Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

29 Kasım 2022 Salı

Kişiyi refiki mayalar...

 

Yol arkadaşı var ya;
Melek ya da şeytan !
Melek tabiatlısı hassa yol aldırır...
Şeytanlaşmış olanı şerre yakınlaştırır.
Netice; yol alınır...
Kişiyi refiki mayalar...
Azar azar 
Azar !
Ve, asırların imbiğinden süzülmüş bir kelâm-ı kibar;
"Akil ile sohbet etmek lâl ü mercan incidir
Nadan ile sohbet etmek daima kalp incitir"

Vesselâm...

27 Kasım 2022 Pazar

Dip notlar: Kim mesul, kim mazur...

 

İnsan olmak yolunda doğduğundan beri çabalayan, insanın insanlığına gedik açmakta olan kara delikleri, (egoizmini ve şeytanını) gördükçe onarmaya çalışan, "kendini bilme ve öğrenme yolculuğunda" gayretini son nefesine kadar sürdürmeyi birinci sıraya koymuş, insan doğmanın ve insaniliğinin önemini keşfetmiş, öğrendikleri pozitif ve insana yararlı şeyleri evvelâ yaşantısına uygulayan ve kendi iç âlemindeki eğitimini sürdüren anne/baba ve öğretmenlerin; "bilen mesuldur, bilmeyen mazur" hükmünce öğretmekden yorulmayan, şahıslar olması gerektir...

Bu öğrenme/öğretme sürecinde, sağlam karakterli, millî ve manevi değerleri özde yaşayan ve yaşatan, aydın/münevver gelecek nesillerini yetiştirme gayreti ile azîz milletimizin, şiir gibi akışı olan lisanı, gelenekleri, sosyal yaşantısı, san'atı için gerekli muhitin yaşatılması ve sürdürülmesi; değerlerin ve unutulmaması  gerekenlerin, yeni nesillere aktarılarak istikbâlin şekillenmesi asıl gayedir....

Kurdukları tezgâhlar ve çarkları ile  küreselci işgalcilerin; tarihi boyunca medeniyyetler inşâ etmiş uygar milletimizin istikbâli olan yeni nesilleri; köksüz, egoist, yoz kültür ile enfekte etmeye ve öğütmeye çalışmaları hız kesmeden devam ediyor...

Gökler tarafından övgüye mazhar abide şahsiyetler yetiştirmiş, yüzyıllar boyu görkemli ve yüksek medeniyetler inşâ etmiş, insanlık niteliğini yüceltmeyi ve insana hizmeti şiar edinmiş,  cesur, kahraman, çalışkan, Hakk'dan gayrıya eğilmeyen, zulme karşı dimdik ve mazlûmun yanında duran, özü sözü duruş ve davranışı ile "numune insan"larla, milletler tarihinde hak ettiğimiz yerdeyiz.

Ancak  fırsat buldukça üzerimize saldıranlar,  biz yaptıkça yıkmaya yakmaya çalışanlar; zihinlerimizi gönüllerimizi işgal etmeye ve esaret altına almaya çalışanlar, bugün olduğu gibi binlerce yıldır hep vardı. 

İçimize sinsice sızıp bizi, milli şuurumuzu, kimlik ve kültürümüzü içten içe kemirmeye, kendimize  yabancılaştırmaya çalışanlar, muktedir olmak ve bizi yönetmek istek ve plânlarından hiç vazgeçmediler...

Milli ve manevi kültür ve medeniyyetimiz binlerce yıllık bir tarihten bugünlere akmış olup, istikbâlde de gelecek nesillerce yaşatılacaktır. 

Atalarımızın attığı temeller üzerine, onlar muasırı koyacaklardır.

Azîz milletin kültür mirasının yaşaması/yaşatılması içün gayret edenlere müteşekkiriz...

23 Kasım 2022 Çarşamba

Öğretmeni yılda bir gün mü hatırlayacağız ?

Öğretmen veya bir diğer deyişle muallim, mürebbi; öğretici olması yanında eğitici, terbiye edici bir kişi(lik)dir, ya da öyle olmalıdır...

Bu ise; bu vasfı özümsemekle ifâ edilebilen, öyle pedagoji bilgileri/formasyonu ile salt diploma ile olabilecek bir iştigal sahası değildir, olmamalıdır.

Öğretmen/muallim, ilmi ile mücehhez, basiret ve firaset sahibi, güzel ahlâk numunesi, davranışları, konuşması ve susması ile rol model ve iz açan/bırakan, terbiye edici bir şahsiyettir.

Ve öğretmen bu meslekî icrâyı sevgi ve otorite ile, belli bir disiplin ile yürütür.

Öğretmen;
kendisine emânet edilen farklı karakterdeki evlâdları analiz ederek onları istikbâle yetenekleri doğrultusunda terbiye ederken yönlendirir; iyi bir insan, meslek adamı, vatandaş ve faydalı birey olarak yetiştirmek içün gayretini ve emeğini onlardan esirgemez.

Ancak şu da bir gerçektir ki; her meslek grubunda olduğu gibi öğretmenlik mesleği de, malumata erişmenin kolaylaştığı bilgi çağında, modernitenin dişlileri arasında itibarını giderek yitirmektedir.

Cumhuriyetin bânîsi, rahmetli azîz Mustafa Kemâl Atatürk tarafından 1926 yılında Orta Muallim Mektebi olarak kurulan okul; 1929 yılında "Gazi Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü"  (sonraları Gazi Eğitim Enstitüsü, 1982'den beri Gazi Üniversitesi) adını almıştır.

Yine  "Milli Eğitim Bakanlığı'nın danışma ve karar organı, bakanlık birimlerinin fikir ve hareket merkezi olan Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı; Eğitim sistemini, plan ve programları, Eğitim mevzuatını, ders araç ve gereçlerini, yurtiçi ve yurtdışı eğitim faaliyetlerini araştırmak, pekiştirmek ve uygulama kararlarını almak gibi hizmetleri yürütmektedir. Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereği Türk Milli Eğitimindeki birlik, beraberlik ve bütünlüğün sağlanması görevi de Talim ve Terbiye Kurulunca yürütülmektedir. Bakanlığın önemli görevlerinden büyük bir kısmını yerine getirme görevini üstlenen, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı 22 Mart 1926 tarihinde kabul edilip 3.4.1926 tarihinde yürürlüğe giren 789 sayılı "Maarif Teşkilatına Dair Kanunun" ikinci maddesine göre, "Milli Talim ve Terbiye Dairesi" adıyla kurulmuştur."

Milli eğitimin temellerine yön verecek üst kurul olan "Talim Terbiye Kurulu" ve "Gazi Terbiye Enstitüsü"nde, dikkat edilirse öğreticiliğin yanıbaşında terbiye (eğitimcilik) de öncelenerek zikredilmiştir.
Milletlerin gelişmişliği ve gücü yetişmiş insan gücü ile ölçülür, ancak terbiyeden vareste bir öğretim ile daha bilgili ve profesyonel (hırsız/arsız/sahteci/tefeci/ahlâksız/kibirli/sömürücü/zalim/.... ) kişiliklere imkân sunulmuş, yol açılmış, vesile olunmuş olmaz mı ?

Bol diplomalı ve sertifikalı insan(ımsı) yerine tedris ettiği ilmi ve eğitimi(terbiyesi) sayesinde edindiği münevverliği hayatına aktarmış "insan"lar yetiştirmektir esas gaye, bunun içün de öğretmenlik kutsanmıştır, peygamber mesleğidir...

Konfiçyüs der ya:" Bir yıl sonrası için ekin ek, on yıl sonrası içün meyveli ağaç dik, yüz yıl sonraya hükmetmek istiyorsan İNSAN yetiştir"

Sadece bilgi aktarımı ile yetinmeli mi öğretmen ? 

Tabiki hayır, eğitimden/terbiyeden soyutlanmış bir toplumda bilgi/malumat öğretimi ile diplomalı birey sayısı artsa da, o toplum yozlaşmaya açıktır, hakim kültürlerin ve güçlü milletlerin güdümüne girer.
Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç derki;
"Yeryüzünün öğretmeni olmak için gökyüzünün öğrencisi olmak lâzım" 
İlgi peşinde koşmayan, kitlelerin teveccühüne ram olmayı amaçlamayan; işini âlâyiş üzre, alkış ve övgü beklemeden ihlasla yapan; rol model, ilmi ve ahlâkıyla önder olan, mektebe/sınıfa giderken mabede gider gibi giden öğretmenlerin öğretmenler günü kutlu olsun...

17 Kasım 2022 Perşembe

Muhabbet-i hakîki demlenir...


Bir meclis-i irfân ki;
Şi’r okundukça hâtifâne
Nutk-i şerif irad edilince
Muhabbet-i hakîki demlenir
Gönül ehli dinler ârifâne

Er kişi işitir hâtifî sükût ile
Tecessüm eder sanki hayâlât
Muhabbette bulur aradığın
Encâmında boşalır mâsîvadan
Meclis-i laklakiyatta ise;
Laf ü güzâf ballandırılır
Yalan dolan allandırılır
Kuru sözler dillendirilir
Boş ademler eğlendirilir

16 Kasım 2022 Çarşamba

Sözün özü...

 

Tâlibî derki; 
"Çeşm-i insaf gibi kâmile mizân olmaz
Kişi noksanını bilmek gibi irfân olmaz"
Nâbî de derki:
"Sezâ-yı tîğ olur haddi tecâvüz eyleyen mûlar 
Anın’çün tîğdan âzâdedir müjganla ebrûlar"
Âdeme gerektir ki;
Akl-ı selim, müeddep ve liyâkat sahibi ola...

13 Kasım 2022 Pazar

Manifesto...


İnanmadığımız ve sadece kuru lâflarını ettiğimiz yazıları yazmadık, yazmayız...

Edebiyatı sırf san'at yapmış olmak içün yapanlardan, hiç olmadık...kendimizi göstermek gibi bir niyetten bile Allah'a sığınırız...

Kaleme alınan hikâyeler, şiirler, felsefik yaklaşımlar, divan edebiyatından beyitler, hikmetli sözler ve diğerleri, millî ve mânevî erozyona uğramış toprakların erozyonunu -bir nebzecik bile olsa- önleyecek tohumlar olsun arzusundayız...

Fabrika ayarlarından, fıtrattan az ya da çok uzaklaşmış insana, geçici dünya ve dünyalıklarla bozulmamasını, kötüyü reddedip iyiyi kabul etmesini hatırlatmayı sorumluluk sayıyoruz...

Gayemiz düşündürmek, görülmek istenmeyeni, üzerinden atlanıp geçileni, etrafından dolaşmaları, halı altına süpürülen tozları göz önüne sermektir...

Sanal âlemde yaşayanlara hakikât âlemini hatırlatmaktır...

Medeni ve muasır olmak gayesine matuf toplum olmak yoluna, tedris ettiğimiz ilim, san'at ve tecrübelerimiz ile bir taş döşeyebilirsek kendimizi bahtiyar addederiz.

Cehâlet karanlığını ve avamiliği kovmak içün eldeki mumu yakmamak gibi bir bencilliğimiz olamaz...

"İnsan"a yakışanı/yakışmayanı, huzurun menbâını, huzursuzluğun mecrâsını hatırlatmayı önemsiyoruz...

Uyanık geçinenlere projektör tutuyor, gözlemlediğimiz çürümüşlükleri misâllendirmeye çalışıyor, hamakât ehlini aklını kullanmaya davet ediyoruz...

Bal kavanozu emanetçilerine parmaklarını yalamamayı, mutfağı denetlemek ve temiz tutmak yerine vitrin dizmenin bumerang etkisi yapabileceğini, herşeyin bir gün ortaya döküleceğini ve hesabının verileceğini, bedelinin ödeneceğini...insan(!)lara "mış" gibi yapmamaları gerektiğini, dosdoğru olmalarını hatırlatıyoruz...

Vicdanın; insanın içindeki iç sesin, Allah'tan gelen ses olduğunu ifâde ediyoruz...

Ve;

Müşterisiz meta ve iltifat edilmeyen malın/sözün zâyi olduğunun farkındayız...bilmeyenin mazur, bilenin ise mesul olduğunun şuurundayız !

Biz davet demindeyiz, icabet eden eder etmeyen etmez diyelim, tebliğ bizden takdir ve hidayet "O"ndan !

Hüseyin Siret bey gibi bir ömür sürüp son demlerinde hakikatle yüzleşenlerin, "Bir sevdadan ötekine", dünyalık arzular ardınca ömrü tüketenlerin, kendilerini geç de olsa bulmasını şu şarkı ne de güzel anlatır:

Beste: Şükrü Tunar
Güfte: Hüseyin Siret Özsever
Makâm: Hüseynî
Geçti sevdalarla ömrüm, ihtiyâr oldum bugün
Ak pak olmuş saçlarımla bî-karâr oldum bugün
Bir muhabbet neş'esiyle ilkbahâr oldum bugün
Ben huzurunda yer öptüm, tacidâr oldum bugün

İnsan olarak doğduğumuz dünyadan insanlığımızı koruyarak -şeytanın ve nefsin adımlarını takip etmeden- insanca gidebilmektir maksadımız...

Vesselâm...

12 Kasım 2022 Cumartesi

İkbal, mühür ve saltanat...


Dest-i kahr ile salarsan teber-i şer’i eğer
Kesile bâğ-ı cihandan şecer-i fısk u fücûr (Mesîhî)
Düzeni, huzur ve sükûnu sağlamak, adaleti tesis etmekle yükümlü ve mes'ul olanlar eğer vazifelerini gereğince, dikkat ve rikkatle yerine getirmezlerse, bağ dağ olur, gülistanı dikenler sarar.

Muktedirler her gelene mavi boncuk dağıtır, gül ağacı gibi her gelene eğilirse, önce baş, sonra tuz kokmaya başlar ki, sonrasında ortalığın toz dumanı arasında yer sarsılır da kerevetler altından kayıverir...

Öyle ki; an olur aslanlar farelere yem olur...Kartalları sinek kapar... Şahinler kargaların diline düşer.

İnsanların; yerini, sınırlarını, etki alanını bildiği, onlara bildirildiği durumlarda baş baş gibidir, ayak ayaktır.

Tabiat asla ve kat'a  boşluk kabul etmez, önce güven tesis edip mührü alanların, mührü nasıl kullandıkları izlenmezse kıyameti beklemeli !

İkbal-perest muzdarib ve muazzeb ruhların her fırsatı şahsi çıkarları ve istikbâl hesapları üzerine değerlendirecekleri daima göz önünde bulundurulması gereken mühim bir husustur. 

Ve yapacağı  tasarruflar mührü vereni de yükümlü kılar.

Etrafı ve maiyeti kişiyi âbad da eder, berbad da !

Zirveye doğru rüzgârlar sert eser.

Tasarrufları insanı ya azîz eder ya muzil !

Yeryüzünde fısk u fücûr hep olmuş ve olacak, fısk u fücûrun kökünü kazımak ise ancak mührü elinde bulunduranların mesuliyetindedir, onların adil hükümleri ve sayeleri ile mümkündür.

Vesselâm...

11 Kasım 2022 Cuma

Gördüğünüz görmediğinizin ipucudur...

"Gördüğünüz görmediğinizin ipucudur"

Tomurcuğu görür çiçeği/meyveyi okursunuz, henüz varlık sahnesine çıkmasa da !

Yüzü kızaran insanı görürsünüz, edebe mugayyir yaptığı bir şeyin utanmasının yüz derisine yansımasındandır.

Beti benzi atmış, sararmış yüze bakarsınız, bir şeylerden korkusundan deri altı kanın hayati organlara çekildiğini okursunuz.

Bulutların yere indiğini görünce yağmur yağma ihtimalini göz önünde bulundurur, şemsiyenizi yanınıza alırsınız.
Kabiliyetin güzelliği, hulkun güzelliği yüze de yansır, yürüyüşe de, ahlâka da...

Bu sebeple iç âlemin dinginliği, sükûnu, huzuru insanın sûretine yansır ki, tetkik, teşhis ve tanıma açısından önemsenmelidir.

Toplumsal varlıklar olarak insanların olduğu gibi görünmek yerine kendiliğinde olmayanı sergileyerek fayda sağlama eğiliminin iyice arttığını, son devirlerde daha çok görmeye başladık...

İçi başka, dışı başka olmaklık aldatmak değildir de nedir ?

Dediği başka, yaptığı başka olmak sahtekârlığı almış başını gitmekte !
İç âlemden (sîret) dışa (sûret) vuran dalgalar içi okumanın harfleri, kelimeleri, cümleleri olarak okumayı bilenlere, basîret ehli irfân sahiplerine çok şeyler söyler...

Kimileri kitabın kapağına bakmakla yetinebilir, kimileri de kapağı çevirir ve kitapta yazan hikmetlerden istifâde eder...

Bu hususta serdedilmiş bir kaç veciz söz, kelâm-ı kibar ile noktalayalım;

Bizi aldatan bizden değildir (Hz.Muhammed) 

Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol (Mevlana Celaleddin-i Rumi) 

Hüsn-i sûret kābiliyyet-i sîrete alâmettir (Naîmâ).

Sîreti sûrette mümkündür temâşâ eylemek
Hâil olmaz ayn-ı irfâna basîret perdesi (Kemterî).

Sîretin nâ-pak ise hayr umma çık germâbeden
Evvelâ tathîr-i kalb et sonra tathîr-i beden
(Recâîzâde Mahmut Ekrem).
Kendini de kandırdığının farkında olmayana yazıklar olsun !

10 Kasım 2022 Perşembe

Yolumuz mu ? Dosta gider...


Yolumuz mu...dosta gider
Refikimiz bize benzer
Azığımız muhabbettir
Gönüllerimizi bezer

Gönül gülşen biz bağbanız
Gül devşirmektir kârımız
Güller arasında "ben"siz
Dolaşanlara hayranız

Marifet muhabbet san'at
Arife mânâ bir kanat
Ruh bedene hayat vermiş
İster sağalt ister kanat

Hayat mevcutta nakıştır
Cahil irfânca nakıstır
Ukba son nefes ötesi
Gönüle yol bir karıştır

9 Kasım 2022 Çarşamba

Aşka dair sorular...


Aşk...
Et kemik yığınına cazibe mi ?
Ruha iştiyak mı ?
Gurbettekinin sılaya özlemi mi ?
Zerrenin kürreye, katrenin deryâya vasıl olma arzusu mu ?

Aşk mazrufa mı, zarfa mı ?
Sen beni bizleştirmek mi ?
Ne ?

Kim aşık, kim maşuk ?
Leylâ mı, Mecnûn mu?

Mesul kim, ya müteharrik ?
Seven mi, sevilen mi ?

Ya hisseden ?
Yoksa gönül mü ?

Gönül !
Sonsuza açılan kapı değil mi ?

Yoksa;
Aşk sonsuzluk iştiyakı mı ?
Fuzûlî derki:
"Ser-menzil-i her murâda rehberdir aşk 
Keyfîyyet-i her kemâle mazhardır aşk
Gencîne-i kâinâta gevherdir aşk 
Her sâdır olan neş’eye masdardır aşk."
Ve Hayâlî’den bir beyit:
"Âşık u ma’şûk birdir iki görür müddeî
Nice bir ta’lîm edem dünyâya şaşı gelmişe"

8 Kasım 2022 Salı

Müdâhene...


__________
Müdâhane: Dalkavukluk
Âliman:Alimler
İrtikâb: Bir makamı âlet ederek, hakkı olmayanı (para veya malı) hile ile almak.
Kevn ü fesâd: Var olup sonra bozulmak.

7 Kasım 2022 Pazartesi

Âdem-i Mânâ...Celb-i Kahhar

Erilir mi âmiyâne, âdem-i mânâya
Mugayır ise akvâl, ef'âl ve ahvâl Hakka
Sû-i edeb; bil ki, büyük cürüm Rahman'a
"Kahhar"ı celb eder, sebep olur helâka

3 Kasım 2022 Perşembe

Meydan lâfazanlığı mı dediniz ?

 

Efendim, ehli irfân demişlerki;
 Biz fakirler ilim irfân neferiyiz,
Yâ’ni, dağarcığımızki hamuleyi taşırken,
El Âlim'den ikrâm olanı bilir
Cenâb-ı Mevlâ’ya hamd ü senâ ederiz,
Cimrilik etmez, ma'rufu pay ederiz...
Kimi zaman mücessemden mülhem
Bazen de gönül ikliminden geçen ilhâm pırıltılarından
Müşerref, münevver ve müstefid olur,
Bu ilhâmât ile âgâh olmaya çalışır
Kelâmıkibarla hemhâl oluruz
Biz, kimi zaman tecnis ile,
Cinaslı lakırdılar sarf ederiz de
Dile getirdiklerimiz
Lâf cambazlığını sevenlerin 
Ve hakikâti duymak istemeyenlerin
Karnını ağrıtsa, sancıdan kıvratsa da
Hakk'ı bilir hak söyleriz
Her mecrâ ve mekânda...
Ve lâkin;
Kimine iyi gelir serd edilenler
Kimi aynada özünü görür
Kimi ise girecek delik arar belki de...!

Entellektüel geçinenler,
Köşe başı avukatlığı yapanlar,
Meydan lâfazanlığını meslek edinenler mi ?
Fuzûlî üstâd onlar içün derki:
"Eylesen tûtiye ta’lîm-i edâ-yı kelimât
Nutku insân olur ammâ özü insân olmaz"
Haaa, işte onlarla ne meşrebimiz ne mesleğimiz,
 ne de hâl ü keyfiyyetimiz kat'â uyuşmaz...

2 Kasım 2022 Çarşamba

Ne çok söz söylendi anlayana...

 

Ne çok söz söylendi, ne çok kelâm sarf edildi canlar !

Duymak isteyen duydu, istemeyen "aman sende" dedi !

Dünyaya kazık çakan akıllıların (!) akibeti bile o hamakât ehline ders vermedi !

Gevheri sandıktaki kuyum zannedip de biriktirdi dünyacı !

"Dil"i lezzet tomurcukları, lokma yutucu ve lakırdı edici bir vasıta bildi gafil, dil ki gönül idi, ey hakikâtten bîhaber !

Dünyalıkla övündü, kibirlendi, sevindi, oynadı, oyalandı, biriktirdi, süslendi, eğlendi; şımardı, azdı, azgınlaştı, kazık attı, takla attı, kırdı, döktü, saçıp savurdu, çaldı, arakladı...

Alınca kazandığının verince kaybettiğinin hesabında yanıldığını bile fark edemedi.

Sınanırken sınadığını zannetti...

Gördüğünü gördüğünden ibaret zannetti de hakikâti ıskaladı.

O çok sevdiği, doyamadığı dünyanın bir gün kendini üteceğini, soyup soğana çevireceğini ve yutacağını anlamadı !
Ziyâ Paşa koysun noktayı;
"Bir yerde ki yok nağmeni takdir edecek gûş 
Tazyî-i nefes eyleme tebdil-i makâm et"

(Eğer bir yerde söylediklerinin kıymetini bilecek insanlar yoksa boşuna nefes tüketme, mekânını değiştir.)

1 Kasım 2022 Salı

Behlül Dânâ'dan kıssalar...


Kıssadan hisse odur ki, ciltler dolusu bilgilerden elde edilecek bilgiyi bir hülasa-i kelâm ile serd ede... 

Yazılı ve sözlü edebiyatımızda nakledilen kıssalarda; hikmetli pek çok kelâmlar vasıtası ile, mevzuyu hisse ve ibret alınacak bir ölçekte ortaya koyması söz konusudur...
Behlûl Dânâ bir bilge kişi olup, Hârûn Reşid’in akrabası olarak kabul edilir ve onu tanıyanlar “akıllı deli” olarak vasıflandırmışlardır. 

"Behlûl; Arapça telaffuzu ile Buhlûl “güzel yüzlü”, “güleç”, “güleryüzlü”, “çok gülen”, “hayır sahibi”, “çok iyi adam”, “cömert insan”, “topluluğun büyüğü”, “iyi amelli”, “şanlı”, “güzel kimse” anlamlarına gelmektedir. Özel isim olarak kullanılmasının yanında mecnun ve meczuplara verilen ünvandır. Bazı lügatlerde “Behlûl-i dih” olarak geçer. Bu da “zahirî olarak ahmak ve akılsızca tavırları olan, hakikatte zeki ve bilgin olan zat” anlamını taşımaktadır"(*)

Behlûl Dânâ'nın  çevresinde gelişen ibretlik hadiselerin pek çok hikâyesi bugünlere kadar nakledilerek gelmiştir...
Kıssa ve hisse babından, hikmet ehli Behlûl Dânâ'dan bir kaç hikâye nakledelim, işte bir kaç kıssa:

Behlûl Dânâ Hârûn Reşîd’e bir defasında sorar;
-Ey Hârûn Reşîd ! Yerin içinde, yerin üzerinde ve göklerde en çok olan nedir?

Hârûn Reşîd;
-Yerin içinde ölüler, yerin üzerinde hayvanlar ve bitkiler, gökte ise melekler, der...

Behlûl Dânâ;
-Hayır cevabı bu değil

Hârûn Reşîd;
-Peki nedir?

Behlûl Dânâ;
-Ey Hârûn, yerin içinde çok olan ölülerin pişmanlıkları, yerin üzerinde insanların hırsları ve tamahları, gökte ise âdil hükümdarların sevapları en çok olanlardır...
Hârûn Reşîd Behlûl Dânâ’ya;

-Ey Behlûl! Şu paha biçilmez hırkayı sana hediye ediyorum, der.

Behlûl Dânâ;
-Babamın bana nasîhati ve vasiyeti var, bana dediki: Oğlum, toprağın üstünde yat da sakın döşek kazanmak için kimsenin önünde eğilip bükülme, el etek öpme, pamuk hırka ile de yetin...o yüzden alamam !
Behlûl Dânâ'yı kabristanda oturmuş, ayaklarını mezar taşları arasına uzatmış, ellerine toprak almış oynuyorken görenler sorarlar;

-Behlûl ne yapıyorsun burda?

Behlûl Dânâ;
-Bana eziyet etmeyen, benim gıybetimi yapmayan burdaki insanlarla oturdum da sohbet ediyorum. Çünkü burdakiler yeryüzündeki dirilerden, dolaşanlardan daha iyiler...
Bir gün sarayın avlusunda Hârûn Reşid Behlûl Dânâ’ya  sorar: 

-Ey Behlûl nereden geliyorsun ?

 Behlûl Dânâ;
-Cehennemden geliyorum, der

-Ne işin vardı cehennemde, Behlûl ?
-Ateş almaya gitmiştim de...!
-Hani ateşin, getirmemişsin 
-Ordaki yetkili dedi ki,  herkes kendi ateşini kendisi getirir dünyadan.
Bir kış gecesinde Behlûl, ayağı çamurda, elinde ayakkabısı, bir dilenciye rastlar, dilenci ona: 
-Nerede bekçilik yapmak istersin?, diye sorar. 

Zaten üşümüş olan Behlûl: 
-Azap içinde bir zalimin bulunduğu mezarlığa koşarım, onun mezarı ateşle dolu olduğu için kötü soğuktan kurtulur, ısınırım, diye cevap verir.(*)
Behlûl Dânâ'ya, Hârûn Reşîd çarşı pazarı denetleme görevi verir. 

Behlûl bir fırına girer birkaç ekmek alıp tartar; ekmekler olması gereken gramajından eksiktir, fırıncıya:

- Efendi, geçinebiliyor musun, çoluk-çocuğunla aran nasıl, huzurun yerinde mi ?

Fırıncının verdiği cevaplar, hayatından hiç de memnun olmadığı yönündedir...

Behlûl sesini çıkarmadan dinler ve oradan ayrılır,  başka bir fırına uğrar,  yine birkaç ekmek alır tartar. Bu fırındaki bütün ekmeklerin gramajından fazla olduğunu, eksik gramajlı bir ekmek bile olmadığını görür.

Bu fırıncıya da ötekine sorduğu  soruları sorar, aldığı cevaplar üzerine bu defa şükreden, huzuru yerinde, hanesi şen, kazancı bereketli bir insan vardır karşısında...

Behlûl için bu denetim sonuçlanmıştır, rapor etmek üzere Hârûn Reşid'in huzuruna çıkar.

Hârûn Reşid;
-Behlûl daha demin vazife verdik sana, ne çabuk bıktın da geldin ?

Behlûl;
-Çarşı pazarın bir denetçisi varmış! Benden önce ekmekleri tartmış, vicdanları tartmış,  herkese hesabını ödetmiş, ceza ve mükâfatlarını da vermiş, bana ihtiyaç kalmamış...
Hârûn Reşid Behlûl’e;
-Senin nazarında en iyi dost kimdir, diye sordu. 

Behlûl: 
-Karnımı doyurandır, dedi. 

Hârûn Reşid: 
-Karnını ben doyurursam beni dost kabul eder misin? , deyince 

Behlûl: 
-Dostluğun veresiyesi olmaz, dedi.(*)
Behlûl'e :
-Filanca akraban öldü, büyük bir miras kaldı sana,  derler...

Behlûl Dânâ mezarlığa doğru dönerek mezarlığa doğru bağırır:
- Bu kadar malı mülkü satıyorum, alan var mı?
Mezarlıkta dolaşa bir akıl hastası :
- Ben alırım

Behlûl :
-Kaça alırsın?

Akıl hastası :
-İki kuruşa alırım

Behlûl :
-İki kuruşa sana sattım

Miras haberini getirenler :
-Ne yaptın Behlûl ! Binlerce liralık mülk iki kuruşa satılır mı ? 

Behlûl Dânâ :
- Yarın kıyâmetde mal hesâbı kızgın bir sacın üzerinde verilecek. O kadar lirayı tek tek şuna şu kadar verdim, buna bu kadar verdim diye sayana kadar, iki kuruşa sattım derim, kurtulurum! Üstelik alan da akıllı değil, görmüyor musunuz !
Behlûl, elinde bir sopa, mezarlıkta geziyor, her mezara, o mezarı kırıp dökecek kadar vuruyordu. 

Dediler ki: 
-A deli herif! Neden bu mezarları döversin? 

Dedi ki: 
-Bunlar gittiler ama sayıya sığmaz yalanlar söyleyip yattılar, uyudular. Gâh bu, benim sarayım dedi, köşküm dedi. Gâh o, malım dedi, altınım dedi. Gâh bu, işte tarlam, asmam dedi. Gâh o, işte bağım, çardağım dedi. 
Derken Tanrı da dedi ki: Bu davaların hepsi de yersiz. Çünkü onlar, bana miras kalacak, size değil. Onların hepsi, kendilerine ait olanları söylediler ama sonunda öldüler, canlarını terk edip gittiler. 
Ben de yemeyi, içmeyi, uykuyu, rahatı terk edip, bunları dövüyorum işte. Çünkü bunların hepsi de bir avuç yalancıdan ibaret. Herkesin sonu yokluk olduğu halde ondan kâr etmeyi nerden de umdular? Sonunda darmadağın bir halde hepsini de terk edip gidecek olduktan sonra adam, neden bu kadar şeyi derler toplar? 
Nihayet toprağından kerpiç dökecek bir dünyaya ne diye gönül bağlarsın? 
Dünya, bir kervansaraya benzer, iki kapısı vardır. Bu kapıdan öbür kapıya kadar olan yol da tıpkı Sırat gibidir. Bu yolda uyanık yürümezsen, cehenneme baş aşağı düştün gitti. 
Yeryüzüne bazı bir gölge düşerse ayı karartır, karanlıklarda gizler. Ayın cirmi, adamakıllı aydındır ama önünde yeryüzünün kara suyu var, ne yapsın! Yeryüzü, aya bile bunu yaparsa artık yerlere batmış adama neler yapmaz? Bir anda öyle bir nuru kararttıktan sonra ömrün içinde seni de mahvetmeyi bilir. Mahveder, mahvolursun da tekrar iyileşmene ümit de kalmaz. Çünkü buna imkân yoktur. 
Geçmişe nispetle baş aşağı gelmen, daha artıktır. Çünkü canına gelen âfetlerin hepsi de sendendir, sebebi sensin. O yüzden uğradığın bu çeşit şeyleri, kendi elinle kendin hazırladın. Bu, meydanda bir şey. (*)

Vesselâm...
__________
(*) Kalkandelen, A.H., 2012, Fars Edebiyatında Behlûl Hikâyeleri, Atatük Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 37:47-64