toplumu delik-deşik etmeden, genç nesilleri şuurlu bireyler olarak yetiştirmek millî devletlerin sorumluluğudur. Bu durum, doğal gidişatına, kendi hâline bırakılamayacak kadar mühimsenmelidir,  mes'ele milletin istikbâli açısından da önemlidir.

Merhum Mehmet Âkif'in deyişi ile:
"Rûh-ı izmihlâlimiz ahlâkın izmihlâlidir". Öncelik âhlaklı birey yetiştirmek ve onun rûh dünyasını vicdanın kontrolünde zenginleştirmek olmalıdır...Bilgi ve teknoloji ise ancak ahlâklı bireylerin dağarcığında olursa, o vakit insanın ve insanlığın hayrına kullanılabilir, değilse...!?

5 Ağustos 2019 Pazartesi

Kezzap defteri ve sözünde durmamak...

İnsanoğlunun olgunluğu önünde en büyük engellerden birisi şüphesiz dosdoğru olmayı başarabilmesi ve bunun ömür boyu sürdürülebilirliğidir.

İnsanın kendi şartlarını gözönünde bulundurarak neleri yapabileceği/yapamayacağı bellidir. Ama insanoğlu çoğunlukla bu sınavda bütünlemeye kalmayı göze alarak (yahut umursamayarak) yapamayacağı -yerine getiremeyeceği - hususlarda kendini (Allah'a karşı) sorumluluk altına sokar da, sonrasında başına geleceklere kapı aralamış olur.

Bu husustaki şu iki ilâhî ikâzı kulağa küpe etmelidir:
“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz ? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir kusur ve kabahattır.”(Saf sûresi, 2-3)

"Verdiğiniz sözü/ahdinizi yerine getirin, çünkü verilen söz/ahit, sorumluluk getirir.”(İsra sûresi, 34)

İnsanoğlu iki ahit/söz tipi ile sınavda olduğundan gafil olmamalıdır, olamaz.
İlki insanın Allah'a verdiği söz, ikincisi diğer insanlara verilen sözler.

Söz verip de sözünde durmamak münafıklığın alâmetlerindendir.
“Ahde vefa göstermemek/sözünde durmamak”  mü'minde olmaması gereken, münafıklığa ait bir vasıftır. (Tirmîzî'den rivayet edilen Hadis-i Şerif)

Eşref-i mahlukât olarak yaratılmış insanın fıtratında doğruluk vardır, ahdini yerine getirmek vardır.

Yalan söylemek ve ahdini yerine getirmemek ise fıtrattan sapmak demektir ve bu  iman ile bir arada olamaz...

Bu fıtrattan sapma  "...emrolunduğun gibi dosdoğru ol"(Hud sûresi,112) ilâhî hükmünün hilafına davranmak demektir ki bu fıtrata aykırı davranış kişiyi Hakk'tan uzaklaştırır ve sonuçta şeytanın adımlarına uymuş olur.

Söz verip de durmamak, ahitleşmelere uymamak da, kişinin Allah'a karşı üslendiği sorumluluğu göz ardı ederek yalancı duruma düşmesi demektir. Bu ise aslında kişinin imanında erozyona sebep olacaktır.

Çünkü ağızdan çıkan her söze Allah'da şahittir. Dolayısı ile ahdin yerine getirilmemesi hem insanlar hem de Cenâb-ı Hakk nezdinde kişiyi sorumlu ve mahkûm kılar.

Resûlullah (s.a.v.) bir Hadis-i Şerif'de şöyle buyurmuşlardır:

“Dört huy kimde bulunursa, o kişi münafık olur. Bir kimsede bu huylardan sadece biri bulunursa, o huydan vazgeçinceye kadar o kişide münafığın özelliklerinden biri var demektir.
O dört huy şunlardır:
-Kendisine bir şey emanet edilince hiyânet eder.
-Konuşunca yalan söyler.
-Bir antlaşma yapınca sözünde durmaz.
-Düşmanlık yapınca da aşırı gider.”
(Buhârî, Müslim, Tirmizî)

Resûlullah (s.a.v.) bir Hadis-i Şerif'de doğruluk hakkında şöyle buyurmuşlardır:
“Doğruluk insanı iyiliğe yöneltir¸ hayırlı işler cennete kılavuzluk eder. Bir kimse¸ doğruluğu prensip edinirse sıddık olur. Yalancılık da insanı kötülüğe ve fücura sürükler. Kötülük de cehenneme götürür. Bir kimse yalancılığı prensip edinirse Allah'ın divanında kezzap (yalancı)defterine yazılır.”
☆☆☆
Doğru insan muazzez, eğri olan muazzeb olur...

2 Ağustos 2019 Cuma

İnsana gül, ite kemik...


Menfaate yanaşmaya
 Şirinlik eder durur
Bak hele sen yanaşmaya
Nasıl kıvırır durur
★★★
Sırıtırken diş gösterir
Salyasın yutar durur
Kuyruğunu kıstırsa da
İçten içe kudurur
★★★
Kemik gelecek kapıda
Oynar sırnaşır durur
Kemik elden gidecekse
Hırlar havlar kudurur
★★★
Ot saman ardınca koşan
Öküzlere yem gerek
Havlayıp duran itlere
Değnek göstermek gerek
★★★
Gönül dilinden bilene
Gönülden gül dermeli
Ata arpa, ite kemik
İnsana gül vermeli

"Hay"atiyet ve tekerrür üzerine...

Kâinatta sürekli bir devinim, hareket vardır...Hareket "Hay"atiyet, süreklilik "Kayyum"iyetin izhârı olarak akmakta olan zaman nehrinde gerçekleşerek "an"da vuku bulur.

Herakleitos (M.Ö. 541-475) derki; "Her
şey değişir, her şey sürekli bir akış içindedir, her şey akar, bir nehre iki kez giremezsiniz,  çünkü ikinci seferinde ne o nehir aynı nehirdir, ne de siz aynı sizsiniz".

Kâinatta tekrar yoktur, tekerrür ise aynı ile vuku bulmaz...mutlaka faktörlerden bir ya da bir kaçı farklıdır.

Yukarıdaki nehir örneğine dönecek olursak; nehir aynı nehir olsa da ne su molekülleri aynı, ne de o suya ilk giren insanın fizyolojik-ruhsal durumu aynıdır. Hatta çevresel etmenler -zaman da dahil- de bir önceki vakite göre değişiktir.

İnsan bu durumu ister kişisel isterse toplumsal açıdan değerlendirsin, benzeşmeler aynilikten ırakta olacaktır.

Bir şeyi aynı ile yaratmaktan münezzeh olan bir yaratıcının mülkünde olduğunun idrakinde ise insan, tekerrürün yaratıcısının şânına, kudretine, ilmine, hükümrânlığına... eksiklik izâfe etmek olduğunu da bilir.

Nitekim Ankebut sûresinde; "Peki onlar, Allah’ın yaratmayı nasıl başlattığını, sonra onu ardarda sürdürdüğünü görmezler mi? Kuşkusuz bu, Allah için kolaydır. (19)
(Resulüm!) De ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın ve Allah’ın ilk yaratılışı nasıl başlatıp devam ettirdiğini görün. Allah, daha sonra ikinci hayatı da işte böyle gerçekleştirecektir; Allah her şeye kadirdir.(20)" buyurulmaktadır.

Yine Rahmân sûresi 29.âyette: "Göklerde ve yerde olanlar, O’ndan isterler (dilerler). O hergün (her an) bir şe’n (ayrı bir tecelli, yeni bir oluş) üzerindedir" buyurulmaktadır.

Adetullah, varoluşun Allah'ın iradesi ile koyduğu kanunlar/hükümler dairesinde gerçekleşmesi demektir. Buna göre âlemde atomdan gezegenlere kadar bütün şeylerin "an" dilimindeki  devinimi; irade, ilim ve kudret sıfatlarının hükmü sayesinde tecelli etmektedir.

"O halde her şeyin mülkü ve tasarrufu (hükümranlığı) elinde bulunan Allah'ın şanı ne yücedir. Siz de yalnız O'na döndürüleceksiniz"(Yasin sûresi, 83).

Tefekkür ve tezekkürün ziyade olması niyâzı ile...