Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

30 Ekim 2018 Salı

Âşkı uşşâka sormalı…

Âşkı uşşâka sormalı, ağyar âşktan ne anlar 
Âşk bineği ile yol alan, dünyalığa mı bakar

Hoşaftan anlamayanlar karpuz kabuğu tadar
Uşşâkî dairesine giren orda durur bir karar

Gözü meyvede olanlar çekirdeği ne bilsin
Meyvelerin müptelası ağacı nasıl görsün

Haz ve lezzet gelip geçer tadı damakta kalır
Cennetteki yasak meyva ni'meti elden alır

Uşşakîye uşşak geçki hicaza yol buldurur
Sûz-i dîl ve sûz-nâk ile gönlü yanar kavrulur

Çar-gâh, segâh, dügâh gezip "O" yegâha vardırır
"Mâkâmlardan âzâde"yi, aşkta karar kıldırır.
__________
Uşşâk: Âşıklar
Ağyar:El, yabancı
Çar-gâh, segâh, dügâh, yegâh:Türk san'at mûsıkîsinde mâkâm isimleri. Kelime anlamları, sırasıyla; dört kapı, üç kapı, iki kapı, tek kapı. (Hacı Bektaş-ı Veli dört kapı kırk mâkâmdan bahseder...)
Sûz-î dil:Türk san'at mûsıkîsinde bir mâkâm ismi, aşk ıztırâbı, mâzî hasreti.
Sûz-nâk: Türk san'at mûsıkîsinde mâkâm ismi, gönlü yakan, gönlü yakıcı, dokunaklı.
Âzâde: Hür, (nefsle ilgili) bağımlılıktan/kölelikten kurtulmuş

29 Ekim 2018 Pazartesi

Hayvanatın tabiatı.../Abdulkerim Erdem

Kırıntılara razıdır 
Tohum karıncaları

Pire kanın kölesidir
Kuşlarsa hamalları

Sazanlara bayılır 
Tüm eşek arıları

Çiçek çiçek dolaşırlar
Mübârek bal arıları

Örümcek ağ tuzak örer
Avlar kör ve  şaşkınları

Akrepler gece dolaşır
Zehirler uyuyanları

Çakallar yandaş görünür 
Aslan ise avcıları 

Karanlıktan faydalanır 
Hırsız ambar sıçanları 

Yem verene hep gebedir 
Tel kafes papağanları

Zirveler mi ? Kartalların
Leşlerse akbabaların
__________
Kartal insan ruhunu, akbaba nefsini temsil eder.
Hayvanattaki sembolik tabiatın benzerlerini nefsde görmek mümkündür.

28 Ekim 2018 Pazar

Kalplerin gizlediklerini de, açığa çıkardıklarını da bilen var.../Nursultan Ahıskalı

İnsanlar yeri geldiği zaman dürüst olmak dosdoğru olmaktan dem vurur !

İnsan samimi olarak kendisine sormalı, gerçekten dürüst müyüm, "Elif" gibi dosdoğru muyum acaba ?

Elimizde tabiki bu soruya kalpten verilen evet/hayır cevabını ölçen bir ölçümetre de yok, istatistik de !

"Emrolunduğu gibi dosdoğru ol"(1) bir ilâhî hakikat ve bunun farîza olduğunu bilmek yetmiyor, uygulamak, yaşamak, ahlâk hâline getirmek gerekiyor…

İnsanların zaman içerisinde davranışlarındaki türlü hileleri, oyunları, tuzakları kurduğunu görmemek mümkün değil.
Bunlar bilerek yahut bilmeden sahneleniyor...ve tabi nefs tatmin ve/veya şeytan  memnun oluyor bu durumdan.

Kimin kuluyuz, asıl memnun etmemiz gereken kim diye hiç düşünmez mi insan.

Zannederki gizledim, kimse de anlamadı bu tutum ve davranışlarımı.

Hani bir çocuğun okula gitmek istemediğinde "karnım ağrıyor" numarası çekmesi gibi.
Annesi aslında biliyordur karnının ağrımadığını, ancak evlâdının yüzüne vurmuyordur.
Okula gitme saati geçince çocuğun karnının ağrısı da geçiyor, ta ki nefsi bir diğer vakitte, bir numara yap "okula gitme" diyene kadar…şeytana uyana kadar....

Çocuk bu, henüz akıl baliğ olmadığından hoş görülür...bir yandan da bunun yanlış olduğu hakkında eğitim verilir.

Bu tutum masumca gelebilir, hatta bir çokları gülüp geçebilir bile.
Ancak bu davranış ileri yaşlarda, akıl baliğ olduğu zamanda da devam ediyorsa vay onun haline.... şeytanın oyuncağı olmuş bir nefsi tatmin etmek ne mümkün...

İnsan kurduğu tuzağın kendine/başkasına zarar verdiğini düşünebilse;
Bismillahirrahmanirrahim "Kâle rabbi innî zalemtu nefsî fagfirlî fe gafera lehu, innehu huvel gafûrur rahîm(Kasas sûresi, 16. âyet).
"Rabbim! Doğrusu kendime zulmettim (başıma iş açtım). Beni bağışla dedi, Allah da onu bağışladı. Çünkü, çok bağışlayıcı, çok esirgeyici olan ancak O'dur."

Belki insan bir an için kurduğu oyunla(tuzakla) durumu kurtardığını zannedebilir.

Türlü ali cengiz oyunları ile geçmez bu hayat ey insan... bir gün gelir bu plânların, kurduğun oyunların bozulur, oyun/eğlenceden ibaret dünya elinden kayıp gider ve ebedi hayat başlar.
Hiç bir oyunun seni kurtaramayacağı zaman gelince ne yapmayı düşünüyorsun ? (2-6)

Kim Allah'ın takdirinin önüne geçebilir ki oyunları ile, plânları ile, tuzakları ile!

De ki; "Alim olan, Müntekim olan, Gaffur olan, Rahman ve Rahîm olan, O şanı yüce olan Allah'a sığınırım tuzak kuranlardan. HASBUNALLAHU VE Nİ’MEL VEKİL (Allah ne güzel vekildir.)"(7-11)

Hiç kimse, koskoca fil gibi bir nefs tüm fenalıkları ile ortalıkta duruyorken, deve kuşu gibi kafasını kuma gömüpde, beni kimse de görmüyor, gizlendim/gizledim dememeli.

Bir ikindi gölgeliği kadar kısa olan bu dünya hayatında menfaat sağlayıp da rahat etmek için sergilenen bu çirkin davranışlar, acaba ahirette kişiye umduğu rahatlığı sağlayabilir mi ?

Hz.Peygamber buyuruyorlar: "Benimle dünyanın hali ancak bir ağacın gölgesinde bir müddet dinlenip de bırakıp giden bir yolcu gibidir".(12)

Alim olan yüce Allah görüyor ve biliyor, dilediği zaman faş ediyor.

Unutmamalı...
__________
(1)"Öyleyse emrolunduğun gibi doğru ol; seninle beraber tevbe edenler de (doğru olsunlar), aşırı gitmeyiniz! Zira O, yaptıklarınızı görmektedir."(Hud sûresi,112.âyet)

(2)"Acaba o bilmiyor mu ki, kabirlerde bulunanlar çıkarıldığı ve kalplerdeki ortaya konulduğu zaman, işte o gün onların Rabbi kendilerinin her hâlinden mutlaka haberdardır"(Âdiyât, 9-10-11.âyetler)

(3)"Onlar, Allah'ın kalplerindekini bildiği kimselerdir. Öyleyse onlara aldırma. Onlara öğüt ver ve onlara, kendileri hakkında etkili ve güzel söz söyle."(Nisâ, 63. âyet)

(4)"İyi bilin ki onlar, O'ndan gizlenmek için kalplerindeki düşmanlığı gizliyorlar. Yine iyi bilin ki, elbiselerine büründükleri zaman bile, Allah onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilir. Çünkü O, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir."(Hûd sûresi, 5. âyet)

(5)"Şüphesiz senin Rabbin, onların kalplerinin gizlediği şeyleri de, açığa çıkardıklarını da mutlaka bilir."(Neml sûresi, 74. âyet)

(6)"Allah, gözlerin hain bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir."(Mü'min sûresi, 19. âyet)

(7)"Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah'ındır. Vekil olarak Allah yeter." (Nisâ, 132. âyet)

(8)"Sabret! Senin sabrın ancak Allah'ın yardımı iledir. Onlardan yana üzülme. Tuzak kurmalarından dolayı da sıkıntıya düşme."(Nahl sûresi, 127. âyet)

(9)"Onlar bir tuzak kurdular. Farkında değillerken Allah da bir tuzak kurdu."(Neml sûresi, 50. âyet)

(10)"Onlar tuzak kurdular. Allah da tuzak kurdu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır."(Âl-i İmrân sûresi, 54. âyet)

(11) "O, inananların imanlarını kat kat artırmaları için kalplerine huzur ve güven indirendir. Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir."(Fetih sûresi, 4. âyet)

(12)(Müsned-i Ahmed, Tirmizi, İbn-i Mace'den, Hadis-i Şerif)



26 Ekim 2018 Cuma

İnsan yetiştirelim insan !…

İnsan yetiştirelim insan !

Çocuklarımıza ilk öğretimden itibaren hedef koyar, yarış atı gibi bir sonraki aşamaya  hazırlamak için özel ders/kurs/öğretmen ile iyi (!) bir geleceğe hazırlarız değil mi ?

Mühendis, asker, doktor, eczacı, iktisatçı, öğretmen, akademisyen, hukukçu, kamu yöneticisi, tekniker, usta.. .olsun diye 20'li yaşlara kadar çabalarız.

Bir tabir vardı 80-90'lardaki eğitim çağında olan çocuklarımız için:
"test ile tost arasına sıkışmış" varlık.

Hedefi koymuşuz ya; "iyi bir meslek" sahibi olacak, çocuklarımız.

Ailede başlayıp örgün eğitimde sürdürülecek ve yaygın eğitim ile desteklenecek "insan" yetiştirme konusu malesef ve genellikle ikinci plâna atmışız.

Çocuk ve gençlerin kişisel gelişimi ve şahsiyetlerinin oluşumunda bilginin öğretilmesi tek başına yeterli olmadığı gibi eğer eğitim (eski tabiri ile "terbiye") ile at başı paralel verilemiyorsa, insanî değerlerden yoksun yahut eksik bireyler toplumsal hayat için maraz şahsiyetler olarak toplum katmanlarında yer alırlar.

Ve eğer bir de bunlar etkili ve yetkili yönetim kademelerindeki bir birimde iseler …
Bu sebeple; bilgi öğretimi yanında insanı "insan" yapan değerler eğitimi de yoğun bir şekilde verilmeli, hatta bu eğitimin sonuçları izlenmelidir.

Hak/hukuka riâyet, insan hakları, çevreye/canlıya saygı-sevgi, hoş görü, adalet duygusu, (çıkar beklentisi olmaksızın) paylaşmak ve yardımlaşmak….gibi değerler doğru rol modeller ile - teoride kalmamak kaydıyla- verilmeden  "insan" yetiştirilemez.
Bunların ders müfredatlarında yer alması, ezberletilmesi, öğrencinin ders geçmek için bunları ezberlemesi yetmez, yetmiyor !

Öncelik "iyi insan" yetiştirme eğitimi, sonralık ise bu iyi insanın iyi bir meslek sahibi olması amacına yönelik öğretim olmalıdır.

Bu elbirliği ile başarılabildiği takdirde; toplumsal ilerleme sağlanır, toplum huzurlu, güvenli ve medenî bir topluma doğru bir kaç kuşak sonra evrilebilir.

Değilse "insanî değerler"den yoksun bireylerin çoğunluğu oluşturduğu toplumlardaki rahatsızlıklar ve marazlardan, sadece şikâyet edip durduğumuzla kalırız...

Ya da "bilişim ağı" değerlerinin, internet ve sosyal medyanın insafına bırakırız !

Bunlara da her kim hükmediyorsa, onların istediği tarafa istikbâlimiz evrilecek !
Anna-babalar, öğretmenler, akademisyenler, STK'lar, eğitim işi ile uğraşanlar…

Sözüm bize, hepimize !
Malûmunuz olduğu üzere:
-Sabrı öğrenmeyen çocuk başarılı olamaz.
-Kanaat etmeyen çocuk aç gözlü ve muhteris olur.
-Şükrü, teşekkür etmeyi bilmeyen nân-kör olur.
-Nefsi/egosu sürekli beslenip büyütülen çocuğun arzu ve istekleri tükenmez, isyankâr olur.
-Hedefi olmayan çocuk avâre olur.
-Nezaketin yerini kabalık, dürüstlüğün yerini sahtekârlık, doğruluğun yerini yalancılık, birlik ve dayanışmanın yerini bireysellik ve çıkarcılık, bilginin yerini cehâlet, irfânın yerini idraksizlik (...) alır
(.....)
Maddî-çağdaş bilgilerle donatmaya çalıştığımız, iyi bir meslek edinsin diye çabaladığımız çocukları manevî/psikolojik eğitim vermeden, egolarının esiri ediyor muyuz ?!

Tek kanatlı kuş uçamaz...

"İnsan"ların olduğu bir dünya ruhî gelişimi ihmâl edilmemiş eğitimden geçer.

25 Ekim 2018 Perşembe

Pervâne ışığa meftûn...

Pervâne ışığa meftûn, bıkmadan tavâf eder
Yarasalar ve puhular ışık nedir bilmezler

Herkes dengine yaraşır, sinek ahırdan çıkmaz
Kelebek çiçek dolaşır gübrelikten hoşlanmaz

Kişi arkadaşlarının ahlâkı üzeredir
Güzelliği zibillikte arayan divânedir

Muzil muzille dolaşır, düşündün mü hiç niye,
Şeytân kötüye yoldaştır münkirden olsun diye

24 Ekim 2018 Çarşamba

Fî tarihinde beşik kertmesi âlimler !...

Eskiden beşik kertmesi âlim(!)ler var imiş
Bu ulemâ sadece mesaîye ta'lîm eder imiş

Kibirleri kuburlarını on fersah geçer imiş
Tevâzu, o âlimzâde(!)lere zinhâr uğramaz imiş

Ümerâ huzuruna iki büklüm çıkarlarmış
İki lokum yemek için eşikte beklerlermiş
☆☆☆
Beş paraya beş takla atan sayılır mı allâme.
Hesabına gelmeyince dokunmuyorsa kâleme

Ulemâlık kalırsa cühelâ mütekellime
Okursa "elif'i mertek, "cim"i ise cin diye

Vay ta'lîme, vah âdeme yazık olur âtîye
Acınır müteallimin hâl-i pür melâline.
☆☆☆
Bir yerdeki ulemâ el pençe dîvân ise
Müteallim âlimi  derste göremez ise

Fî tarihinden ma'lûmat okutuluyor ise
Müteallim olmak için kâtiplik gerekiyor ise

Az buçuk bilgiler fahiş satılıyor ise
Ahbab-çavuş yağdanlıklar mürebbî oluyor ise

Vay ta'lîme, vah âdeme yazık olur âtîye
Acınır müteallimin hâl-i pür melâline.
☆☆☆
İlim irfân yerine zihinler filim doluyor ise
İhtisas alanları "bizantik oyun"lar oluyor ise

Uyanıkları cân-bâz, safları seyirci oluyor ise
Vay ta'lîme, vah âdeme yazık olur âtîye

Sabır, fikir, şükür…

Dünya da sana keder de musibet de uğrar 
Tende sabır gerek tende sabır gerek

İkrâm olan ihsan olan ni'metler için
Dilde şükür gerek dilde şükür gerek

Muazzam ve muhteşem Kevn ü mekândasın 
Bunlar için fikir gerek tefekkür gerek

Evvelden ahire doğru yolculuktasın
İdrak için ilim gerek ve irfan gerek

Zamanı durdur hadi ! Hayır, yönetemezsin
Sahib'ül vakta sücud gerek sücud gerek

Akar zaman ırmağında ter ü taze "an"lar
Kalpden zikir gerek kalpden zikir gerek

23 Ekim 2018 Salı

Muammâ keşf u âyân olsa.

İle-l ebed sürecek sanki bu zevk u safa
Ömre zarar değil mi bu kadar hırs u tama

Elbet günü gelince son nefes verilecek
Sıdk u imanın neyse hesabı görülecek

Lu'b u zulüm zehirler bu hayatı elbette
Keyfi öteye bırak cân u başla hizmet et

Su-i isti'mal ile geçer mi ömr ü hayât
Kadr u kıymet bilmeze gerekmez âb-ı hayât

Dünyâ-yı dûn peşinde meftûn-u lezzet olan
Arz u semâya baksa kevn ü mekânı görse

Muammâ sırr'ül esrâr bir keşf ü âyân olsa, 
Âb-ı kevser ma'nâsını özün özünde bulsa

21 Ekim 2018 Pazar

Çömlek…Su testisi su yolunda…

Hiç çömlekci gördünüz mü ?
Ya da bir çömleğiniz oldu mu ?
☆☆☆
Çömleğiniz olsa nerede saklardınız ?
Çömleğinizi gökkuşağının arkasında mı saklardınız, yoksa yanınızda mı taşırdınız ?
Hele bir de içi altın ile doluysa…
☆☆☆
Çamura el ile şekil veren ustaları hiç seyrettiniz mi ?
Günün birinde bir çömlek atölyesine yolunuz uğrarsa, bir iş önlüğü giyerek ayakla ya da motorla dönen tambur üzerindeki çamur topağına  iki elinizle şekil vermeye çalışmayı denemenizi öneririm...

☆☆☆
Herkes çömlekçide çalışmasa da, çömlek ustası görmemiş olsa da, hayatının bir döneminde mutlaka çömlekle haşır-neşir olmuş, elinden bir çok çömlek geçmiştir muhakkak; meselâ bir testiden su içmiş, bir güveçte pişen yemekten yemiş, kiremitte köfte siparişi vermiştir.

Bir çoğunun evinde iş yerinde sırlanmış çini malzeme/süs eşyası vardır…porseleni söylemeye ise gerek yok…bunların hepsi topraktandır, çamurdur asılları.
☆☆☆
Çömleği kıranları da görmüşsünüzdür.
☆☆☆
Kırılan çömleğin içinde ab-ı hayat da olsa kalır mı ?

Su suya, toprak toprağa karışır, her biri kendi öz vatanına, aslına rücu eder değil mi ?

Çömlek; taşıyıcı bir kab olarak imal edilir.
Toprak; su ile çamur oldu da şekil verildikten sonra fırına girince taşıyıcı olabildi !

Sonra içine tatlı su konuldu, içindekini de, o her ne ise, dışına sızdırır niteliğe büründü…

Ağzı açık kalıp da tatlı suya başka şeyler karışıp pisletti ise, o halde de içindeki pis suyu/bulaşığı sızdırır niteliğe dönüştü…
☆☆☆
Gel ey âdem oğlu; ne için var edildiysen ona uygun yaşa, içindeki "nefha" tatlı su gibi bir kaynaktan ve tertemiz ikrâm edildi ki; bu bir ihsan idi…onu taşıyacak vücûdun ise topraktan, çamurdan var edildi…(*)

Sakın, pislenmesine izin verme/gaflete düşüp de ağzını açık bırakma, ağzı kapalı olarak dış etkilerden uzak tut, safiyetini koru !

Aslını unuttuysan hatırla; önce toprak idin, sonra suyla yoğrulup çamur oldun; sonrasında ise fırına
girdin ki tatlı suyu taşıyabilecek çömlek/testi hâline gelesin…ve tatlı su/ab-ı hayatı taşıyabilesin !
☆☆☆
Çanaklar; çömleğe dudak büküp te, çömleksin işte nolacak derlermiş, kendi asıllarının da topraktan olduğunu unutarak !

Porselenin, çininin, güvecin, testinin hepsi de topraktan !

Kim kime ben senden üstünüm diyebilirki !

Kazıyın çininin sırrını, cilâsını ne çıkar altından ?

"Toprak ! "

Bu yüzden irfan ehli; insanın aslını, yaratılış hikâyesini hatırdan çıkarmaması, tefekkür etmesi için olsa gerek, demişler ki;

"Yaşadığınız yerde bir çanak/çömlek, özellikle de bir su testisi mutlaka bulundurun…! "
☆☆☆
Ey "insan" geldiğin yeri, yolculuğu, varoluş sebebini asla aklından çıkarma !

Darb-ı meseldir:
"Su testisi su yolunda"…mey testisi mey - hâne yolunda kırılır...
__________
"Andolsun biz insanı, (pişmiş) kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattık" (Hicr sûresi, 26.âyet)

20 Ekim 2018 Cumartesi

Yalvar, yakar de ki; Yâ Rab...... !…

Varlıkla varılır mı "Ganiy-i Mutlak"a
Gafil olma ! Var(!)lığın, sana ihsanmış ya

Mükemmel abidim  deyip de böbürlenme
Çoban sakızının hazinede işi ne

Yüzünü sürsen de hâki rehe bir ömür
Bu varlığın ile ancak alnın aşınır

Hâkî ten bir gün hâk ile yeksân olmadan
Hayran olduğun yüzün  o gün gelip solmadan

Bil kadr u kıymetin, senin suretin insan
"Ben"i terk et ki, ola siretin de insan

Âh u vah, feryâd-ı figân eyle sen her an
Gözün aksın gözyaşınla Allah de bir an

Ahvâli perişânına ağlasın felek
Yakar de ki; Yâ Rab! yetişsin imdada melek

Görmemişim âmâymışım gafilmişim de
Hem; Sübhân, Tevvab, Afüv, Mucib Sen'mişsin de
Yakar de ki; Yâ Rab! aff eyle, aciz kulum
Ancak hidayetin ile felah bulurum

18 Ekim 2018 Perşembe

"Bir" gören, duyan var ki, "O" bizimle...

Yakınlık her kişiye göre değişebilen izafî bir kavram.
Yakın olana bağırarak sesimizi duyurmayız, bunu saygısızlık sayarız elbette…

-Bağırınca bile sesimizi duyuramayacak kadar ötede olabilir yakınlık duyduğumuz,
-duyuracak mesafede olabilir,
-normal ses frekansı olan konuşma mesafesinde olabilir,
-fısıltı ile konuşunca duyuracağınız mesafededir,
Allah kederi giderendir !
-hatta içimizden geçirdiğimiz sessiz kelâmı duyuracak yakınlıktadır…

Ya da "sesimi duyan var mı", "kimse yok mu" diyecek kadar bî-çare ve umudunu yitirmişlerdenizdir…
Duymuyor ya da duyuramıyorsak sesimizi; ya dilsiz ve/veya dîlsiz(gönülsüz), yahut sağırızdır !

-Sesimi duyan var mı ?, diyorsanız uzaklara sesleniyorsunuz değil mi ?

Eğer böyle ise dışarda aradığınız yardım elinin aslının bir var edeni, kontrol edeni, yöneteni olduğunu ya unuttunuz yahut bundan habersiz veya câhilisiniz…Her insan kendi filminin baş rol oyuncusu, anlarını paylaştığı diğerleri ise figüranları değil mi aslında !

Kişi bildiğinin âlimi, bilmediğinin câhilidir ya !
Unuttu iseniz hatırlayınız, bilmiyor iseniz araştırıp öğreniniz yahut bir bileni bulursanız ona sorunuz.

Belki yahut filhakika dışarıda aradığınız içeridedir…sessiz kelâmlarınızı, içten yakarmalarınızı, gönülde resmi geçit yapmakta olan kelime hâline gelmemiş kelâmlarınızı selâmlayan var ha, ne dersiniz !

Sıfatı "Semî" olanı duydunuz mu,
Ya da ismi "Habir" olanı ?

Bir şarkı sözü var ki, bu bakış açısı ile dinlense meselâ;

"Uzaklarda aramam çünkü sen içimdesin
Taht kurmuşsun kalbime en güzel yerindesin
Her an seni canımda ruhumda duyuyorum
Aşkınla sarhoşum ben çılgınca seviyorum."

Bir samimi yöneliş, bir içsel duyuş ile gidilecek hedefi, izlenecek güzergâhı tarif eden aşağıdaki sözler ve beste belki ve inşâ'Allah bize "Semi" ve "Habir" olan Zât-ı celle ve âlâ'ya ilticanın gerekçelerine temel olur duygu ve duası ile…

Buyrunuz; iç gözün görüsü ile görmeye çalışalım ve gönülden duyuşlara kulak verelim aşağıdaki ilahide:
Karcığar makamında bestelenmiş bir ilahi, sözleri Azîz Mahmud Hüdâi hz.lerine, bestesi hafız Zeki Altun'a ait:
Hafız Zeki Altun'un torunu Hakan Altun'dan dinleyelim...

"Neyleyeyim dünyâyı bana Allah’ım gerek
Gerekmez mâsivâyı bana Allâh’ım gerek

Ehl-i dünyâ dünyâda ehl-i ukbâ ukbâda
Her biri bir sevdâda bana Allâh’ım gerek

Derdli dermanın ister kullar sultânın ister
Aşık cânânın ister bana Allâh’ım gerek

Fanî devlet gerekmez dürlü ziynet gerekmez
Hak’sız Cennet gerekmez bana Allâh’ım gerek

Mecnûn ister Leylâ’yı Vâmık ister Azrâ’yı
N’idem gayri sevdayı bana Allâh’ım gerek

Bülbül güle karşı zir pervaneyi yakmış nâr
Her kulun bir derdi var bana Allâh’ım gerek

Beyhude hevâyı ko Hakk’ı bula-gör yâhu
Hüdâî’nin sözü bu bana Allâh’ım gerek"

Evet, bizi "bir" gören, "bir" duyan var ki, "O" her anımızda bizimle…
Arz-ı hâlimiz varsa, teşekkür edeceksek, af dileyeceksek, korku dalgalarından kaçarak selâm limanına demirleyeceksek, temennilerimiz varsa, içimizi boşaltıp konuşacaksak, hüznümüzü, neş'emizi arz edeceksek…her hâl ü kârda müracaatgâhımız, sığınağımız, eman dileyeceğimiz tek ilticagâhımız var ki, sadece "O".
Doğru ilaç tedavi eder...
Hemen samimi bir şekilde iltica etmeyi bir deneyiverse insan, görünmez (!) bir elin kendine doğru uzatıldığını hissedecek ya da somut bir vesile sayesinde talebinin karşılandığını, sorununun adîl bir şekilde çözüldüğünü görecek.

İşte tahkikî iman ve tecrübe ile yakınlığın derecesinin farkına varmanın yolu…

17 Ekim 2018 Çarşamba

Ehl-i mugalata ve eyyamcı.../Abdulkerim Erdem

-Her devir de kendisini bir "da'vâ", bir "ideal" mensubu sayarak geçinenler yok mu ?
-"Olmaz olur mu, mebzul..."
☆☆☆
Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olup bunu yükselmenin basamağı yapanlar, şartlar ve zemin müsait olduğunda namlı geçmiş zaman efsaneleriyle(!) vitrin dizerek kullananlar...!
Hele hele sloganist aidiyet yanında albeni de yerindeyse... !

Memleket millet adına, insanlık adına hiçbir şey etmemiş, cebi ve çıkarlar için yaşayan yaşayanlardan insan hep çekti, çekiyor !

Onlar ki; konsantre mübalağa ve mugalata maceralarından geçinen, çıkarları varsa, gerektiriyorsa dün küfrettikleri ile kuzu sarması olacak kadar şahsiyet fukarası... ..

Şahsiyet yoksunlarının maskelerine aldanan bir çok ahmağın "adam" zannettiği zevat, mugalatanın prim yaptığı her yerde destek de buluyor, ne acı… !

"Sakala göre tarama" ve "bol keseden sallama" becerisi mükemmel (!) bu tiplerin; insan için, insanlık adına yaptığı bir şey mi var ?

Erdemden bahs açsanız, söyleyeceği iki çift lafı mı var  ?

Ancak ehl-i mugalatanın ve eyyamcının da iyi bildikleri şeyler var...meselâ:
dört ayak üstüne düşmek…kedi misâli…

Ayrıca tavuğa darı, eşeğe karpuz kabuğu verecek kadar da ilm-i siyasete vakıflar…

Ehliyet sahibi oldukları işlerini sormaya gerek yok...

Etimoloji, semantik ve ilm-i maânîden bî-haber bu erbab-ı mugalata, parlak laflar etmeye de bayılıyorlar, ama içini dolduramıyorlar.
☆☆☆
"İşgâl ettikleri makamın hakkını veremeyen, var ise ünvanının içini dolduramayan" (ehliyetten yoksun)lara sormak lâzım:

-"Yazıyor mu sizin kitabınızda "Adamlık kriterleri" diye bir şey?"
-"?"
-"Samimiyet"?
-"?"
"Dürüstlük"?
-"?"
-"İş ahlâkı" ?
-"?"
-"Hak, hukuk"
-"?"
-"Edeb"
-"?"

-"Adalet"
-"?"
☆☆☆
Gelelim  "eyyamcı"nın hasletlerine:
"Menfaatçılık" var,
"hile" var,
"kayırmacılık" var,
"gammazlamak" var,
"dünyalık" için her yolu mübah görmek var…
"neme lazımcılık" var,
"bana dokunmayan yılan bin yaşasın",
"kaz yatırımı" var,

"fırsatını bulduğunda çırpma" var,
"…"

"gününü gün etmek"  tek gayesi !
☆☆☆
Becerileri mi ?
"İdare-i maslahat",
"ne şiş yansın ne kebap",
"her sakala bir tarak"
ve
"bukalemun ahlâkı"
(...)


Bu siyasetleriyle şekillendirdikleri atmosferlerine tabi olan ve kırıntı ile besledikleri uydularıyla safa sürmek ve gücü el altında tutmak ise "ulu erek"leri...!

Vay be !…ne insan(cık)larmış yahu...! Hayat felsefesine bak…! Zavallılar !
☆☆☆
Kur’an-ı Kerim'de" buyuruluyor ki:
"Allah size, mutlaka emanetleri [işleri] ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle davranmanızı emreder."(Nisa sûresi, 58)

Ebû Hüreyre( r.a.)'den rivâyet edildiğine göre Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyurmuş:
"İş, ehil olmayana verilince kıyameti bekle"(Buhârî)
☆☆☆
Bir toplantıda Resûlullah (S.A.V.) sahâbîler ile sohbet ederlerken, meclise bir bedevî gelir ve sorar:
- "Kıyâmet ne zaman kopacak?"

Resûlullah (S.A.V.) sözünü kesmeden sohbet sürdürür, bitirince sorar:
-"Kıyâmeti soran nerede?"

Bedevî:
-"Buradayım ya Resûlullah!" der.

Resûlullah (S.A.V.);
-"Emânet zâyi edildi mi kıyâmeti bekle!" buyurur.

-"Emânet nasıl zâyi olur ? "diye soran bedevîye cevaben Resûlullah (S.A.V.);

-"İş, ehil olmayana verildi mi kıyâmeti bekle!" buyurur. (Buhârî)

16 Ekim 2018 Salı

Oku ! Nutfeden ahsen-i takvîme - I…

İki gamet, iki ayrı hücre, insanın vücûd özünün taşıyıcıları…
Matematik ifade de 1+1=2 ederken; emriyolojide 1+1=1 ediyor…

Erkek gamet(bir hücre) dişi gamet(diğer bir hücre) ile bir araya gelince "BİR"leşince 2 hücre etmiyorlar, tek bir hücreyi, zigotu oluşturuyorlar.

Erkek gamet hücresi, çekirdeğinde taşıdığı 23 kromozomu dişi gamet hücresine (23 kromozoma sahip) kadar taşıyıp ona aktarıyor ve sayıyı tama (46) tamamlıyor, o kadar…

Böylece anadan gelen karakterler ile babadan gelen karakterleri kapsayan bu hücrelerin her birinin 23'er kromozomu zigot denilen ilk esas hücrenin çekirdeğinde(23 çift) harmanlanıyor.

İşte meydana gelecek yavrunun bütün bilgileri; yapı planından tutunuz, dış görünüşe kadar, bu kromozomlar üzerindeki genlerde yer almaktadır.

İnsanın "genom" çalışmaları sonucu insanda 21.000 civarında protein kodlayan gen bulunduğu (genomun sadece %1.5’i protein kodlamaktadır !, geri kalanları RNA, düzenleyiciler, intron ve çöp DNA’daki genler) ortaya konmuştur ki, her bir gen çiftinin de ortalama 4.000 fonksiyondan doğrudan yahut dolaylı olarak veya diğer bir gen kombinasyonuyla birlikte iş görmekten sorumlu /yönetici olduğu düşünülürse…hesabını siz yapınız!

Zigot denilen bu muhteşem hücre santimetrenin yüzde biri büyüklüğünde, ağırlığı gramın birmilyonyediyüzbin'de biri kadar, yüz-milyonlarca kez kendini büyütecek ve 280 gün sonra insan olacak...!

Zigot için hem mimar hem mühendis hem de "inşâ için lazım olan ve kullanma zamanı gelince kullanacağı her malzemeyi içinde bulunduran" hücre tabirini kullansak abartmış olmayız, hele hele kendi genlerinde mevcut iç/dış yapı planını kendi üzerinde uygulayarak kendini inşâ etmesi…

Bir bina yapılacak, elinizde bir tuğla var, bu tuğla kendi kendini bölerek çoğaltıyor, sonra bu çoğalanların bir kısmı demir, duvar tuğlası, sıva, boya-badana, mantolama malzemesine, bir kısmı su-elektrik-tele-fon tesisat kablo ve malzemelerine, bir kısmı atık su tesisat boru ve malzemelerine, bir kısmı kamera, mikrofon, höperlor ve kayıt sistemine, bir kısmı mikser-rondo gibi öğütücülere, bir kısmı dış ve iç güvenliği sağlayacak güvenlik görevlilerine, bir kısmı kalorifer/ısı sistemi elemanlarına ve otomatik seviye algılayıcı termostatlara, bir kısmı moto-pompa görevi ile sıvı pompalamaya yarayan aletlere dönüşüyor….(hangi birini sayalım) dönüşüyor !

Evet, bir tuğlanız var, hem kendi çoğalıp hem çeşitli ve farklı inşâ malzemelerine dönüşüyor ve kullanıma hazır, bütün tesisat ve sistemleri çalışan bir bina oluveriyor. Kendi kendine…!

Bu anlatılanlar kurgu-bilim hikâye değil, hadisenin gerçeği bu !!!

Yukarıda kısa bir girizgâh yaptığımız bu yazı serisinde Kuran-ı Kerim'in ilk inzâl olan "Alak sûresi"(*)nde " Yaratan Rabbinin adıyla Oku ! " emrinin ardından "O, insanı "alak"tan yarattı" emrinin alaktan yaratılış bahsini, bilimsel terimleri mümkün olduğunca kullanmamaya çalışarak, herkesin anlayabileceği seviyede izah etmeye çalışacağız…

(Devam edecek…)
__________
(*)Alak sûresi, 1-2. Ayet: "Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı "alak"dan yarattı"

15 Ekim 2018 Pazartesi

Çocuklar kadar odaklanabiliyor muyuz ?

Odaklanamamak !
An içinde olamamak, yahut geçmiş ve gelecek arasında düşünce aleminde seyâhat etmekten "an"ı farkedemeden yaşamak…

An üzerine odaklanmayı ve dikkati sürekli dağıtan olumsuz düşünceye temayül ile yaşanan düşünce âlemi gidiş-gelişleriyle zihnin meşgul oluşu.
Yaptığı işin hakkını verememek…zihin yoğunluğu ve meşguliyetler.

Odaklanamamak, anda yapılan işin ve/veya hâlin farkında olamamak…

Aynı zamanda anı kaçırmak; hâtta sokağının, semtinin, ülkesinin, dünyanın, evrenin farkında olmadan anın içinden geçip gitmek…
Bu konuda çocukları rol model almak lâzım !
Elindeki oyuncağa, oynadığı oyuna ne kadar odaklanıyor çocuklar değil mi !
Oyunun içinde eriyor, kaybediyor kendini, eritiyor benliğini, oyunun bir figürü oluveriyor…etrafında kıyamet kopsa umurunda değil adeta.

Bistamlı Bayazıd'a hamledilen bir menkibe ne güzel bir öğreti:
Beyazıd-ı Bestami hz.leri murakabeyi bir kediden öğrendim diyor…

Evet kedi avına öyle bir odaklanır ki başka hiç bir şeyi görmez.

Bir kedi fare deliği önünde kulaklarını, bıyıklarını, kuyruğunu hiç kıpırdatmadan; donmuş/cansız gibi, bir heykel gibi odaklanır, ve uzun süre bu hâlde farenin delikten çıkmasını bekler.
Bir diğer misâl hz.Ali'(r.a.)den;
Hz. Ali (r.a)’nin baldırına savaşta bir ok saplanır. Oku çıkarmak için uğraşılır, ancak çok acı verdiği için çıkarılamaz.

Hz. Ali:
-Namaza durayım o hâlde çıkarın, der… Nafile namaz kılarken secdeye kapanınca, oku kuvvetle çeker ve çıkarırlar. Hz.Ali namazdan selâmlayınca:
-Çıkardınız mı ?, diye sorar,
-Çıkardık, derler.
Odaklanmak işte böyle bir şey olsa gerek değil mi ?
Kıymetli dostlar…
Evet, odaklanmak, işin ehli olmak, samimiyetle kendini yapacağı eyleme vermek...
Yaptığı fiili ciddiyetle, savsaklamadan yapmak, baştan savmak için yapmamak böyle bir şey !
İster maddî ister manevî, hangi iş/eylem hâlinde olursa olsun, insan ancak odaklanırsa amaç hâsıl olur, değilse içi boş/kof ceviz kırmakla vakit zayî edilmiş olur. 
Savsaklanarak yapılanın semeresi yorgunluk olur !

14 Ekim 2018 Pazar

Can kuşu ve cangâh... /Nursultan Ahıskalı


Uçursa can kuşunu
"Kaf dağı"nın ardına...

Seslenilirmiş ordan
"Bir"likte yer bulana...

Bilse
derde dermânın
derd içre olduğunu ! 

Bıraksa aşık âhı,
dil-î zarı;
arasa bulsa
cangâhı

Cangâh ki;
gayrısı ne bilsin ebediyeti ?

Otlak derdiyle yananın
gönül ile işi ne !

Gidelim ey dost
vuslata
"Bir"likte gidelim

"Sen" olmadan
"ben" olmadan
"Bir"liğe  erelim

12 Ekim 2018 Cuma

Kimler kondu, kimler göçtü…

Kimler geldi
bu dünya sahnesine...
Baş rol, jön, yahut figüran…
Hepsi de kendince,
bir "mühim insan".
Geldi de geçti kimler !

Toprak için
fark eder mi ?
Şimdi hepsi 
geldikleri toprakta,
olmuşlar toprak…
Üstüne basılan
Un ufak, küllü toprak !

Hayat sahibine
seyr ettirir,
çerçevesiz billur camdan…
Okutturur,
tarihin tozlu raflarından…
Gelip geçenleri, konup göçenleri…(1)

Kimi ukalâ idi, 
kimi vükelâ ya da şükâla !
Câhili, âlimi, talibi, salibi…

Gezse ya insan 
yeryüzünü(2)
Kabirleri görse ya !
Belki şehadeti artacak…

Hiç bir şeyin
yanına kâr kalmayacağını…
İnkâr etse de etmese de,
yaşarken (ölünce) hakikati görecek !(3)

Sen kimsin ki;
konup göçmeyecek !
Gücün mü var ?
Hadi dirensene...!

Kimler geldi, kimler geçti…
Kimler kondu, kimler göçtü…(4)

__________

(1)Âl-i İmrân sûresi, 137. Ayet: Sizden önce(ki milletlerin başından) nice olaylar gelip geçmiştir. Yeryüzünde gezin dolaşın da yalanlayanların sonunun nasıl olduğunu bir görün.
(2)Neml sûresi, 69. Ayet: De ki: "Yeryüzünde dolaşın da suçluların sonunun nasıl olduğuna bir bakın."
(3)Nahl sûresi, 36. Ayet: Andolsun biz, her ümmete, "Allah'a kulluk edin, tâğûttan  kaçının" diye peygamber gönderdik. Allah, onlardan kimini doğru yola iletti; onlardan kimine de (kendi iradeleri sebebiyle) sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde dolaşın da peygamberleri yalanlayanların sonunun ne olduğunu görün.
(4)Rûm sûresi, 42. Ayet: De ki: "Yeryüzünde dolaşın da önceki milletlerin sonlarının nasıl olduğuna bakın." Onların çoğu Allah'a ortak koşan kimselerdi.

11 Ekim 2018 Perşembe

Hârâbât ehli…özü beytü'l mâl…

Hani var ya !
Hayvan kürküne bürünenler…
Büründükleri pahalı kürk ile
Kürksüzlere tepeden bakanlar…

Ya Hu;
O satın almak için kürküne verdiğin meblağ var ya;
fiyatını bilmem ama, tahminimi sorarsan
kaç ailenin bir kaç aylık geliri kadar…

Ya Hu;
O büründüğünün eski sahibini biliyorsun ya, bir zamanlar tabiatta dolaşırdı hani !
Bir düşünsene ! ...O, bir ömür kürk ile dolaştı da "hayvanlık"tan kurtuldu mu ?...

Keşke alırken satıcıya sorsaydın:
"Post ile insan olunuyor mu ?"
☆☆☆
Ya Hu...
"İnsan posttan mı ibaret !"
☆☆☆
Nice hârâbât ehli var ki; özü beytü'l mâl…
Kimileri de var ki anca hazinedâr…

Nice kürkü çok kıymetli(!) hayvan var ki; yedi başlı canavar…
Nice garib/gureba da var, ind-i ilâhîde pek kıymetdâr...

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz.leri bir şiirinde ne hoş demiş:

"Hakkı gel sırrını eyleme zâhir,
Olmak ister isen bu yolda mâhir,
Hârâbât ehlini hor görme şâkir,
Defineye mâlik vîrâneler var."

10 Ekim 2018 Çarşamba

Nalınlar ve Tuva.…

"Mukaddes Deryâ"ya nalınlar çıkarılmadan girilmez ! (*)

Dünya malım oldu diye sakın olma sevindirik
Unutma !...Dünyalıkların sana olur boyunduruk

Çok sevinçten olur imiş kimi insanlar sarılık
Kimisi de dünya için yapar ya; koca/karı-lık

Sıradanlık hiç yaraşmaz, "ol" sen dünyadan sır-alan
O-yalan dünya peşinde,  oyalanma (!) sen "oya"lan

Dünyalıklar ayak kabı, ayakkabı gönlün bağı
Gönül dünyaya bağlıysa,  idrak eder mi "Tuva"yı
__________
(*)Tâ-Hâ sûresi, 11-12. âyetler:
Ateşin yanına varınca, ona şöyle seslenildi: "Ey Mûsâ!"
"Şüphe yok ki, ben senin Rabbinim. Hemen ayakkabılarını çıkar. Çünkü sen mukaddes vadi Tuvâ'dasın."

9 Ekim 2018 Salı

Siyâk-ı kelâm...

Mürebbi isen evvela, söylediğini sen duy
Kışırı önce kaldır da, odun libâsını soy

Tevâzudur yakışanı, koy kibri öte dursun
İblisi ırağa yolla, yoldaşlarını bulsun

Hakîkâti özünde bul, şurda burda eylenme
Vakit kıymetli hazine, sakın zayî eyleme

Muhabbet Rahmaniyyetten, işin aslına bir bak
İnsan olanlar rahm eyler, budur fıtrî insiyâk

Nûrdan çadır şu kubbede edebi terk eyleme
Sakın ha haddini aşıp ağyara sırr söyleme

Sırlanmıştır vücûd ile etmem aşikâr siyâk
Satıhtan demek isterim aşmasın haddi sibâk
__________
Siyâk-ı kelâm: Sözün gelişi.

8 Ekim 2018 Pazartesi

Dünyası ile yarışır göbek küresi...

Bakıp durdu hep tepeden ayak ucuna
Göremedi tırnağını ömür boyunca
Dünyası ile yarışır göbek küresi
Var sen o küreyi ekvatora kıyasla

Entel hem dantel-miş gibi- câhil içinde
Gurebaya dudak büker insan içinde
Şatafatta sultanlarla yarış içinde 
Kulvarı mı ?...ömrü geçer para peşinde
☆☆☆
Ey fukaraya çorbayı sadaka sayan
Ey putlaşmış 'ego'suyla ticaret yapan
Oturursun hem mükellef sofra başında
Aklın da yüzüğünün pırlanta kaşında

Ağyar içinde iken arz-ı endâm edersin 
Moda dergisinden sanki fırlamış gibi
Cennetten köşk umarsın bir de bu gafletle
Hava atıp durma sanki ermişler gibi

7 Ekim 2018 Pazar

"Nâkıse"ye güvenme !.../Abdulkerim Erdem

Hakka öte dursun dersin
'Nâkıse'ye güvenirsin
Ayağa diken batınca
Sana kimler yardım etsin.

Şikâyet eyleme sakın
Ah ü zârın faydası yok
Dermânı dert verendedir
Bîçarede çaresi yok.

Kusur kabahat arayan
Dedikodu edip yayan
Kötülüğü kârdan sayan
Cennete mi varır yayan.

Otlak arar sanki dana
Bak inad eder kadana
Yardım isteyen 'nâ-dân'a
El uzatırmış bir dânâ.

6 Ekim 2018 Cumartesi

Bu âlemde aşksız âdem olunmaz…

Dünyada konuşulan şu kadar yüz lisân, bir o kadar ya da kat be kat fazla ağız/şive ve aksan var.

Lisân; anlatma, anlama ve anlaşma vasıtası...

Ancak insanoğlunda çoğunluğun belkide farkına varmadığı yahut dilini çözemediği bir lisân daha var ki; "gönül lisânı" demişler adına… herkeste bulunan ortak bir lisân.

Gönül lisânını öğrenmek için uzun yıllara sari gayret gerek. Gönlün hicablarından kurtulmak gerek, mücâhede gerek, murakabe gerek, müşâhede gerek...

Gönül ara kesit, kul ile Rabbi arasında...
hak-hukuk, riyaset ve nisbet orada…

Rabbi ile kulu arasındaki kurbiyyet dereceleri gönlün durumuna göredir.


Meselâ; kişi birine/bir şeye muhabbet duydu ise kendini ona göre ayarlar, vaktini/durumunu ona göre planlar.
Böyle bir ilişkinin belirlemesi ile kişinin davranış kalıpları, temayülü şekillenmiş olur... 

Mecnûn, Leylâ'sına göre hayatını alt-üst etmişti ya !

Eğer gönül "Cânan"a taht-gâh olur ise, bu durumda aşığın tasarrufu maşuktadır...

Bu hâldeki âşığın göz nûrundan şûleler saçar, lisânından hikmet faş olur, vücûdundan da ahlâk-ı hamide serd eder.
☆☆☆
Aşkın mahalli gönüldür ve gönülde ikiliğe mahal yoktur...fıtratı gereği bir tek şeye muhabbeti olabilir.

Aşk ile âdem arasındaki nisbet ve ilintiyi Kemâli dede; insan olmaya, nûra gark olmaya, devâ bulmaya, kemâl bulmaya kadar götürür aşağıdaki şiirinde.

Kemâli dede bir âmâ zât …bir mevlevi dedesi. Aşk hakkında diyor ki;

Aşktır hayvânı insân eyleyen, insânı nûr
Bu rumuzatın basiret ehline pünhânı yok
Aşksız âlemde âdem olmanın imkânı yok
Dert devâdır âşıka bî dertlerin dermânı yok
Aşktır her müşkülün miftâhı, fethi, fatihi
Aşk sergerdânının bil!
Müşkül-ü, âsânı yok
Nârı unsur; nûrı aşk ile olur gülzarı tâm
Serveri hûbânı aşkın nûru var; nirânı yok
Sen seni bilmek dilersen, aşka terk et sen seni
Anda mahv ol kim Kemâli şan-ü âdı, sânı yok
☆☆☆
Seyrânı Hakk etmek dileyen kendinden başlasın, esmâ ve sıfât deryasındaki mânâları tetkik ve tefekkür etsin ki, nihayeti âsân ola...kendini bile, kendini bula !

Yunus Emre gibi kırk yıl hem düzgün odun arayıp bulup sırtında taşıyan, hem de o mekâna eğri odun yakışmaz diyebilenler öğrenirmiş "lisân-ı kâmil"i...
İşin hikmeti düzgün/eğri odunda mı ? ...tabiki değil !
Kişinin özündeki eğriliği terk ederek dosdoğru olmasında, tercihinde...

Sonrasında da Yunus, gönül lisânı ile demiş de demiş…

Usülü tamamda, gelelim esasa:
"Mihver-i kemâl gönül imiş".