Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

28 Eylül 2021 Salı

Mahşer ve kıyâmet provası...

 


Gökyüzü kararır
Bulutlar
Kapkara bulutlar küme küme
Güneş perde ardına gizlenir
Bir fırtına çıkar
Bulutlara vasıta, yağmura vesile

Çakar şimşek düşer yıldırımlar
Gök gürler arz titrer
Boşalır gökten ırmaklar
Sicim sicim
Yağar da yağar
Bu ne Celâl Ya Rab

Güneş açar
Kurumuş toprakların
Çatlamış yüzü
Yağmurla dolar
Ve toprak suya doyar

Suya hasret
tohummudur yalvaran 
Duası mıdır acep
kabule şayan 

Kuru tohumu hayata güneş midir çağıran
bulutların aralığından
göz kırpmakta çünki, hiç durmadan

Semâ alkış tutar
Tohum suya doyar
Toprak tohuma ecza sunar
Ve canlanır tohum
üstündeki
kabir toprağını
kaldırır da atar

Bir mahşer provası adeta
Kuru toprakta
Kupkuru tohum can bulmakta

Yağan rahmet
Bir çağrı, ölüden diriyi kıyâma davet
Ve işte yeniden diriliş
Ve işte eskiden yeni bir hayat

Anlıyorum
Celâli'nden Cemâlini ikrâm edermiş
Kahrının içine lütfunu gizlermiş
Mahlukuna
Rahmetiyle muamele edermiş

Ne büyüksün ya Rab !
 

26 Eylül 2021 Pazar

Özü güzeli ara bul...

Kimine dünya bir pazar
Kimi var ki her dem azar
Kimisi hem okur yazar
Okur yazarı ara bul

Kimi sürünerek gider
Kimi havalarda gezer
Kimi uçmaz yüzer gezer
Hakda sabit kademi bul

Kimisi var pis kokulu
Kimileri misk kokulu
Kiminin buhurdanı gül
Gülizârdan olanı bul

Kiminin aklı seferde
Kiminin donmuş bir yerde
Kimine masiva perde
Perdeleri açanı bul

Kim terketmiş sağı solu
Kim tutmuşsa orta yolu
Kimmiş efendi kim kulu
Mutedili ara da bul

Kim ararsa bulur O'nu
Âlem O'nun eni konu
Her gecenin şafak sonu
Sabreden görürmüş onu

Arayıp da bulanlar ki
Haktan taleb edenlermiş
Mülk sahibi kalpte mukim
İrfân ehli, bilenlermiş

Kiminin gözü güzelmiş
Kiminin sözü güzelmiş
Kiminin özü güzelmiş
Özü güzeli ara bul

25 Eylül 2021 Cumartesi

Dünden bugüne çapı değişenler...

 
Sorular...

  • Dünün ideal peşinde koşan(!) idealistleri bugün nerede, ne hâlde olduğunu göreninin bileniniz var mı?
  • Dün savunduğu değerleri bugün ayak altına almış olanlar etrafınızda yok mu?
  • Dün eleştirdiğine bugün benzemeye çalışan samimiyetsizleri işaret buyuracak yok mu?
  • Dün ötekileştirilmişlikten, ezilmişlikten yakınanların beriki statüsü edinince huy/karakter/renk ve hatta kimlik değiştirdiğini, eskiye dudak büktüklerini duymayanınız kaldı mı?
  • Dün beş parasız çulsuz itibarsız olmanın kompleksini daha çok paralanarak atmaya çalışan, dünya metaı ile büyülenen ve eski komplekslerini yeni kompleks ile değiştirip kompleks yenilemiş çapsızların çapını ölçemeyen var mı?
  • Dün kapısını çalamadığı, önünden geçemediği makamların koltuklarına gömülünce; aklı uyuşmuş, fikri donmuş, ruhu kirlenmiş olanları hangi terazi hangi kefesiyle tartar, bileniniz var mı ?
  • Dün tepeden bakmayı eleştirenlerin bugün tepeden bakmayı adet edinmediklerini söyleyebilecek olan var mı?
  • Dün  -izmlerin ideolojilerine karşı bayrak açanların bugün tükürdüklerini yaladıklarını duymayan var mı?
  • Dün kötü huylarını mestur edip saklayanların, bugünki fâş olma vaziyetini açıklayabilecek var mı?
  • Dünkü ulvi değerlerin sloganist kuru savunucularının bugün bu yol ile menfaat devşirmediğini söyleyebilecek olan var mı?
  • Dün mü samimi değildi bu bukalemun tabiatlılar, yoksa bugün mü, bilen varsa bize de söyler mi?
★★★
Ve sorular:
  • Riyakarlık virüsünün tedavisi yok mu ?
  • Bu hastalığa karantina fayda verir mi ?
  • Test kiti var mıdır ?
  • Aşı etki eder mi ?
  • Ederse hangi aşı ?
  • Aşıya cevap verirler mi?
★★★
"İnsan"a samimiyet, safiyet, özü sözü bir olmak, dürüstlük, hak söylemek, adil olmak, hoş görmek yaraşır; be hey menfaatperestlik, münafıklık ve riyakârlıkta önde giden, nefsinin heveslerine köle, bunları gönlüne yerleştirip put edinen akıllı (!)...

Kişi ne ise o olmalı, olmadığının kisvesine bürünmemeli...
 "Taklidinden sakınınız"  sözünü duymuşsunuzdur...
İnsanı taklit eden papağana insan mı diyeceğiz !
Kalp para ne ise kalp insan da o, geçmez sahtesi nezdimizde, tedavüle sokmak isteyenler ise her devirde vardı, bugün de var !

Hz.Mevlana ne der:
                                       "Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol !"


Samimiyet ihlastır, ihlas halasa/kurtuluşa götürür, aksi ise gayya kuyusuna...

Bugün kâr ettiğini zannedenler, yarın muhasebe defterleri denetlendiğinde ne yapacaklar acaba !?

23 Eylül 2021 Perşembe

Zihin dünyası ve karınca hikâyesi...


Eskiye rağbet olsa bit pazarına nûr yağardı...ifâdesini hep kapitalizmin sömürü sloganı olarak, şuuraltına hitâb gibi algılamışımdır. 

Zihin dünyası ile zihniyet, zihniyet ile şahsiyet ve kimlik inşâsı arasında bir korelasyon var... 

Zihni alt yapı, üst yapının temelidir,  bu alt yapının/temelin toplumun istikbâli hedefine matuf bir plân doğrultusunda inşâsı ise çok önemlidir. Temelsiz bir yapı ancak baraka olarak nitelendirilir. Tıpkı kökü yüzeye yayılmış bitki gibidir ki, kasırga bir yana  bir fırtınada bile kökünden sökülebilir... 

Temelsiz, estetikten yoksun eğreti gece kondu mimarî nasıl gözü yorarsa; kökü, kökeni sağlam olmayan eğreti kimlik(sizlik) de gönlü ve zihni öylece yorar... 

Kimlik ve kişilik inşâsında kültürün ve medeniyetin rolü bu açıdan çok değerlidir. 

Kadim medeniyyet ve kültür harcı ile şekillenmiş bir kimlik kültürel kasırgalara, depremlere dayanabilirken, yoz/popüler kültür ile inşâ edilmiş şahsiyyet bir kibrit ile kolayca tutuşan samanın alevi hükmünde olur. 

O eski diye yaftalanıp küçümsenen ve fakat asla eskimeyen, (eski) zihin dünyasının şekillendirdiği irfân ile maruf insanlar nerde; yeni diye zokalanmaya çalışılan günü birlik temelsiz ve köksüz popüler kültürün kulu kölesi insan nerde...!

Hani zaman zaman insanda zuhur eden yakışıksız bir durum için söyleriz: 
"nerde o adam gibi adamlar, o eski münevverler, o eski adamlar..."

 Evet, nerdeler ? 

Onları yetiştiren muhiti mi kaybettik, aileyi mi, yoksa örgün/yaygın eğitim metodolojimiz mi makas değiştirdi ?

İşaret buyurulan o erdemli, övülmüş ahlâk timsâli şahısların zihin dünyasını şekillendiren neydi ?

Meyve ağacını saran karıncayı öldürmeyen zihin dünyası sahipleri varmış eskilerde, bugün daha çok kazanmak uğruna zirai alanlara böcek öldürücü (insektisit, pestisit)leri hem de kanserojen olduğunu bile bile fütursuzca püskürten zihin dünyası sahipleri onların yerini aldı...
 
Yeri gelmişken bir minicik canlının, karıncanın hayat hakkına hürmete dair bir hikâyeyi alıntılayalım: 
"Kanuni Sultan Süleyman, devlet işlerinden arta kalan vakitte sarayın bahçesinde ağaç yetiştirmekle meşgul olurmuş. Bir zaman yetiştirdiği meyve ağaçlarını karıncaların sardığını görmüş ve meyve ağaçlarına zarar veren karıncaların itlaf edilip edilmemesi, karıncaların istilâ ettiği ağaçların kesilip kesilmemesi hususunu devrin Şeyhülislâmı Ebussuud Efendi’ye şairâne bir dil ile sormuş; 
Dırahta ger ziyan etse karınca
Günâhı var mıdır ânı kırınca? 
(Eğer karınca ağaca zarar veriyor, onu kurutuyorsa, karıncayı yok etmenin bir günahı var mıdır?) 

Ebussuud Efendi Kanuni’ye aynı şiirsellikle cevap verir: 
Yarın Hakk’ın dîvânına varınca 
Süleyman’dan hakkın alır karınca. 
★★★ 
Bugün fil cüsselilerin karınca cüsseliyi ezmesi olağan, ezmemek için adımlarını ayarlaması olağan dışı geliyorsa, bir yerlerde bir eksiklik var demektir !

Benden sonrası/ötekisi tufan anlayışının hâkim olduğu bir toplumda; herkes ve şeye bana ne kazandırır defolu bakışının hâkim olduğu bir muhitte; ne yazık ki sürekli kaz-tavuk alış verişine dayalı muamelât üzerine inşâ edilmiş bir zihin dünyasının dışa vurumuna şahit olunur. 

Toplumun niteliğinin belirleyicisi olan kadîm kültür, tecrübe, bilgi ve idrâkta yücelik olursa; o toplumun bireyleri erdemli, övülmüş ahlâklı diger-kâm, medenî olmak içün yarışırlar... 

Değilse; ötekileştirme, rekâbet, predatörizm, iğneleme, küçümseme, sömürme, ezme vb. kalıplara sahip bu (insan görünümlü) mahlûkâtlar birbirleriyle başbaşa itiş-kakış teritorite kavgasıyla günlerini geçirip dururlar... 

Bu mukayeseli örnekleri çoğaltmak mümkün. 
Yine de, kadim kültür ve medeniyyet ile beslenmiş insanî zihin dünyasının  inşâ ve ihyâsı içün gayretkeş olanlar da var ki, iyiki varlar !

Seyr ü sefer...

Bir seferdesin ey âdem, hükm-i dehri seyreyle
Bu âlem-i mümkinâtdır, ona i'tibar eyle

Ol pinhânı görmez iken, tâ zerreden kürreye,
Sen âlem-i hayaldeysen, sana Hızır neyleye

20 Eylül 2021 Pazartesi

Hayata bakmak ve görmek san’atına dair…


Tecrübelerimiz gösteriyor ki bugünün modern çağını idrak etmiş insanı, çoğunlukla gören bir “kör” gibi yaşıyor.

Bakıyor, gözüne çarpıyor, yanından geçiyor ve görmüyor, çünki görmek içün ayıracak vakti yok, vakit fukaralığından muzdarip, iş yükü, uğraşacağı alan o kadar çokki... Bu sebeple sadece silüetle yetiniyor, ayrıntıdaki san’at ile ise çok da ilgili değil…

Ancak yine de iddiası o ki, çok da iyi görüyor !
Halbuki farkı ortaya çıkaran nüanstır, (yanlış bir kullanımla-kanaatime göre)“şeytan ayrıntıda gizli” ifadesi ki yanlıştır, eğer kişi kendi düşünce kanallarında kötü/kötülük/olumsuzluk fikirlerine izin vermiyorsa, şeytanî düşünmüyorsa, işte bu durumda ayrıntıda hikmeti, ihtişamı, gözden kaçmaması gerekenleri görebilecektir !

Peki nasıl bakmalı ve neyi görmeli ?

Meselâ; bir parazit kendi kan emeceği konağı görüyor, bakmıyor, hatta öyleki kimi parazitler dünyada mevcut milyon türden fazla hayvanın içinden sadece bir türe ait bireyi arıyor, buluyor görüyor ve ona yerleşiyor…Yâni bilinçli bir bakma ve görme !

Ancak insanoğlunun bir çoğu kendini, yeteneklerini, etrafını, dünyayı, uzayı kâinatı maateessüf görmek için gayret etmiyor, günlük hayatın hızına kaptırmış, sadece bakıp geçiyor öylesine, geçip giden trene bakarmış gibi !

Zamanı saat kadranında dolaşan akrep yelkovan ve saniyeden ibaret algılamak, yahut kadranın ardındaki dişli sisteminin çark hareketine bağlamak da var, dünyanın dönüşüne uygun olarak güneş ışıkları ile şekillenen gece-gündüz, ay/mevsim/yıl peryotlarıyla algılamak da var…ya da her canlıyı doğumdan ölüme doğru giderek eskiten hayat yoluna bağlı algı da mümkün.

Yahut bu her ânda gerçekleşen yenilenme/eskime, şekilden şekile inkılab etme, farklılaşmayı olağana bağlayıp, farkına varmaksızın bakmak; görme melekesini uykuda tutarken, düşünme fonksiyonunu tembel tembel köşesinde istirahat ettirmek de mümkün…

Bu ise “akletmemeyi”, düşünme san’atına kayıtsızlığı getiriyor…
★★★

İnsan oğlunun gözü belli spektrum aralığındaki objeleri nesnelere bakar/görür, gözünün görme kabiliyeti aralığı dışında olanı ise, mesela mikroorganizma seviyesinde olanları farklı nitelikteki mikroskoplar ile, ya da uzayın derinliklerindeki objeleri teleskoplarla görme sınırları içine davet ederek görmek mümkün olur.

İnsanların görme aygıtı olan gözleri 400- 700nanometre (nm) dalga boyu aralığını görebilecek bir yapıdadır. Bu demek oluyor ki; 700 nm üzerindeki dalga boyundaki Infra Red (Kızıl ötesi, IR ) ışınlarını ve yine 400 nm’nin altındaki Ultraviyole (UV) ışınlarını görebilme kabiliyetinden yoksundur.

Şimdi, bu sınırlar aralığı dışındaki ışınları, dolayısı ile obje ve nesneleri göremememiz onların olmadığı anlamına mı geliyor, tabiki HAYIR !

Biz insanların gözü, saniyede 50 frekansı, yani saniyede 50 kez yanıp sönebilen ışığı görüp algılarken, bu frekans kimi böcekler için 300’ün üzerindedir. Bazı canlıların gözleri bu frekansın altına veya üstüne duyarlı olduklarından geceleri dahi rahatlıkla görebilirler.

Dolayısı ile canlılar arasında algı hızında ve çözümleme hızında da farklılıklar var.

Gelelim ışığa...

Işık canlıların görebilmesi için olmazsa olmaz şartlardan biri… ışık kaynağından çıkan ışınlar cisimlere çarpar ve oradan göze ulaşır.

Herhangi bir objeye baktığımız zaman cisim üzerine düşen ışığın dalga boylarından bazıları o cisim tarafından soğrulur, bir kısmı ise soğurulmaz ve geri yansır. İşte bu yansıma şeklindeki görüntü retina üzerinde bulunan milyonlarca sinir hücresi üzerinden, ışığın niteliğine göre kimyasal bir reaksiyon oluşturur, bu reaksiyon sonucu elektrik sinyali (impuls) oluşur, göz sinirleri yardımıyla beyindeki görme merkezine ulaşır, referanslara göre çözümlenerek algılanır ve obje/nesne görülmüş olur.
Bizim göremediğimiz aralıktakileri gören canlılar da var: mesela, kızılötesi(IR) ışınları biz sadece ısı olarak algılayabilirken bazı yılanlar bu ışınları görüntü olarak algılayabilir. Aynı şekilde bazı balık ve kurbağalar türleri ile sivrisinek ve arı türleri de kızıl ötesi ışınları görebilirler.

Birçok bitki, bizim göremediğimiz dalga boyundaki polarize ışık dalga boyu aralığında olan renk ve desen çeşitliliğine sahiptirler ki bu başta bal arıları olmak üzere polen taşıyıcısı tozlaştırıcı böcekleri çiçek nektarının olduğu kısma cezbeder. Hatta gece görüşüne sahip bazı böcek gözleri algıladıkları bu polarize ışık yardımıyla da o bitkiyi/çiçeği bulurlar.

Yine kafadan bacaklılardan ahtapotların ve bazı örümceklerin de polarize ışığı görecek yetenekte gözleri vardır.
★★★
“Bakar kör” olmak sanırım sahip olunan göz aygıtının hakkını vermemektir.

Yaşarken, uygun adım yürürken/koşarken; nüansları kaçırmak, obje ve nesnelere kaba bakış yüzünden hikmeti görememekle açıklanabilir.

Yâni bakmak malumatla yetinmek,  görmek ise fikir sahibi olmak demektir bir başka ifâde ile...

Görme aygıtı dış dünyaya açılan pencere olarak beyindeki görme merkezine sinir telcikleri ile bağlı, görme merkezi ise algı/çözümleme merkezine verileri analiz etme algı ve sanrıyı rapor haline getirip organizmaya yönelim ve duyumsama ile görev yapmakta…

Nerden geldik, ve konu nerelere götürüyor…
Algı perdelerini aralamak, bakmak ile başlar da, onun ardına ise görme, fark etme melekesi ile geçilebilir, o zaman hakiki anlamını bulur...değilse asıl olanı kaçırır, tali ile yetiniriz, kabaca olanı görür, derûnunda gizli cevheri, mücevheri göremeyiz.

Cevheri mücevher hâline getirmek için önce toprağın derinliklerindeki cevheri keşfetmek, sonra onu kuyum haline getirecek kuyumcu titizliğine ihtiyaç var...

Bir objeye sadece bakılabilir ama bakmak ile objeyi görmüş olmaz insan.

Bir resim galerisinde gezinirken bir çerçeveye bakıp geçmek var, bir de o çerçeve ile sınırlanmış olanın ne olduğuna odaklanmak var ki, ancak o durumda tabloyu, san’atı, san’atkârını eserinde görür, anlatılmak isteneni ve bizim ne algıladığımızı tefekkür edebiliriz…San’atçı; eserine sadece bakışını değil onunla birlikte görüşünü de nüansları ile işleyerek ortaya koyar ki, bu da estetik ile birlikte bilgeliği karşı tarafa sunar.

San'ât, herkesin hakkında malumat sahibi olduğu, ve fakat her insanın kendince algıladığı bir kabiliyetin dışa vurumu…

Bakmak söz ise, görmek ma’nadır....Kelime harflerden müteşekkil iken o kelime ancak nefeslenince kelâm olur...

Bir san’at eserinde bir bestenin nağmelerinde, bir nutkun şiirselliğinde, seyirci ile san’atçı arasında kurulan bir köprünün temelinde, insandan insana bir yansıma söz konusudur ki bu da görmekle, duymakla, duyumsamakla ilişkilidir.

Görmenin getirdiği nüans düzeyinde, yani minimalistik düzeyde algı açılması, hayret edici şeyleri, olağan dışı olanı görmeyi de aynı zamanda sağlayacaktır.

Algıda seçici olmak akl-ı selim insana özgüdür... münevver insanın hesabîliği yoktur, o bakar ve görür, basireti dolayısı ile hasbî insandır !

Dünyaya ve içindekilere sadece menfaat tarlası olarak bakıp algılama anlayışı "insan"a değil, egosunun tatmininden öte gailesi olmayan hayvânâta has bir durumdur...

Buna göre tüketilen şeylerin tüketici açısından kalıcılığı yoktur, olamazda…somuta, bedene maddeye hitap eden cümle şeyler bu statüde değerlendirilir.

Ancak ma’na örüntüsü ruh ile ilgilidir, bunun içerisine bilgeliğe kapı açan bilgiyi/hikmeti, ilim ve irfânı, mûsıkîyi, şiiri, edebiyatı, görsel san’atları, güzel san’atları, estetikle ilgili olanların ışığında görünen âlemi san’atkârının san’atı olarak, seyrine doyulmaz aynadaki yansısı olarak bilmekliğimiz görmekliğimiz en önemli algıdır ki insan olarak bunlar ile bilgece bakış/görüş dairesine girebiliriz.

İşte ancak o zaman gözün gereği gibi kullanılmış, boş bakmayan, boşa bakmayan bir cihaz gibi kullanılmasından söz edilebilir. Böylece parça ile oyalanmak yerine manzaranın bütününde, nüans düzeyinde olanları dahi ayrıntısı ile görmek kemâline sahip insanlardan müteşekkil topluma gidişten bahsedilir ki, o toplum ne güzel bir toplumdur…Niceliğin niteliği ne kadar artarsa, dünya o kadar huzur bulur !

Bilenle bilmeyen; görenle görmeyen bir olabilir mi ? Bakan ile gören arasındaki fark gibi...

İronik bir yaklaşımla bağlayalım;
Bakgeç değil, bakkal...bakıp geçen seyirci, bakıp kalan müşteridir mahalle bakkalında !

19 Eylül 2021 Pazar

Koşuyorsun da, nereye ?


Koşuyorsun da nereye ?
Durduraksız dönerken dünya
Seni de döndürüyor değil mi ?

Yeryüzünde dolandırıyor
Vücudunda dolandırıyor.

Eviriyor çeviriyor
Küçükten büyüğe
Gençten yaşlıya
Dolandırıyor
Eviriyor çeviriyor...

Durdurmaya var mı kudretin
Yahut yetkin, inisiyatifin
Yok...!
Uyacaksın !

Gece gündüze 
Sen ise hâlden hâle 
dönüyorsun işte !

Yetkisizsin !
kendi vücuduna 
sözün geçmiyorken
Kendini sahiplenmişsin
hâkim zannınla 
kendini devleştirmişsin !

Yok, yok !
Var olanı anla...
Yoklamazsan 
Varı ne görür ne idrâk edebilirsin !
Firaset ile bak
Basiret ile gör !

(Heykelini) Hâkdan halk etti
Hakk ile yaşarken 
Hâk ile yeksân ol ki,
sana da tevâzû yaraşır...
Kibir var ise 
yokla onu ki, o da şeytanındandır...

Bağdatlı Rûhî bir beytinde der ki:
"Hâk ol ki Hudâ mertebeni eyleye âlî
Tâc-ı ser-i âlemdür o kim hâk-i kademdir"
(Toprak ol ki Allah dereceni yüce eylesin. Alçak gönüllü, mütevazı olan kişi âlemin başına taç olur.)

Hem, eninde sonunda
vücudun, 
şu benim sandığın 
kendi heykelin var ya;
Hâk ile yeksân olacak...

Hakk'dan gelen (ruhun)ise
Hakk'a dönecek !
Herşey aslına vasıl olacak
Rücû edecek...

Bunun içün;
Kabalık yok, hoyratlık yok
Kötü huy yok, itiş-kakış yok
Hor görme yok, dudak bükme yok
Hoş görmek var, hoş bakmak var
Sevmek var, saymak var
Nezaket var, nezafet var
Derde ortak olmak var
Yükü paylaşmak var
Ahdine uymak var
Akdini yerine getirmek var
Neticede;
Vefâ var sefâ var

Ya cehennem
Ya cennet var

Yok, yok !
Var olanı anla...
Yoku yoklamazsan 
Varı ne görür ne idrâk edebilirsin !
Senin içün içinde bulunduğun ân var...
Dün yok, yarın yok...
Şu an var, 
Onu kıymetlendir
Kıymetlendirecek işler yap...
Yoku yokla ki vara varasın...
Firaset ile bak
Basiret ile gör !

Sen sadece et-kemik değilsin !
Kendi zatının hakikâti varki
İşte Onunla tanış
Onu ihmal etme
Ondan gafil olma
Unutma !

___________
Hâk: Toprak, turab

18 Eylül 2021 Cumartesi

Ahvâl ve melâl...

 
Azgın taşkın nehirleri
Sükuna sokmaya geldik
Bir sahilden bir sahile
Köprüler kurmaya geldik

Yalçın yalçın kayaları
Un ufak etmeye geldik
Verimi bol toprakları
Ekmeye biçmeye geldik

Zalim olanın zulmüne
Mania olmaya geldik
Mazlum olanın ahını
Duyup dindirmeye geldik

Yağmura hasret toprağa
Hem nazar etmeye geldik
Rahmana niyâz etmeye
Yağmur duasına geldik

"Nâr"dan "Nûr"a seyahate
Vasıta olmaya geldik
Gurbetteki ademleri
Vasla çağırmaya geldik

Gözlerden akan yaşları
Hakk içün silmeye geldik
Mahzun olan gönüllere
Huzurdan sunmaya geldik

Dermansız kaldım diyene
Hem derman olmaya geldik
Çâresizin yamacında
Dağ gibi durmaya geldik

Hikmetten bîhaberlere
Perdeyi açmaya geldik
Cehâlete gömülene
İlm ü irfân ile geldik

Dünyânın faniliğini
Bir bir anlatmaya geldik
Sonsuzluğun nimetini
Sofraya dizmeye geldik

Aklı tozlanmış olanın
Tozunu silmeye geldik
Akl-ı selim yoldaşlara
Hem sırdaş olmaya geldik

Azgınlaşmış küheylanı
Hem dizginlemeye geldik
Şahtan bîhaber olana
Şahı anlatmaya geldik

Hem ezelî hem ebedî
Dirilteni öldüreni
Şekilden şekle gireni
Mahbûbu idrake geldik

17 Eylül 2021 Cuma

Debbağ…sinek...gaflet

 
Pozitivist ve sekülarist bakışla görülemeyen, anlam verilemeyen ne çok şey cereyan eder etrafta da, hayretimiz artar…

Yahut, adam sende der, burun kıvırır geçeriz.

Geçmişte bir dost ile mücerred ve müşahhastan fikir teatisi, beyin cimnastiği yaparken, verdiği bir örnek beni farklı düşünmeye, tefekkür dünyama döndürdü…

Bir kara sineğin yanımızdan yöremizden, gözümüzün önünden uçup gidivermesi…!!!

Kara sinek işte !

Evet, kara sinek, kanatları var, uçuyor işte mi, deyip geçmeliyim ben de, yoksa, saydam bir çift ön zar kanat ile çubuk şekline dönüşmüş davul tokmağı gibi ve denge-dümen vazifesi yapan arka kanat çifti…kanatları çırpmaya yarayan kaslar…zar kanat yüzeyinde karina halinde boyuna ve enine damarlarla gergin ve mukavemeti artırılmış morfolojik yapı…kanadı meydana getiren hücrelere oksijen taşıyan trake boru sistemi ve vücut sıvısı / kan taşıyarak onları besleyen  damar sistemi…konup da kullanılmadığı  zamanda sırt kısma kanatları kapatması…aerodinamiği hesaplayarak uçuş ve dalış hareketlerindeki çabukluk… besine yaklaşma, düşmandan kaçma….ve, ve, ve !

Bir minik yumurtadan, onun çekirdeğindeki DNA da şifrelenmiş morfo-genetik kodlar doğrultusunda şekillenmiş ve  fonsiyonel bir vücut yapısı !

Ve bir saniyede 200 defa çırpılan kanatlar...

Kara sinek işte !

Beyin görevi gören sinir düğümü (ganglion) toplu iğnenin ucu kadar bile değildir !

Bu kadar karmaşık metebolik olayları, uçuş, beslenme ve üreme davranışlarını yöneten sinir düğümü !

Hepsi de bilgiye ve yeteneklere dayalı olmalı... mühendislik, pilotaj, iklim verilerini (rüzgâr ve hava akımı) kullanmak ve verileri değerlendirerek gereğini yapmak için de yine bilgi gerekli değil mi ?

Aşağıdaki linkte uçuş biyomekaniği ile ilgili hesaplara bir göz atınca ne çok faktöryel hesap çıkıyor uçmak/uçurmak için karşımıza !!!

Evet sinekler ve kuşlar da bu biyomekanik hesaplarla tasarımlanmış ve imal edilmiş olmalı değil mi ?

Buyrunuz bu hususta yapılmış hesaplamaları içeren bir bilimsel makale:

Uçma hareketinin biyomekaniğinin incelenmesi ve bir robotik kuş tasarımı çalışması (TIKLAYINIZ)

Nasıllara cevap buluruz da niçini sorguladığımızda kala kalırız !

Zahir ehli olarak bakıp, niçini üzerinde derûnî düşünecek miyiz ?

Etrafta görmeden geçtiğimiz, hep aynı şekliyle görüp artık kanıksadığımız, birazcık tefekkür edince hayret edeceğimiz o kadar çok şey, olgu, olay oluyorken, akşama ne yiyeceğim, yarın ne giyineceğim, nereye yatırım yapsam daha çok kazanırım diye diye sayılı nefesleri fütursuzca harcamaya devam mı edeceğiz ?

Sonra da mirasyedilere paylaşma esnasında kavga sebebi olacak meta içün, ömr-i azizi çar-çur ederek kara toprağın karanlıklarına gömülmeyecek miyiz ?

Gaflet üzere günler, aylar, yıllar, ömür tükeniyor işte !

Kara sinek ekosistemdeki rolünü eksiksiz yaparken, natamam inşa hâliyle ömrünü bitirecek insan türüne başka ne misal iyi gelir onu da bilmiyorum doğrusu !

Aziz Mahmud Hüdâyî bakınız gaflet üzre ömür tüketen gafiller için ne demiş:


Ehl-i zâhir gaflet ile Hakk’ı kor dünyâ arar
Benzer ol debbâğa* kim ol kelb murdârın arar

________________

*)Dericilerin deriyi sepileyip terbiye ettikleri yere tabakhâne/Debbağhâne; bu işle iştigâl eden kişiye de debbağ/sepici denir

15 Eylül 2021 Çarşamba

Damladan sele...

Kamere kevkebi yoldaş
Sırlarına eder sırdaş
Hikmet damlasında paydaş
O damlayla sel olurum

Bahar gelir kış üstüne
Bir bak toprağın yüzüne
Can bahş eder ölüsüne
O kudrete kul olurum

Yıldızlarla taş yağdıran
Kırılmaz başı yardıran
Tellâline Hak çağırtan
O sedâya dil olurum

Dünü bugünü birleyen
Geceden günü derleyen
Hakikât nuru sönmeyen
O güneşe yol olurum

Bâğ-ı baharda, sümbüldür
Deryada mercân lü'lüdür
Muhabbet bağında güldür
O san'atla mest olurum

Bana bir adım gelene
Kar topuysam çığ olurum
Haktan gayrısın silene
Damla isem göl olurum
__________________
Kamer: Ay;   Kevkeb: Yıldız;  Lü'lü: İnci

14 Eylül 2021 Salı

Gurûb ve insan...

 

Güneş yüce dağların ardıyla buluşurken
Gurûbtaki güneşi tutacağın sanan var
Kışın uykuda olup, baharda uyananan var
Dikenlik bir bağçede gül bitermiş, sanan var
★★★
Kağnıyla gider iken keyifle tangur tungur
Füzeyle yarıştığın zehâbına kapılan var
Diken sarmış bir bağçede lâlelere sarılıp
Kanlı yaradan sızanı gözyaşı sananlar var
★★★
Sanal olana kanıp rüyâlara dalan var
Özrü kabahatinden büyük olanlar da var
Aziz ömrü heder edip haz içün harcayan var
Hakikâte kast eyleyip peşîman olanlar var
★★★
Kimisi suni deri, kimisi de sahtiyan
Zevk bu meşreb ne ise, satan da alana da var
Envâ-i çeşit deri; domuz, kurt, tilki, ceylan
Hayvanât âleminden deriyi soyanlar var
★★★
Azimeti terk edip ruhsata meyl edenler var
Gayyâ kuyusuna doğru sefere çıkanlar var
“Hay”da hayat “Hû”(y)da hikmeti bulanlar da var
Gel gör viraneleri, gizli ne cevherler var

12 Eylül 2021 Pazar

Derûn'dan bîrûn'a...

Esir-i dünya olanlar anlamaz asla
Samanlıkda hakikât bulunmaz kezâ
Menfaatin türlüsü gözü kör eder de
Gönlü perdeli olanlar göremez, asla !
★★★
Ömr-i dünya ki lemhadır(*) der arifler
Ne ektiyse âdem, onun meyvesin yer
Ya tûbâ ağacından, yahut zakkumdan
Hasılatı ola, ya rahmet yahut gazabdan
★★★
Irakta arama hiç, bak bir gönlüne
Hızır da, Musa da, firavun da sende
Yusuf da, kuyu da, bil ki özünde
Kaz kuyunu, bul tatlı suyu ki, o sende
★★★
Ol ki, özüyle sözün bir eylemiştir
Od'uyla yakmış cüz'ü, küll eylemiştir
Hem sırrü'l esrârın keşf eylemiştir
Cevherin, harabatla setr eylemiştir
★★★
Hakikât ehlidir, yok allem kallemi
Asla fikretmez hem; şöyle mi, böyle mi ?
Cahilidir hem bilmez "men dakka dukka"
Eylenmez, yürür gider dosdoğru Hakka
★★★
Güneşi ardına alanlar var ya !
Bir ömür gölgesin kovalarlarmış !
Hak'tan alıp Halka verenler var ya !
Düşeni tutup kaldırırlarmış
__________
Derûn - bîrûn: İç - dış
Lemha:Şimşek çakması gibi
Tûbâ: Cennette ağaç

10 Eylül 2021 Cuma

Kırâat, Geyik ve mekânın ruhu...

 

Tıkı'nın Kırâathânesi neresi mi ?
Bir konserin ardından ertesi gün muhabbet içün davet edildiğim, adını duyduğum arasta da bir mekân...konser ertesi gecenin kritiği yapılır, protokol, misafirler, salonun enerjisi, sololar konu edilir. Kırkbeş sene önce de konser icrâsı sonrası topluca çorbacıya gidilir, sabaha karşı evlere dağılınırdı...
★★★
Kırâathâne, demli çaylar içilirken, gelenekten geleceğe, ilimden san'ata, fenden teknolojiye, maniden koşmaya, nazımdan manzuma, edebîden edebe kadar geniş çerçeve içinde irfânî muhabbetin giderek dem aldığı mekân...
Kimi şehirlerdeki ehl-i muhabbetin irfân dükkânı telakkisi ile resmedilen mekân...
Nesiller arası köprülerin inşâ ve ihyâsı için mutabık, muarız ve muhalifi aynı masa etrafında hoşgörü harcıyla bir arada tutan mekân...
İlm-i siyâset ile politikanın ayırdına varmış halkın ötekine saygı kültürünü yaşatan mekân...
Dertlerin, neş'e ve hüznün paylaşıldığı; yardımlaşmanın başlatıldığı, memleket ve millet sevdâlılarının buluştuğu mekân...
★★★
Modernist ve postmodernist anlayışlarla rastlaşan şehirler ve akıllı şehir derken, eskinin ve yeninin sembolleri zaman düzleminde bir araya geldi.
... kahveLA..., sta.bak...lar, kırâathânenin kırâat kültürüne inat söyleşme, eyleşme hatta geyikleşme mekânları olarak mantar gibi bitiverdi...Lan.lı, ....Bak.lı mekânları  popüler kültür(!) mekânları olarak şehire iltica eylediler hüsn-ü kabûlümüz ile, yerleştiler.
★★★
Artık Tıkı'nın kırâathânesi benzeri mekânlar x-y-z neslini değil daha evvelkileri ağırlıyor.
Berikileri ise dantelli entel takılmakta olanları, burnunun ucundan habersizken marstan dem vuranları, LOS-ANGEL(e)S'den gelenleri, the devilden sufle alanları, kuantı bilmeden kuantum felsefesi yapmaya soyunanları, astrofizik ve astrobiyoloji meraksızlarını, UFO yolcuları geyiklerini sevenleri, uzay seyahati geyiklerini yapmak üzere gelenleri (s)ağırlıyor. 
Sabun köpüğü bir kültür ile, makale başlık ve özetiyle yetinme kültüründen ibaret  sızma/süzmelik ve sığlıkla tartışılıyor söyleşiliyor mekanda...
Boş başağın kibri yırtık ve yamasız pantolon paçalarından akarken, 
samanlık görevi ile mükelkef 
kafaların frensiz kahkahaları ve geyikleri uzaya çıkıp geri dönüyor...
★★★
Hem kapitalizme sömürüye karşı durduğu söylencesi ile kapitalin verdiği şımarıklığı, kapitalist dünyanın ürünlerinin ve kültürünün yoz bağımlısı olmakla bir arada götürebilmek nasıl bir şey acaba !
★★★
Kendine ve özüne yabancı, yabancıya özenen, kadim kültür ve medeniyyeten bîhaber, gündemini dilli köşebazların gözlüğü ile belirleyen, sabun köpüğü kültürlü, intelleksiya zaafiyeti geçirenlerin söyleştiği mekânlarda yapılan engin ve zengin geyik muhabbetleri ile insanlık nereye evriliyor, göreceğiz...
Regressif evrim ile insanlığı taş devrine götürecek seyahatleri de planlasa bari Elon Mask'ın 'SpaceX'i !
Taş devrinin taşları rüyâdan uyanmak içün başımıza yağar mı, bilmem !
★★★
Kalamıştan tatlı bir huzur almaya giden Minür Nurettin'in nağmeleri bir yanda...yuvarlanan taş gürültüsü ile karışık tamtam sesleri öte yanda...
★★★
Mekânların ruhu mu, elbette var...kimi mekânlar rahmeti celbeder, lütuf ikrâmıyla  huzur verir; kimisi de sıkıntı, kabziyyet, darlık bulaştırıverir, pençe-i kahr ile, pâre pâre olmuş dünya hayatının  zebûnu eyler !
★★★
Hayra karşı...geldik vakti gelince gideceğiz işte, biz gidince kalanlara selâm olsun !

9 Eylül 2021 Perşembe

Anlayış mâkâmı kalbdir.../Nursultan Ahıskalı

Din adanmışlıktır. Rabbinin koyduğu emir/yasaklara riâyet ederek yaşamaktır. Yaratıcısının iradesi ile buyurdukları karşısında zımnî bile olsa varlık iddia etmemektir. Teslimiyet hâlinde yaşamaktır.

Bunu zorlama ile değil arzu ve istekle yapmaktır.

İnsanın üzerinde hüküm süren şartlar ve tabiatından kaynaklanan değişen istekleri, onu gaflete sürükleyerek teslimiyet hâlinden uzaklaştırır.

İçselleştirilmiş teslimiyyet, yâ'ni kalb ile tasdik edilmiş din, her hâl ve şartta hayata yansır, değilse lafzî bir ikrâr, zaman zaman uyulan, çoğu zaman "ötelenen", uyulmayan kurallar manzumesi olarak dağarcıkta taşınan bir bilgi olur.

"Kur'an'ın nasihatleri kalbi Allah ile beraber olan ve göz açıp kapayıncaya kadar da olsa O (C.C.)'ndan gafil olmayanlar içindir." der bir hikmet ehli (Şibli). Bir diğeri de der ki:

"En iyi ibadet dini anlamaktır"( İbn-i Abbas).

Anlayış makamı kalb olunca, sözün idraki kalbin taşıdığı ile içselleşir. Algı ve anlayışı pekiştiren şeyler ise işitme ve ilhamdır.

Bunun sabit kadem olduğu kalb basiret sahibi olur.

Kalbi diriliğini yitirmiş olan, nefsin şehvet (her türlü heves, arzu, ihtiraslar) lerinin ardı sıra sürüklenen insanın basireti (kalbî görüş, anlayış, hissediş) kapalıdır.

Allah Teâlâ'ya kulak vermeye mani olan her şey nefisden kaynaklanır.

Bitmek tükenmek bilmeyen arzu ve isteklerin ardınca koşmak, doymak bilmeyen bir iştihâ ile zevk ve tad duygularını tatmin için uğraşmak, meyve ağaçları olan güzelce bir bahçeyi dikenlerin sarıp  meyveli ağaçların gelişmesini engellemesi gibidir.

İnsanın kalbi de böyle bir bahçe gibidir, rahmani sevginin konağı olan mutlak sevgi kalbe yerleşmiş ise insan ruhunu “Huzur-u İlâhi”ye bağlayacak bir bağ olur.

Sezgi kabiliyeti ile ilim kapısının tokmağı çevrilir, buradan ilme ulaşılır, ilim ise amel için gerekli alt yapıyı oluşturur.

Kur’ân âyetlerindeki ilâhi hususiyetler sadece okunması veya işitilmesi için değil, öğrenilenlerin kalbî olarak tasdikini, kalbî duyuşu, (Onları Allah anılınca kalpleri ürperir) ve gereğini yapmayı ve yaşamayı gerektirir, ve bunun için va’z edilmiştir, edilmektedir.

Bu anlayış (fehâmet) Allah'ın azamet celâl, cemâl ve kemâlinin içsel(enfüs) ve dışsal (afak) dünyada fiiliyata dönüştüğünü, ilâhî kelâmın fiillerinin tecelli ettiğini idrak etmekten geçer.

Tecellileri müşahade ise ancak kalbin basiretli olması ile mümkündür.

Kalbî anlayış, ilham ve duyuşun tabi neticesidir.

Kalbin ölümü nefsin şehvetlere dalmasındandır. Allah Teâlâ'ya kulak vermeye mani olan her şey nefisden kaynaklanır.

7 Eylül 2021 Salı

Hayâl ve Hüzün...

 

Hayâl ülkesi ?
Orda gömülüdür;
hayaller
mutluluk,
Neş'e, küllenmiş hatırât...
Uykusuz geceler,
Kabarmış gönül
Hiç sönmeyen sigara
Ümitler...

Hayâl ülkesi...
Mahzunlar için
Sonbahardır 
Hazandır
Rüzgarlara kapılan
Hazan yapraklarının uçuştuğu
Buruk acıların atmosfere üflendiği
Bir kaf dağı ardındaki belde...

Bana ne ey Hayâl ülkesi 
bana ne der kimileri !
Şen ve şakrak
göğe yükselen kahkahalardan...
Avare dolaşanlardan
Kumlara yazılan yazılardan
ayakları okşayan
dalgalardan
Bana ne derler !

O ülkede...
Hüznü
Mahzunluğu seçenler
İmkânsız kıvılcımların tutuşturmasıyla
Kor ateş olanlar
Külü zamana savrulmuşlar
Gönüle düşen kıvılcımla
Yanmış kavrulmuş
Küle dönmüş 
Mevcudu bitiresiye yaşamış 
niceleri var...
Bahtı karalara
Taksim olmuş bir hüznün sahibleri var...
Hem de tâ ezelden...

Hayâl ülkesi !
Bir yanda
Çetrefilli dünyanın
Hayaller mezarlığı,
Ötede küllerden inşâ edilmiş 
Bir kalenin krallığı ...
Ve;
İsabetin kader olduğu
Evveli ahiri bir olan ülke
Talih kuşunun ülkesi belkide

Orada
Hüzün mahkûmu da var
Gözyaşları ile
hüzün hamurları yoğuranlar da...
Huzuru huzurda yaşayan,
mütebessim sakinleri de var 
Eyvallahın idrâki içinde olanlar var 
 
Ey hayâl ülkesinin sultanı
Azîzsin hem müşfik
Hem cömert, hem adil...
mukadderi makbûl bilenler
Kadr u kiymetini bilmez mi acep ?
Bilmezlere yazıklar olsun !
Bilenlere selâm !