Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

16 Mayıs 2024 Perşembe

Mesnevi'den hikâye: Debbağ ıtriyat dükkânına girerse...

Güzel koku (ıtrıyyât) satanlar çarşısına varan birinin aklı başından gitti; iki büklüm oldu. Kerim ve cömert koku satıcılardan gelen ıtır kokusu, başını döndürdü, yere düştü! O, kendinden bihaber, gün ortasında, yol uğrağına bir leş gibi yıkıldı, kaldı. Derhal halk, başına toplandı. Herkes “Lâhavle…” çekmekte, derdine derman aramaktaydı. Birisi, eliyle kalbini yokluyor, öbürü yüzüne gülsuyu serpiyordu. Bilmiyordu ki o alanda onun başına ne geldiyse gülsuyundan geldi. Birisi bileklerini, başını ovuyor; öbürüsü harareti düşsün diye samanlı ıslak balçık getiriyordu. Biri ödağacıyla şekeri karıştırıp tütsülüyor, başka biri elbisesinin bir kısmını soyup üstündekileri hafifletiyordu. Birisi nasıl atıyor diye nabzını yokluyor, öbürü ağzını kokluyordu. Şarap mı içti, esrar mı, yoksa afyon mu yuttu, anlamak istiyordu. Halk, onun neden bayıldığını anlayamamış, şaşırıp kalmıştı.

Falan adam feşman yerde perişan bir halde düşüp kaldı diye derhal akrabalarına haber gönderdiler. Neden bayıldı, ne oldu da leğeni damdan düştü? Kimse bilmiyordu!

O iriyarı debbağın (dericinin) bilgili ve anlayışlı bir erkek kardeşi vardı; hemencecik koşa koşa geldi. Yenine biraz köpek pisliği almıştı; halkı aralayıp, kardeşinin yanına sokuldu.

“Ben, neden hastalandı biliyorum” dedi… “Hastalık teşhis edildi, sebebi bilindi mi tedavisi kolaydır. Sebebi bilinmezse tedavisi güçleşir… Hangi ilaç iyi gelecek? Yüz türlü ihtimal vardır. Fakat sebebi bilindi mi iş kolaylaşır. Sebeplerini bilmek, bilgisizliği giderir.”

Adam kendi kendine, “Onun iliğine, damarına kat kat köpek pisliği sinmiştir. Rızkını elde etmek için her gün, akşamlara kadar pisliğe gömülmüş, tabaklığa gark olmuştur.” dedi.

Calinus(Galenos) da öyle demiştir: “Hastaya, neye alışkınsa onu ver! Aykırı olan şeylerden zahmet çeker; onun için hastalığının ilacını da alıştığı şeylerde ara!”

Bu adam, köpek tersi taşımaktan pislik böceği gibi olmuştur. Pislik böceğine gülsuyundan baygınlık gelir. Bu sebeple onun ilâcı yine köpek pisliğidir… Çünkü ona alışmış, onu huy edinmiştir.

“Pisler, pislerindir” âyetini oku da bu sözün önünü, sonunu anla!

Öğütçüler, nasihat edenler, pis kişiyi, ona bir kapı açılması, iyileşmesi için amberle, gülsuyu ile tedavi etmek isterler! Fakat ey inanılır, itimat edilir kişiler, pislere temiz şeyler lâyık değildir ki!

Onlar, vahyin güzel kokusuyla eğrilmişler, sapıtmışlardır da “Siz bize uğursuzsunuz; biz, sizin yüzünüzden kötülüğe uğradık” diye feryada başlamışlardır. “Bu söz, bize zahmet veriyor, bu sözden hastalanıyoruz… Sizin vâ’zınız iyi değil, bize iyi gelmiyor. Eğer yine susmaz da nasihata başlarsanız derhal sizi taşlarız. Biz, oyunla, abes ve saçma şeylerle semirmişiz… Öğüte hiç alışmamışız! Bizim gıdamız yalandır, asılsız lâftır, saçma sapan sözlerdir… Sizin bildirdiğiniz şeyler, midemizi bozuyor. Siz bu sözlerle hastalığımızı yüzlerce defa artırıyor, akla ilâç olarak afyon veriyorsunuz” demişlerdir.

Delikanlı, kardeşine yapacağı ilâcı kimse görmesin diye halkı uzaklaştırdı. Gizli bir şeyler söyler gibi ağzını kulağına, avucunu da burnuna götürdü. Köpek pisliğini avucuna sürmüştü…

Avucunu koklatır koklatmaz adam, deprenmeye başladı. Halk, bu pek mühim bir afsun dediler… Afsunu okuyup kulağına üfürdü… Adam adeta ölmüştü, afsun imdadına yetişti!

Mayası bozuk, kötü kişilerin harekete gelmesi, canlanması da (gıybet), zina, göz süzme, kaş oynatma (haram el uzatm ve yeme benzeri gibi kötü ahlâk) tarafında olur.

Kime öğüt miski fayda vermezse muhakkak o, kötü kokulara alışmıştır.(1)

Edebiyatımızda doğaya, ağaç ve çiçeklere felsefi derinlikler yüklenmiştir; "servi vahdeti; gül de kesreti temsil ettiği için "serv-i gül endam" gibi sözlerle, aslında kesret altında gizlenen vahdet anlatılmak istenmiştir." (2)

Yine "Gül ruhu, Bülbül gönlü, Nergis sağ duyuyu, Meltem nefsi, Servi doğruluğu, Irmak saflığı, Diken kin ve kibri..." temsil ederler.(3)

İşte bu ruhanî bakış ve zevk ile, Ümmî Sinan'ın dediği gibi onların dünya ile ticareti gül gibidir, gül iledir: 

"gül alırlar gül satarlar
gülden terazi tutarlar
gülü gül ile tartarlar
çarşı pazarı güldür gül"

Aziz Mahmud Hüdâyî derki:

"Ehl-i zâhir gaflet ile Hakk’ı kor dünyâ arar
Benzer ol debbâğa kim ol kelb murdârın arar"

Elhak ne doğru kelâm, derici işlemek için ölü köpek leşi arar durur, tabaklayacağı deriyi beleşe getirmek içün...o debbağ leşin kokusuna da alışmış ve belki tiryakisi olmuştur, güzel koku (övülmüş ahlâk) ise muhakkak onu bozar(!) 

Konformist ben ve bencillik debbağlığa eştir, seyreyle bir gün ayine-i devran sana da gösterir debbağın ahvâlini, gel debbağa özenme ey can, gül yetiştiren âdem ol, bilir misin gül ağacı altında soluklananların teri de nefesi de gül kokarmış, yoksa duymadın mı, vesselâm...

___________

Kaynaklar: 

(1)Mevlâna Celaleddin, Mesnevi-i Şerif.
(2)Kurnaz, C. "Gül", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, cilt: 14, s. 220 Ankara 1996.
(3)Özkan, M., "Gül", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, cilt:14 sayfa:222-223, Ankara 1996.

10 Mayıs 2024 Cuma

Bir şarkı ve hikâyesi: Duydumki unutmuşsun gözlerimin tengini...


1972 yılında Yarken’te bir arkadaşı sevdiği kız için bir şiir yazmasını rica eder. Turgut Yarkent:

"Peki nasıldır bu kız, gözleri ne renk mesela” diye soruyor.

Arkadaşı “Unuttum” diyor. Arkadaşı birkaç gün sonra karşılaştığında şiiri sorunca;

“Peki! Kızın göz veya saç rengini hatırladın mı?” Sorusuna yine yanıt vermeyince:

“Yakında hazırlarım merak etme” diyor.

Şair ne yazacağını düşünüyor ve sonunda kızın ağzından arkadaşına hitap edercesine şiiri yazıyor.

Yazdığı şiiri Muhayyerkürdî makamında Selahattin Altınbaş besteledi. Milliyet gazetesinin 1977'de açmış olduğu "Yılın Sevilen Şarkıları" yarışmasında "Duydum ki unutmuşsun gözlerimin rengini" eseri ödül aldı.


Makam: Muhayyerkürdî
Bestekâr: Selahattin Altınbaş
Güftekâr: Turgut Yarkent
Usül: Semai

Duydum ki unutmuşsun gözlerimin rengini
Yazık olmuş o gözlerden sana akan yaşlara
Bir zamanlar sevginle ateşlenen başımı
Dizlerinin yerine dayasaydım taşlara

Hani bendim yedi renk hani tende can idim
Hani gündüz hayalin geceler rüyan idim
Demekki senin için aşk değil yalan idim
Acırım heder olan o en güzel yıllara

(Kaynak: Suat Yener; Şarkıların Gözyaşları S:263, Altın Koza Yayınları)


9 Mayıs 2024 Perşembe

Kırk yamalı bohça gibi...


Ömrün tesbih, günlerin de tanesi
Her tanede ömrünü tüketirsin
Başı da en sonu da  imamesi
Bir bir çekerek en sona varırsın

Tane doksandokuz, bir de imame
Ömür, ipekten ibrişime dizilir
Tesbihini dizme çürük ipliğe
Eğer ip koparsa hepsi saçılır

Kırk yamalı bohça, olmayasın ha
Bir ip çekilir de kırkı dökülür
Daha kırkın çıkmadan sakın kırkılma
Takke düşer ise kelin görünür

Ömrü bataklıkta telef edenler
Dağılır, hayat ipi koptuğu gün
Dikiş tutmaz yamaya güvenenler
Cavlak kalır ayna tutulduğu gün

8 Mayıs 2024 Çarşamba

Çevir kazı yanmasın...

 

Bindik fındık kabuğundan kayığa
Çıktık mehtaba seyre, safaya
Küreklere asıldık vardık engin deryaya..
Kafalar hoş, martılar neşeli, yakamozlar ışıl ışıl...
Hayat beleş...
Bir de şarkı tutturduk:
"Aheste çek kürekleri mehtap uyanmasın..." diyerek saldık avazeyi her yana !

Zevk ü safamızı duymayan, avaz ve ahengimize uyanmayan kalmamıştır dedik amma peki ya Mehtap...onu uyandırmayacaktık !

Dedi dümenci hemen:
Eğer mehtap uyanırsa boş ver takma kafana...
"Çevir kazı yanmasın", de sen bana
Duyuralım kazın yanmadığını duymayana !
Üç maymun da azaldı mı toplumda acaba ?

Görmedim duymadım bilmiyorum diyecek yalancı şahit, götürene fener tutan, şakşakcı ve yağcılar var mı halen ?...

Bir zamanlar deve kuşları saklanmak için kafasını kuma gömerdi...

Gerçi, kumu da bitirdi ya aç gözlüler...

Kum da biter mi demeyin...

Biter !

Yazık, deve kuşları şimdi kafayı nereye gömecekler...

Kafayı gömmüştüm görmedim de diyemeyecekler...
Deve kuşları da uyandı, mehtap da !

Maymunlar da gözünü açtı...

Yanmış kazı çevirerek "çevir kazı yanmasın" diyerek nefes tüketme, boşa yorulma ey ehl-i safa !

7 Mayıs 2024 Salı

Köksüzlük ve riyâkârlık...

Köksüzlük kurumayı getirir, kökü zayıf ağaç çelimsizleşir, yaprakları azalır, çiçek ve meyve veremez, neticede odun hükmüyle yüzleşir.

Kendi millî ve manevî köklerinden beslenmeyen toplumlar da öyle...kendi kültürüne, kendi fıtratına, özbenliğine yabancılaşmış birey her halükârda kaybeder.

Tıpkı kökü kendi toprağının derinliklerinde olmayan hatta kökü dışarda ağaç gibi...

İnsan ya bir yere aittir ya değildir. Hiç bir yere ait olmamak köksüzlüktür. Aitmiş gibi görünmek ise riyâkârlıktır. Bu sığlık, sefillik ve özenti meziyet olarak sunulsa da, değerlerin içten içe reddiyesidir, tükenişidir. Hiçbir yere ait olmayanlar gerçekte köksüzlüğü hayat tarzı olarak benimsemiş olanlardır, bunlar sadece -mış gibi görünürler.

Mâzideki köklerinden beslenmeyen toplumlarda yaygınlaşan öze yabancı, sekülerleşmiş "miş gibi" riyâkarlığı ve şekilcilik, görgüsüzlük, kültürsüzlük, olsa olsa naylon/yapay ağaç gibi olur, belki gösterişlidir amma meyvesiz, gölgesiz ve köksüz...

Hani Ziyâ Paşa der ya:

"Bed-as­la necâbet mi ve­rir hîç üni­for­ma
Zerdûz pa­lan vur­san eşek yi­ne eşek­tir."

Yahyâ Kemâl Beyatlı "Koca Mustâpaşa" şiirinde bu mevzuyu çok güzel işler ki, o şiirinden bir bölümü şöyle:

"...

Bu geniş ülkede, binlerce lâtîf illerde,
Nice yıl, cedlerimiz kökleşerek bir yerde,
Mânevî varlığının resmini çizmiş havaya.
-Ki bugün karşılaşan benzetiyor rü'yâya.-
Kopmuşuz bizler o öz varlık olan manzaradan.
Bahseder gerçi duyanlar bir onulmaz yaradan;
Derler: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük;
Budur âlemde hudutsuz ve hazîn öksüzlük.
Sızlatır bâzı saatler dayanılmaz bir acı,
Kökü toprakta kalıp kendi kesilmiş ağacı.
Rûh arar başka tesellî her esen rüzgârda.

Ne yazık! Doğmuyoruz şimdi o topraklarda! "

Unutmamamız gereken, kadim millet ve medeniyetimiz için âtî; içi boşaltılmış, öz kültüründen nasiplenmemiş, dünyevîleşmiş, millî ve manevî değerler manzumesini "miş gibi" yaşayan ve bunlar üzerinden geçinmek ve menfaat sağlamak düşüncesinde olan, gösteriş yarışında nesillere teslim ve emanet edilemeyecek kadar kıymetlidir.

Bu hususa neşter vuran bir söz ile mim koyalım:

Yahyâ Kemâl Beyatlı’yı, gelenek ve millî kültür değerlerine bağlılığı dolayısı ile döneminin bir şâiri  “Harâbîsin, harâbâtîsin” diye tenkit eder. Yahyâ Kemâl'in, köksüzlüğe bir şamar gibi inen cevabı müthiştir, derki; “Ne harâbîyim, ne harâbâtîyim kökü mâzîde olan âtîyim(gelecek)”.

ne vakit geldik bu hâle
medenî insandan bedevîye
ne vakit dönüştük, niye ?
mamur bir evden kulübeye

Kültürü; ekmediği yerden biçmekle, medeniyeti köksüz batıdan devşirmekle anca yozlaşılır, işte o zaman sireti insan olanı mumla ararız, vesselâm...

6 Mayıs 2024 Pazartesi

Kaplumbağanın hesabı ve risk analizi !

Kaplumbağaya sormuşlar:

-Şu karşı köyü görüyor musun?

-Evet, demiş kaplumbağa.

-Ne kadar sürede gidebilirsin oraya ?

Kaplumbağa başlamış düşünmeye, epey bir zaman geçmiş, cevap gecikince tekrar sormuşlar soruyu:

-N'oldu, bir fikrin mi yok ?

-Hayır, hayır, tâ burdan oraya yolu düşündüm, güzergâhı gözden geçirdim, yokuşu, inişi var; yağmuru, çamuru var; yorulunca mola vermesi, dinlenmesi var...

-Eeee ?

-İşte bunları hesapladım, taş patlasa altı günde giderim !

-Peki, biz seni karşı köyde altı gün sonra karşılayacağız, der ayrılırlar...

Altıncı gün kaplumbağayı karşı köyde bekleyenlerin gözleri yollarda...yedinci gün, sekizinci gün...onuncu gün ! 

Meraklanmaya başlarlar, kaplumbağayı aramak için düşerler yola...yarı yolda kaplumbağayı ters dönmüş vaziyette doğrulmaya çalışıyorken bulurlar...

-Çok merak ettirdin, altı gün diye hesaplamamış mıydın, neden vaktinde gelmedin ?

Kaplumbağa kan ter içinde ve yorgundur, zar zor konuşmaya çalışır, derki:

-Yolu düşündüm, güzergâhı gözden geçirdim, yokuşu, inişi var, yağmuru çamuru var, yorulunca mola vermesi dinlenmesi var diye hesap ettim de, kötü insanları hesaba katmamışım...halimi gördünüz, yolda rastladığım kötü insanlar beni ters  çevirince söz verdiğim vakitte varamadım !

Hedef seçimi ve risk analizi hesaplarını iyi yapamayanlar, risk almaktan korkanlar hedeflerine hiç (ya da zamanında) varamazlar !

Habil de var Kabil de etrafta...Her ayrıntıyı hesaplayıp Kabil'i hesaba katmayanlar yol alamaz, yarı yolda kalırlar...

Bir söz var hani:"Akıllı düşünene kadar deli köprüyü geçer"

Bundan dolayı eğer akıllı ihtimalleri gözden geçirirken riskleri de dikkate alır ve risklere karşı alternatif plânları yaparsa işte o zaman hedef ufukta beklemektedir !

Suya sabuna dokunmayan, etliye sütlüye karışmayan, elini sıcaktan soğuğa sokmayan, hayat felsefesi bana dokunmayan yılan bin yaşasın olan, sahtekâr/dolandırıcı/namussuzlar kadar bile cesur olamayan, korkak, neme lâzımcı namuslu ve iyi (lerdeniz diye sefa süren)lerin tek gayeleri kendileri olunca, kötüler çoğalır, kötülük yaygınlaşır ve salgın onların da mekânına bir gün mutlaka uğrar, amma geçmiş ola !

Ve; korkaklar iyi insan(!) olsa da hedefe varamaz,  asla muzaffer olamaz, zafer kazanamazlar ne dünyada ne ukbâda...

Aman efendim, sizin rahatınız bozulmasın,  keyfiniz kaçmasın, çıkar hesaplarınızı yapın, işinize yarayacak herkes ile, hatta kabil tiynetliler ve kurnaz tilkilerle, yaşayan ölülerle, zamanın ruhuna uygun aynı ligde oynadığınız ham/avam/eşraf yahut ekâbirlerle siz sefanızı sürün, taht/baht hesapları yapın; risk almayın...zalimle, kötülerle, ahlâksızlıkla başkaları mücadele eder nasılsa, değil mi?


Rast gele !

5 Mayıs 2024 Pazar

Bir deyiş ve bestesi: Neler gördüm neler Hay Hak...


Neler gördüm neler Hay Hak şu yeryüzünde
Kuzu belli değil yar yar kurt belli değil
Sahte gözyaşları akar gözünden
Acı belli değil yar yar yaş belli değil

Doğrular karışmış ya Hak, yalancı şahit
Diyen belli değil yar yar duyan belli değil
Kurtlara özenmiş bir çok uyuz it
Yiğit belli değil yar yar it belli değil

Dili başka söyler ya Hak gözleri başka
Sıfat belli değil yar yar öz belli değil
Heveslenir durur kâmil olmaya
Niyet belli değil yar yar hırs belli değil

Dilimiz hak söyler Hay Hay, arifler bilir
Niyetimiz halis yar yar sözümüz Baki
Tâ ebede kadar bizim ahdimiz
Niyetimiz belli yar yar sözümüz Haktır



4 Mayıs 2024 Cumartesi

Kazanan mı akıllı, kaybeden mi ahmak ?

Bu dünyada; hep kazandığını zanneden, fani olduğunu ve kaybettiğini ise ancak ölüm esnasında anlayan ahmaklar da var; fani dünyada kaybettiği zannedilen hakikatte ise kazandığı vakti gelince görülecek olan akıllılar da var !

Akıllı, bir bekâ buluş umar bu dünyadan, der Yahyâ Kemâl:

"Fânîlik ortasında yüzen sâdedil beşer Herhangi bir şekilde umar bir bekā buluş"

Kazanan(!)ların iflasını dünya gözü ile görmek isteyen varsa, bir zahmet buyurup kabristana yollarını düşürsün de, ömrünü o vesikaları doldurmak için tüketmiş olanların, başucundaki iflas vesikalarını okusun...Hâk ile yeksan olmuş ünlü, şanlı, ekâbir ve eşrafın defter-i kebir sayfalarını karıştırsın...ve sonra başını iki eli arasına alıp kendini onların yerine koysun !

Akıllılar; dünyayı, başının üzerine konmuş ve her an uçup gidecekmiş gibi olan ürkek bir serçe gibi algıladıklarından, hakikat penceresinden giren hikmet hüzmeleri ile aydınlanır, hakikate eyvallah derler...ahmaklar ise o kuşu yakalayıp yemek için hesap kitap ile meşgul olurlar...

Pir Sultan Abdal derki:" Sanma bu dünyâda bâkî kalırsın"

"Ey bu fani dünyada baki kalacağını sanan kiş, burdaki kazancın buraya ait, bırakıp gideceksin bir gün... cem'i cümlenin dünyaya çıplak gelip çıplak gittiğini gör de akıllılarla saf tut, ahmaklık etme"

Ömer Hayyam der ya: 
“Niceleri geldi, neler istediler. Sonunda dünyayı bırakıp gittiler. Sen hiç gitmeyecek gibisin, değil mi? O gidenler de hep senin gibiydiler. Bu dünya kimseye kalmaz bilesin. Ergeç kuyusunu kazar herkesin.Tut ki, Nuh kadar yaşadın zorbela. Sonunda yok olacak sen değil misin?"

Malumunuz Nuh (a.s.)  900 seneden fazla bir ömre sahipmiş !

Ey Âdem:
Sen ezelden atılmış bir ok gibisin. Ezelden ebede yolculuk edensin. Unutma sen dünyaya gelip geçen bir misafirsin...
Ya bu lakırdıya gülüp geçersin, ya tüm benliğinle iman edersin, yahut o gün gelince ne kadar ahmakmışım dersin...

Yahyâ Kemâl derki:
"Bir bahar yağmuru yağmış da açılmış havayı.
Hisseden kimse hakîkat sanıyor hülyâyı.
Ahiret öyle yakın seyredilen manzarada,
O kadar komşu ki dünyâya duvar yok arada,
Geçer insan bir adım atsa birinden birine..."

3 Mayıs 2024 Cuma

Adâlet nizâm-ı âlemin esasıdır...

Dünya iki kapılı bir handır, bir kapıdan girilir ötekinden çıkılır, kimki burda cürüm işler, yolu evvel/âhir, dünyada ve/veya ahirette mutlaka düşecektir adliyeye...

Zulüm karanlığı adâlet güneşi doğuncaya kadar sürebilir !
Klasik dönem edebiyatçıları, bazı divân şâirlerimiz, adâlete dair beyitlerinde demişlerki:

"Sen heman cümle umûrunda adâlet eyle Gayriye müşkil olan sana olur emr-i yesîr"
 (Nef’î).

"Bakılırsa adl-i mutlak hükmünü icrâ eder her an
Vukūâtın heman rûz-ı cezâdan farkı var yoktur" 
(Hersekli Ârif Hikmet).

"Kenâr-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu
Gelir de adl-i ilâhî sorar Ömer’den onu" (Mehmet Âkif Ersoy).

"Revīş-i ‘adldedir mertebe-i kurb u kabūl
Adlsiz hākime da‘vā-yı hükümet ne revā"
(Fuzûlî)

"Adl bir makbul tā ‘attir ki kalmaz ecrsiz
‘Ādilin elbette kadrin arttırır Perverdigār"(Fuzûlî)

"Adldür asl-ı nizâm-ı âlem
Adlsüz saltanat olmaz muhkem" 
(Nâbî)

"Gitti âdil beyler kalan avamdır"
(Pir Sultan Abdal).

Divan şâiri Nâbî yukarıdaki beytinde demiş ya: "adâlet, âlemin nizâmının esasıdır ve adâletsiz saltanatın yeri sağlam olamaz".

Evet; asâleti ve adâleti olmayan insana itibar edilmez...itibâr edildiği durumlarda ise mülkün temeli yıkılır, âlemin nizâmı bozulur...

Nizâm-ı âlemde her iş adâlet üzere yürür, hak ve müstehâklığın şartları belli ve kanunu câridir...

İnsan olana gerektir ki; hakkı ayakta tuta,  âdilâne hareket ede, kelâmı ve fiili adâlete muvafık ola,  kararları ve taksimatı âdilâne ola...

Nitekim bir âyette (Mâide sûresi, 8) buyurulur: " Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun; bu, takvâya daha uygundur. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır."

Adâletin gözardı edildiği toplumlarda huzursuzluk, zulüm, kargaşa ve kötü ahlâk hızla yaygınlaşır...hüküm haklı olana göre değil güçlü olana göre verilir.

Ancak adâleti ayakta tutan insanların etkili ve yetkili olduğu toplumlarda medeniyyet inkişâf eder, huzur temin edilir, ölçü ve tartıya hak ve hukuka riâyet edilir, kurt ile kuzu dostça geçinir !

Hülasa-i kelâm; adâleti ayakta tutmak, âdil olmak "farz-ı ayın"dır, er kişi değil herkişi her türlü iş ve işlemlerde, muamelâtta adâlete riâyet etmek mecburiyetindedir, vesselâm !

2 Mayıs 2024 Perşembe

Beyaz atlılar ve bitliler...

Ne yazıkki yiğitler beyaz atla gittiler
Meydanı boş buldular cirit atan bitliler

Rahvan bilmez dörtnal gitmez şaha kalkmaz merkepler
Bir de atların yerine terfiye hevesliler

Mantar gibi çoğaldı cahil icâzetliler
Kımıl gibi yayıldı muzır tabiatlılar

Hem itibar edildi haramî ve soysuza
Ne hayrı ne hasenâtı olmayana, yolsuza

Mansıp tevdi edilir mi edebsize arsıza
Zırnığın küsürâtı teslim olmaz hırsıza

Adam gibi yiğitler ata binip gittiler
Boşluğu doldurdular kan emici sülükler

1 Mayıs 2024 Çarşamba

Post mu dost mu?

Kimisi post derdinde, kimisi tost
Kimi aslında düşman, görünür dost

Kimi aş derdinde kimisi leş
Birinde alınteri, diğeri beleş

Kimi helâlden kazanır, kimi harami
"O" Latif'ten nasipsizin olmaz keremi

Kimi yal peşinde koşar kelpten farkı yok
Kimi nasip der sabreder, gözü gönlü tok

Rüzgâr gülü gibileri habire yön değişir
Bukalemun gibileri her ortamla uyuşur

Kimi bir gün bilinir tıpkı ehl-i salah gibi
Bir gün istavroz çıkarır tıpkı nasrani gibi

Kimi her sakalı tararmış sanki bir berber
Muktedir değişince olur ona da yaver

Işık saçar kimisi tıpkı kandiller gibi
Kiminin rengi kara, tıpkı zebani gibi

Kimi, menfaati içün düşman ile dost olur
Dün kötülediğine hemen varan yol bulur

Adam gibi yiğitler beyaz atla gittiler
Meydanı boş buldular cirit atan dürzüler

30 Nisan 2024 Salı

Ben...ben...ben !


Benim de benim zannı nasıl bir hödüklüktür
Dünya kalımlık değil, sadece görümlüktür
Nimetleri görmemek iki gözü körlüktür
İyiliğin kıymetin bilmemek nankörlüktür

29 Nisan 2024 Pazartesi

Âh alma, gönül yıkma...


Gönül kıracak sözün
Yok zerresi dirhemi
Kırık dökük bir gönlün
Yok eczâsı merhemi

Yıkık gönlün âhıyla,
Yıkılır cümle âlem
Çün kırık gönlün âhın
Duyar binlerce âlem

Bir mazlumun âhına
Felekler matem tutar
Mazlum denizi geçer
Firavnı derya yutar

Gönül Çalab'ın tahtı
Söylüyor münâdisi
Âh alma gönül yıkma
Hiç yoktur telafisi

28 Nisan 2024 Pazar

Bir güfte ve bestesi: Her nefes de Allah Allah...(Acemkürdi ilâhi)


Kalbe şifa gönle ferah
Her nefes de Allah Allah
Hay de Hu de her nefeste
Al ver nefes Allah Allah

Allah de her bir adımda
Her adımda Allah Allah
Besmele çek her fırsatta
Bul fırsat de Allah Allah

Çıkar iken iner iken
Hatırla de Allah Allah
Ayaktayken otururken
Unutma de Allah Allah

Kederlenip üzüldüysen
Bunalma de Allah Allah
Neşeliyken sevinçliyken
Şımarma de Allah Allah

Hele de dara düşünce
İsyan yok, de Allah Allah
Nimetlere gark olunca
Şükür et, de Allah Allah

"O" şah damarından yakın
Hissetki de Allah Allah
Gaflete düşme sen sakın
"O"nunla de Allah Allah

27 Nisan 2024 Cumartesi

Meczub deyip geçme...Behlül Dânâ'nın daveti böyle olur...

 

Harun Reşid bir Ramazan günü Behlül Dânâ'yı tembih eder:

- Akşam namazında camiye git, namaza gelen herkesi iftara davet et.

Akşam olur, namaz kılınır, namazdan sonra Behlül 5-10 kişilik bir grupla çıka gelir. Şaşıran Harun Reşid:

- Behlül bunlar kim? Ben sana namaza gelen herkesi saraya iftara çağır diye tembih etmedim mi? Sen o kadar cemaatin arasından bir sofralık bile adam getirmemişsin..

- Efendimiz, siz bana camiye gelenleri değil, namaza gelenleri iftara çağır dediniz. Namazdan sonra bendeniz cami kapısında durdum, çıkan herkese hocanın namaz kıldırırken hangi sureyi okuduğunu sordum. Onu da yalnız bu getirdiğim kişiler bildi. Camiye gelen çoktu ama namaza gelen demek ki 
yalnız bunlarmış...

Meczub camiye girer. Hoca vaaz vermektedir. Adam oturmaz, şöyle bir dolanır içerde. Camidekilere şöyle bir göz atar ve hızla dışarı çıkar, biraz odun toplar ve  sırtına bağladığı odunlarla tekrar camiye girer...vaaz bitmiştir ve cemaat namaza başlamak üzere...cemaatle birlikte o da saf tutar. Ama sırtındaki odunlar eğilip kalktıkça yere düşer, cemaat de rahatsız olmuştur bu durumdan. Namaz biter, cemaat söylenmektedir. İmam adamın yanına gelir:

-Sırtında odunla namaz kılınır mı?  Hem kendini hem de çevreni rahatsız ettin bak! Bir dahaki namaza yüksüz gel, der.

Meczub sorar:
-Âdetiniz böyle değil mi hocam?

-Ne âdeti? diye sorar Hoca.

Cemaat hep bir ağızdan:
-Meczup bu yahu! diye homurdanırken der ki Meczup:
-Hocam ben namaz kılmak için girdim camiye, kendime uygun bir yer ararken içeridekilere baktım. Gördüm ki herkesin sırtında bir şeyler var. Zannettim ki burada âdet böyledir. Ben de şu odunları yüklendim geldim işte. Bana kızma, eğer kızacaksan kendine de herkese de kız!

Hoca şaşırır: 
-Benim sırtımda da mı vardı ?

-Evet, senin de hepinizin de sırtında yük vardı.

Cemaat 'Deli işte!" deyip  gülüşünce meczup dayanamaz, tek tek insanları göstererek işaret ederek başlar söylemeye:

-Bak senin sırtında mavi gözlü bir çocuk, sende kocaman bir elma ağacı, bunda ağzına kadar altınla dolu bir testi, şunda koskoca bir kazan, bunda kızarmış tavuk, şunun sırtında yeşil gözlü esmer bir hatun, ötekinde de yaşlı annesi vardı!

Sonra başını iki yana  sallayarak kendi kendine:
-Boş yok, boş yok, hiç boş yok, diye söylenir.

Cemaat ve hoca hayretler içinde ve sus pus...Adamın dedikleri doğrudur! Kimi doğacak çocuğunu düşlüyordur, kimi bahçesindeki meyve ağacını, biri biriktirdiği altınları, diğeri lokantasını, biri acıkmış aklında tavuk, öteki sevdiği kadınla meşgul, bir diğeri bakıma muhtaç annesinin bakımını kafasında kurmakta...

Hoca dayanamaz ve sorar:
-Söyle bakalım benim sırtımda ne vardı?

Meczup: 
-Zaten en çok da sana şaştım hocam. Sırtında kocaman bir inşaat vardı!
Meğerse hoca bir ev yaptırıyormuş, namaz kıldırırken evin kapı ve penceresini düşünüyormuş...

Meczup söze şöyle devam eder: 
-Hocam bana bir dahaki sefere yüksüz gel demiştin ya, sen de bir daha yüksüz gel olur mu ? sırtında yükle namaz kılmak zormuş. Unutma hoca, herşey birbirinin içinde, gözünün gördüğüne inanmak kolay, inandığını gözünle görmektir asıl marifet, sen âlemin farkında olmadığında bile bil ki âlem senin farkında...herkese açık ve zȃhir olduğu halde, neredeyse hiç kimsenin göremediğini sen ilmin ile bile görmüyor musun yoksa ! ...dağların taşıyamadığı emaneti kalbinde taşıdığını unutuyor da insan hevesleri ile orayı meşgul edip dolduruyor...insanların kursağı heves ve arzularının mezarlığı olmuş artık, öyle bir huzura çıkmışsın farkında değilsin sen halen edebe mugayyır çer çöple meşgul olmaktasın, alnın secdede aklın inşaatta, tapuda, kapıda, pencerede; niçin düşün taşın derler bilir misin, insan düşündüğü yere taşınır da ondan, bedenin camide sen inşaattasın olmaz hoca olmaz, boş yok boş kursak yok, bunlar ile olmaz !

Hikâye bu ya, yok mu böyle meczuplar, baktığı insanı, gördüğü ahvâli satır satır okuyan, ne dersiniz ?

Erzurumlu İbrahim Hakkı derki:
"Harabat ehlini hor görme sakın, defineye malik viraneler var" 

26 Nisan 2024 Cuma

Şeytan taşlamak...

"Şeytana külahını ters giydiren”, şeytanın ayak izlerini takip eden, serkeş, mütekebbir, kaypak, fitneci, isyana teşvik eden, insanları birbirine düşüren, ara bozucu, kavga ve münakaşayı tetikleyici, her hayırlı işe burnunu sokarak engellemeye çalışan, güzel ahlâktan hoşlanmayan, kötüyü ve kötülüğü şeytaniliği haklı ve makul göstermeye çalışan insanlar şeytanlaşmış insanlardır, bu tiplerin hedeflerine yönelik her teşebbüs ve plân ise iblisin plânıdır. 

Şeytanın adımlarının takipcileri, onun telkinlerinin uygulayıcıları, şeytanın avanesi ve adamlarıdır.

Cinni şeytanın fısıldamaktan öte yaptırım gücü yoktur, "euzu besmele" çekilince defolup gider de, insan şeytanlar tam tersi... bunlar kötülüğe teşvik ve eyleme dönüştürmek açısından çok daha tehlikelidir !

Şeytanlaşmış insanlar, “aldatmak” için, hep şeytanların metodlarıyla çalışırlar.  Bu tip insan şeytanlardan Allah’a sığınmak, uyanık olmak ve onların propagandalarına kanmamak gerekir. 

Asıl şeytan taşlama, (vesvese veren şeytanın yanı sıra) aklını şeytana kiralamış akıllı(!)lara ve şeytani fikirli şeytanlaşmış insanlara aldanmamak, fırsat tanımamak, imkân vermemek, maskelerini düşürerek gerçek yüzlerini açığa çıkartmak olsa gerek !

Şairlerden bu hususta bir kaç beyit şöyle:

"Olmuş o kadar halk-ı cihan mekrde üstâd
 Kim sâbıka-i şöhret-i şeytan unutulmuş" (Nâbî).
 
"Her kim gurûra meyl ede şeytan-şebîhtir
 Hoş görmemek cihânı be-gāyet kerîhtir" (Hersekli Ârif Hikmet).

"Aybdır âkıle şeytan beni aldattı demek
 Kendi nefsimdir eden nefsime ilkā-yı fesâd" (Nâbî)

"Hicvedersem hâini zâhid günâh ettin deme
Dîn-i İslâm’da sevaptır çünkü şeytan taşlamak" (Şâir Eşref)

25 Nisan 2024 Perşembe

Hesap sorabilen yok !

 

Ayıp âlenileşti  günah sanki meşru
Ayıptır, günahtır diyebilen yok
Yüzüne tükürsen yağmur zanneden
Mübtezele tepki verebilen yok
İhanet edenler meydanda gezer
Haine hainsin diyebilen yok
Çalıp da çırpanlar kuleler diker
Hırsıza hırsızsın diyebilen yok
Geliri üç kuruş cüzdanı kabarığa
Zenginlik nerden geldi, sorabilen yok
Fırsatçı, tefeci, haramzâdenin
Nedense, üstüne varabilen yok
Echel ü cühelâ alleme sanki
Câhile câhilsin diyebilen yok
Ehl-i kütüb lafazanlıkta meşhur
Hükümle aran nasıl diye soran yok
Arpalıklardaki eş ile dosta
Hiç orak gördün mü diye soran yok
Kaymak seven kaymakçı takımlarına
Hiç inek sağdın mı diye soran yok
Ehliyetsiz liyakatsız birinin
Nasıl yükseldiğini sorabilen yok
Dayısız arkasız hak sahibinin
Ne yazık ki hakkını verebilen yok
Hasbîler kenara itildiğinde
Hesabiye hesap sorabilen yok
Vefasızlık vedaya dönüştüğünde
Neden böyle oldu diye soran yok
Eden bulur, eğri duvar yıkılır iken
Yanlış nerde diye kafa yoran yok
Yozlaşmış toplumlar dağılıyorken
İnsana, insanlığa arka çıkan yok
"Dokunmayan yılanı yaşatan"lara
Ejderha görünce şaşıranlara
Zehire hiç kafa yormayanlara
 Panzehirin hesabını sorabilen yok
Hasırın üstü tertemiz diyene
Hasır altı süprüntüyü hiç gösteren yok
Neme lazım diyen geçim ehline
Ölümü, hesabı hatırlatan yok
Ayine-i devranda neler var neler
Aynaya bakacak yüzü olan yok
Ey hakikat aynasına bakmaktan korkan
Niçin kendini görmeye tahammülün yok
Kılı kırk yarabilen müttakilere
Güzel ahlâkta timsal Âdemîlere
Özü sözü dosdoğru kelâmilere
Söylenebilecek tek bir sözümüz bile yok

24 Nisan 2024 Çarşamba

Lâle devri ve saltanat !


Bir bitmedi gitti
Lâle devri saltanatı

Bir türlü bitmedi
Zevk ü sefânız, iştihânız

Doymadınız, doyuramadık sizi
Meğer ne kadar da açmışsınız !

Yoksa;
 gözünüz mü açtı !

Yoksa yoksa; 
gözünüz mü yeni yeni açıldı...
Mülke, mala, saltanata, makama...

Ey lâle devri çocukları !
Ey sonradan görmeler...
Ey uyanık geçinen pişmiş kelleler...
Meteliği, mevkileri çok mu sevdiniz ?
El pençe "evet efendim"ciler nefsinizi çok mu gıdıklıyor !
Eliniz ayağınız olmuş efendimciler sizi çok mu rahat ettiriyor yoksa...

Bu ahlâk ile
Denizi içseniz doymazsınız siz
Deryâ, umman kurumuş umurunuzda değil
Bahçedeki lâleler de varsın kurusun
Yeterki siz insanların sırtından inmeyin
Sürün sefanızı öyle ya da böyle...
Kılıf uydurmakta da artık çok mahirsiniz tabi !

Unutmayınki;
Eyyam mevsim mevsimdir,
Bahar da geçer, yaz da biter
Güzü de var, kışı da var...

Ey lâle devrinin
 aç gözlü şımarık çocukları !
İşte bakın görün, bu lâle mevsimi de geçiyor, 
elinizi çabuk tutun ha !
Bu fırsat elinize geçmez belki bir daha...

Görmediniz mi ?
Kurumaya da yüz tutmuş artık lâleler !
Dalgalara dayanmıyor kumdan kaleler...

Belki;
Devr-i sadık biter iken
Devr-i lâyık başlar bir gün

23 Nisan 2024 Salı

Gözünü dört aç, fırsatı kaçırma!


Ey âdemoğlu gözünü dört aç !
İyi insan olman, iyilik yapman için Allah ne çok fırsat çıkarıyor karşına, hem bu sahada rakip te yok rekabet de...!
Fırsat elde iken haydi kollarını sıva...sonra yaparım deme !
Yarın çok geç olabilir.
Elinin tutmadığı, gözünün görmediği, parmaklarını kıpırdatamadığın musalladan kalkıp da iyilik yapma şansın olmayacak ! 

22 Nisan 2024 Pazartesi

Masumiyet, safiyet ve afiyet...

"Çocuk; her şeyi olması gerektiği gibi görür, onun hayata bakışı rengârenktir, dosdoğru, saf, tertemiz, yalan dolansız, hesapsız, garazsız, ivazsız !"

Keşke büyükler, büyürken çocukluklarındaki masumiyet ve saflıklarını da arkalarında bırakmadan yanlarına alsalardı, dünya ne güzel olurdu !

Gözlerini dünyaya açtıkları günkü kadar tertemiz kalmayı tercih etselerdi, dünyanın kiri ile kirlenmeden...

Masumiyet ve safiyetin; huzur ve afiyetin vazgeçilmezi olduğunu, iş işten geçmeden, bembeyaz ömür sayfalarını karalamadan önce idrak etmiş olsalardı...

Dünya çocuklarla, büyürken safiyet ve masumiyetini yitirmemiş çocuk ruhlu insanlarla, güzelleşir !

Çocuk meraklıdır, ben kimim, neden buradayım, nereden geldim gibi ontolojiye dair sorularla varlığı anlamaya anlamlandırmaya çalışır; bu sorulara cevap bulamamış, kim ve kimlik mes'elesini anlayamış olanı ise büyüdüğünde (!) "sen benim kim olduğumu biliyor musun ?" soruları sorar...

Masumiyet ve safiyetiniz kavi, huzur ve afiyetiniz daim olsun efendim !

 

21 Nisan 2024 Pazar

Bir varmış, bir yokmuş...Varlık vehmi !


Bebekken ninniler söylendi sana
Uyusun da büyüsün...
Çocukluğunda masallar dinledin
Bir varmış bir yokmuş diye başlayan
O zamanlar anlamadın belki !

Bir an önce var idin bir idin birey idin
İşte o an şimdiki zaman için mazi artık oldu
Mazideki o bir yok oldu...
Sen şimdiki zamanda var ve bir olsanda
Bir sonraki var olacağın ana adım atarken
İçinden çıktığın an için yok olacaksın

Doğmadan önce var mıydın ?
Ölünce de var olmayacaksın !
Dünyadaki süreli görünürlüğün için:
Gelecekte bahse konu olabilir isen eğer
Senin için de "Bir varmış bir yokmuş"
Diyecekler...

Zamana ve bakanın durduğu yere göre mahlûk:
"Bir var, bir yok"
"Hem var, hem yok..."

Baki olan hep var, 
Faniler ise yokluğa mahkûm ve mecbur !

Ey fani olan, sakın varlığı kendinden zannetme !
Varlık vehmi en mühim marazî düşüncedir !
Sen bir vehimden ibaretsin, gölgesin o kadar !
Güneş(in) batınca gölge(n) zâîl olur...
Bir varmış bir yokmuş işte !

Bakî'den gelip Bakî'ye gitmekte olduğunu, şu anda da Bakî de olduğunu unutup,
sakın ha gafillerden olma !

Ey cân:
"Hiç" nedir bildin mi şimdi ?
İstersen bir daha oku !

20 Nisan 2024 Cumartesi

Çürük üzüm habbesi...


"Üzüm üzüme baka baka kararır, çürük habbe sağlamları çürütür"... çürük habbe bir de ben özgürüm bana karışamazsın deme cüretkârlığındaysa vah sağlam habbelerin başına !

Peki âlâ da, kükürtle muamele veya çürüğü sağlama sirayet etmeden koparıp atma özgürlüğünün neresinde toplum !

Seyr ü seferde mi, seyran-ı âlemde mi, uyur gezer mi, dokunmayan yılan bin yaşasın modunda mı ?

Yoksa Kul Himmet'in dediği gibi;
"Seyyah olup şu alemi gezerim
Kendi efkarımla okur yazarım" türküsünü mü çığırmaktadır...
"Toplumsal dejenerasyon, toplumun genel olarak etik, sosyal veya kültürel açıdan gerileme veya bozulma sürecidir. Değerlerin, normların, davranışların ve sosyal ilişkilerin olumsuz yönde değişmesi ve toplumun olumsuz sonuçlarla karşılaşması olarak tanımlanabilir. Toplumsal dejenerasyon, bir toplumun gelişme ve ilerleme sürecinden çıkarak, düşüşe geçmesini ifade eder."(1)

"Toplumsal dejenerasyon, birçok farklı faktörün etkileşimi sonucu ortaya çıkabilir. Bunlar arasında ekonomik zorluklar, sosyal çatışmalar, siyasi istikrarsızlık, kültürel değişimler, teknolojik ilerlemeler, değer erozyonu ve demografik değişiklikler gibi etkenler yer alabilir. Bu faktörler toplumun normları, değerleri ve davranışlarını olumsuz yönde etkileyerek toplumsal dejenerasyon sürecini başlatabilir.
Toplumsal dejenerasyon, birçok olumsuz sonuca yol açabilir. Bunlar arasında suç oranlarının artışı, ahlaki değerlerin erozyonu, toplumsal çatışmaların artması, sosyal bağların zayıflaması, güvensizlik ve hoşgörüsüzlük gibi durumlar yer alabilir. Toplumsal dejenerasyon ayrıca toplumun uzun vadeli sürdürülebilirliğini ve refahını da olumsuz yönde etkileyebilir".(2)

Toplumların ileri gelenlerindeki çürümenin, onlara özenen ve rol model alan tabana kadar sirayet ederek kanıksanması durumunda, topyekün ahlâkî yozlaşmadan söz edilebilir. 

Önceleri çok çirkin sayılan ahlâksızlıklar vakayı adiyeden sayılmaya başlanır, hatta anormal olan normal görülmeye başlar.

Bir toplumda bu çürütme eğer operasyonel ise, sanat ve sanatçı, yönetim ve yönetici, iletişim vasıtaları ve sosyal medya gibi aygıtlar sistemli bir şekilde imhâ amacına hizmet ederler ki, hatta bir de hedefe isim koyulur, adı batı olur, moda olur, modernleşmek, muasırlaşmak olur...

Böylesi bir düzende malûmatfuruş kendini alleme,  nefer kurmay gibi satmaya başlamış, güçlü haksız da olsa haklı, muktedir liyakatsız da olsa buyruk sahibi olmuş, hukuk ölçüsüze ölçü, kılıfsıza kılıf bulan aygıt olarak kullanılmaya başlamıştır. 

Nesep, soy sop karışmış, körler badem gözlü, sağırlar sultan muamelesi görürken, ahlâksız ilişkiler birliktelik olarak görülmeye başlanmıştır. 

Canının her istediğini yapmak özgürlük, ağzına hergeleni söylemek düşünce hürriyeti, hakkı olmayana çökmek güç gösterisi, aşırmak uyanıklık olarak görüldüğünde, statüye yaslanarak bütün bunları kendine hak görmek beceriklilik, gösteriş de özgüven rampası olarak kullanılır olmuştur...

Defolunun defosunu gizleyerek kendini sağlammış göstermesi, çürüğün macun, dolgu ve boya-cilâ ile makyajlanması, olmayanı varmış gibi göstererek aldatmanın normal görülmeye başlaması....topyekün çürümenin dışa vurumudur.

Bu kalabalık; yüzü kızarmayan, utanma duygusunu yitirmiş, edebi nâ-mevcud, ahlaksızlıkta yarışan, arsız ve yüzsüz, aldatmayı marifet, aşırmayı beceri gören bir topluluktan (sürüden) varsayılsa gerek !

Evet bir salkım üzümün çürümesi içün bir tanesine küfün bulaşmış olması yeter de artar bile !

Peki ya insan, insan bunun neresinde ?

Artık böyleleri insan mı bilmem ama, böylesi bir kalabalık o çürümüşlüğün zirvesinde !

Çaresi mi ? Geçmiş ola diyesim var, amma Allah'tan ümit kesilmez !

Eğitim/terbiye, telkin ve tebliğ ile beraber, ahlâk kültürü müfredatı nedir bilmem amma onun yerine, güzel ahlâkın hâl edinme metodunun öğretimi ile bir yerlerden başlamalı...stratejiler geliştirilmeli.

"Etkili stratejilerle ve toplumun tüm kesimlerini kapsayacak şekilde uygulanan politikalarla toplumsal dejenerasyonun önlenmesi veya tersine çevrilmesi mümkündür. Toplumsal dayanışmayı artıran, sosyal adaleti destekleyen ve toplumsal kurumları güçlendiren politikalar, eğitim ve bilinçlendirme çalışmaları, toplumsal dejenerasyonu azaltabilir ve toplumun sürdürülebilir ve sağlıklı bir şekilde gelişmesine yardımcı olabilir."(3)

Değilse; iyilik, güzel ahlâklılık, sevgi saygı, empati, diger-kâm olmak, yardımlaşmak, hoşgörü, iyi niyetlilik, vicdanlı olmak, karşılıksız muhabbet, hak ve hukuka riayetkâr olmak ve benzeri gibi evrensel erdemler dillere pelesenk olur, sözü edilir de, çoğunlukla birer maskedir bugünkü kalabalıkların hâl ve gidişine bakıldığında bu söylemler, sadece lâfta kalır !

Sahnede rolü (ve menfaati) gereği sureta haktan görünenin, sahne gerisindeki durumuna bakmalı !

Hülasa-i kelâm, aynı tren katarında yolcu olanların bana ne deme lüksü de hakkı da yok, lokomotif raydan çıkınca, çekmekte olduğu bütün vagonları da peşinden sürükler, yoldan çıkarır !

Kokuşma/çürüme baştan başlar...çaresi balığı tuzlamaktır...eğer tuz da kokmuşsa geçmiş ola !

Vesselâm.
_______

1) Öz, M. (2016). Toplumsal Dejenerasyon. Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 30(3), 971-985.

2) Durmuş, A. (2019). Toplumsal Dejenerasyon: Kavramsal Bir Analiz. Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 20(2), 1065-1078.

3)Türksoy, N. (2018). Toplumsal Dejenerasyon: Sosyal Ağlar ve Sosyal Sermaye Bağlamında Bir Değerlendirme. Journal of Human Sciences, 15(4), 4071-4088.

19 Nisan 2024 Cuma

İşte putun, git hadi tapıya...

 

Ey mübtezel, ey her devranın adamı
Korkuluk musun yoksa balon adam mı ?
Dik de duramıyorsun omurgan mı yok
Havandan başkaca bir numaran yok !

Kabı delik olana ne koysak dolmaz
Adamlık rütbeyle mansıbla olmaz...
Çürüklerle çarıklarla işimiz olmaz
Soframızda ot, saman yal hiç bulunmaz...

Hadi çek arabanı başka kapıya
Buyur işte putun, git hadi tapıya
Bir ömür inşâ ettiğin çürük yapıya
Baykuş tüner, baykuş öter tâ fecre kadar

18 Nisan 2024 Perşembe

Nankörlük, hödüklük !

"Benim de benim..." zannı nasıl bir hödüklüktür
Yeleyi yele veren, bu dünya görümlüktür
Nimet vereni görmemek iki gözü körlüktür
İyiliğin kıymetin bilmemek nankörlüktür

Seyreyle hayvanatı günün her saatinde
Kargayı bülbül görme, her şey yerli yerinde
Beslediğin kargalar gaga dürter gözüne
Münhasır davranış var her birinin özünde

Zakkum çiçeği çok hoş da özünde zehiri çok
Kimi mahluk bal arısı, kimiyse zehirli ok
Kırk tilkiyle yoldaş gezen kurt gibi aç gözlüler
Helal haram demez, nankör, hep açtır, olsa da tok

İpsiz sapsız arsızın dönüp atasına bak
Edepsizlik yapanın durup arkasına bak
Zevkle kuyu kazanın bir de düşmesine bak
Yoğurdu hemen yeme dur da mayasına bak

Adam gibi adama verilen azık olur
Ehil elde ehliyet, hak ile mühür olur
Eğri büğrü odunlar çadıra kazık olur
Nanköre emek verme, emeğe yazık olur

Vücud ikliminin bânîsi...


Kimdir acep ? Şu vücud ikliminin bânîsi
Sen değilsin herhâlde, vardır onun hâmîsi
"Hâkim"in bildiğini bilmez hiç bir fânîsi
Olur mu hakikatin ne ama ne yânisi
 
Çoklukla övünenin okunmaz esamesi(*)
Dünyalık yarışının ne imiş felsefesi
Aldatmasın ha sakın hayatın debdebesi
Kanaatkâra nasip, ni'mete şükretmesi
___________
(*)Tekasür sûresi

17 Nisan 2024 Çarşamba

Az biraz ironi...


kör aynaya bakarken
sağır şarkı dinlermiş

topallar maratonda
çolak motif işlermiş

horoz uykuda kalmış
develer dama çıkmış

pirelerin en hası
sülüğe taş çıkartmış

fare kartalı yemiş
köstebek çok sevinmiş

filler ipe un sermiş
çekirgeler ilenmiş

yamyamlar şehre inmiş
akbaba bayram etmiş

sinek uçağa binmiş
kaptan pilotum demiş

karga bülbülüm demiş
gonca gül açıvermiş

16 Nisan 2024 Salı

İdealizm gargaraları...

Dava adamı mı dediniz ?
Bir yandan "dava" idealizmi gargaraları yaparken, bu söylemleri ile nefsine hizmet zemini oluşturan adamların dediğine değil işine bakmayı nihayetinde zamanla öğrendik.
Galip Erdem diyor ki;
"Bizler davayı Ağrı Dağı'nın zirvesine çıkaracaktık. Bin zahmet ve acılar çekerek tırmandık. Zirvede sevincimiz sonsuzdu. Ama bir noksanımız olduğunu farkettik. Davayı dağın eteklerinde unutmuştuk.
Meğer biz davayı değil kendimizi dağın zirvesine çıkartmıştık."
İdealist adamlığın yolu önce "adam" olmaktan geçer, adam olmayanın bir tek davası olur, o da fırsat kollayarak, fırsatı yakaladığında herkesi ve her şeyi egosu içün kullanmak ! 
Davarın davası; organiğinden ot-saman, samanlık sevdası, çayır-mera, beş yıldızlı ahır ideallerini gerçekleştirmek  !
Hani derler ya, ayının bildiği bütün türküler ahlat üzere, ideali armut amma bulamadığında ahlat !
İnsan, yaşamadığı şeyi idealize edip lafını etmeyecek, pazarlamasını yapmayacak...ya olduğu gibi görünecek, ya göründüğü gibi olacak ! 
İnandığı gibi yaşamayan ise yaşadığı gibi inanmıştır vesselâm...

Ziya Paşa terkib-i bendinde derki:
"Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde."

15 Nisan 2024 Pazartesi

Bir şarkının hikâyesi: Gençliğe veda/Yıldırım Gürses


Yıldırım Gürses 21 Ocak 1938'de Bursa'da doğan, 18 Kasım 20002d İstanbul'da vefat eden bestekâr ve san'atçımız...  
Liseyi Bursa Erkek Lisesinde okudu ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'ne girdi ve 1961 yılında mezun oldu. 1959 yılında Ankara Devlet Opreası  imtihanına girdi ve Türkiye birincisi oldu. Opera'da 7-8 ay çalıştıktan sonra ayrıldı ve TRT Ankara Radyosu sınavını yine birincilikle kazanarak çalışmalarına burada devam etti, bu yıllarda kendi bestelerini "Kazablanka Gazinosu"nun sahnelerinde seslendiriyordu.

1965 yılında Hürriyet Gazetesi'nin Altın Mikrofon Yarışması'na  sözü ve müziği kendisine ait "Gençliğe Veda" isimli plağı ile ve yirmi kişiye yakın Türk ve batı müziği sazendelerinden oluşan orkestrası eşliğinde katılarak birinciliği kazandı.

Altın Mikrofon'daki bu başarının ardından Yıldırım Gürses, albüm, konser ve müzik çalışmalarına hız verdi ve popüler müziğin en önemli isimlerinden biri haline geldi. Müzik hayatı boyunca 30'a yakın albüm yaptı. Aynı zamanda film müziklerinde de besteleri kullanılan en başarılı sanatçılardan biri oldu.
 
İçime hep hüzün doluyor, Son Mektup, Mazideki Aşk, Bir Kırık Kalp, Bir Garip Yolcu, Sonbahar Rüzgârları, Affetmem Asla Seni,  Dertliyim Arkadaş, Eller Eller, Gül Dudaklım, Mevsimler Yas Tutup Çöller Ağlasın, Liseli Kız, Çal Kanunum Çal, Mazideki Aşk ve hikâyesi aşağıda yer alan "Gençliğe Veda" dillere pelesenk olan Yıldırım Gürses'e ait 350 bestesinden bazılarıdır. 

Yıldırım Gürses'in, sözleri Arif Nihat Asya'ya ait  "Fetih Marşı"nın da hem bestesi ve hem de yorumu çok beğenilmiştir. 

"Gençliğe Veda" şarkısının hikâyesi şöyle:

Yıldırım Gürses bir akşam geç vakit evine dönerken sokakta yaşayan yaşlı bir adama rastlar...Üstünde kendisini ısıtacak bir giysisi bile bulunmayan bu yaşlı adam çöplerden yaktığı ateşle ısınmaya çalışmaktadır. 

Yaşlı adamın hayatını; gençliğini, mesut olduğu ve ümit dolu günlerine ait hatıraları, yaşlılığın ve kimsesizliğini, evsiz barksızlığın hüznünü, giden gençliğe elveda demekten başka çaresi kalmadığını ve ümitsizliğini, zamanın geriye gitmesi ve gençlik döneminde donması için semaya avuçlarını açmasını ve gençliğe duyduğu özlemini yüzündeki çizgilerden okuyan ve hayal eden san'atçı gençliğin insanın elinden nasıl da hızla kayıp gittiğini ve zamanın asla geri gelmeyecek bir kıymet olduğunu düşüneek şarkının sözlerini işte bu duygularla yazar...aşağıda yer alan bu dizeleri daha sonra da besteler.

Elveda, elveda gençliğim, elveda, ey hatıralar
Elveda mesut günlerim, ümit dolu sayfalar.

Yine mevsimler dönecek, yine yapraklar düşecek
Giden gençliğimiz geri gelmeyecek.

Ellerim semaya doğru yalvardım yıllarca
Dursun zaman dönmesin mevsimler

Tanrım, tanrım, bana ümit ver, heyhat…
Elveda, elveda, elveda ah, elveda.


San'at, San'atkârın ruh dünyasının eser şeklinde dışa vurumudur...
Yukarıdaki hikâyeden de anlaşılacağı üzere san'atçı dünyaya farklı bir gözle bakar, bir çok insanın yanından gelip geçtiği, bakıp gör(e)mediğini görür hisseder, gördüğüne mânâ yükler ve gereğini yapar, sanatsal olarak onu ressam ise tuvale, şair ise şiire, bestekâr ise besteye motif motif işler. Çünkü san'at, san'atkârın ruh dünyası ile ilgili olup onun eser olarak dışa vurumudur. Nakış, mısra ve nağmeler olarak icrâ edilen san'at hikmetin yanı sıra aynı zamanda ilim ve sembolleri de eser içerisinde barındırır. Dolayısı ile san'atçı ruh, bilgi ve birikimleri ile beslenen kabiliyetini eser olarak sergiler. Sanatçının muhayyilesi ise san'atını ortaya çıkarmak üzere müteharrik unsurudur.

İşte yukarıdaki şarkıya konu "sokakta yaşayan kimsesiz yaşlı"nın  durumunun Yıldırım Gürses'in san'atçı ruhundaki yansıması bu şarkının güfte ve bestesi olarak ne de güzel serd edilmiş...

Allah rahmet eylesin.

14 Nisan 2024 Pazar

Nusha sağırlar ve haddini bilmek...

Kavak ağacı diken ordan kabak ummasın
Şeytanla yola çıkan sakın gözün yummasın
Eşekten kısrak olmaz kimse hayal kurmasın
Kuru çaydan su içip, kir pasaktan yunmasın

Kartalla birlik uçan kendin kartal sanmasın
Çölde seyahat eden her seraba kanmasın
Her sofraya yanaşan her aşa el banmasın
Her ışığa atlayıp ateşlere yanmasın

Akıllı ona derler yaş tahtaya basmasın
Her duyduğunu doğru sanıp kulak asmasın
Ona buna bakıp da bir de ödünç küsmesin
Ağulu şerbet içip sonrası kan kusmasın

Haddini bilmeyenle asla yola çıkılmaz
Mert ile yola çıkan asla ardın kollamaz
Nankör açgözlülerle ni'metler paylaşılmaz
Nusha sağır olanın burnu pisten kurtulmaz

13 Nisan 2024 Cumartesi

Maslahat, meşveret ve yönetimde prensipler

Yönetici, yapılması gereken işleri planlayan, örgütleyen, koordine eden ve denetleyen, tasarruf yetkisindeki kurumsal kaynakları (personel, bütçe araç-gereç) hakkaniyet üzere yöneten kişidir.

Yöneticinin başarısı, aslında çalışanların başarısıdır. Kurumsal hedefleri gerçekleştirmek için göz ardı edilemez ilkelere uyulması başarıyı beraberinde getirecektir, işte bu ilkelerden bazıları:

Emanet: Tüm makamlar kamunun emanetidir ve geçicidir.

Maslahat: Yönetici tasarruf ve hükümlerinde daima kamu yararını gözetir, şahsi menfaatini asla ve kat'a düşünmez ve gözetmez. Eli de beytülmâl'e asla uzanmaz.

Ehliyyet ve Liyakat: Yönetici görevlendirme yaparken ölçüsü şudur,  görev hususunda birikim, tecrübe ve ehliyetin varlığına bakar, liyakatı arar.

Vakar ve kibir: Makam sahipleri eğer ehliyet ve liyakatta yetersizlik kompleksine düçar ise, otoriteyi sağlamak içün burnu havada gezerek onu kapatmaya çalışacaktır. Kibiri vakar ile, tevazuyu şirinlikle karıştıranlar otorite değil kukla yönetici olurlar.

Adalet:Yönetici herkese eşit mesafededir, yalaka ve yağcıları yanına yaklaştırmaz, etrafında yönetileni görmesini engelleyen etten duvar örücü müzevvirlere imkan ve fırsat vermez. Hak edene vermek, hak etmeyene vermemek adaletin terazisidir.

Şura ve Meşveret:Yönetici danışmadan ve görüşlere başvurup dinlemeden karar almaz, iş buyurmaz. İstişare ve ortak akla önem verir. Herkese, yönetimi altında olanlara ve hizmet ettiklerine eşit mesafededir.

Makam: Makamlar tepeden bakma, şahsını pazarlama, görev süresi bitince daha iyi yerlere gelmek için sıçrama tahtası ve hava atma yeri değil hizmetkârlık yerleridir, yönetici de görevi gereği sorumluluk ve vebal üslenmiş kişidir, kapısını daima açık tutar. Saltanatını sürdürme yeri olarak düşünülemez. Yönetici, idarî işlerdeki yardımcılarını da bu ilkelere uyanlardan seçer.

Disiplin ve denetim: Yönetimde iş ahlâkı ve disiplin ihmâle gelmez, değilse aylak ve tembeller bir yandan göz boyarken gözönünde olmayınca kaytarma yoluna gider. Yönetici "kadife eldiven içinde demir yumruğu" ödül ve ceza mekanizmasını, gerektiğinde kullanır.

Yanaşmalar: Her devirde makama ve makam sahiplerine yakın olma imkân ve fırsatlarını değerlendirme hususunda tecrübeli olan yanaşmalar vardır. Bunlar makamın imkanlarından ve makam sahibinin kredisinden mümkün olduğunca istifade etmeyi adet edinmişlerdir. Salatalarına maydanoz olmaya fırsat kollarlar. Yönetici yanaşmalara kapıları kapatmalıdır. 

Peşkeş çekmek: Yönetici kamu malını ve yararını kılı kırk yararak gözetir, tasarrufa azami dikkat eder, astların ve yönetilenlerin de dikkat etmesi hususunda denetimi ihmal etmez. İmkânları, fırsatları ve mevkileri şahsi çıkarı içün eşe dosta, "hamili kart yakını" olanlara asla peşkeş çekmez. Kamu ihalelerinde de aynı hassasiyeti gösterir, kamu üzerinden kısa sürede köşe dönmeyi düşünen ahbap müteahhitlere kapıyı kapatır. Babadan kalma çiftlik olmadığını, kamu adına yetki verildiğini bilerek davranır.

"Biz bir memleketi helâk etmek istediğimizde, onun refah içinde yaşayan şımarık elebaşlarına (itaati) emrederiz de onlar orada kötülük işlerler. Böylece o memleket hakkındaki hükmümüz gerçekleşir de oranın altını üstüne getiririz." (İsra sûresi, 16)

“İşte böylece işledikleri günahlardan ötürü zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmına dost yaparız.” (En’am sûresi,129)

“Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emreder. Allah bununla ne de güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi iştendir, her şeyi görendir.” (Nisa sûresi, 58)

"Kıyâmet günü biz adâlet terâzilerini kuracağız da hiç kimseye en küçük bir haksızlık yapılmayacak. Yapılan iş hardal tanesi kadar bile olsa, biz onu getirip mizana koyacağız. Hesap görücü olarak biz yeteriz!" (Enbiyâ sûresi,49)
Toplumların başına her devirde layık oldukları yöneticiler gelir, eğer toplumun çoğunlukla ruhaniyeti iyi ise yöneticileri de iyi, kötü ise yöneticileri de kötüdür. Çünkü yönetici o toplumun bir parçasıdır ve içinden geldiği toplumun özelliklerini taşır.

Ham ve avam şahısların yetkilendirilince  görgüsüz, ahlâksız ve şımarık birer yönetici olduklarına, hazımsızlıklarına dair ne çok örnek  duydu, gördü yıllar içinde cemiyyet...

Yöneticiler işgal ettikleri mevkinin; makamın yetkisi ile, dikkat ve itina edilmezse kamu ve kul hakkının kolaylıkla yenilebileceği bir yer olduğunu, ahirette hesabının çetin olacağını, kuyumcu hassasiyeti ile ölçüp tartmadan karar vermemeleri gerektiğini bir an bile unutmamalılar...!

İrtikap, rüşvet ve zimmetin gırla gittiği, beytülmâl'ın ehil olmayanlarca talan edildiği devirler içün olsa gerek, Bağdatlı Yahya bir beyitte derki:
"İmrenme görüp yağlı pilavına ümerânın
 Kim bağrı yağı, çeşmi yaşıdır fukarânın"

(İdarecilerin, makam mevki sahiplerinin yağlı pilavına imrenme. Çünkü o pilav fakirlerin ciğerinin yağı ve gözü yaşıyla pişer.)

Yunus Emre derki:
Dünya Kimseye Kalmaz
Bir misafirhanedir
Arifler ana dalmaz
Bilir ki efsanedir

Ne ekersen biçersin
Döktüğünü içersin
Bir gelir bir geçersin
Gerisi bahanedir

İnsanlıktan sen çıkma
Dost kazanmaktan bıkma
Gönül yap ama yıkma
Çoğu bir kâşânedir

İyilik yapmaktır kârın
Kalır ancak o varın
Öleceksin sen yarın
Anla bak dünya nedir.

Netice-i kelam; nasılsanız öyle yönetilirsiniz, kavak diken kabak hasat etmeyi ummasın vesselâm...