Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

27 Haziran 2021 Pazar

Komşu galaksi andromedaya meğer ne kadar uzakmışız...!

Akşamın gurubu yerini zifiri karanlığa terketmişken, dolunay, tepelerin ardından ışık hüzmelerini göndermeye başladı işte...

Ve mehtabın loş aydınlığında uzayan gölgeler ardına gizlenen muhayyile deryâsı tefekkür çarklarını döndürmeye başlar birazdan tefekkür etmeyi dileyene !

Gözler yukarılara semâya dalar...insan, uzayın derinliklerinde, muhayyile bineğini ilim yuları kontrolünde, ışık hızı demeyeyim ama düşünce hızıyla, dolaştırmaya başlar öylece...

Bir ân olur yerdeyken bir ân semâda, fikir dokuma tezgâhı ağır ağır işlemeye başlar...

Göz alabildiğine derinlik... koyu karanlık...karanlıkta ışık kırpma yarışındaki yıldızların kimi az beride kimi az ötede, kimi tâ derin/dip/yüce boşlukta...

Her şey dönüyor, her biri dönerek yüzüyor, yürüyor, her biri bir farklı hızda çark ediyor...uydular, gezegenler, yıldızlar, galaksiler...
★★★
Güneş, solar apeks adı verilen bir yörünge boyunca vega yıldızı doğrultusunda saatte 720 bin km.'lik muazzam bir hızla hareket etmekte... Bu, kabaca bir hesapla, güneşin günde 17 milyon 280 bin km. yol katettiğini göstermekte.

Güneş'le birlikte onun çekim sistemi içindeki tüm gezegenler ve uyduları da güneşin ardında aynı mesafeyi katediyorlar. 

Dünyanın dönüş hızı saatte 1674 km. saniyede 465km... Üzerindeki her şey de bu hızla dönüyor.

Dünyanın güneşin etrafında dönerkenki hızı ise saatte 107.200km. Günde 2.572.800km. Yani bugün dün bulunduğumuz yörüngedeki  konumumuzdan ikimilyon beşyüzyetmişikibin sekizyüz (2.572.800) km. öteye yol katetmişiz..
★★★
Kainatta, iki büyük galaksi kümesini birbirine bağlayan dev bir karanlık madde şeridi son keşiflerdenmiş. Uzayda ipliksi bir şerit oluşturan (görünmez) karanlık maddenin güçlü kütleçekim kuvveti, birbirinden milyarlarca ışık yılı uzaktaki iki galaksi kümesini birbirine bağlıyormuş... 

Bu galaksi kümelerine abell 222 ve abell 223 adı verilmiş. Aralarındaki mesafe 2,7 milyar ışık yılı. Ve denilen o ki; karanlık madde bütün evreni kuşatıyor ve muazzam uzaklıktaki galaksi kümelerini birbirine bağlıyor !
★★★
Sadece gözlenebilir kainat içerisinde: 10 milyon süperküme, 25 milyar galaksi grubu, 300-350 milyar büyük galaksi,  7 trilyon cüce galaksi, 30 milyar x trilyon adet yıldız varmış…
★★★
Dünyanın içinde bulunduğu galaksiye en yakın galaksi olan andromeda bize 2.3 milyon ışık yılı uzaklıktaymış. Yani bugün dünyadan gördüğümüz andromedaya ait ışık 2.3 milyon ışık yılı önce yola çıkmış andromedadan. Işığın hızı malûmlarınız: saniyede 300.000 km...1 dünya yılı 31milyon 536.000 saniye...
1 ışık yılı ise, 31.536.000 saniye x 300.000 km = 9.46 trilyon km.
9.46 trilyon km x 2.300.000 ışık yılı = ? km imiş komşu galaksi Andromedaya olan uzaklığımız !!! (rakam ile: 21.759.840.000.000.000.000.000.000 km)
★★★
Dünyâya uzaklardan bakan bir göz için, boncuk kadar bile olmayan, belki samanlıktaki toplu iğne başı kadar olan yeryüzü, üzerinde yaşayan insana devasa bir küre gibi sanki...kendini  hükümran ve tek sahip zanneden insan, uzayın uzak derinliğinden bakan göz için bir boncuğun üzerinde toz bile değil imiş işte... !

Mülkün sâhibi, Malikü'l Mülk, Sübhan olan âlemlerin Rabbi buyuruyor: "Sonra tekrar tekrar bak; bakışların (aradığı çatlak ve düzensizliği bulamayıp) âciz ve bitkin hâlde sana dönecektir."  (Mülk sûresi, 4)

26 Haziran 2021 Cumartesi

Demli ve düşündüren sözler...

İyiler seyirci olunca, sahneler iyi oynayanlara kalıyor.
★★★
Aidiyet; ulvî bir histir, fakat münafığa göre değildir.
★★★
Ölçüsü kitapta, liyakat mühim,  kendine yakıştırdığına bakma kitaba bak !
★★★
Refikin samimi değilse yola yalnız çık.
★★★
Uzaktan beğendiğine yaklaş, yakından tanıyınca belki beğeniyi hiç haketmediğini anlarsın.
★★★
Büyük hedeflere doğru küçük beyinliler ve korkaklarla yürünmez.
★★★
Fikrini şerle yoğuranın hayırla işi olmaz.
★★★
Bazıları ağzından çıkanla iknâ olabilir, ama kafanın içinde olanı okuyanları asla iknâ edemezsin.
★★★
Devlet işini devlet mumu yakarak, şahsi işini şahsi mumunu yakarak yapan hazreti Ömer'i bilirsin değil mi ?
★★★
Mezar taşın varsın som altından olsun, cesedine yürüyecek kurtlar için fark etmiyormuş dediler !
★★★
Hayırdır, cehennemden mi geliyorsun, kömür gibi kapkara olmuş suratın !
★★★
Nihayetinde rütbe, ünvan ve paranın geçmediği bir kapıya varmayacak olan parmak kaldırsın.
★★★
Sakın ha, seni var edenle oyun oynama !
★★★
Akıllı ona derlerki, nelerin esiri olduğunu görebile...
★★★
Dışarıdan bakınca insan gibisin de için hiç öyle değil !
★★★
Bir tavsiye; arşivleri, albümleri, eski gazeteleri arada bir yokla, karıştır da bak bakalım sana neler söyleyecekler !
★★★
Nüfuzlu ve variyet zamanlarının sahte dostlarına sakın aldanma.
★★★
Temkin emniyettir, tevekkül sağlam bir dayanak.
★★★
Aklını şeytana kiralayanın, gönlü metâ ambarı olanın, semtimizde işi olamaz.
★★★
Kuyruğun senin için kıymetliyse dalaşa girmeyeceksin ! Kuyruksuz kalabilirsin.
★★★
Her pazarcı mavi boncuk satmaz !
★★★
Çorak toprağa tohum eken, hasatı ancak rüyasında görür.
★★★
Harami içme suyunu gayya kuyusundan çeker.
★★★
Haraminin muhasebesini şeytan tutar.
★★★
Her müsvedde temize çekilmez, kimisi dürülüp çöpe atılır da, insan müsveddesini  ne yapmalı !
★★★
Münafıkla yatan mümin kalkmaz, haraminin sofrasında helal lokma aranmaz...
★★★
Beyaz badana dökülünce kara sıva meydana çıkar !
★★★
Bugün tutkulu olduklarının yarın hükümlüsü olacağını aklından çıkarma sakın...

23 Haziran 2021 Çarşamba

Sürdürülebilir çevre yaklaşımı ve Güldâne ninenin fideleri...

Güldâne nine 85'lik selvi boylu, oyalı yazmalı bir hanımefendi...bel fıtığı var, dizleri ağrır, tansiyon hastası, şeker hastası, kulaklar çok az işitiyor...bunlar duyduklarım, tabi o yaşta daha nice hastalıkları vardır bilmediğim !

Güldâne ninenin balkonu çiçek serası, sabah namazını edâ eder elinde suluğu, çiçeklerinin birini diğerinden ayırmaz, onlarla "yavrum", "kuzum" diye diye konuşarak, sevgisini izhâr ederek sular, bir yandan da örselemeden elleriyle okşar...

Itır, rozet, aloe vera, sardunyalar, sebze fideleri ve daha niceleri...

Güldâne nine plastik bardaklara doldurur toprağı; biber, domates tohumlarını eker, sular, topraktan filizlenip çıkmalarını dört gözle bekler, azıcık boylandıklarında da apartman komşularına, ziyaretine gidenlere hediye eder...
★★★
Anadolu irfanı işte, o yaşta yatmak yok, köşeme çekileyim yok... üretmek, ürettiğini paylaşmak, hediyeleşmek var, cana ve canlıya hürmet var hizmet var...onlara kıymet vermek var.

Peygamber Efendimiz’in ağaç dikenler için ifâde buyurdukları hadîs-i şerîfleri şöyle:

“Kıyâmet kopuyor olsa ve birinizin elinde bir fide bulunsa, kıyâmet kopmadan onu dikebilirse bunu hemen yapsın !”
“Bir Müslüman herhangi bir ağaç veya bitki dikerse, ondan yenilen şey kendisi için sadakadır, ondan çalınan şey kendisi için sadakadır, yabânî hayvanların yediği şeyler sadakadır, kuşların yedikleri sadakadır, bir kişinin ondan alıp eksilttiği şey de kendisi için sadakadır.”

İşte bu ilke ile hareket etmeye çalışan, selvi boylu oyalı yazmalı Güldâne ninenin, o yaşında bile doğaya yaklaşımı mânidar değil mi !
★★★
Ozon tabakasını kloroflorokarbon salımı ile incelten, fosil yakıt kullanımı sebebiyle karbondioksit salımı ile atmosferdeki karbondioksit gazının doğal dengedeki miktarını değiştirip artırarak sera etkisi ile küresel ısınmaya, iklim değişikliğine, buzulların erimesine sebep olanlar yüzünden(1)  oksijen kaynağımız(2) olan klorofilli canlıların, bu çevre kirliliğinden etkilenmesi söz konusu olmakta, bu durum, hayat için olmazsa olmaz oksijen üretimini de doğrudan yahut dolaylı etkilemektedir.

Unutmamalıyız ki, dünyamızda fotosentez yoluyla üretilen oksijenin büyük çoğunluğunu okyanus ve denizlerdeki planktonlar, daha az bir kısmını da karasal bitkiler üretir ve dolayısı ile soluduğumuz havadaki oksijen, planktonlardan ve otsu bitkiler ile ağaçlardan/ormanlardan geliyor...ve
bir ağaçtaki bir tek yaprağın bir saatte ortalama 5 ml oksijen ürettiğini düşünürsek, her bir yeşil yaprağın önemini daha iyi kavrarız.
Bu bilgiler ışığında Güldâne ninelerin çevreci yaklaşımı ve gayretleri daha bir kayda değer...

Çevreyi kullanmakta har vurup harman savuran, havayı atık gazlar, denizleri evsel ve endüstriyel atıklarla kirleten/zehirleyen, toprağı ayrışmayan çöp ve kimyasallara doyuran insanlar yanında bir küçük balkonunu sera haline getirip yeşil bitkiler (süs bitkisi, sebze fidesi) üreten, aynı zamanda bu bitkilerin marifeti ile havadaki karbondioksiti çekip oksijen vermelerini sağlayan Güldâne ninenin ellerine sağlık, ömrüne bereket...
Bir solukluk oksijenin ne demek olduğunu yoğun bakımda yatmış hastalar çok iyi bilir...
dünyanın hassas ekolojik dengesini bozmamak için gayret  gösterip kıymetini bilenlere, çevreye karşı hassas davrananlara ne mutlu...
Çocuklarına iyi bir gelecek hazırlama gayreti içinde olanlar, keşke dünya ekosistemlerinin dengesini bozmamak için de aynı gayret ve hassasiyet üzere olsalar. Soluk almanın zor olduğu, suyu içilemez, denizinde yüzülemez, toprağı zehir yüklü yaşanamaz bir çevredeki statü, mal-mülk, para-pul neye yarayacak !
___________
(1)"
İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah -dönüş yapsınlar diye- işlediklerinin bir kısmını onlara ­tattırıyor."(Rûm sûresi, 41)
(2) Solunum sistemi iyi olan sağlıklı bir insan dakikada yaklaşık 16 kez nefes alır. Bu, bir günde yaklaşık 23.000 nefes, yılda 8.409.600 nefes, 70 yılda 588.672.000 nefes demektir.
Bu nefeslenmeler ile bir kişi günde 7.570 litre hava tüketiyor.
Solunan havanın yaklaşık yüzde 21'i oksijendir. Soluk verme ile dışarı atılan havanın içinde yaklaşık yüzde 15 oksijen vardır. Bu nedenle, her nefeste solunan havanın içindeki oksijenin yaklaşık yüzde 5'i tüketilir, yaklaşık yüzde 15'i ise verilen nefesle dışarı atılır, Bu durumda, bir insan günde yaklaşık 378 litre oksijen kullanır
Bir günde tüketilen hava dikkate alındığında, kaba bir hesapla yılda 2.763.000 litre, 70 yılda 193.413.000 litre hava solumak demektir. Oksijen hesabı yapılırsa yılda 137.970 litre, 70 yılda ise 9.657.900 litre oksijen tüketmektedir bir insan...

21 Haziran 2021 Pazartesi

Zevk-i Selim ve Estetik anlayışı...

Bu toprakların harcının mayası olmuş Horasan erleri sayesinde  ruh dünyâmızın açıldığı mavera âlemine,  giderek daha da yabancılaşıyoruz dersek yanlış olmaz sanırım... 

Evet ne yazık ki toplumumuzun ruh dünyasını ihmâl etmesi, estetik anlayışımızdan tutunuz, zevk ve davranışlara kadar her şeye yansıyor, bu durum ise toplumu içten içe kemiriyor.  

Peyâmi Safa(1) : "Hazla kader arasındaki beşeri hassasiyet merdivenini inip çıkmaktan başka marifeti olmayan bu şiirin mevzuu sadece insan kalbindeki meddücezirlerdir ve kozmik, cihanşümul bir seziş, maveraî “transcendantale” şeeniyetlere eriş, metafizik bir kâinat tasavvuru ve âhenk yeni Türk şiirinden tamamıyle uzakta, yabancı unsurlar olmuştur", dediği 'Türk Şiiri"  makalesinde bu derunî maverayı ihmâli hususunu vurucu bir şekilde ifâde etmektedir. 

Maddeye dayalı bir bakış ve idrak ile şekillenen kültür ve san'at mahsülleri, ve dar estetik anlayış, bugünkü zevksizlik abidesi eserler ile gözümüzü tırmalıyorsa,  derunîyet ile aramızda ördüğümüz duvarlar sebebiyle değilse nedendir acaba ? 

İçinde yaşadığımız toplumda,  beş duyu ile algıladığımız dünyaya aşkın (=transendantal) bir içgörü ile bakmayı bilemiyorsak.... !

Oluşların ve olguların sebep sonuç ilintisi ve örüntüsünü derunî ve maveraî bir idrâk ile çözümleyemiyorsak... !

Sebeplerinden birisi, belkide en önemlisi; Pozitivizm, sembolizm,  makyavelizm, sekülarizm tabanlı örülmüş duvarların ardındaki maverayı bilmemekten, belkide duymuş olupda umursamamaktan kaynaklanıyordur değil mi ?  

Bu sahaya, duvar ardına hapsedilmiş bu deryaya dahil olmak gayreti de dumura uğramış ki, ruhsuzluk, zevksizlik ve estetikten yoksunluk hangi tarafa dönsek adeta gözümüzü çıkarmak üzere batıyor.

Bu hâlet-i ruhiyye ile Sinan gibi mimârlar, Dede Efendi gibi bestekârlar, Nâbî gibi şâirler...ne yazıkki idrâk ettiğimiz zaman diliminde yetişemiyor. 

Allah ömrüne bereket versin kıymetli hocamız Prof.Dr. Süleyman Hayri Bolay bir yazısında (2) merhum Prof.Dr. Haluk Karamağaralı'nın  "zevk-i selim" sahibi olduğunu vurgularken, zevk-i selim olmanın gerekleri için ise, hiss-i selim, kalb-i selim ve akl-ı selim olanlarda zevk-i selim'in gerçekleşecebileceğini ifade buyurmuşlar...  

Bu üç kalemin varlığı ile zevk-i selim gelişiyor ise, o halde dış görünüş takıntısından kurtularak, saf dışı bırakılan derunî âleme yol almak üzere gayret gerekir değil mi ?  

Estetik anlayış "ruhî sezgi" ile beslenirse, ancak o vakit kabalıktan yontulmak imkân sahasına girer. 

Kaba-saba ve zevksiz bir toplum ve çevrede ise, insanî neş'e sahiplerini mumla aramaya devam ederiz...

Maddî bakış açısı ile elde edilmiş tecrübe dünyası içinde bocalayan, aşkınlık ve derunî mavera ile bağını kopartmış insanda, "insan"a özgü zevk-i selim ne yazık ki gelişemez.  

______________

1)Cumhuriyet, 1932, sayı: 3045

2)Süleyman Hayri BOLAY - Türk Ocakları, Eylül 2009 Cilt: 29 | Sayı : 265

Adalet anlayışına dair...

Adalet ve erdem duygu ve davranışı ahlâkdan köken alır. Dolayısı ile kişilerde ahlâk denilen şeyin nereden beslendiği önem arz eder.

Genel geçer evrensel ahlâk ölçüleri var da...bana göre, bize göre, ötekileştirdiğimize göre mi adaleti tarif edeceğiz ?

Yoksa "İlâhi adalet" diye tabir edilen ölçüye göre mi hüküm verilecek !

Amiyâne tabirle, hayvanat içinde kendini kral ilân etmiş bir hayvanın koyduğu orman kanunları da bir ölçü tabi, ancak bu ölçü ormanda geçerli...orada ormanlar kralının egosunun emrettiği hukuk geçerli olacak tabiatıyla...
★★★
Hüküm sahipleri kime/neye göre adalet terazisinin başına geçecek ve tartım yapılacak, burası mühim...
Hazreti Ömer'in adalet anlayışı mı, Neron'un mu, Kazıklı Voyvoda'nın mı, Haccac-ı Zalim'in mi, hangisi ?
★★★
Orman kanunlarını adalet bellemiş olanlar yaşamışlar işte öylesine sürü ahlâkının gereğini, bilip gördükleri ise hep nefslerin taleblerinin yerine getirilmesi olmuş, bunlar isteklerinde kendilerince haklıdırlar...

Gün olur, cahil ve zalim, kibir ehli birileri de adalete muhtaç olur ve adalet istediğini dile getirir de, bilmez adaletin hakikâtinin ne olduğunu !

Sürü ahlâkı yaşamayan, ölçüsü ilâhi adalet olan insanların adalet anlayışı orman  kanunlarından bittabiki farklı olacak...ve onlar adalet terazisi ile tartacaklar.

Demeliki insan bilir el-Adl nedir...gayrisi ne bilsin...

Bu ömrü azîzi boşa geçirmemeye gayret ettik çok şükür...ve; nüfuzlu ve muktedir olunca adalet ve eşitlikten ne anladıklarının işaret fişeklerini söylemleriyle anlatan, sonrasında eylemleriyle sergileyen, imkânları kullanarak doğmamış çocuğuna don biçen, nalıncı keseri gibi olan çoklarına şahid olduk...

Bu babda yeri geldi serdedelim, bir söz var, rahmetli bir lider çok kullanırdı: "Hadi ordan..."
★★★
Adalet; kişi neye müstehak ise, ona hak ettiğini vermektir.  Ne bir fazla ne bir eksik.
Taltifse taltif, tenzilse tenzil, ecr ise ecr, ceza ise ceza.
Müstehakını vermemek, gereğini uygulamamak ise zulümdür, zulüm.
Zalim ile mazlumu bir tutmak adalet değil zulümdür. Bu, eşitlikçi bir yaklaşım da olamaz.

Adalet gübre böceğini kelebekle karıştırmamaktır, biri gübrelikte olacak diğeri güllere konacak, tersini yapmak yahut eşitlemek birine yahut her ikisine de zulüm etmektir.

Adalet, kişiler arasındaki  münasebetlerde haklıya hakkını tam ve zamanında ödemek, suçluya cezasını vermekde gevşeklik göstermemek, hakka riâyet ile işi ehline teslim etmek demektir. 

Eşitliğe gelecek olursak, benzerler ve aynılar arasında zerre fark gözetmeden bakmaktır...bu ise yaşa başa, rütbeye makama, berikine ötekine bakmaz...meselâ; çalışan ile çalışmayan, iyi ile kötü, işe sarılan ile kaytaranı eşit mi tutacağız, asla ve kat'a !

Malumdurki, biri iki gören şaşılar, hakkı ayakta tutmayanlar, boynuna bukağı takılmış gibi gezen huzurdan kovulmuşlar, kadir kıymet bilmez nankörler, Allah'ın adaletinden bîhaberdirler.

Ha, burada zikretmek gerekirki, hatasını anlayanların ıslâh olabileceği ve pişmanlık duyacağı  kanaati var ise, o zaman hüküm sahibinin afv yolunu tutması kemâlât açısından hakkın tavsiyesidir. 
★★★
Ey kendin akıllı sanan
Hep hükmetmek için yanan
Muhtediyle yatıp kalkan
Açılır ha defterimiz

Cürmlerini âlem bilir
Yazan kalemler dillenir
Setr olunan faş olunca
Dilden dile hep söylenir

Cahilâne ta'n eyleyen
Bilmez, hak okur dilimiz
Sakın ha kem söz söyleme
Kadıya varır yolunuz

Konuşmayız câhil ile
İş tutmayız bâhil ile
Tükenmeyiz bühtân ile
Bilen bilir ahvalimiz

Bir münâdî  ta'n eylermiş
Dönüp ardına bakmazmış
Müsavattan anladığı
Nâ-ehili kayırmakmış

Adl ismin sırrın biliriz
Hak'la işimiz eyleriz
Akl-ı maaştan geçmişiz
Nefslere hizmet etmeyiz

Adalet, ahlâk ve erdem ölçüsü arayanlara adalet ile ilgili bazı âyetler (*)...buyursunlar !
__________
(*)"Allah size emanet edilen şeyleri, ehil olanlara tevdi etmenizi ve her ne zaman insanlar arasında hüküm verecek olursanız, adaletle hükmetmenizi emreder..." (Nisa, 58).
"Ey Davut! Seni yeryüzünde hükümran kıldık. O halde insanlar arasında hakkaniyetle hükmet, hevaya uyma. Yoksa seni Allah'ın yolundan saptırırlar..." (Sad, 26).
"Siz ey imana ermiş olanlar! İnsaf ile hakikate şahitlik yaparak Allah'a bağlılığınızda sıkı durun. Ve herhangi bir kimseye karşı nefretiniz sizi adaletten sapma günahına itmesin. Adil olun..." (Maide, 8).
"Yarattıklarımız arasında (başkalarına) doğru yolu gösteren ve onun ışığında adaletle davranan insanlar vardır" (A'raf, 181).

20 Haziran 2021 Pazar

Terkib-i nâkıs çeşitlemeler...

Lisânımıza yerleşmiş terkipler ne de güzel... 

İki kelime ile  hemencik kendi yahut ötekinin  hâlini takrir ediverir.

Meselâ "baba" çeşitleri: 
Devlet baba, hacı baba, yetim babası, doktora babası, şan babası, şam babası...hatta iskele babası, kapı babası !

Bir de aslına yakın tutulanlar için kullandıklarımız var; baba gibi, adam gibi, ana gibi, kardeş gibi, evlad gibi...

Yine bir kimseye özenen kiyafetsizler için kullanılır ya;  baba bozuntusu, adam bozuntusu, delikanlı bozuntusu...

Olumlu yahut olumsuz manada benzetmeler de "cuk"  diye oturur, yerli yerince kullanıldığında;
eşek gibi, katır gibi, akrep gibi, domuz gibi, yılan gibi, leş kargası gibi, çakal  gibi...

Ötekine hayat hakkı tanımazlara, altın da ot bitirmeyen "ceviz ağacı gibi", göstermediği yüzü gösterdiğinden misli misli çok olanlara da "buz dağı gibi" terkipleri de aklıma gelenlerden...

Bir de kendi tükenirken etrafı aydınlatanlar için yahut kabahat işleyipte zılgıt yiyenlerin duruşunu ifâde etmek için "mum gibi" terkibi kullanılır.

Yontulmamış, kaba-saba, nezafet ve nezâket yoksunları için; kalas gibi, odun gibi, kütük gibi derler...

Hoşa giden, rahat ve huzur bulunan  yerler için yayla gibi,  cennet gibi, vatan gibi deriz ...güven veren, heybetli, sırtımızı dayayabileceğimiz kişiler için "dağ gibi" terkibini çok duyarız.

Kâmil, oturmuş, akl-ı selim ve güzel ahlâk timsali kişiler için "evliya gibi", kötülüğü ve haramiliği ile tescilli olanlara "şeytan gibi", olmayacak şeyler düşünen ve yapanlara "cin gibi" terkipleri de "cuk"  diye oturan cinsten...

Karakter çeşidi bol olunca, kelimesi, kelâm-ı kibarla ve mecazla ifâdesi zengin dilimizi milletimiz yerli yerince ifâdelerinde ne de güzel kullanıyor değil mi ?...

17 Haziran 2021 Perşembe

Şaşı biri iki görür...

 

Şaşı olup iki gördüm
Biri ikileyip durdum
Gece gündüz sorguladım
"Birden-Bire"ymiş anladım

Hem yazan kalem kırılmış
Hem ekilmiş hem biçilmiş
Nihai hüküm verilmiş
Yaşayan görür denilmiş

Sudan çıkamaz mahiler
Fare peşinde kediler
İkrâmmış tüm melekeler
Âlemde yok hükümsüzler

Ümm-ül kitab muhtevası
Okuyana açılası
Elif'i mertek bilenin
İdrakini kapatası

Yetim idim garîb oldum
Ümmî iken âlim oldum
Gönülde pervane olup
Fenâ ile vücud buldum

16 Haziran 2021 Çarşamba

Yansımalar...


Kimisi var cinni soylu, köz gibidir ömür boyu
Dumansızdır hem külü yok, ve cinliğe doymuştur  tok

Kimi var  gözü hiç doymaz, aç kurt gibidir, saldırgan
Bir sürüyü parçalar da hem gözünü kırpmaz bir an

Kimi var tıngırdar durur, lâf-ı güzafı lakırdar
Onun piresi devedir, devleri de  cüce görür

Kimi karınca gibidir, yemez-içmez hep depolar
Yağar bir gün güz yağmuru, kilerlerini su basar

Kimi var ki çakal gibi, aslan sofrasını gözler
Sofrasından artanları öyle bir iştihayla yer

Kimi var ki hınzır gibi, yer leşleri ve murdarı
İçi tam pislik yuvası, arar durur hep haramı

Kimi var ki merkep gibi, cühelâlıktır remizi
Kitaba hamallık eder, terketmez hiç merkepliği

Kimi kibir kumkuma(*)sı, firavna taş çıkarası
Kimi tam bir baş belası, kötünün tâ daniskası

Kimi ateşte pişesi, çiğ etleri hep yiyesi
Kör kuyulara düşesi, hiç lâf tutmazmış çenesi

Kimi var sanki bir melek, pür u pâk hem de mübârek
İyilikde yarışırlar, bilmezler kötü ne demek

Kimi var eşek arısı, zehiri yılan yarısı
Hem balı yok hem vızıldar korsanlığı da cabası

Kimi de var bal arısı, toplar çiçekten nektarı
Dolanır hep çiçek çiçek, hem ikrâm eder eczayı
______________
Kumkuma:Kötü bir özelliği kendinde fazlasıyla toplayan kimse

12 Haziran 2021 Cumartesi

Yazıklar olsun !


Diğer insanların emekleri üzerinden piyasa yapanlardan hayatımız boyunca hiç olmadık, ancak yol almış kervanların yol kesenini, hazıra konan gaspçıları da iyi biliriz...

Egosu büyük aklı küçük, midesi işkembeye dönüşmüş kifayetsiz muhterisler var ya...küçük olsun benim olsun diyenler hani !

Çevrenize şöyle göz süzün, tarife gerek yok, arif olan tanır, onlar kendilerini size hemen takdim edecektir.

İşte o şahsiyyet yoksulu, menfaat düşkünü, facirler... eyyamcılar... maskeliler... pazarcılar...bumerangcılar..kasalara-keselere "uydu"luk yapanlar... ödlekler... millî ve ulvî mevzûlar üzerinden geçinenler...vatan-millet söz konusu olsa dahi risk almaktan kaçınanlar... hayatlarının şöfor mahalline ego sürücüsü oturtanlar...kulaklarına kurşun dökülmüş, gözlerine mil çekilmiş, kalpleri nasır bağlamışlar...karga kovucu bostan korkulukları...kokmaz bulaşmaz tavşan şeyleri...ciğerci kedileri !

Muktedir oldukları zamanlar: abidik-gubidik...nalıncı keserliği...beleş avcılığı...gasp...ve daha niceleri ! 

İşte bunlar yorulmayı hiç sevmez, 'el'den gelir beleş ekmek, gölden gelir tatlı su...bunlar var ya; iyi ve güzel şeylere asla tahammül edemezler, beğenmezler, eğer kendilerinin değilse, mutasarrıfı değillerse !

Ya hu, âdemoğlu sizden çok çekti, düşün artık insanın yakasından, ey insan kılıklı keneler, insanların sırtına basarak yükselenler !

Ne derler: yiğidi öldür hakkını yeme... !

At sahibine göre kişner, yol tutar; rahvan, tırıs yahut dörtnala...

Yatmaktan ve semirmekten, ve dahi ataletten, kasları zayıflamış mevcut atları, rahvandan tırısa, hatta dörtnala geçirmeye çalışan seyislere ve jokeylere gayretlerinden ötürü şükran borçluyuz.

Ne derler at binenin kılıç kuşananın...gün olur şaha da kalkar küheylanlar !

Malzeme bol olsa da helvacı yoksa helva yok (!). 

Bu azîz millet-i merhume size ne çok şey bahşetti de, siz onlara ne verdiniz ey rahata, beleşe ve kolaya alışık kefen soyucular !
Hiç düşündünüz mü, acep size çaputtan bile olsa bir kefen nasib olacak mı ?

Kazdığınız gayya kuyularına düşersiniz elbet...gün olur devran döner, parlayan yıldızınız söner, alkış tutanlarınız da o gün sırtını döner.

"Yazıklar olsun !
Salih amel işlemeyene, hakkı ve sabrı tavsiye etmeyene"(*)...yazıklar olsun !
__________
*)Asr sûresi.

5 Haziran 2021 Cumartesi

Kültür...istilâ...işgal...metamorfoz...

 
Geçmiş zamanlarda kaba kuvvet ile, ordu ile silâh ile yapılan istilâlara değinmeyeceğim, herkesin malûmu zaten yazılı tarih.

Bu istilâ ve işgallerde insanın insana zulmünü, elde avuçta kalanı gasp etmesini de konu etmeyeceğim...

Sosyolojik gelişmesini tamamlamamış ve kabile kültürü ile yoğrulmuş toplumların, dinamikleri maddî temeller üzerine oturmuş nizâmı, sosyologları ilgilendirdiğinden mevzûnun dışında...

Her hâl ü kârda dünyaya hükmetme ihtiras ve iştihâsının, egoizmin patolojik bir  dışa vurumu olduğu hususu ise psikolojinin ilgi alanında...

Kaba kuvvet/maddî güç/kuru kalabalık/ kelle sayısına dayalı güç vehmi/sinsi ve kurnazca siyâset kaynaklı nefsanî ve şeytanî hamleler de ham ervâha mahsus...

İnsanlık tarihinde bu ve benzeri mahiyette olup, kişi ve toplumları muhasara altına almış, hatta işgâl edip ele geçirmiş hâletleri çoğaltmak mümkün...

Bugünün çağdaş-modern-postmodern toplumu yukarıda zikredilenlerin ışığındaki istilâ ve işgâlcilik açısından, progressif (ileriye giden, ilerlemiş) bir zihniyyet ve kültüre erişmiş, hatta evrilmiş desek hiç de yanlış olmaz...

Tarihin sayfaları arasında yerini almış hâlete, bugünün teknoloji ve bilgi birikimini ilâve ederek daha tehlikeli ve sinsi bir derekeye ulaşan hegemonik toplumlar, aslında, özünde "f i" tarihindekilerle aynı olan tutum ve davranışları bugün de sergilemiyor mu !

Dünyada bugün artık dış kaynaklı işgâllerin, doğrudan müdahele ile değil,  kişi kişi "mankurt"laştırdıkları, zihin dünyaları işgâl edilmiş, kültür tarlalarına yabancı ot ekilmiş yoz bireylerle gerçekleştirilmeye çalışıldığına şahit olmaktayız...

Dünyaya tahakküm etmek, hakimiyet kurmak, (hem de direnme ile karşılaşmaksızın) teknolojik ve maddî gücü ele geçirmiş bugünkü emperyal devletlerin temel siyâseti ve metodolojileri değil mi ?

Bunun, uzun bir zamana yayarak; içten içe yahut içerden içeriye dönüştürme, köklerinden kopartma,  "tektip"leştirme, hâkim küresel popüler-yoz kültürü dünyaya cârî kılma ve kadîm toplumları  (farkına vardırmadan, sinsice)  "değiştirme" amacına matuf olduğunu anlamak içün, sosyoloji yahut sosyal-psikoloji eğitimi almış olmaya gerek var mı !

Yâ'ni, bir çeşit başkalaşım/metamorfoz yolu ile toplumları dönüştürme işlemi hegemonik güçlerin ana hedefi ...

Zihin ve kültür işgalcisi olan hegemonların haz ve arzular dünyasına hitap ettiklerini, kendi ömrümüzün bile on yıllık zaman dilimlerinde görmüyor muyuz ?

Elbette, görüyoruz !...

Münevverlerin direnerek değişmek, kanıksamak dedikleri böyle bir şey olsa gerek !

Yoz kültürle hemhâl mi olacağız peki !
★★★
Rahmetli Prof.Dr. Erol Güngör'ün milli kültürün tesisinde münevverlerin rolü ve sorumluluğu ve niteliğine dair olarak diyorki:
"... milli kültür bilinci taşıyan Aydınlara ihtiyaç vardır; Avrupa ülkeleriyle temasın artması sonucunda iki farklı tavır ortaya çıkmıştır. Bu iki tavrın bir ucunu halk, diğer ucunu da birçok aydınımız oluşturmaktadır. İki değişik tavrın en belirgin noktası Aydınların kendi kültürlerinde eksik taraf olarak görgü ve muaşeret ile sanat ve edebiyatı görmesi yani şekli eksikliği, halkın ise teknolojik gelişmeleri önemsemesidir. Bunun sonucu olarak Aydınlarca Türk kültürünün fazla bir önemi yoktur. Bu değerleri korumak veya yaşatmak, geliştirmek, yeni yaratmalar için malzeme olarak kullanmak gibi endişeler olmamıştır. Yerli kültürün değerleri ancak yabancılar tarafından takdir edilir ve anılır olunca Türk aydını için değerli olmuştur. Türk halkı ise yerli kültürden şikayetçi değildir. Ancak halkın kültürü taşıması, bütünleşmiş bir milli kültür oluşturulması için yeterli değildir. Burada görev aydınlara düşmektedir." (1)

"Ülkemizde de görüldüğü gibi az gelişmiş ülkeler ihtiyaç duyduğu aydın kadrosunu  dolduramadığı için bunları çalıştırmaya mecbur kalır" (2). 

'Geri kalmış ülkelerin kalkınmaları bu aydın tipinin sultasının yıkılmasına bağlıdır. Çünkü geri kalmış cemiyetlerin en önemli vasıflarından biri de modern cemiyetlerin ihtiyacı seviyesinde yetişmiş elemanlardan mahrum oluşudur" (2).

".....Bir başka aydın tipi geri kalmış aydındır. Bu aydın tipi ileri ülkelerle kıyas edilirse, toplumdaki rolünü ifa edebilmesi için gereken birçok yetenekten, bilgiden ve kendi eksikliklerini hakkıyla anlayabilecek bir zihin seviyesinden mahrumdur. O cehaletle bilgi arasındaki yolun yarısında kalmıştır. Edindiği yarım bilgiler yüzünden çok defa yanlış muhakeme yürütür. Fakat iptidai cemiyetlerde edindiği diplomalarla yüksek mevkiler işgal eder. Kendi seviyesini okumamış kalabalıkla mukayese ettiğinde rahat ve huzurludur. Fakat mukayese standardı değiştiğinde yani gerçek aydınlarla karşılaştığında alt üst olur." (2)
★★★
Rahmetli Doç.Dr. Nurettin Topçu "Yarinki Türkiye" kitabında "Millî Kültürümüz ve Garplılaşma Meselesi" bahsinde bir buçuk asırdan beri dönüşüm hamlelerinden yola çıkarak; 
"...Zira garplılaşma hareketlerimizde millî kültürden sıyrılma hamleleri aşikâr görülüyor. (...)Millî kültürden sıyrılarak garbın medeniyet ve kültürüne teslim olma yolunda kullanılan yegâne metot ise, garbın taklidi olmuştur.(...)Garp düşücesi Pozitivizmi ortaya koydu; biz hemen, dokunduğundan başkasına inanmayan körler gibi pozitivist oluverdik.(....)Kendi kültürünü garbı taklit hevesiyle küçümseyerek, şahsiyetinden parça parça koparıp atan, bu yönüyle büyük millet değildir. Onun, anlayışsız ve kâfi olgunluktan mahrum münevverleri bu hatâyı işlemişlerdir....madem ki garbın medeniyetini aldık, kültürünü de beraber alacağız, medeniyetle kültür bir bütündür, birbirinden ayrılmaz"  Topçu bu hususta metodoloji için ise: "Kendi mâzimizin, kendi kaynaklarımızın mahsulü olan kültürü, garbın ve bütün insanlığın büyük eseri olan metodlarla yuğuracağız. Buğdayı kendi tarlamızda yetiştireceğiz. Bu eser bizim olacaktır."(3) diyerek reçeteyi sunmaktadır.
★★★
Ya tedbirler alınacak... kadîm kültür ile zihin dünyası inşâ ve ihyâ edilerek,  yozlaşmaya fırsat verilmeyecek ! 
Ki bunun; devlete, eğitim kurumlarına, eğitim ve kültür politikalarını plânlayan, belirleyen ve uygulayanlara, eğitimcilere, aileye, bizlere  önemli sorumluluk yüklediğini her akl-ı selim sahibi birey bilir;  bu çerçevedeki yaklaşım ve uygulamalar ile, evrensel düşünürken kadîm kültürle köprüleri atmayan, bize ait zihin dünyasından kopmadan  şahsiyyet kazanmış  nesiller mevcudun yerine gelecek..

Yahut zihni işgal edilmiş ve kültürü istilâ altında olan gelecek nesiller ayrık otu gibi kültür tarlamızı bürüyecek ki, işte o vakit geçmiş olsun...

_________
Alıntılar için Kaynaklar:
1)Güngör, E. (1997). Dünden bugünden, tarih, kültür ve milliyetçilik. İstanbul: Ötüken Yayınları.
2)Güngör, E. (1996). Sosyal meseleler ve aydınlar. İstanbul: Ötüken Yayınları.  
3)Topçu, N. (1999). Yarınki Türkiye. Dergâh Yayınları. 5.baskı.

4 Haziran 2021 Cuma

Vah vah...!

Kimin işi karışık
Hile hurda bulaşık
İblis ile barışık
Hayatı hep dolaşık
★★★
Kimki mütevekkildir
Meded semâdan gelir
Talep 'Müstecâb'dandır
Gafil nefsinden bilir
★★★
Kimki varlıklarıyla
Övünür durur vah vah
Toprak denilen var ya
Kibri hiç örtmez billah(1)
★★★
Tevhidin anahtarı
Fukaralıkda idi
Kâinâtın Seyyidi
"El-Fakru Fahrî" (2) dedi
__________
1)Allah Teâlâ Hazretleri şöyle dedi: "Büyüklük ridamdır, izzet de izarımdır. Kim bu iki şeyde benimle niza ederse ona azap  veririm." (Müslim, Birr 136; Ebu Davud, Libas 29)

2)Hz. Muhammed'in "Ben fakrimle iftihar ederim" diyerek işaret buyurdukları "fakr", fiil, sıfat ve vücudu kendine zerre kadar mal ve izafe etmeden, sahibine yâni Hakka isnad etme sonucu doğan gerçek "fakr"dır.

2 Haziran 2021 Çarşamba

Benden demesi...

O ki hem zalim cahil
Dostu artık azazil
Olur esfele dahil
Yazık olur billahi

Nifâkla hemhâl olan
Fücurât ile dolan
İşi hem talan yalan
Tard olur hem billahi

Zaman denilen pazar
Hesabı tutar yazar
Kimdir çürük mal satar
Bilmesi zor billahi

Kimin var bal kovanı
Kimdir ada tavşanı(*)
Yok yere bulaşanı
İzlemeli billahi

Kılı kırk yarmak içün
Kıl testeresi gerek
Odunu bölmek içün
Baltacı var billahi

Kimki tutar sözünü
Sakınırmış özünü
Kapatmaz hiç gözünü
Emin olur billahi

Tam isabetle vuran
Ok gibi doğru olan
O ki hoşnut olunan
Bulması zor billahi

Ne çok lâf ettik yine
Neme gerek diyene
Yalpalayıp gidene
Tarif gerek billahi
__________
(*)Derlerki; münâfık, ada tavşanı gibidir. Yuvasının yedi deliği var. Gâh birinden kafayı çıkarır, gâh diğerinden, sen altı deliğin başında  beklersin, o yedinciden çıkar !

1 Haziran 2021 Salı

Pazar tezgâhı: kabak, kelek, bostan...

Tezgâhın önüne konmuş mostranın
Ardı çürük çarık mı, eğil bak ağam

Eline aldığın her bir bostanın
Hepsi de olgun olmazki ağam

Hamı da var, çürüğü keleği de
Bunlar sofraya konur mu ağam

Bu pazarda kırk yıl tezgâhlar açanın
İşini gözle ki tanıyasın çağam

Sinekten yağ çıkaran satıcıları
İyi izle, iyi süz, aldanma çağam

Alış veriş yaptığın satıcıların (!)
Dediğine değil yaptığına bak çağam

Alırken fazla satarken kıt tartanın
Ölçüsüne güvenip inanma çağam

Hele yüze dost davranan çapulcuları
Arpası kesilince görürsün çağam
________
Çağa: Çocuk, oğul, evlat.