Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

30 Mart 2022 Çarşamba

Nîmetşinas ve kuş beyinli !

 
Ziyâ Paşa’dan bir beyit:
"Ni’met-i mahz-ı Hudâ’sın kâinâta adl için
Şükrün îfâ edemez bu ni’metin kevn ü mekân."

Kimi var, ni’metini yer Hudâya münkir olur. Ya da kimisi, Âlî Mustafa Efe.'nin dediği gibi;
"Ni’metini yer Hudâya şâkir olur".

Kimi vatansızlar, kemiklerinde duran, damarlarında dolaşan bedenin tuğlalarının toprağından bî-haberdir.

Ya da kimileri Nâmık Kemal'in dediği gibi:
"Vatanın nîmeti kemiklerimde duruyor" 'un idrakindedir.

Yapılan iyiliğe, verilen nîmete karşı nankörlük etme süfliliğine gırtlağına kadar batmış "küfrân-ı nîmet" ahlâk sahiplerine ne demeliki...
Bakınız Nâmık Kemal onlar için ne demiş:
"Ahlâkına o mertebede fesad ve küfrân-ı nîmet çökmüş idi..."

Ey Adem, gel vazgeç "küfrân-ı nîmet" olma, gel etme eyleme, bak şu dünyanın hâline de, "küfrân-ı nîmet" edenlerin sonunu seyreyle, sen sen ol da şükrünü her bir nefeste îfâ eyle...!

Bardağın dolu tarafı sana takdir edilen ni'mettir, boş tarafı ise seni ilgilendirmeyendir. Boş tarafa odaklanıp, doluyu görmezden gelmek yahut beğenmemek de "küfrân-ı nîmet"tir, unutma !

Kimi doluya şükreder şakir olur, kimi boşa ah u vah eder, münkir ve nankör olur ...
Seç tarafını !

Hem aç gözlerini, bak ki göresin, bir damlacık suyu bulup da içince başlarını semâya kaldırarak şükreden şu kuşlara...bir de kimi idrak ve irfan yoksulları, beyinsizlere "kuş beyinli" diyorlarmış, haşa !

Kimmiş ni'metşinas !
Kimmiş acep "kuş beyinli" !
Yahut kime ne demeli...?
Kim münkir, kim şakir ?

27 Mart 2022 Pazar

Bilim, Kültür ve San'at...

Bilim, entellektüel bir birikim ve çaba ile, kâinattaki olgu ve olayların bütününün neden ve nasıllığını deney ve gözlem yoluyla araştırma ve sonuçlarını ortaya koymak amacıyla yapılan bir faaliyettir.

Bilimi besleyen kanallardan birisi ve belki itici gücü merak duygusudur, bu duygunun motoru ise tefekkür yolculuğudur. Düşünmek, akletmek bir ni'mettir aslında, bu ni'metin  farkında olabilen ve gereğini yapan bireyler ise fiili olarak şükretmiş olurlar...

Bu arada, kendisi herhangi bir iş üretmeyen avara kasnak gibi boşa dönen, bir düşünme eylemi kastedilen düşünme/ tefekkür etmek değildir...

Bilim işçisi bu tefekkür denizine dalarak sistematik bir şekilde inceleme ve araştırma, deney ve gözlemler ile sonuçlara ulaşmaya çabalar.

Kimi zaman bir tek olgunun keşfi, bir ya da daha fazla insanın bir ömür çabası sonucu ortaya çıkarılmıştır.

İnsanlığın bugünkü bilimsel bilgi birikiminin temelini ilk insandan bu yana biri diğerinin üzerine inşâ edilmiş bilgiler oluşturur.

Bilim sistematiği ile ortaya konulmuş sonuçlar, aksi ispatlanıncaya kadar doğru kabul edilir. Dolayısı ile bugün doğru kabul edilen bazı bilgiler yarın yanlışlanabilir...

Mes'elâ bir zamanlar maddenin temel taşı olan atomun parçalanamayacağı bilgisi var idi, atomun (antik yunanda "bölünmez" mâ'nâsındaki atomos), 20. yüzyılda çeşitli deneyler ışığında, gerçekte birbirinden ayrı olarak da bulunabilen farklı karakterdeki atomaltı parçacıkların (proton, nötron, elektron) bir yığını olduğu fizikçiler tarafından keşfedilmiştir.

Böylece atom hakkındaki doğru kabul sonraki zamanlardaki araştırmalar ile yanlışlanmıştır.

Dolayısı ile aksi ispatlanana kadar bilimsel bilgi doğru kabul edilir.

Bugün atom altı parçacıklarla, "nükleer fizik", "parçacık fiziği" v.b. alanlarda çalışmalar yapan bilim disiplinleri mevuttur.

Bu bilgiler üzerine geliştirilen teknolojiler ile nükleer enerji, radyasyon onkolojisi, röntgen, X ışınları, lazer uygulamaları günümüzde bir çok alanda (iyi yahut kötü, faydalı ya da zararlı şekilde) kullanılmaktadır.

Daha önceki bazı yazılarda bilimsel keşif ve bulguların iyi ve kötü çıktıları ile ilgili örneklerden bahsedilmişti...

Bu hususta demeli ki; bilimsel bulguların doğasında aynı şartlarda tekrarlanabilir doğrulanabilir ve test edilebilir olma özellikler vardır.

Ve bugün kullanıma sunulmuş olan her bir ürünün ardında yıllara, yüzyıllara sari birikmiş bilgi vardır.

İnsanlık tarihinde nerede bilim öncelenmiş, bilime ve bilimciye itibar edilmiş ise, orada medeniyyet filizlenmiş, sürgün vermiş, bunun sonucunda da ekonomik refah seviyesi artmış, zihinleri esaret altına alınmış olanların süfliyet prangaları kırılmış, bu değişim ise toplumun kültürel etkileşimini daha nitelikli hâle getirmiştir.

Bu medenî gelişmişliğin temelini bilim/ilim oluştururken, meyveleri olan kültür, sanat ise, bilimsel/teknolojik gelişmelerin ardı sıra uygun vasat bulmuş olur.

Dolayısı ile insanlık tarihi boyunca; bilimdeki ilerlemeleri, kültür ve sanattaki gelişmeler takip etmiştir. 

İnsanlık tarihinde, bilim, kültür ve sanat ile iştigal etmiş ve hatta bunların felsefesini yapmış, entellektüel bireylerin insanlığa her devirde önemli katkıları olmuştur...

Bilim ve sanat için söylenmiş anonim bir söz var:
"Bilim ve sanat, bir kuşun iki kanadı gibidir. Bu iki kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve hürriyeti yaşarlar. Uçamayanlar ise tavuk olarak kalır... Tavuk, önüne atılan bir avuç yemi gagalarken, arkadan yumurtalarının alındığının farkında bile olmaz !" 

26 Mart 2022 Cumartesi

Bir bestenin hikâyesi: Günaydınım Narçiçeğim...


Güftesi Feyzi Halıcı'ya bestesi Udî bestekâr Çinuçen Tanrıkorur'a ait bir şarkıdır Günaydınım, Nar Çiçeğim"...


Güfte bir hint efsanesinden esinlenilerek kaleme alınmış Feyzi Halıcı tarafından...

Efsaneye göre; Hint Cihangir Hanlığı'nın Salim Şah adlı prensi, birgün raksını görüp hayran kaldığı, Anarkali isimli genç ve güzel rakkaseye âşık olmuştur. 

Zaman geçer ve Prens Salim Şah gönlünü çelen bu güzel rakkase ile evlenmek ister. Kurallar ise farklı.. Bir prensin halktan bir kızla evlenmesi yasak, hele bir rakkase ile evlenemesi akıldan bile geçmemesi gereken bir düşüncedir. 

Zamanla bu aşk yasağa rağmen büyür, iyice alevlenir. Bütün Hanlığı sarar Anarkali ile Salim Şah'ın aşkı ağızdan ağıza anlatılır. Bu hâl prensin babası olan Han Akbar tarafında ise büyük bir rahatsızlık yaratır. Aşıkların birbirini görmesi yasaklanır. 

Ama ferman dinlemeyen gönül, burada da ferman dinlemez Aşıkların ilişkisi sürer gider. Aşk hükmünü sürdürür. Efsane aşk iyice dillenir. Civar hanlıklara da yayılır. Bununla başedemiyeceğini anlayan Akbar Han çareyi sevdalıları ayırmada bulur. 

Çözüm çok zalimcedir. Güzel Rakkase Anarkali ibret için kentin ortasında yapılan, penceresi olmayan dört duvardan ibaret dar bir odaya hapsedilir. Arkasından giriş kapısı da duvarla örülüp kapatılır. Ölüme terkediştir bu...

Prens şaşkın ve çaresiz, bu aşkı efsaneleştiren şehir halkı ise ağlamaklıdır. Prens ve halk her gün gelip bu hücrenin önünde, Hanın insafa gelip güzel Anarkali'yi affetmesini bekler. Bir müddet sonra umutlar kesilir. Artık duvarlar yıkılsa da güzeller güzeli Anarkali'nın sağ çıkma ihtimali yoktur. 

Halk yavaş yavaş çekilir. Bekleme duvarının önü boşalır. Ama aşk mecnunu prens, maşukunun çevresindedir hep. 

Gönüldeki sevda ve sevilen ölmemiştir. Gözleri kapının örüldüğü duvarda sesiz bir tevekkül ile beklemededir. Mevsimler geçer bahar olur, tabiat canlanır. Bir gün o taş duvarda da bir kıpırtı başlar.

Prensin gözünü hiç ayırmadığı o duvarda güzel Anarkali'nın girdiği kapının taş örgüleri arasından ince zarif bir dal filizlenmiştir. Bunu duyan halk tekrar toplanmaya ve hergün bu hayat izini izlemeye başlar. 

Günler geçtikce yeni dallar, yeni filizler çıkar o taşın bağrından ve tüm dallar tomurcuklarla yüklüdür, çiçek açacaktır aşk. 

Bir sabah duvarın önüne gelenler. Duvarın baştanbaşa kırmızı nar çiçekleriyle kaplı olduğunu görürler. Hayranlık veren bir güzellik vardır. Adeta Güzel Anarkali'nin tüm güzelliği narçiçeklerindedir. Bir gecede bütün narçiçekleri açmıştır. 

Mevsimler boyu orada aşkın umuduyla bekleyen prens ise duvara yaslanmış Narçiçekleri arasında mutlu bir ifade ile ruhunu teslim etmiştir.. Aşk çiçekleri açmış aşıkın kalbi ise, Anarkali'nin güzelliğini seyrettiği o çiçeklerin ihtişamına dayanamamıştır. 

Sevdalarıyla birlikte maşukunun yanındadır artık. 
Rivayet şu ki; O güzelim ateş rengi nar çiçeklerinin çıkış yeri Güzeller Güzeli Anarkali nin aşk dolu kalbidir. 

Taşları delip sevdiğine kendini göstermiştir...

Efsane böyle acılı. İşte bu efsaneyi dinleyen ve bunun üzerine yazılmış olan şiiri okuyan Çinuçen Tanrıkorur, Udunu alıp bu şiiri besteleyerek çok güzel bir eser kazandırmıştır mûsıkîmize...
_________
Kaynak: İzlediğiniz videonun Youtube'deki açıklamaları kısmından alıntıdır.

25 Mart 2022 Cuma

Aykırı bir yazı... "katır inadı" !

Aykırı kalemler vardır, optimumun dışında kalem oynatırlar...leh yahut aleyh yazılarıyla, irrite ederler !

"Aykırı" denilince hemen akla müesses nizâmın dışı, uzağı, zıddı gelir. 

Ancak bununla beraber, kimi zaman mevcut ve alışılmış olan, hatta kanıksanmış yanlışların dile getirilmesi de yine aykırı kalemler, mütefekkirler sayesinde gerçekleşir.

Bu; bir nevi reformist bir yaklaşımdır, hani bizden öncekiler de böyle derdi/yapardı bidatlarına, karşı duruştur.

Bu yaklaşım ile (eğer müspet mâ'nâda bir yaklaşım var ise) kişi, toplum ve milletlerde terakki/ilerleme sağlanır.

Değilse "marş marş, ileri" yerine "yerinde say" komutunun esareti altında, ömür tükenir, asırlar harcanır.

İşte böyle bakanlar rutini yaşarlarken, görenler reformist yaklaşımları ile mevcudun eksik ve yanlışlarını tespit, islâh ve imâr ile ihyâ etmenin kapısını aralarlar.

Ancak "rutin"i, mevcudun tekrarını ve muhafazasını müspet yönde dönüştürme çabaları, öyle kolay kolay da gerçekleşemiyor ne yazık ki !

Çünki alışılmışın terki, insan için çok da kolay değildir, uzun soluklu ve ilkeli bir çabayı ve eğitimi gerektirir.

Müspet olan değişime karşı reaksiyoner/ muhalif olmak ile, hakikatin hilafına bidatlaşmış olgulara aleyh olmak çok farklı şeyler...
Pozitif(müspet) yönde değişim ve gelişimin önünü açacak fikir adamlarına/ münevverlere sahip toplumlar "marş marş ileri" komutu ile duraksamadan yol alırlar.

Buna karşılık müesses nizâmın kendilerine sağladığı menfaatlerini kaybetmemek için direnenler, "yerinde say" komutu ile, "katır /deve inadı" ile, bulundukları noktada çakılı durmaya, terakki edenleri seyretmeye devam ederler.

Hani amiyâne tabirle derler ya; affınıza magruren, "alışmış kudurmuştan beterdir"

Bu noktada şu soru sorulmalı belki !
Müesses nizâma kayd u şartsız razı mı olmalı insan ?
...
Dünya tarihi, toplumların/insanlığın, kendi devirlerinde aykırı/reformist görülen münevverlerin, fikir adamlarının, bilim insanlarının, peygamberlerin, içinde bulundukları toplumlardaki üstün gayret ve çabaları ile terakki ettiğini, aslında çok çok zor olan, insanın fikrî ve ahlâkî değişimini gerçekleştirdiklerinin örnekleri ile doludur.
Boş gözlerle seyredenlerden olmayan, çoğunluğunu basiret ve firasetleri ile müesses nizamın -varsa- yanlışlarını tekrarlamayan, müspet yönde terakki etme çabasında olan, şeklen değil özü itibarı ile insan olanların oluşturduğu bir toplum özlemi ile...

24 Mart 2022 Perşembe

Kurt küheylan ve meydan...


Aç kurtlar meydana iner
Bir sürüyü telef eyler
Kurt kuzu postu giyse de
Akıllı onu fark eder
Burda harman, şurda meydan
Hem öküz var, hem küheylan
At izi ite karışmış
Arif, iz kimin anlarmış
Namert ipe unu serer
Kül kedisi ipte gezer
Ne demeli bu meyanda
Merd de namerd de meydanda
Kösler vurur da cenk başlar
Mert dövüşür namert kaçar

23 Mart 2022 Çarşamba

Bir konaktan diğerine...


Bu âlemde;
Dost da hep oldu
Düşman da
Hem de tâ Âdem'den
Bu yana...

Dostlar;
Gıpta etti
Hayran oldu
Alkışladı...

Düşman;
Hasedinden çatladı...
Hedefe koydu
Ya sütre ardından
Veya payanda bulduysa
doğrudan...
Nefretini kustu
Kiniyle buluştu...

Sorma !
Dünyanın akordu niçin böyle
İşin rengi öyle...
Böylesi bir düzende
Erişilecek âhenge !

Ve yol alır insan;
Bir konaktan ötekine...

Çıkmayagörsün
Hadimü'l Hakk sahneye...
Eğer etmişse zayi
Cüz'i menfaatini kimisi
İşte o vakit,
Hakikati;
Boğmaya çabalar hasud...
Ahengi;
Bozmaya çalışır, fesad...

"Lâ tahzen"...
Hakk sadıklarladır
Sıddıklarladır...

Merhum Mehmet Âkif der ya:
"Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete râm ol...
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol"

19 Mart 2022 Cumartesi

Kaht-ı ulema...

Zuhur ediyorsa nakıs-ı tedrisât kaht-ı ulemadan
Ümîdvâr olamazki ekseriyet-i millet, müstakbelden
İlm ü irfân ve paye, olur ise ekleme ve ulama
Bu kaht-ı ulemayla ümidvâr olunmazki istikbalden

16 Mart 2022 Çarşamba

Şâir Nâbi'den hikâye: Taşı gediğine koymak...

 

Taşı gediğine koymanın da tarzı vardır, kişi vardır "dan dan" diye de söyler, son söyleneceği beklemez de onu ilk söyler.
 
Kişi de vardır lisân-ı münâsip ile, kelimelerini dahi kuyumcu titizliği ile seçerek kelâmını cevher gibi serd eder...

Söz ustası, Divân şâiri Nâbi’nin kelâm-ı münâsip ile ilgili hikâyesi buna en güzel misâllerden, buyrunuz:
★★★
Devrin padişahına hediye edilmek üzere ingiliz elçisi marifeti ile ingiliz kraliyet ailesi bir at göndermiştir. 

Eyeri, koşum takımı ve üzengisi ile çok gösterişli görünen bu atı gören bir vezir padişaha:

-“Padişahım at gösterişli ve çok güzel görünüyor, ancak biraz yaşlı bir at gibi…”

Vezirin söyledikleri ile padişahın içine kurt düşer. 

Yaşlı bir atın hediye gönderilmesinin diplomatik dilde bir kastı ve imâsı olması hasebiyle, kabul edilmemesi gerektir.

Padişah atın yaşlı olup olmadığını, yaşlı ise bu hediyenin kast-ı mahsusasını istişare etmek içün konuyu vezirleri ile görüşmeye açar.
 
Vezirlerden biri:
-"Padişahım, tensip buyurursanız eğer, yanımda çalışan Urfa'lı Şâir Nâbi’yi Divâna çağırtayım. O atlardan anlar” der.
 
Padişah münasip görür, Nâbi divâna gelir, durum hakkında fikri sorulur...

Nâbi hediye olacak ata yanaşır, inceler...
 
Evet, vezirin dediği gibi at yaşlıdır. Ancak padişaha ve divânda yer alanlara “bu at gerçekten yaşlı bir at..” demesi kolay olmayacaktır...bunun içün şöyle bir yol izler Nâbi; atın kulağına eğilir ve ata bir şeyler söylüyor gibi fısıldar. Sonrasında atın ağzına kulağını dayayarak dinliyor gibi yapar. 

Padişah hiddetle:
-"Bu ne demek şimdi, atla konuşuyorsun, onu dinliyorsun, attan anlıyorsun diye huzura çağrıldın"
 
Nâbi hürmetkâr bir eda ile ve sükûnetini muhafaza ederek padişaha şu cevabı verir:

-“Padişahım, eğer halinden, tavrından, dilinden anlarsanız bütün varlıklarla konuşulabilir, ve eğer gerçekten kulak verirsek bütün varlıkların ne dediğini de anlayabiliriz…”

Bu cevap padişahın hayretini celb eder ve sorar: 
-“O hâlde söyle bakalım sen ata ne dedin, o sana ne dedi” . 
Nâbi:
-"Ben atın kulağına eğilip dedim ki; Ey canımın ruhu; Sen gördün mü Hazreti Nuh’u ?"

Nâbi bu ifade ile atın yaşlı olduğunu, onu Hazreti Nuh’a kadar götürerek anlatmış olur.
 
Yine, atın kendisine söyledikleri ile de mevzuya son noktayı koyar. 
Derki:
-"Sonra at da bana dedi ki; Ey Aziz Kardaş !
Beni etme faş… Ben Hazreti Âdem’e taşımışım taş!"
★★★
Lisân-ı münasip; kast-ı mahsusayı kırıp dökmeden, incinip incitmeden ifâde etme san'atıdır...
Bir başka deyiş ile ve  kültür dağarcığımıza yerleşik olan tabirleri ile: "arif olan anlar"..."arife tarif gerekmez". Ya da; "lâfın tamamı çocuğa söylenir'.

Vesselâm...

15 Mart 2022 Salı

Sorgu...



Dünden bugüne gelende
Soran sorgulayan bende
Sual bende cevap bende
Ne varsa hesabı bende

Cühelâ ve âlim bende
Süfli bende ulvi bende
Kibir ve tevazu bende
Kurtuluş bunu bilende

Kör taşını savururmuş
Ya rast gelmez ya rast gelir
Gözü açık taş savur ki
Ya rast gelir ya rast gelir

Tercih öne serilirmiş
Ya bal ya ağu yenirmiş
Ya mutlu ömür sürülür
Ya çile devşirilirmiş

Kar savurur tipi olur
Yer savrulur yeksan eder
Sel gider de kumu kalır
Okumayı bilse insan

Geriye dönüp bakınca
Neler görür neler insan
Yola çıktığı noktadan
Ne kadar uzaktır insan

Ya menzile erişmiştir
Ya kendin zayi etmiştir
Ya kendinden vazgeçmiştir
Ya kendine gücenmiştir

Geriye dönüp bakınca
İsyanlar sorgulanınca
 Bir ömre sığmış çileyi
Hesap eder durur insan

Ya hesap burda kesilir
Ya öteye ertelenir
Ya yanlıştan vazgeçilir
Ve fenalıklar silinir

Geriye dönüp bakınca
Ah u vah eder de insan
Saçını başını yolsa
Geçmişe dönemez insan

Ya yanlışıyla kalmıştır
Ya yanlış sorgulanmıştır
Ya hatadan ders alınmış
Ya vicdanı sızlamıştır

Geriye dönüp bakınca
Huzur doluyorsa insan
Karıncanın kararınca
Huzura varmıştır insan

Ya hedefe vaslolmuştur
Ya gayeye kavuşmuştur
Ve aklı başına almış
Ömrüne ömür katmıştır

14 Mart 2022 Pazartesi

İnsanlık yerlerde... !

 

Çocuklar yetim
Anneler evlatsız kalıyor
Niçin ?
Uçsuz bucaksız şu dünya
Aç gözlüyü doyurmuyor da ondan...

İnsanlık yerle bir...
Niçin mi ?
Hırslar...
Güç savaşları...
Kudretlinin zalimliği...
Seyircilerin çokluğundan !

İnsanlık yerlerde...
Niçin mi ?
Hakikat münzevi...
Yalanlar aleni...
Namussuzlar cesur...
Namuslular korkak da ondan !

İnsanlık yerle yeksan...
Niçin mi ?
Ahlâksızlık ahlâk olmuş...
Bencillik tavan yapmış...
Kibir zirve yapmış...
Variyet şımartmış da ondan !

İnsanlık sınavda
Niçin mi ?
Ötekine adil değil...
Aklı başında değil...
İşinde dürüst değil...
Özü sözü bir değil...
Şahsiyyet sağlam değil de ondan !

13 Mart 2022 Pazar

Nazende sevdiğim yadıma düştün...


Türkiye’de sevilerek dinlenen, okunan bir şarkıdır "Değdi saçlarıma bahar küleği" ya da "Nazende sevdiğim"...

Bu şarkının söz yazarı konusunda ihtilaf olmamakla birlikte, bestekârı konusunda kafalar karışıktır ve bir bilgi kirliliği var...

Bu eserin bestekârı hakkında ismi geçenlerin içerisinde iki isim var: Reşid Behbudov ve Arif (Andrey) Babayev...

Azerbaycan müziğinin en önemli isimlerinden ve tenör seslerden biri olan Reşid Behbudov (R. Bekirof olarak da zikrediliyor), müzik hayatı boyunca bir çok çalışmaya imza atmış olup, Türkiye’de de oldukça sevilen bir isimdir...

Reşid Behbudov, 1915 de Tiflis’te doğmuştur, Gürcistan Opera ve Bale Tiyatrosu‘nun koro solistliğini ve Tiflis Askeri Birliği‘nin müzik grubunun assolistliğini üstlenmiştir.

Sesi ve oyunculuk yeteneği ile büyük beğeni toplayan Behbudov konserlerinde mikrofonsuz söylediği şarkıları sayesinde ilgi odağı olmuş bir san'atçı.

Sanat hayatının sonraki zamanlarını Bakü ve Moskova’da geçiren Reşid Behbudov, 1957-1959 yılları arasında Azerbaycan Devlet Konser Birliği’nin organizatörlüğünü ve başkanlığını üstlenir. Kurduğu Azerbaycan Devlet Şarkı Tiyatrosu‘nda ömrünün sonuna kadar solistlik ve sanat yönetmenliği de yapar. Azerbaycan Türkçesinin yanı sıra Anadolu Türkçesi ile de sayısız eser seslendirmiş olan Behbudov. Türkiye’deki ilk konserini 1961 yılında, Ankara ve İstanbul’da, kemancı Azat Aliyev’in eşliğinde gerçekleştirir. 1989 tarihinde hayatını kaybetmiştir. Bakü Fahri Hıyaban Mezarlığı’na, ebedi istirahatgâhına defnedilir.

Reşid Behbudov'un 1956 yılında seslendirdiği " Nazende Sevgilim" şarkısının sözleri Nahçıvan doğumlu şâir İslam Seferli(*)'ye aittir.
Kanaat odur ki: Sözleri İslam Seferli'ye ait, olan ve Arif Babayev'in bestelediği Azeri "Nazende Sevgilim" şarkısını seslendirerek, bu şarkının meşhur olmasını sağlayan tenör san'atçıdır Reşid Behbudov, şarkının bestekârı değildir...

Şarkının bestekârı  Arif  (Andrey) Babayev ise 1923 yılında Azerbaycan Karabağ'da doğmuş bir azeri san'atçıdır... Bestekâr, 1950 yılında Azerbaycan Devlet Konservatuvarını bitirmiş, 1958 yılında "Devlet Sanatçısı" ödülünü almıştır. Ölümü ise 1964.

Bu sevilen şarkıya ait iki seslendirme:

Seslendiren Reşid Behbudov - Nazende sevdiğim


Seslendiren: Öykü Gürman - Nazende Sevdiğim

Nazende Sevdiğim şarkısı Hicaz makamında Semâi usûlünde bestelenmiştir...Azerbaycan Türkçesi ile sözleri ise şöyle:

Değdi saçlarıma bahar küleği
Nazende sevdiğim yadıma düştü
Her erin bahtına bir güzel düşer

Sen de tek menim yadıma düştün
Nazende sevdiğim yadıma düştün
Sen de tek menim yadıma düştün
Nazende sevdiğim yadıma düştün

Sensiz dağ döşüne çıktım bu seher
Öttü kumru kibi gülşen laleler
Bes niye yalgızsın sordular eller

Böyle bir üzgünüm yadıma düştün
Nazende sevdiğim yadıma düştün
Böyle bir üzgünüm yadıma düştün
Nazende sevdiğim yadıma düştün

Gözlerim yoldadır kulağım seste
Seni unutmaram men son nefeste
Ey ceylan bakışlı, ey boyu deste

Ey taze sevdiğim yadıma düştün
Nazende sevdiğim yadıma düştün
Ey taze sevdiğim yadıma düştün
Nazende sevdiğim yadıma düştün
_____
(*)İSLAM SEFERLİ: İslam Seferli, 1923'te Nahçivan Babek bölgesi Shakarabad köyünde doğdu. İkinci Dünya Savaşı'na katıldı. Savaş günlerinde pek çok şiir kaleme aldı. İslam Seferli aynı zamanda deneme, kısa öykü ve senaryo yazarı olarak da bilinir. Sözleri kendisine ait bestelenmiş şarkıları toplum tarafından sevilmiş ve klasik haline gelmiştir. İslam Seferli'nin 18 kitabı yayınlanmıştır. Şair, uzun bir hastalıktan sonra 1974'te ölmüştür ve Şeref Sokağı'na gömülmüştür.

12 Mart 2022 Cumartesi

Bestelerin hikâyeleri: Hey onbeşli onbeşli...

Türk san'at mûsıkîsinin alt yapısını güftekârlar ve bestekârlar yanında sazende ve hanendelerden müteşekkil fasıl heyetleriyle icrâ edilen fasıllar ve meşk kültürü oluşturur.
Edebiyatımızda; divan edebiyatı şairleri ve sonraki devir şairlerimizin  aruz vezni ve hece vezni ile kaleme aldıkları şiirleri, usûl açısından bestekârlara mühim bir zemindir aslında...
Bestekârlıkta prozodi, yâ'ni söz kalıplarının hece yapısının nota kalıbına, nağme ve usûle tam tamına oturmuş olması, müzik kompozisyonu açısından da çok önemlidir, önemsenir...

Ayrıca, güfte olarak ele alınan şiirin duygu durumu ile bestenin makamı arasında da bir uygunluk olması önemlidir...
Mûsıkî eserlerimiz arasında hüzünlü hikâyeleri olan ağıtlar, yakılmış türküler de vardır...

Ne yazık ki bazı ağıtların, -acılara dayalı hikâyelerine rağmen- oynak nağmeler içeren şekilde bestelendiğini de biliyoruz...

Hüzün dolu bir şiirin-güftenin, hareketli (oyun havası şeklinde) bir usûl ile bestelenmesi müzikalite ve form açısından uygun olmamakla beraber, maa't-teessüf bu tür bestelere rastlanmaktadır ki bunlardan birinin misâli de:
"Hey onbeşli onbeşli, Tokat yolları taşlı..." dır.

Bahsi geçen -15’li-  ile kast edilenler, rumi takvimle 1315 yılı doğumlu olan gençlerdir.

Çanakkale Savaşı sırasında, İtilaf Devletleri karşısında takviye kuvvetlere ihtiyaç duyulur ve Sultan V. Mehmed Reşad 14 Mayıs 1331(27 Mayıs 1915) tarihinde Askeri Mükellefiyet Kanunu’nda yapılan değişikliği onaylar.

Bu yaştaki gençlerin silâh altına alınarak cepheye gitmeleri üstüne türküler yakılmış, ağıtlar söylenmiştir. İşte bu ağıtlardan biri de: “Hey Onbeşli Onbeşli” türküsüdür.
1315 yılında dünyaya gelen Halil adlı genç hânesindeki tek erkek evlat olduğu (18 yaşında olmadığı) için kanun gereği silâh altına alınmaz, cepheye çağrılmaz. Ancak o gönüllü olarak Çanakkale'ye cepheye gider.

Bu dönemde rum çetesi tarafından Halil'in  annesi öldürülür, sözlüsü Hediye ise bu çete tarafından kaçırılır, çete mensupları uzun bir aradan sonra Hediye'yi serbest bırakırlar, Hediye köyüne döner. Hediye'nin kötü yola düştüğü köyde konu edilip durur. Çanakkale savaşı sonrası köyüne dönen Halil, sözlüsü Hediye hakkındaki dedikodulara inanarak ona küser. Bunun üzerine Hediye, köyü terk eder, kayıplara karışır ve Halil ile kavuşamazlar.

Bu hadiseye ağıt mahiyetinde yakılan türkü gerçekte Halil ve Hediye'nin karşılıklı konuşması şeklinde söylenir yörede...

Hey onbeşli onbeşli Tokat yolları taşlı
Onbeşliler gidiyor kızların gözü yaşlı

Aslan yarim kız senin adın Hediye
Ben dolandım sen de dolan gel geriye
Fistan aldım endazesi onyediye

Giderim elinizden kurtulam dilinizden
Yeşil baş ördek olsam su içmem gölünüzden

Aslan yarim kız senin adın Hediye
Ben dolandım sen de dolan gel geriye
Fistan aldım endazesi onyediye
...

10 Mart 2022 Perşembe

Dünya hânesi...

Dünya misafirhânesinin çürük damında
Ehl-i nifak keyfin sürer sıcacık yatağında
★★★
Ehl-i Hakka ne çok iş var şu dünya otağında
Seyredip durulmazki müşfik ana kucağında

9 Mart 2022 Çarşamba

Hayret sana !


Zerreden kürreye dönüp bir baksana
Etmiyorsan eğer hayret, hayret sana!
Bir çiğnemlik ettin, bak döndün insana
Etmiyorsan bunu idrak, hayret sana !

Enfüs ve afakın haykırıyor baksana 
Ey gafil, o tatlı rüyandan uyansana !
Çekirdeğinde gizli ağacı anlasana
Ey sefih, geçip giden ömrüne yansana !

6 Mart 2022 Pazar

"Kalp"a minnet eylemem...

 

Okuduğun anlamaz
İkrârına kalb kanmaz
Mânâ bilmez hıfz eder
Hem hamal hem hizmetkâr...

Sahip değil, muhafız
Hayra olsa muarız
Eza kalmaz cezasız
Hikmeti elbet mahfuz

Kalpte var ise hüsn
Tesir eder hak sözün
Maskeli olan yüzün
Kıymetin yoktur sözün

Her hakikât dillenmez
Her bilinen söylenmez
Altın ile kaplanmış 
"Kalp"a minnet eylenmez

Doğruluk hazinedir
Sapla saman karışmaz
Dil öze ayinedir
Dile kemlik yaraşmaz

5 Mart 2022 Cumartesi

Tablo bu: insanoğlunda karamsarlık artıyor...


Bugünün dünyasının  birbirinden bağımsız veya bağlantılı bazı rakamları düşündürücü:
★★★
-Petrol ve doğalgaz fiyatları pandemi ve savaş gibi küresel etkiler ile misli misli arttı...son bir yılda avrupada doğalgaz fiyatında 10 kat artış söz konusu...
-Ayçiçek yağı bizde olduğu gibi, insanların çok önemli bir ihtiyacı...  ayçiçeğin tonu 1200 dolardan 2000 dolara çıkmış bugünlerde...
-Buğday insanoğlunun beslenmesi açısından olmazsa olmaz ve en temel bir tahıl, tonu 300 dolarlardan 1000 dolara doğru hızla koşuyor...
- Silahlanma yarışı savunma bütçelerine ayrılan payı dünyada artırıyor... Savunmaya ayrılan bütçeler: ABD nin 700 milyar doların üzerinde, Çin'in 120 milyar doların, Rusya'nın 60 milyar doların üzerinde...
-ABD'nin 172 dünya ülkesinde 800'den fazla üssü var...dünya barışını korumak için mi, dünyanın patronajlığı için mi, ne dersiniz ?
-Dünyada nükleer silaha sahip 9 ülke var, en çoğu Rusya ve  ABD'nin elinde, diğerleri ise Çin, Fransa, İngiltere, Kuzey Kore, Pakistan, Hindistan ve İsrail'de...
Batı dünyası her zaman olduğu gibi (haçlı savaşlarından 1. ve 2. dünya savaşlarına, Yalta konferansındaki paylaşım ve güvenlik konsepti sonrası soğuk savaş döneminden, Afganistan, Vietnam, Bosna  Irak ve Suriye'deki savaşlardan bugüne) maddi/manevi bahanelerin arkasında çıkar ve patronajlık adına kendi aralarında konsolidasyonu sağlamak için "düşman yaratmak" oyunu ile yine sahne mi aldı, ne dersiniz ? 
ABD'nin Irak'ı işgali sırasında (gerçekte olmayan kimyasal silahları bertaraf bahanesi ile) 1.000.000'dan fazla insanın ölümüne seyirci kalan medeni batının bugünkü yaklaşımlarını ibretle izliyor insanlık...!
Suriye'de iç savaş nedeniyle 13 milyon kadar insan göç etmek zorunda kaldı...
Suriyeli ve kuzey afrikalı düzensiz göçmenleri geri iten ve tekmeleyenlerin, bugün mazlum ve mağdurları kucaklama yarışı, batının ikiyüzlülüğünü bir kez daha gösterdi !
Ey hümanizm nutukları atanlar !... hepsi insan değil mi ? Asyalısı, avrupalısı, afrikalısı, amerikalısı...
Son yüzyılda; konvansiyonel ve ekonomik savaşlar, salgınlar, enerji (petrol) savaşları, kronolojik olarak şu başlıklar halinde gerçekleşmiş:
1.dünya savaşı, İspanyol gribi, 1929 yılındaki büyük ekonomik kriz ve ardı sıra yaşanan 2.dünya savaşı, soğuk savaş dönemi, covid19 pandemisi ardı sıra onunla bağlantılı ekonomik kriz ve savaş...

Etkileri uzun yıllar sürecek gibi görünen bu karamsar devri idrak eden bugünün insanları barış, huzur ve konforlu günlerin hatıralarıyla yaşayacaklar bu gidişle...
Ve bir not:
Elon Mask'ın serveti Afrika'daki açlığı bitirecek düzeyde...

3 Mart 2022 Perşembe

Avcı...

Bir avcı domuz avına çıkar,  ormanlık alanda dolaşırken bir anda domuzla karşılaşır, domuz saldırarak avcıyı yere düşürür, tüfeği de elinden düşer ateş açmaya bile fırsat bulamaz, domuzla bir süre boğuşur, o sırada önce sol omuzunun kırıldığını hisseder, yerden eline geçirdiği taşla domuzun kafasına, gözüne, dişine vurayım derken avcının sağ omuzu da kırılır...kendisine domuzun durumu sorulur, atıcı avcının cevabı:

-"Benim iki omuzum kırık, gidin siz bir de domuzun halini görün. Onun daha fazla yeri kırıktır." (Basından*)

Uzmanlar domuz kaynaklı yaralanmaların ciddi olduğunu, domuz çarpması sonucu iç organların ağır hasar görebildiğini, öyleki araba çarpmıştan beter zarar vereceğini belirtiyor.

Bu demektir ki; kırık çıkıkla uğraşmamak için domuzların yaşam alanlarına yaklaşmamak, onları da yanımıza yaklaştırmamak lâzım !
Çünki domuz domuzluktan başkasını bilmez !
Domuz: açgözlülüğü, oburluğu, pis kokulu olması ve kirliliği ile bilinir, bu niteliklere sahip insanlar için de çoğu zaman bu isme atfen yakıştırma yapılır...
Kumbaranın bir adının da "domuz kutusu" olduğunu biliyor muydunuz ? 

Eski çağlarda çamurdan şekil verilerek fırınlanmış eşyalar fırın ateşinden çıkarılırken turuncumsu bir renk aldığı için, o çağlarda bu renk tonuna domuz rengi denilmiş... o devirlerde para biriktirmek/saklamak için yapılan toprak kablar (kumbaralar) da domuz şeklinde yapılır olmuş ve buna domuz kutusu denilmiş.

Bugün de bu kumbaradan yola çıkılarak,
pintilik ve cimrilik, domuz ile anılır ve sembolize edilir olmuş olsa gerek...

Bir cimri hikayesi:

Cimri olarak namı yürümüş adam, bilgeye sorar:

-Ben öldükten sonra malımın çoğu insanlara yardım için kullanılacak diye vasiyetimi ilân ettiğim halde, herkes benden niçin nefret ediyor, anlamıyorum.

Bilge:
-Gel sana domuz ile ineğin hikâyesini anlatayım, anlarsın o zaman, der ve başlar anlatmaya:
Bir çiftçinin domuzu ile ineği varmış, domuz insanların kendisini hiç sevmediğini, halbuki ineklerden övgü ile bahsettiklerini ifâde ettikten sonra kendisi ile ineği  karşılaştırmaya başlamış, seni onlara süt verdiğin için çok seviyorlar da, ben onlara senden daha fazlasını veriyorum... etimden yiyor, derimden çanta, kemer, ayakkabı yapıyorlar. Hem benim kıllarımdan da çok iyi fırçalar oluyor...

İnek:
-Bir farkımız var, senin ölün kıymetliymiş, benim ise dirim, ben hayatta iken fayda sağlıyorum...
[Âl-i İmrân Suresi - 180. âyet: "Allah’ın lütfundan kendilerine verdiği nimette cimrilik gösterenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar, bilâkis bu onlar için kötüdür. Cimrilik ettikleri mal kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah yaptıklarınızdan haberdardır."]
Domuz ile ilgili bir kaç vecize:
✓Domuzla karşılaşılacak yerlerde türkü çığırarak el-kollar sallayarak gezilmez
✓Domuza asla sırt dönülmez.
✓Domuzun kemiklerini kırsan da domuz yine domuzluktan vazgeçmez
✓Bir yer ormanlık olur da orada domuz olmaz mı ?
✓Domuzdan post gavurdan dost olmaz
✓Domuzla gezen dana dışkı yer
✓Aç domuz darı tarlasından çıkmaz.
✓Domuzun yavrusu da domuzdur
✓Domuz derisinden seccade olmaz
✓Domuz avına zorla giden köpekten fayda gelmez
✓Domuz kılını bile koparttırmaz
✓Domuzun helal bir tarafı mı olur ?
✓Hırsta domuz, şehvette horoz, kibirde tavus gibi olandan uzak dur.
__________
(*)https://www.haberler.com/domuz-saldirisindan-yarali-kurtulan-avci-gidin-siz-14768444-haberi/

1 Mart 2022 Salı

Siyah beyaz...şah mat

 

Havayı duman 
yeryüzünü sis kaplayınca...
Ortalık toz duman olunca...
 Nemrudlar, Firavunlar...
Her hileye başvuran
Mütecaviz hükümranlar
Gözü dönmüş zalimler
Yeryüzünü ifsâd etmeye fırsat bulunca...
Sömüreceği topraklara
Zavallı insanların üstüne...
Gökten bombalar yağınca...

Sorarız o vakit;
Dün neredeydiniz ey bugünlerde insanlıktan yana olanlar
Hümanizm havarileri...


Bir zamanlar
Ardınızda bırakanda, 
enkaz, kan gölü ve gözyaşı...
Ağlaşırken yaşlılar, kadınlar ve çocuklar...
Yerinden ve yurdundan olanlar...
Akdenizde ölüme ittiğiniz insanlar...
Mazlûmun âhı dolaşınca dört bir yanı
Nihayetinde âhları kaplayınca semâyı 
Sorarız o vakit;
Dün neredeydiniz 
ey bugün günah çıkaranlar
yardımseverlikte yarışanlar...

O vakit denir ki;
İlâhî adalet tecelli edince
Zalimin zulmü yanına kâr kalmaz...

Ey tohumu çürük, medeni kabuklu
Bunları kazı nasırlaşmış vicdanına...

Bak, gör !
Tecelli bu: 
etme bulma dünyası eni konu...
Dün siyaha, bugün beyaza !
Şah..mat