Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

29 Ağustos 2022 Pazartesi

Şeytanla sarmaş dolaş ve sırdaş...


Ya Hû !
Şeytan ademi kucağına oturtmuş ha bire konuşturuyor !

Kendisini çaktırmadan allayıp pulluyor, az buçuk doğru bir buçuk yalan falan falan... Koyun sürüsünün kaval dinlediği gibi de dinliyor ahali, şeytanın o ademe söylettirdiklerini...

Gak diyor huk diyor, vitrine cezbediyor, etrafı oyalıyor, arkadan malı da götürüyor, kayıkçı kavgasını seyredenlere çaktırmadan !
Kukla insan mı yok bu dünyada, ip mi yok şeytan içün, ipi takmış kendi kullarının boyunlarına parmağında oynatıyor...

Hele bir de bir kucaktan ötekine savurdukça o bendelerini, ne çok keyif alıyor iblis.

Gün geliyor, şeytanın parlattığı  ademoğulları, şeytanın pabucunu dama attıklarını bile zannetmeye başlıyorlar ki, şeytan perde ardından kahkahalar atıp göbeğini kaşıyarak sufle vermeye devam ettirdiğini çaktırmıyor bile o sırdaşlarına.

Eeee şeytan bu...

Şeytanla kolkola, koyunkoyuna, elele ademler arz-ı endam ediyorken yeryüzünde, öteki saflar ya görmüyor, ya görmezden geliyor, ya yalana ve sahteye inanıyor veya yediği kazıktan zevk alıyor(sa), ne diyelim !

Divan şairi  Nâbî bir beytinde:
"Aybdır âkıle şeytan beni aldattı demek 
Kendi nefsimdir eden nefsime ilkā-yı fesâd", diyor...

Bize de gördüğümüzü söylemek kalıyor, dilsiz şeytanlardan olmamak içün...
Çoğunluğun şeytanın ayak izlerini (*) takip ettiği, şeytanla şeytani işler içün yarıştığı bir dünyada, iyiden, iyilikten, hayırdan bahsetmekte olan sahtekârlar da var tabiki, hem kabul de görürler ortamını bulunca, çün ki bu çoğunluktaki herkes orda siyâsa kurdudur, yekdiğerine nasıl kazık atacağı hesabını yapmakta da birer usta güreşçidirler...

Nâbî bir diğer beytinde ise şöyle demiş:
"Olmuş o kadar halk-ı cihan mekrde üstâd
Kim sâbıka-i şöhret-i şeytan unutulmuş"

Yoldaşı, sırdaşı, arkadaşı, fikirdaşı, eşi dostu şeytan olana bir de "iyi bilirdik", "bizdendir" demeseler bari, şıracının şahidi o bozacılar...
Onların şeytanla dost ve sırdaş  olduklarını kimsecikler (güyâ) bilmiyormuş, şeytan tarafından iğvâ ve iğfal edildiklerini ise kimselere söyleyemiyorlarmış !
"Euzu.." çekip şeytanı kovuyor da insan, şeytanlaşmış olana ne çekilirse çekilsin, gitmiyor o hınzırlaşmış münafık ve kafir...

Şâir Eşref'in bir beyti ile bahsi nihayetlendirelim:
"Hicvedersem hâini zâhid günâh ettin deme
Dîn-i İslâm’da sevaptır çünkü şeytan taşlamak"
__________
(*)“Ey iman edenler! Şeytanın adımlarını takip etmeyin. Kim şeytanın adımlarını takip ederse, muhakkak ki o, edepsizliği (yüz kızartıcı suçları) ve kötülüğü emreder…” (Nûr sûresi, 21)

Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helâl ve temiz olanlarından yeyin, şeytanın peşine düşmeyin; zira şeytan sizin apaçık bir düşmanınızdır.” (Bakara sûresi, 168)

“Kim Allah’ı bırakır da şeytanı dost edinirse elbette apaçık bir ziyana düşmüştür. (Şeytan) onlara söz verir ve onları ümitlendirir; hâlbuki şeytanın onlara söz vermesi aldatmacadan başka bir şey değildir.” (Nisâ sûresi, 119-120)

“…Şeytan insanı (uçuruma sürükler, sonra da) yüzüstü bırakıp rezil rüsva eder.” (Furkân sûresi, 29)

“Her kim onu dost edinirse, mutlaka o kimseyi saptırır ve onu cehennem azâbına sürükler.” (Hac sûresi, 4)

28 Ağustos 2022 Pazar

Hâlden anlamak...

Dünya iyi, evren iyi de, ya biz, insanoğlundan n'aber, biz iyimiyiz ?

Dünya, ay, güneş, yıldızlar sapmaksızın yörüngeden, çalmaksızın zamandan...hepsi vazife başındalar !

Dünya dönüyor, gece gündüze kavuşuyor, mevsimler ard arda birbirini takipteler, sapma yok !

Yaz yazlığını, kış kışlığını yapmakta...

Arı bal yapmaktan, koyun süt vermekten ne imtinâ ediyor, ne de kaytarıyor !
Hem ölçü ve tartıda eksikleri de yok onların, ne ise o !

Faydacı yaklaşımları ile hepsi de egoizmi ve pragmatizmi bir kenara koymuşlar...

Ancak; sinekten yağ çıkaranlar, dibinde ot bitirmeyenler, muhterisler, arsızlar, yağmacılar, huysuzlar, nalıncı keseri gibileri de olacak...onları bir kenara bırakalım, onlar gübre böceği gibi ait oldukları yerde eşelensin dursunlar !

Medeniyet havzımızda "alan değil veren eller", "hayır ve iyilikte yarışanlar", "hoşça bakanlar", "sözlerinde duranlar","emin olanlar", "emanete hıyanet etmeyenler" makbul bilinir...

Biliriz ki; "Karşılık beklemeden iyilik etme" mâ'nâsına gelen, "Mennân" Allah'ın güzel isimlerindendir.

Herkesin iyiliği, mutluluğu, refahı içün çabalayıp uykusuz kalmak; dertlinin derdiyle dertlenmek, halden anlamak, ilmiyle âmil olmak, ekmeğini aşını paylaşmayı adet edinmek gibi güzel hasletlerin yaşandığı bir coğrafyada olmak bizim içün en büyük bir şans.
Bir halk ozanı Âşık Hüdai ne de hoş söylemiş:
Faydası olmayan bahardan yazdan
Yüce dağ başının kışı makbuldür
Cahilin yaptığı sohbetten sözden
Âlim’in hayali düşü makbuldür

Lokma yeme muhannetin elinden
Sonra kurtulaman acı dilinden
Namertlerin kaymağından balından
Merdin kuru yavan aşı makbuldür

Hüdai konuşur bir ince dilden
Hâl ehli olmayan bilir mi halden
Bilgisiz görgüsüz duygusuz kuldan
Ölülerin mezar taşı makbuldür

Vesselâm...

27 Ağustos 2022 Cumartesi

Sinir uçları ve akl-ı selim...


Toplumların yumuşak karınları, fay hatları, kırılmaya meyyal noktaları vardır.

Değer yargıları, inanç sistemi, töre, gelenekler, yaşam tarzı vb. tercihleri insanın ve toplumların hassas sinir uçlarıdır.

Toplum mühendisliği yolu ile ülkeleri dolaylı olarak yönetmeye ve yönlendirmeye çalışan güçler, kurum ve kuruluşlar, servisler, devletler; kökü dışarıda dalları içeri sarkmış yapılar üzerinden bu fayları harekete geçirmek, sinir uçlarını kaşımak içün her türlü fırsatı, figürü, durumu kullanırlar ve de kullanmak üzere tetiktedirler, fırsat kollarlar.

Bu fırsat bir figür veya sembol üzerinden bulunduğunda da düğmeye basılır opere edilir ve gündeme oturtulur.

İletişim vasıtalarının ve sosyal medya mecralarının çok aktif olarak kullanıldığı bir dönemde toplumsal dönüştürme, yeni ve farklı bir yöne doğru içten içe evirme adına toplum mühendisliği yapan, manuple eden, kargaşa çıkarmak ve/veya kutuplaştırmayı tetiklemek isteyen odaklara karşı, akl-ı selimin galip gelmesi, ateşe benzin dökülmemesi, körüklenmemesi gerekli ve zorunludur.

Milletimiz ve devletimizin bugünü ve istikbâli adına konuşulması gereken önemli mes'eleler varken, toplumu  gereksiz gündemlerle meşgul etmek, mevzuları köpürtmek ve kaşımak en çok kim(ler)in işine gelir, durup düşünmek lâzım.

"Sinir uçlarına dokunma" mevzusunun senaristlerinin, akıldânelerinin asıl gayesi ne olabilir acaba diye de düşünmek lâzım değil mi ?

Yüzyıllardır jeo-stratejik olarak kritik bu coğrafyada aynı kazanda pişmiş, aşure olmuş, hoşgörüsü yüksek, affetmeyi yücelik olarak gören, ortak paydalarda sırt sırta verip dayanışan milletimizin bu benzeri durumlara karşı bağışıklığının olduğunu da unutmamak gerekir.

Dünyada güvenlik risklerinin yüksek olduğu, krizlerin ve savaşların yaşandığı, müstevli zihniyetlilerin ve onların hizmetkârları ve uşaklarının pusuda beklediği bir dönemi idrâk ettiğimiz bu günlerde kör döğüşü ile, fındık kabuğunu doldurmayan mevzularla vakit kaybetmemeli, uyanık ve tetikte olmalıyız.

Dünyayı ve insanlığı tehdit eden karanlık güçlerin ekmeğine yağ sürmekten imtina etmek; ayrıştırıcı değil birleştirici dil ve duruş sergilemek, milletimizin bütün fertlerinin gözardı etmemesi gereken bir sorumluluktur.

Dünyanın fokurdadığı bir dönemde küresel güçlerin Ukrayna'da, Tayvan'da, Doğu Akdeniz'de, Kuzey Afrika'da patlak veren arap baharında, Suriye ve Irak'ta gerçekleştirdikleri manüplasyonlara ve operasyonlara kısa zaman diliminde şahit olmadık mı ?

Akl-ı selimimizin geçmişte olduğu gibi benzeri durumlarda da galip gelmesini azîz milletimizin huzur, sükûn ve istikbâli adına temenni ediyoruz...

25 Ağustos 2022 Perşembe

Şarkı ve Türkülerimizde, Kültür, Edebiyat ve San'atımızda Gül ve Bülbül Mazmunu...


Gül ve bülbül Türk divan ve halk edebiyatında ve san'atında ilhâm kaynağı olarak yer almış; destan, hikâye, masal, şiir şarkı ve türküler yanında hat, ebru ve tezhib gibi süsleme san'atlarında, tezyinatta da çok fazla yer almıştır..

Gül kültürümüzde ve edebiyat ve san'at dünyamızda sevgilinin remzi, Hz. Muhammed'in sembolü olarak sıkça kullanılmıştır.
Gülün, rengi, kokusu ve dikeni ile ilgili edebiyatımızda çok farklı mazmunlar yer alır.

Azîz Mahmud Hüdâyi bir beyitte der:
Nice bir hâr derdini çekelim
Bâri gülzâr derdini çekelim

Gül fidanı sevgiliye, sevgilinin hüsnüne, dikeni kötü söze, acı ve kedere; gül veya goncanın üstündeki çiseler, gözyaşına veya tere benzetilir; yapraklarının dökülmesi ve solması ile de üzülmek özdeşleştirilir.

Pertev paşa bir beyitte der:
Reng ü bûdur güle zînet güzele hüsn ü bahâ
Gül denir her güle ammâ gül-i ra’nâ başka

Farklı renkli güllerden kültürümüzde en çok da "kırmızı gül" metafor olarak karşımıza çıkar. Kırmız gül ilâhî ihtişamın tezahürü olarak da kabul edilir.

Farklı renkteki güllere verilen ma'nâlara gelince, mes'elâ; “gül-i rana” (dışı sarı içi kırmızı renkli gül), iç içe sevgileri anlatır...”gül-i sadberk“ (iri katmerli gül) bin bir alakayı anlatır... "gül-i ter" ile yeni açmış taze gül, "gül-i suri" ile gül yağı çıkarılan Edirne gülü kastedilir.

Yine Türk tasavvuf edebiyatında gül ve gonca metaforu karşımıza çıkmaktadır. Gülün goncası "Vahdet"i (birlik), halveti, uzleti, insanın kendisiyle ve Rabbi ile baş başa kalmasını temsil ederken; açılmış gül "Kesret"i (çokluk), esmâ ve sıfatların tecelli ettiği zahiri âlemi, can sırrının zuhura çıkmasını temsil eder. Gülün yaprakları ise kitaba, mushafa (Kur’an sayfasına) benzetilir.
Gülşen, gülzâr (gül bahçesi) dünyalık kirlerden; kibir, haset, kin, ucb, riya v.b. huylardan arınmış gönlü sembolize eder. Yine gül, kısa ömrü sebebi ile hayatın geçiciliğini ifade eder. Gül bahçesi üzerinden gülzâr-ı fenâ geçici dünya hayatını, gülzâr-ı bekâ ise ebedi hayatın süreceği ukbâyı temsil eder.

Divan edebiyatında, tasavvufi şiirler ve mesnevilerde "Gül ü bülbül", "Bülbül-nâme" başlıklı mazmun bir çok eserde genellikle mutlak olan ilâhî güzelliğin ve ilâhî aşkın sembolleri olarak ele alınmıştır, gül ve bülbül...

Ziyâ Paşa'dan bir beyit:
Şemîm-i ravza-i gül-bûyuna tesâdüf için 
Gezer nesîm-i seher şevk ile diyâr diyâr 

Kimi şairlere göre; "bülbül ilâhî aşkla yanan can ve ruhun timsalidir. O bu dünyada veya ten kafesinin içinde uzak kaldığı ezelî gül bahçesinin hasretiyle feryat eden bir Hak âşığıdır" (1).

Sözleri Yunus Emre'ye ait olan Sabâ makamındaki "Bülbül kasidesi"nde bülbül mazmununun güzel bir örneğini görmekteyiz (**)

Edebi san'atlar açısından gül ile tecnis de yapılır. Mes'elâ cinas san'atı ile; gül ve bülbül, gül ve âşık, gül ve bağban, arasında ilgi kurulur.

Divan şâiri Nedim'den bir beyit:
Vakt-i gül-geşt-i çemen seyr-i kenâr eyyâmıdır
Lâle faslı îd hengâmı bahâr eyyâmıdır

Edebiyatımızda gül ile bülbül ikilisi bir çok esere konu olmuştur. Gül, rengini aşığı olan bülbülün kanından almıştır. Güle aşık olan bülbül, gülün dikenleri sebebiyle ona yaklaşamadığı içün aşk acısı ile öter durur. Yine kimi hikâyelerde bülbülün güle erişmek çabasına gülün dikenleri engel olmakta, dikenlerin bülbülün göğsüne batması sonucu bülbülün öldüğü, bülbülün kanı ile aslı beyaz renkli olan goncayı kırmızıya boyadığı, kırmızı gülün renginin bülbülün kanından geldiği hikâye edilir(2). Bülbülün akşamdan sabaha, sabahtan akşama kadar ağlayıp inlemesi güle olan aşkındandır. Akşamdan sabaha kadar öten bülbül goncanın açılmasını görmek için bekler. Tan vakti yorulur bir ara gözleri kapanır işte o anda gonca açılır(3). Bu defa zavallı bülbül goncanın açıldığını neden göremedim diye sabahtan akşama kadar yine ötüp durur...

Yine gül, kültürümüzde; aşkın haricinde, sevdayı, baharı, (gülün solması ile) hüznü, kokusu ve güzelliği ile sevgiliyi hatırlatır.

Gül ile ilgili bir efsane de Nemrut ve Hz İbrahim (a.s.) ile ilgili olarak anlatılmaktadır. Nemrut, hz. İbrahim'i mancınıkla bir vadi dolusu odunların tutuşturulduğu ateşin içine atmış, bu ateş Allah'ın emri ile gül bahçesine dönüşmüştür. (*)

Gül ve bülbül ile ilgili yazılmış kaside ve gazeller yanında, bestelenmiş şarkı ve türküler de mevcuttur. Bir kaçına misâl aşağıdadır:
Demedi Yar Demedi
İffet Gülgeç (kaynak kişi)
Neriman Tüfekçi ( derleyen)
Yöre: Elazığ

Demedi yar demedi
Elinde gül demedi (güzel)
Ya ben nasıl güleyim
Yar bana gül demedi (güzel)
Yar bana gül demedi (güzel)

O yana dönder beni
Bu yana dönder beni
Sol yanımda yarem var (güzel)
Tabibe gönder beni (Sağ yana dönder beni)

Güle naz yar gülen az
Bülbüle naz güle naz (güzel)
Bugün seyrana çıktım
Ağlayan çok gülen az (güzel)

O yana dönder beni
Bu yana dönder beni
Sol yanımda yarem var (güzel)
Tabibe gönder beni (Sağ yana dönder beni)


Bir kızıl goncaya benzer dudağın
Beste: Amir Ateş
Güfte: Melek Hiç

Amir Ateş ile yapılan bir röportajda, bestekâr bu şarkının hikâyesini şöyle anlatıyor:

-"Bu şarkının hikayesi nedir?"

-“Bu şarkı Resulullah Efendimize ithaftır. Şarkının sözlerini yazan Melek Hiç Hanım, şiirlerinde O’na olan aşkını, sevdasını, ona olan minnet ve şükranını dile getiren sözler yazardı. O başkasına değil Ya Yüce Mevla’ya, ya Cenab-ı Pir’e, ya da Resulullah Efendimize yazardı. Ama siz bir kıza ya da herhangi bir delikanlıya yazdığını zannedersiniz” dediler.
Ben de, “Elhamdülillah abdestsiz beste yapmadım” dedim. O benim 5 dakikada yaptığım bir şarkıdır. Böyle bir şey olacağını ummamıştım. Bunda bir esrar var ama nedir? diye düşündüm. Sonra bir gün televizyonda, “Amir Hocamızın o şarkıdan başka şarkı yapmasına gerek yok. Bu şarkı bin tane şarkıya bedel. Çünkü bunun Resulullah Efendimize ithaf bir şiir, güfte olduğunu biliyoruz” dediler.

Çok yakın bir ailenin yanında Kadıköy’de kalıyordum. Akşamları evime geldiğimde yemeğimi yer, çayımı, kahvemi içer, namazımı kılar ve bitişikteki daireme geçerdim. Yine bir akşam, yemek hazırlığı yapılırken, evin 7-8 yaşındaki oğlu Mehmet ile oyun oynuyordum. Işıklar söndü, Mehmet korkmasın diye kucağıma aldım ve pencerenin yanına götürdüm. Yoldan geçen arabaları, yolu göstererek oyalıyordum “Mehmet bak” falan derken hemen yan tarafta bir piyano vardı. Çocuk ağlamasın diye piyanonun başına gittim ve “dım, dım, dım” diye çaldım. O zaman hemen Mehmet’in hali gözümün önünde o güfte ile özdeşleşiverdi…

Anlayacağınız Mehmet “Bir kızıl goncaya benzer dudağın” şarkısını bestelememe vesile oldu (4).

Bir kızıl goncaya benzer dudağın
Açılan tek gülüsün sen bu bağın
Bir kızıl goncaya benzer dudağın
Açılan tek gülüsün sen bu bağın
Kurulur kalplere sevda otağın
Kim bilir hangi gönüldür durağın

Her gören göğsüme taksam seni der
Kimi ateş gibi yaktın beni der
Her gören göğsüme taksam seni der
Kimi ateş gibi yaktın beni der
Kimi billur bakışından söz eder
Kim bilir hangi gönüldür durağın

★★★

Gül dalında öten bülbülün olsam
Güfte-Beste: Neveser Kökteş

Gül dalında öten bülbülün olsam
Gül dalında öten bülbülün olsam
Ötsem yanık yanık gönlüne dolsam
Ötsem yanık yanık gönlüne dolsam

Aşkını dilesem, kalbimi sunsam
Aşkını dilesem, kalbimi sunsam
Ne olur uğruna sararıp solsam
Ne olur uğruna sararıp solsam

Baharım, çiçeğim, güzelim, sevdiğim
Sar beni kollarında, canım diyeyim
Baharım, çiçeğim, güzelim, sevdiğim
Sar beni kollarında, canım diyeyim

Bir kuş olsam da pencerene konsam
Bir kuş olsam da pencerene konsam
Aşkın şarkısını sana okusam
Aşkın şarkısını sana okusam

Göğsünde yatsam da biraz uyusam
Göğsünde yatsam da biraz uyusam
Elemi unutsam, neşemi bulsam
Elemi unutsam, neşemi bulsam

Baharım, çiçeğim, güzelim, sevgilim
Sar beni kollarında, canım diyeyim
Baharım, çiçeğim, güzelim, sevgilim
Sar beni kollarında, canım diyeyim


Güller arasında seni bensiz gören olmuş
Beste: Şükrü Tunar - Makam: Uşşak
Güller arasında seni bensiz gören olmuş 
Gönlüm yüzünün rengine düşmüş de ben olmuş 
Duydum ki güzel gözlerini çok seven olmuş 
Gönlüm yüzünün rengine düşmüş de ben olmuş. 


★★★
Nedir ey bülbül-i şeydâ 
Beste: Ender Doğan
Güfte:Osman Kemâlî

Nedir ey bülbül-i şeydâ ferâhın efgândır
Sana n'oldu ciğerin bir gül için püryândır 
Bunca feryâdını gül duydu mu bir kerre senin 
Bak sen ağlarsın, o gül zevke gelip handândır

Böyledir devri felekler budur üslûb-i cihân
Ehl-i derdin dil-ü cânı sinesi sûzandır
Geçer elbette Kemâlî elem ü mihnet-ü gam
Kederi zevki cihânın geçici bir andır

★★★
Ezel bahar olmayınca
Beste ve derleme: Aşık Daimî
Söz: Şah Hatayi
Yöre: Erzincan
Ezel bahar olmayınca
Kırmızı gül bitmez imiş
Kırmızı gül bitmeyince
Dertli bülbül ötmez imiş

Bülbül hevestir ötmeye
Sarılıp güle yatmaya
Bahçıvan gülü satmaya
Gül kadrini bilmez imiş

Bahçıvan satma bu gülü
Haramdır parası pulu
Ağlatma dertli bülbülü
Gözyaşını silmez imiş

Bülbül güle hayran olur
Hayran olur seyran olur
Bazı insan gafil(cahil) olur
Cahil arif olmaz imiş

Şah Hatayim ölmeyince
Tenim türap olmayınca
Dost dosttan ayrılmayınca
Dost kıymetin bilmez imiş 
__________
1)Kurnaz, C., "Bülbül",  https://islamansiklopedisi.org.tr/bulbul
2)https://www.edebiyatvesanatakademisi.com/edebiyat-terimleri-mazmunlar/gul-ile-bulbul-divan-siirinde-gul-ile-andelip/48117
3)https://www.edebiyatvesanatakademisi.com/edebiyat-terimleri-mazmunlar/divan-edebiyatinda-bulbul-andelip-hez-rdan/5193
4)https://www.haber7.com/roportaj/haber/537581-bir-kizil-goncaya-benzer-dudagin-kime-atfedildi

(*)İbrâhim (a.s.) tam ateşe atılmak üzereyken Cebrâil (a.s.) geldi ve:
“–Bir dileğin var mı?” diye sordu. Hz. İbrâhim:
“–Evet, bir dileğim var, fakat senden değil!” cevâbını verdi.
Cebrâil, İbrâhim (a.s.)’a hayretle:
“–Niçin Allah’tan kurtuluş istemiyorsun?” dedi.
O da:
“–Hâlimi O biliyor! Ateş kimin emri ile yanıyor? Yakma kimin işidir?” diye cevap verdi. (bk. Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXII, 162)
Allah Teâlâ, Hz. İbrâhim’in meleklerden bile müstağnî davranıp bütün talebini Hakk’a yöneltmesinden râzı olmuş, onu Kur’ân-ı Kerîm’de: “O çok vefakâr İbrâhim” (Necm 53/37) âyet-i kerîmesiyle senâ etmiştir. Yine Cenâb-ı Hak, O’nu: “Rabbi ona: «Teslim ol!» buyurmuş, o da: «Bütün varlığımla Âlemlerin Rabbine teslim oldum» demişti” (Bakara 2/131) âyet-i kerîmesiyle de, teslîmiyet timsâli olarak takdîm ve taltîf etmiştir.
İbrâhim Halîlullâh’ın bu yüce teslîmiyeti ve yalnız Hakk’a tevekkülü üzerine, o daha ateşin içine düşmeden Allah Teâlâ, ateşe “Ey Ateş! İbrâhim’e serin ve selâmet ol!” (Enbiyâ 21/69) diye emretti. Bu emirle birlikte İbrâhim (a.s.)’ın düştüğü yer bir anda gülistâna döndü.

(**)Medet yâ sahib-el imdât

İsmi Sübhân vîrdin mi var
Bahçelerde yurdun mu var
Bencileyin derdin mi var
Garip garip ötme bülbül

Bilirem âşıksın güle
Gülün derdinden kim bile
Bahçedeki gonca güle
Dolaşıp söz atma bülbül

Bilirem âşıksın vîrde
Cünûnun var gâyet serde
Şu sînemde olan derde
Bir de sen dert katma bülbül

A bülbülüm uslu musun
Kafeslerde besli misin
Bencileyin dertli misin
Derdini ketm etme bülbül

Pervâz vurup uçar mısın
Deniz deryâ gezer misin
Bencileyin nâçâr mısın
Hâlini ketm etme bülbül

Yûnus vücûdun pâk derken
Cihânda mislin yok derken
Seher vakti Hâk Hâk derken
Bizi de unutma bülbül

Medet yâ tabîb-el ulûm

23 Ağustos 2022 Salı

Mevlânâ'dan: Gülün dikeninden şikayet etme...

Sus !
Söylenip durma
Ha bire veryansın etme
Şâkîlerden olursun yoksa

Şikâyet etme !
Hikâye etme!
Kabahat mi kimde ?
Ya yanlış yerdesin
Ya yanlış yolda
Kâinâttaki cari hükümler var ya !
Tıkır tıkır işliyor, anlasana...
Her şey yerli yerince, baksana...

Şakir hoşnut, şâkî müşteki !
Görmedin mi hiç şekvâ ehlini...
Ne huzuru, ne hoşnutluğu kalmış, ne neş'esi
Bak neler der hz. Mevlânâ:
"Edep sahibi tokadın sahibini aramaz, sebebini arar."
"İnsanlar güller arasında dikenler bulunduğundan şikayet edeceklerine dikenler arasında güller yaratıldığına şükretmelidir."
"Kalp deniz, dil kıyıdır. Denizde ne varsa kıyıya o vurur."
Gel kalbini ikileme
Pür-nûr eyle ki;
Kıyıya inci mercanı taşısın,
Dalgaları ile deryâ...
Unutma !
Ateşe girmeyen demir
Çelik olamaz
Paslanır durur...
Ustası;
Onu önce kor ateşe sokar
Kiraz rengi kızarır da
Sonra su ile soğutur
Ve çelik olur...
Şâkî olma !
Kimseyi kılmasın Allah 
Ehl-i şekva !

Şâkir ol şakir !
O ilâhî buyruğu
Unuttun mu yoksa ?
"Şükür ni'meti artırır",  hatırla !
__________
Şâkî: Şikâyet eden; Şakir: Şükreden

21 Ağustos 2022 Pazar

Hasbî Kelâmlar...



Her hesabın üstünde bir hesap daha var
Balık kavağa çıkar da, ahmak düz de yalpalar !
Sevgi çiçeği saygı suyuna muhtaçtır, sulanmazsa tez kurur
Bize ağacın meyvelisi, çiçeğin kokulusu, insanın hürmetlisi gerek; değilse, dünyada odun da çok, ot da çok, bostan korkuluğu da...
Ne isen osun, kılıktan kılığa girme, bir gün foyan kazınacak herkes ne idiğün görecek
Pis su ile sulanan ağacın meyvesi adamı bozar da, kabahat ağaçta mı ?
Arz ile semâ kavuşur da, iyi ile kötü asla !
İki kişi ki; biri dünyadan geçmiştir, öteki dünyadan geçer
Da'vâ ettiğin şeylere, gün gelir gülüp geçersin
Gereksiz bilgi danesiz başak gibidir.
Tecessüs edenin heybesi, dedikoduluk lâf doludur.
İkindi güneşinde cüceler devleşir, onları öğlen görmelisin
Gündüz; yıldızlar hükümsüzdür, yıldızın hükmü gün batınca geçer
Hakikât aşikâr gezer de, her akıllı(!) idrâk edemez
Ey çölde susuzluktan kavrulan mecnûn ! Tatlı su kuyusunun üstüne oturmuşsun da etrafında su ararsın !
Huzuru kim düşürüp kaybetmiş de, onu aramaktasın, dışarıda huzur yok, içeride ara !
7'ye dair neler varmış meğer:
7 kıta, 7 iklim, 7 gök, 7 renk, 7 boğaz düğümü, yediveren gül, 7'ler, 7 cehennem kapısı, 7 cüceler, 7'sinde ne ise, 7 baş çukuru(2 göz çukuru, 2 kulak, iki burun açıklığı, 1 ağız)...fatihâ 7 âyet, yerin 7 kat dibi...
Başı bozuk olanın kuyruğu eğri olur
Varlıkla sevinip, yoklukla yerinende hayır yoktur
İki göz ile bir görmüyor musun ? 
Her gözü açık olanın idrâki de açık mı acaba ?
Beyin mi ? Filde de var, sivrisinekte de !

20 Ağustos 2022 Cumartesi

Lokmân Hekîm'den: iyi ve kötü, yürek ve dil...


Hikmet Allah’ın insana bağışıdır....
Kur’an’da hikmete dair bazı âyetlerde denir ki:
“Onlara kitap ve hikmeti öğretir” (Bakara sûresi, 129)
“Hikmeti dilediğine verir; kime hikmet verilmişse ona çok hayır verilmiş demektir; ancak akıl sahipleri düşünürler” (Bakara sûresi, 269)
Hikmet'in mâ'nâsına dair denmiştir ki; insanı cahilâne davranışlardan alıkoyan, nesnelerin mahiyet ve hakîkâtini bilme/idrâk etmek, esrârını keşfetmektir; hakîkâti açıklayan ve şüpheyi gideren delil, sahih ve muhkem sözler hikmettir; sebebin sebebi ya da gayenin neticesidir, varlıkta gizli olan gerçeğin açığa çıkarılıp lafza dökülmesidir, hikmet...

Hikmet söz ve fiilde isabettir; hakîkatleri idrâk husûsunda akla aczini kavratmaktır. Ve akılla kavranamayan nice sırlar, kâinattaki ilâhî tecellîler de ancak hikmet nazarıyla okunabilir.

Fârâbî, Allah’ın hem âlim hem hakîm olduğunu belirterek, hikmeti “en üstün ilimle en yüce şeyleri akletmek” şeklinde tanımlamıştır.
Kur’ân-ı Kerîm’de kendi adıyla anılan sûrede Lokmân Hekîm'in  “hikmet” ehli olduğu beyân edilmektedir:
“Andolsun ki Biz Lokmân’a; ”Allâh’a şükret !” diyerek hikmet verdik…” (Lokman sûresi, 12)
Lokmân Hekîm’in hikmetine misâl olarak nakledilen bir hâdise şöyle:

"Birgün hz. Dâvûd, Lokmân Hekîm’den bir koyun kesip en iyi yerinden iki parça getirmesini istedi. 
Lokmân Hekîm de ona, kestiği hayvanın dilini ve yüreğini getirdi. 
Aradan birkaç gün geçtikten sonra hz. Dâvûd, bu defâ hayvanın en kötü yerinden iki parça et getirmesini taleb etti. 
Lokmân Hekîm, yine koyunun dil ve yüreğini getirdi. 
Hazreti Dâvûd, ona bunun sebebini sorunca da şöyle dedi:
–Bu ikisi iyi olursa, bunlardan daha iyisi; kötü olursa, bunlardan daha kötüsü olmaz !..
Lokman Hekîm'in hikmetli sözleri ve oğluna nasihatleri hakkında Kur'an'da (Lokmân sûresi, 13, 16-19) buyrulur:

“Lokmân, oğluna nasihat ederek:
«–Yavrucuğum! Allâh’a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür (karanlıktır).» dedi.”
“–Yavrucuğum! Yaptığın iş (iyilik veya kötülük), bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde, yahut yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allâh onu (senin karşına) getirir. Doğrusu Allâh, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdârdır.”
“–Yavrucuğum! Namazını dosdoğru kıl! İyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış! Başına gelenlere sabret! Doğrusu bunlar, azmedilmesi îcâb eden, (büyük bir azim ve kararlılık gerektiren) işlerdir.”
“Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Zîrâ Allâh, kendini beğenmiş, övünüp duran kimseleri aslâ sevmez!”
“Yürüyüşünde mûtedil ol! (Ne çok hızlı, ne de yavaş yürü! Sükûnet ve vakarını muhâfaza et!) Sesini alçalt! (Bağırıp çağırarak konuşma!) Unutma ki, seslerin en çirkini merkep sesidir.” 
Lokman Hekîm'in bazı hikmetli sözleri:

“Ey oğlum! Dünyâdan yetecek kadar al, ona kapılma, aksi hâlde bu, âhiretine zarar verir. Dünyâdan tamâmen de el-etek çekme, yoksa insanlara yük olursun. Oruç tut, bu, şehvetini kırar. Ancak seni namazdan alıkoyacak kadar da çok oruç tutma! Çünkü Allâh katında namaz, oruçtan daha büyüktür...”

“Ey oğlum! İyiliği, ondan anlayana yap. Nitekim koç ile kurt arasında dostluk olmadığı gibi, iyi ile kötü arasında da dostluk olmaz. Çekişmeyi seven, hakârete uğrar; kötülük olan yerlere giden, töhmet altında kalır; kötülüğe yaklaşan, kendini kurtaramaz ve dilini tutmayan pişmân olur.”

“İyilerin hizmetinde bulun; fakat kötülerle dostluk kurma!”

“Ey oğlum! Emîn bir kimse ol ki, zengin olasın. Kalbin günah lekeleriyle dolu olduğu hâlde insanlara, Allâh’tan korkuyormuş gibi görünme.”

“Kendini unutup da insanlara iyiliği emretme! Yoksa senin durumun, insanlara ışık verdiği hâlde kendisi yanarak tükenen muma benzer!”

“Ey oğlum! Küçükken edepli olursan, büyüdüğünde faydasını görürsün!”

“Küçük işleri umursamazlık etme! Çünkü küçük, yarın büyüğe dönüşür.”

Ve hikmete dair sözler:

Hikmet-âmiz gerektir eş’âr
Ki meâli ola irşâda medâr (Nâbî)

Ne istersen edersin kudretin var 
Her işte nice nice hikmetin var 
(Aziz Mahmud Hüdâyî).

Hatâdır akl ile da’vâ-yı derk-i hikmet-i âlem
Hudâ’nın yoksa ef’âlinde ey gāfil hatâ yoktur. (Leskofçalı Gālib).

Bu ne kudret bu ne san’at bu ne hikmettir görün
Zerreyi kevn katreyi deryâ vü ummân eyledi (Niyâzî-i Mısrî).

Ey Niyâzî gönlüne âşıkların hikmet dolar
“Küntü kenz”in haznesinden yana yana hû deyü (Niyâzî-i Mısrî).
 
Ta’lîm edip esmâyı bildir bize eşyâyı
Duymaya “ev ednâ”yı hikmet yolunu göster (Niyâzî-i Mısrî).
Ve hikmet-i ilâhî içün derler:
Allah'ın her şeyi belirli gayelere yönelik olarak yaratması olup, yarattığı mahlukatta gözettiği asıl maksadın, onların mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması durumudur...

Ne der hükemâ: "Hikmetinden sual olunmaz !"

Vesselâm...
__________
Kaynakça:
https://islamansiklopedisi.org.tr/hikmet
https://www.google.com/amp/s/www.islamveihsan.com/lokman-hekimkimdir.html/amp

19 Ağustos 2022 Cuma

Nice binler geldi geçti...


Muhterisi hiç doymadı
Hesapsız adım atmadı
Akçe saydı uyumadı
Defteri dürülü gitti

Dünyayı yutarım sandı
Yedi içti hiç doymadı
Delik dipli dünyadaydı
Toprağa doydu da gitti

Malla mülkle hep övündü
Dünya sanki bir öğündü
Nüfuzundan fayda gören
Ahbabı dostu dövündü

Hep böyle gidecek sandı
Sonlu ömre inanmadı
Oyun eğlenceye daldı
Son dem rüyadan uyandı
Kimi sultan kimi kral
Tahtlarında mutluydular
Buyrukları yasa iken
İlâhî hükme uydular

Saraylar inşâ ettiler
Altın yaldız bezediler
Kahyalara emrettiler
Gözleri kaldı gittiler

Kimisi hep vitrindeydi
Kimi sahneden inmezdi
Kimi bendesiz gezmezdi
Zaman hepsini öğüttü

Nice binler geldi geçti
Kimbilir adları neydi
Hepsi dünyayı çok sevdi
İstemez iken gittiler
Bir hem yokmuş hem de varmış
Ehem ve mühim karışmış
Kul kendin efendi saymış
Sap ile saman karışmış
Kim konukmuş ya konakmış ?
Miadı var her bir şeyin
Takdir miadı biçenin
Sayılı her bir nefesin
Hesabı yok mu sanırsın...
Semâ ve damla

18 Ağustos 2022 Perşembe

Seyre âmâde...

Karışık yerin yüzü
Hem çok karışık
Delisi, velisi, serserisi
Üç harflisi, nûranîsi
Küsü, barışığı...
At, it izi karışığı...

Bir yer ki;
Cini çalar köçeği oynar
Küçelerinde sürü sürü
Karası ile beyazı, at başı durur
Enikleri hiç susmaz ürür de ürür...
Ademleri;
Yarı adem yarı cin
Yarı zebani yarı şeytan
İçeriden dışına zift karaları sızan...
Ve
Şeytanı koynunda, sabahlayan...
Arasat mı desem;
Serhoşuyla ruhbanı
Yanyana dinelir
Ayyûka âvâzeleri yükselir
Dua ile beddualar eşleşir...

Bir kubbe ki;
Melekleri insanıyla yarışır
Zulmeti kovalayan nûrdan kubbe açılır
Sıratından;
Işık hızıyla geçilir
Gül kokuları her bir yana saçılır...
Ve bir gülşen ki;
Bülbülü mesrûr
Gülü şâdüman
Lâleleri açmış
Bâğçesi rengâreng

Seyre âmâde...