Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

16 Mayıs 2024 Perşembe

Mesnevi'den hikâye: Debbağ ıtriyat dükkânına girerse...

Güzel koku (ıtrıyyât) satanlar çarşısına varan birinin aklı başından gitti; iki büklüm oldu. Kerim ve cömert koku satıcılardan gelen ıtır kokusu, başını döndürdü, yere düştü! O, kendinden bihaber, gün ortasında, yol uğrağına bir leş gibi yıkıldı, kaldı. Derhal halk, başına toplandı. Herkes “Lâhavle…” çekmekte, derdine derman aramaktaydı. Birisi, eliyle kalbini yokluyor, öbürü yüzüne gülsuyu serpiyordu. Bilmiyordu ki o alanda onun başına ne geldiyse gülsuyundan geldi. Birisi bileklerini, başını ovuyor; öbürüsü harareti düşsün diye samanlı ıslak balçık getiriyordu. Biri ödağacıyla şekeri karıştırıp tütsülüyor, başka biri elbisesinin bir kısmını soyup üstündekileri hafifletiyordu. Birisi nasıl atıyor diye nabzını yokluyor, öbürü ağzını kokluyordu. Şarap mı içti, esrar mı, yoksa afyon mu yuttu, anlamak istiyordu. Halk, onun neden bayıldığını anlayamamış, şaşırıp kalmıştı.

Falan adam feşman yerde perişan bir halde düşüp kaldı diye derhal akrabalarına haber gönderdiler. Neden bayıldı, ne oldu da leğeni damdan düştü? Kimse bilmiyordu!

O iriyarı debbağın (dericinin) bilgili ve anlayışlı bir erkek kardeşi vardı; hemencecik koşa koşa geldi. Yenine biraz köpek pisliği almıştı; halkı aralayıp, kardeşinin yanına sokuldu.

“Ben, neden hastalandı biliyorum” dedi… “Hastalık teşhis edildi, sebebi bilindi mi tedavisi kolaydır. Sebebi bilinmezse tedavisi güçleşir… Hangi ilaç iyi gelecek? Yüz türlü ihtimal vardır. Fakat sebebi bilindi mi iş kolaylaşır. Sebeplerini bilmek, bilgisizliği giderir.”

Adam kendi kendine, “Onun iliğine, damarına kat kat köpek pisliği sinmiştir. Rızkını elde etmek için her gün, akşamlara kadar pisliğe gömülmüş, tabaklığa gark olmuştur.” dedi.

Calinus(Galenos) da öyle demiştir: “Hastaya, neye alışkınsa onu ver! Aykırı olan şeylerden zahmet çeker; onun için hastalığının ilacını da alıştığı şeylerde ara!”

Bu adam, köpek tersi taşımaktan pislik böceği gibi olmuştur. Pislik böceğine gülsuyundan baygınlık gelir. Bu sebeple onun ilâcı yine köpek pisliğidir… Çünkü ona alışmış, onu huy edinmiştir.

“Pisler, pislerindir” âyetini oku da bu sözün önünü, sonunu anla!

Öğütçüler, nasihat edenler, pis kişiyi, ona bir kapı açılması, iyileşmesi için amberle, gülsuyu ile tedavi etmek isterler! Fakat ey inanılır, itimat edilir kişiler, pislere temiz şeyler lâyık değildir ki!

Onlar, vahyin güzel kokusuyla eğrilmişler, sapıtmışlardır da “Siz bize uğursuzsunuz; biz, sizin yüzünüzden kötülüğe uğradık” diye feryada başlamışlardır. “Bu söz, bize zahmet veriyor, bu sözden hastalanıyoruz… Sizin vâ’zınız iyi değil, bize iyi gelmiyor. Eğer yine susmaz da nasihata başlarsanız derhal sizi taşlarız. Biz, oyunla, abes ve saçma şeylerle semirmişiz… Öğüte hiç alışmamışız! Bizim gıdamız yalandır, asılsız lâftır, saçma sapan sözlerdir… Sizin bildirdiğiniz şeyler, midemizi bozuyor. Siz bu sözlerle hastalığımızı yüzlerce defa artırıyor, akla ilâç olarak afyon veriyorsunuz” demişlerdir.

Delikanlı, kardeşine yapacağı ilâcı kimse görmesin diye halkı uzaklaştırdı. Gizli bir şeyler söyler gibi ağzını kulağına, avucunu da burnuna götürdü. Köpek pisliğini avucuna sürmüştü…

Avucunu koklatır koklatmaz adam, deprenmeye başladı. Halk, bu pek mühim bir afsun dediler… Afsunu okuyup kulağına üfürdü… Adam adeta ölmüştü, afsun imdadına yetişti!

Mayası bozuk, kötü kişilerin harekete gelmesi, canlanması da (gıybet), zina, göz süzme, kaş oynatma (haram el uzatm ve yeme benzeri gibi kötü ahlâk) tarafında olur.

Kime öğüt miski fayda vermezse muhakkak o, kötü kokulara alışmıştır.(1)

Edebiyatımızda doğaya, ağaç ve çiçeklere felsefi derinlikler yüklenmiştir; "servi vahdeti; gül de kesreti temsil ettiği için "serv-i gül endam" gibi sözlerle, aslında kesret altında gizlenen vahdet anlatılmak istenmiştir." (2)

Yine "Gül ruhu, Bülbül gönlü, Nergis sağ duyuyu, Meltem nefsi, Servi doğruluğu, Irmak saflığı, Diken kin ve kibri..." temsil ederler.(3)

İşte bu ruhanî bakış ve zevk ile, Ümmî Sinan'ın dediği gibi onların dünya ile ticareti gül gibidir, gül iledir: 

"gül alırlar gül satarlar
gülden terazi tutarlar
gülü gül ile tartarlar
çarşı pazarı güldür gül"

Aziz Mahmud Hüdâyî derki:

"Ehl-i zâhir gaflet ile Hakk’ı kor dünyâ arar
Benzer ol debbâğa kim ol kelb murdârın arar"

Elhak ne doğru kelâm, derici işlemek için ölü köpek leşi arar durur, tabaklayacağı deriyi beleşe getirmek içün...o debbağ leşin kokusuna da alışmış ve belki tiryakisi olmuştur, güzel koku (övülmüş ahlâk) ise muhakkak onu bozar(!) 

Konformist ben ve bencillik debbağlığa eştir, seyreyle bir gün ayine-i devran sana da gösterir debbağın ahvâlini, gel debbağa özenme ey can, gül yetiştiren âdem ol, bilir misin gül ağacı altında soluklananların teri de nefesi de gül kokarmış, yoksa duymadın mı, vesselâm...

___________

Kaynaklar: 

(1)Mevlâna Celaleddin, Mesnevi-i Şerif.
(2)Kurnaz, C. "Gül", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, cilt: 14, s. 220 Ankara 1996.
(3)Özkan, M., "Gül", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, cilt:14 sayfa:222-223, Ankara 1996.

10 Mayıs 2024 Cuma

Bir şarkı ve hikâyesi: Duydumki unutmuşsun gözlerimin tengini...


1972 yılında Yarken’te bir arkadaşı sevdiği kız için bir şiir yazmasını rica eder. Turgut Yarkent:

"Peki nasıldır bu kız, gözleri ne renk mesela” diye soruyor.

Arkadaşı “Unuttum” diyor. Arkadaşı birkaç gün sonra karşılaştığında şiiri sorunca;

“Peki! Kızın göz veya saç rengini hatırladın mı?” Sorusuna yine yanıt vermeyince:

“Yakında hazırlarım merak etme” diyor.

Şair ne yazacağını düşünüyor ve sonunda kızın ağzından arkadaşına hitap edercesine şiiri yazıyor.

Yazdığı şiiri Muhayyerkürdî makamında Selahattin Altınbaş besteledi. Milliyet gazetesinin 1977'de açmış olduğu "Yılın Sevilen Şarkıları" yarışmasında "Duydum ki unutmuşsun gözlerimin rengini" eseri ödül aldı.


Makam: Muhayyerkürdî
Bestekâr: Selahattin Altınbaş
Güftekâr: Turgut Yarkent
Usül: Semai

Duydum ki unutmuşsun gözlerimin rengini
Yazık olmuş o gözlerden sana akan yaşlara
Bir zamanlar sevginle ateşlenen başımı
Dizlerinin yerine dayasaydım taşlara

Hani bendim yedi renk hani tende can idim
Hani gündüz hayalin geceler rüyan idim
Demekki senin için aşk değil yalan idim
Acırım heder olan o en güzel yıllara

(Kaynak: Suat Yener; Şarkıların Gözyaşları S:263, Altın Koza Yayınları)


9 Mayıs 2024 Perşembe

Kırk yamalı bohça gibi...


Ömrün tesbih, günlerin de tanesi
Her tanede ömrünü tüketirsin
Başı da en sonu da  imamesi
Bir bir çekerek en sona varırsın

Tane doksandokuz, bir de imame
Ömür, ipekten ibrişime dizilir
Tesbihini dizme çürük ipliğe
Eğer ip koparsa hepsi saçılır

Kırk yamalı bohça, olmayasın ha
Bir ip çekilir de kırkı dökülür
Daha kırkın çıkmadan sakın kırkılma
Takke düşer ise kelin görünür

Ömrü bataklıkta telef edenler
Dağılır, hayat ipi koptuğu gün
Dikiş tutmaz yamaya güvenenler
Cavlak kalır ayna tutulduğu gün

8 Mayıs 2024 Çarşamba

Çevir kazı yanmasın...

 

Bindik fındık kabuğundan kayığa
Çıktık mehtaba seyre, safaya
Küreklere asıldık vardık engin deryaya..
Kafalar hoş, martılar neşeli, yakamozlar ışıl ışıl...
Hayat beleş...
Bir de şarkı tutturduk:
"Aheste çek kürekleri mehtap uyanmasın..." diyerek saldık avazeyi her yana !

Zevk ü safamızı duymayan, avaz ve ahengimize uyanmayan kalmamıştır dedik amma peki ya Mehtap...onu uyandırmayacaktık !

Dedi dümenci hemen:
Eğer mehtap uyanırsa boş ver takma kafana...
"Çevir kazı yanmasın", de sen bana
Duyuralım kazın yanmadığını duymayana !
Üç maymun da azaldı mı toplumda acaba ?

Görmedim duymadım bilmiyorum diyecek yalancı şahit, götürene fener tutan, şakşakcı ve yağcılar var mı halen ?...

Bir zamanlar deve kuşları saklanmak için kafasını kuma gömerdi...

Gerçi, kumu da bitirdi ya aç gözlüler...

Kum da biter mi demeyin...

Biter !

Yazık, deve kuşları şimdi kafayı nereye gömecekler...

Kafayı gömmüştüm görmedim de diyemeyecekler...
Deve kuşları da uyandı, mehtap da !

Maymunlar da gözünü açtı...

Yanmış kazı çevirerek "çevir kazı yanmasın" diyerek nefes tüketme, boşa yorulma ey ehl-i safa !

7 Mayıs 2024 Salı

Köksüzlük ve riyâkârlık...

Köksüzlük kurumayı getirir, kökü zayıf ağaç çelimsizleşir, yaprakları azalır, çiçek ve meyve veremez, neticede odun hükmüyle yüzleşir.

Kendi millî ve manevî köklerinden beslenmeyen toplumlar da öyle...kendi kültürüne, kendi fıtratına, özbenliğine yabancılaşmış birey her halükârda kaybeder.

Tıpkı kökü kendi toprağının derinliklerinde olmayan hatta kökü dışarda ağaç gibi...

İnsan ya bir yere aittir ya değildir. Hiç bir yere ait olmamak köksüzlüktür. Aitmiş gibi görünmek ise riyâkârlıktır. Bu sığlık, sefillik ve özenti meziyet olarak sunulsa da, değerlerin içten içe reddiyesidir, tükenişidir. Hiçbir yere ait olmayanlar gerçekte köksüzlüğü hayat tarzı olarak benimsemiş olanlardır, bunlar sadece -mış gibi görünürler.

Mâzideki köklerinden beslenmeyen toplumlarda yaygınlaşan öze yabancı, sekülerleşmiş "miş gibi" riyâkarlığı ve şekilcilik, görgüsüzlük, kültürsüzlük, olsa olsa naylon/yapay ağaç gibi olur, belki gösterişlidir amma meyvesiz, gölgesiz ve köksüz...

Hani Ziyâ Paşa der ya:

"Bed-as­la necâbet mi ve­rir hîç üni­for­ma
Zerdûz pa­lan vur­san eşek yi­ne eşek­tir."

Yahyâ Kemâl Beyatlı "Koca Mustâpaşa" şiirinde bu mevzuyu çok güzel işler ki, o şiirinden bir bölümü şöyle:

"...

Bu geniş ülkede, binlerce lâtîf illerde,
Nice yıl, cedlerimiz kökleşerek bir yerde,
Mânevî varlığının resmini çizmiş havaya.
-Ki bugün karşılaşan benzetiyor rü'yâya.-
Kopmuşuz bizler o öz varlık olan manzaradan.
Bahseder gerçi duyanlar bir onulmaz yaradan;
Derler: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük;
Budur âlemde hudutsuz ve hazîn öksüzlük.
Sızlatır bâzı saatler dayanılmaz bir acı,
Kökü toprakta kalıp kendi kesilmiş ağacı.
Rûh arar başka tesellî her esen rüzgârda.

Ne yazık! Doğmuyoruz şimdi o topraklarda! "

Unutmamamız gereken, kadim millet ve medeniyetimiz için âtî; içi boşaltılmış, öz kültüründen nasiplenmemiş, dünyevîleşmiş, millî ve manevî değerler manzumesini "miş gibi" yaşayan ve bunlar üzerinden geçinmek ve menfaat sağlamak düşüncesinde olan, gösteriş yarışında nesillere teslim ve emanet edilemeyecek kadar kıymetlidir.

Bu hususa neşter vuran bir söz ile mim koyalım:

Yahyâ Kemâl Beyatlı’yı, gelenek ve millî kültür değerlerine bağlılığı dolayısı ile döneminin bir şâiri  “Harâbîsin, harâbâtîsin” diye tenkit eder. Yahyâ Kemâl'in, köksüzlüğe bir şamar gibi inen cevabı müthiştir, derki; “Ne harâbîyim, ne harâbâtîyim kökü mâzîde olan âtîyim(gelecek)”.

ne vakit geldik bu hâle
medenî insandan bedevîye
ne vakit dönüştük, niye ?
mamur bir evden kulübeye

Kültürü; ekmediği yerden biçmekle, medeniyeti köksüz batıdan devşirmekle anca yozlaşılır, işte o zaman sireti insan olanı mumla ararız, vesselâm...

6 Mayıs 2024 Pazartesi

Kaplumbağanın hesabı ve risk analizi !

Kaplumbağaya sormuşlar:

-Şu karşı köyü görüyor musun?

-Evet, demiş kaplumbağa.

-Ne kadar sürede gidebilirsin oraya ?

Kaplumbağa başlamış düşünmeye, epey bir zaman geçmiş, cevap gecikince tekrar sormuşlar soruyu:

-N'oldu, bir fikrin mi yok ?

-Hayır, hayır, tâ burdan oraya yolu düşündüm, güzergâhı gözden geçirdim, yokuşu, inişi var; yağmuru, çamuru var; yorulunca mola vermesi, dinlenmesi var...

-Eeee ?

-İşte bunları hesapladım, taş patlasa altı günde giderim !

-Peki, biz seni karşı köyde altı gün sonra karşılayacağız, der ayrılırlar...

Altıncı gün kaplumbağayı karşı köyde bekleyenlerin gözleri yollarda...yedinci gün, sekizinci gün...onuncu gün ! 

Meraklanmaya başlarlar, kaplumbağayı aramak için düşerler yola...yarı yolda kaplumbağayı ters dönmüş vaziyette doğrulmaya çalışıyorken bulurlar...

-Çok merak ettirdin, altı gün diye hesaplamamış mıydın, neden vaktinde gelmedin ?

Kaplumbağa kan ter içinde ve yorgundur, zar zor konuşmaya çalışır, derki:

-Yolu düşündüm, güzergâhı gözden geçirdim, yokuşu, inişi var, yağmuru çamuru var, yorulunca mola vermesi dinlenmesi var diye hesap ettim de, kötü insanları hesaba katmamışım...halimi gördünüz, yolda rastladığım kötü insanlar beni ters  çevirince söz verdiğim vakitte varamadım !

Hedef seçimi ve risk analizi hesaplarını iyi yapamayanlar, risk almaktan korkanlar hedeflerine hiç (ya da zamanında) varamazlar !

Habil de var Kabil de etrafta...Her ayrıntıyı hesaplayıp Kabil'i hesaba katmayanlar yol alamaz, yarı yolda kalırlar...

Bir söz var hani:"Akıllı düşünene kadar deli köprüyü geçer"

Bundan dolayı eğer akıllı ihtimalleri gözden geçirirken riskleri de dikkate alır ve risklere karşı alternatif plânları yaparsa işte o zaman hedef ufukta beklemektedir !

Suya sabuna dokunmayan, etliye sütlüye karışmayan, elini sıcaktan soğuğa sokmayan, hayat felsefesi bana dokunmayan yılan bin yaşasın olan, sahtekâr/dolandırıcı/namussuzlar kadar bile cesur olamayan, korkak, neme lâzımcı namuslu ve iyi (lerdeniz diye sefa süren)lerin tek gayeleri kendileri olunca, kötüler çoğalır, kötülük yaygınlaşır ve salgın onların da mekânına bir gün mutlaka uğrar, amma geçmiş ola !

Ve; korkaklar iyi insan(!) olsa da hedefe varamaz,  asla muzaffer olamaz, zafer kazanamazlar ne dünyada ne ukbâda...

Aman efendim, sizin rahatınız bozulmasın,  keyfiniz kaçmasın, çıkar hesaplarınızı yapın, işinize yarayacak herkes ile, hatta kabil tiynetliler ve kurnaz tilkilerle, yaşayan ölülerle, zamanın ruhuna uygun aynı ligde oynadığınız ham/avam/eşraf yahut ekâbirlerle siz sefanızı sürün, taht/baht hesapları yapın; risk almayın...zalimle, kötülerle, ahlâksızlıkla başkaları mücadele eder nasılsa, değil mi?


Rast gele !

5 Mayıs 2024 Pazar

Bir deyiş ve bestesi: Neler gördüm neler Hay Hak...


Neler gördüm neler Hay Hak şu yeryüzünde
Kuzu belli değil yar yar kurt belli değil
Sahte gözyaşları akar gözünden
Acı belli değil yar yar yaş belli değil

Doğrular karışmış ya Hak, yalancı şahit
Diyen belli değil yar yar duyan belli değil
Kurtlara özenmiş bir çok uyuz it
Yiğit belli değil yar yar it belli değil

Dili başka söyler ya Hak gözleri başka
Sıfat belli değil yar yar öz belli değil
Heveslenir durur kâmil olmaya
Niyet belli değil yar yar hırs belli değil

Dilimiz hak söyler Hay Hay, arifler bilir
Niyetimiz halis yar yar sözümüz Baki
Tâ ebede kadar bizim ahdimiz
Niyetimiz belli yar yar sözümüz Haktır



4 Mayıs 2024 Cumartesi

Kazanan mı akıllı, kaybeden mi ahmak ?

Bu dünyada; hep kazandığını zanneden, fani olduğunu ve kaybettiğini ise ancak ölüm esnasında anlayan ahmaklar da var; fani dünyada kaybettiği zannedilen hakikatte ise kazandığı vakti gelince görülecek olan akıllılar da var !

Akıllı, bir bekâ buluş umar bu dünyadan, der Yahyâ Kemâl:

"Fânîlik ortasında yüzen sâdedil beşer Herhangi bir şekilde umar bir bekā buluş"

Kazanan(!)ların iflasını dünya gözü ile görmek isteyen varsa, bir zahmet buyurup kabristana yollarını düşürsün de, ömrünü o vesikaları doldurmak için tüketmiş olanların, başucundaki iflas vesikalarını okusun...Hâk ile yeksan olmuş ünlü, şanlı, ekâbir ve eşrafın defter-i kebir sayfalarını karıştırsın...ve sonra başını iki eli arasına alıp kendini onların yerine koysun !

Akıllılar; dünyayı, başının üzerine konmuş ve her an uçup gidecekmiş gibi olan ürkek bir serçe gibi algıladıklarından, hakikat penceresinden giren hikmet hüzmeleri ile aydınlanır, hakikate eyvallah derler...ahmaklar ise o kuşu yakalayıp yemek için hesap kitap ile meşgul olurlar...

Pir Sultan Abdal derki:" Sanma bu dünyâda bâkî kalırsın"

"Ey bu fani dünyada baki kalacağını sanan kiş, burdaki kazancın buraya ait, bırakıp gideceksin bir gün... cem'i cümlenin dünyaya çıplak gelip çıplak gittiğini gör de akıllılarla saf tut, ahmaklık etme"

Ömer Hayyam der ya: 
“Niceleri geldi, neler istediler. Sonunda dünyayı bırakıp gittiler. Sen hiç gitmeyecek gibisin, değil mi? O gidenler de hep senin gibiydiler. Bu dünya kimseye kalmaz bilesin. Ergeç kuyusunu kazar herkesin.Tut ki, Nuh kadar yaşadın zorbela. Sonunda yok olacak sen değil misin?"

Malumunuz Nuh (a.s.)  900 seneden fazla bir ömre sahipmiş !

Ey Âdem:
Sen ezelden atılmış bir ok gibisin. Ezelden ebede yolculuk edensin. Unutma sen dünyaya gelip geçen bir misafirsin...
Ya bu lakırdıya gülüp geçersin, ya tüm benliğinle iman edersin, yahut o gün gelince ne kadar ahmakmışım dersin...

Yahyâ Kemâl derki:
"Bir bahar yağmuru yağmış da açılmış havayı.
Hisseden kimse hakîkat sanıyor hülyâyı.
Ahiret öyle yakın seyredilen manzarada,
O kadar komşu ki dünyâya duvar yok arada,
Geçer insan bir adım atsa birinden birine..."

3 Mayıs 2024 Cuma

Adâlet nizâm-ı âlemin esasıdır...

Dünya iki kapılı bir handır, bir kapıdan girilir ötekinden çıkılır, kimki burda cürüm işler, yolu evvel/âhir, dünyada ve/veya ahirette mutlaka düşecektir adliyeye...

Zulüm karanlığı adâlet güneşi doğuncaya kadar sürebilir !
Klasik dönem edebiyatçıları, bazı divân şâirlerimiz, adâlete dair beyitlerinde demişlerki:

"Sen heman cümle umûrunda adâlet eyle Gayriye müşkil olan sana olur emr-i yesîr"
 (Nef’î).

"Bakılırsa adl-i mutlak hükmünü icrâ eder her an
Vukūâtın heman rûz-ı cezâdan farkı var yoktur" 
(Hersekli Ârif Hikmet).

"Kenâr-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu
Gelir de adl-i ilâhî sorar Ömer’den onu" (Mehmet Âkif Ersoy).

"Revīş-i ‘adldedir mertebe-i kurb u kabūl
Adlsiz hākime da‘vā-yı hükümet ne revā"
(Fuzûlî)

"Adl bir makbul tā ‘attir ki kalmaz ecrsiz
‘Ādilin elbette kadrin arttırır Perverdigār"(Fuzûlî)

"Adldür asl-ı nizâm-ı âlem
Adlsüz saltanat olmaz muhkem" 
(Nâbî)

"Gitti âdil beyler kalan avamdır"
(Pir Sultan Abdal).

Divan şâiri Nâbî yukarıdaki beytinde demiş ya: "adâlet, âlemin nizâmının esasıdır ve adâletsiz saltanatın yeri sağlam olamaz".

Evet; asâleti ve adâleti olmayan insana itibar edilmez...itibâr edildiği durumlarda ise mülkün temeli yıkılır, âlemin nizâmı bozulur...

Nizâm-ı âlemde her iş adâlet üzere yürür, hak ve müstehâklığın şartları belli ve kanunu câridir...

İnsan olana gerektir ki; hakkı ayakta tuta,  âdilâne hareket ede, kelâmı ve fiili adâlete muvafık ola,  kararları ve taksimatı âdilâne ola...

Nitekim bir âyette (Mâide sûresi, 8) buyurulur: " Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun; bu, takvâya daha uygundur. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır."

Adâletin gözardı edildiği toplumlarda huzursuzluk, zulüm, kargaşa ve kötü ahlâk hızla yaygınlaşır...hüküm haklı olana göre değil güçlü olana göre verilir.

Ancak adâleti ayakta tutan insanların etkili ve yetkili olduğu toplumlarda medeniyyet inkişâf eder, huzur temin edilir, ölçü ve tartıya hak ve hukuka riâyet edilir, kurt ile kuzu dostça geçinir !

Hülasa-i kelâm; adâleti ayakta tutmak, âdil olmak "farz-ı ayın"dır, er kişi değil herkişi her türlü iş ve işlemlerde, muamelâtta adâlete riâyet etmek mecburiyetindedir, vesselâm !

2 Mayıs 2024 Perşembe

Beyaz atlılar ve bitliler...

Ne yazıkki yiğitler beyaz atla gittiler
Meydanı boş buldular cirit atan bitliler

Rahvan bilmez dörtnal gitmez şaha kalkmaz merkepler
Bir de atların yerine terfiye hevesliler

Mantar gibi çoğaldı cahil icâzetliler
Kımıl gibi yayıldı muzır tabiatlılar

Hem itibar edildi haramî ve soysuza
Ne hayrı ne hasenâtı olmayana, yolsuza

Mansıp tevdi edilir mi edebsize arsıza
Zırnığın küsürâtı teslim olmaz hırsıza

Adam gibi yiğitler ata binip gittiler
Boşluğu doldurdular kan emici sülükler

1 Mayıs 2024 Çarşamba

Post mu dost mu?

Kimisi post derdinde, kimisi tost
Kimi aslında düşman, görünür dost

Kimi aş derdinde kimisi leş
Birinde alınteri, diğeri beleş

Kimi helâlden kazanır, kimi harami
"O" Latif'ten nasipsizin olmaz keremi

Kimi yal peşinde koşar kelpten farkı yok
Kimi nasip der sabreder, gözü gönlü tok

Rüzgâr gülü gibileri habire yön değişir
Bukalemun gibileri her ortamla uyuşur

Kimi bir gün bilinir tıpkı ehl-i salah gibi
Bir gün istavroz çıkarır tıpkı nasrani gibi

Kimi her sakalı tararmış sanki bir berber
Muktedir değişince olur ona da yaver

Işık saçar kimisi tıpkı kandiller gibi
Kiminin rengi kara, tıpkı zebani gibi

Kimi, menfaati içün düşman ile dost olur
Dün kötülediğine hemen varan yol bulur

Adam gibi yiğitler beyaz atla gittiler
Meydanı boş buldular cirit atan dürzüler