Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

25 Şubat 2023 Cumartesi

Dalkavuk, yalakalık ve el etek öpmek !


Patlıcanın dalkavuğu... 

Padişahın biri, patlıcanı çok severmiş. Ne zaman:
 -Şu patlıcan musakkaya bir türlü doyamıyorum dese, dalkavuğu da; 

-Aman padişahım, siz söyleyince ağzımın suyu akıyor. Akşam olsa da yesek, dermiş.

Padişah imambayıldıdan söz edecek olsa; 
-Padişahım, şu imambayıldıyı icat edenin mekanı cennet olsun, nefis bir yemek. İnsan yemeye doyamıyor, dermiş. 

Padişah; karnıyarıktan, patlıcan dolmasından, kızartmasından, kebabından, patlıcan salatasından, turşusundan ve reçelinden söz ettikçe, dalkavuk da göklere çıkarırmış... 

Gel zaman git zaman, padişah patlıcandan nefret etmiş. Sofraya değil yemeği, salatası, turşusu, tatlısı, patlıcanın (P) harfinin gelmesini bile yasaklamış. 

-Şu patlıcan musakkanın neresini beğenirler de yerler, bir türlü anlamıyorum dediğinde, dalkavuk da padişahın sözünü tamamlarmış 

-Aman padişahım, bu musakkanın yenilmesini yasaklamak lazım... 

Padişah, bir başka gün; 
-Bu insanlara hayret ediyorum. O kadar güzel salata çeşidi varken akşam yemeğinde tutup patlıcan salatası yiyorlar... Anlamak mümkün değil, dediğinde, dalkavuk sözünü kesercesine atılarak eklermiş: 

-Padişahım, bu insanlarda damak zevki diye bir şey yok. En iyisi, patlıcanın yetiştirilmesini yasaklamalı... Adını bile duymaktan nefret ediyorum... 

Bu konuşmaları duyan biri dayanamamış ve padişahın olmadığı ortamda, dalkavuğa sormuş; 

-Yahu! Sen bir zamanlar patlıcanı metheder ve adeta göklere çıkartırdın. Şimdi ise patlıcanı ve yemeklerini kötülüyorsun. Nasıl olur da bu kadar değişebilirsin hayret!.. 
Dalkavuk da hemen yanıtlamış; 

-Bana bak arkadaş... Bana bak... Ben patlıcanın değil, padişahın dalkavuğuyum. Anladın mı?...(*)

(*)Alıntı için: Kaynak

23 Şubat 2023 Perşembe

Üç tüy düştü şeytandan dünyaya...

Bilirsiniz; cambaza bak hikâyesini…Kayıkçı kavgasını…

Toplumlarda cambazlar, sihirbazlar, illüzyonistler, her sakala vurmak içün çokça tarak taşıyanlar, çok tiki-çok yüzü olanlar her devirde toplumun önüne çıkmışlar, yazmışlar-oynamışlar ve seyrettirmişler hatta taraftar bulmuşlar, onların sırtından geçinip gitmişler… 

İptilâ ve fanatizmde olduğu gibi…

Modern çağın toplumlarının boş-beleş işlerle haftalarca oyalanmalarını sağlayan,öğretici vasfı olmayan ve vakit öldüren bilgisayar oyunları veya bazı spor görünümlü oyunlar afyon olarak kullanılmıyor mu bütün dünyada ?...Birileri de milyonları kazanıyor/götürüyor…müptelalar ve fanatiklere de keyfini yaşamak kalıyor…!

Veya bir toplum düşününki; fanatizmi ve müptelalığı körükleyerek, cezbedici söylem ve reklamlar ile pazar oluşturan veya hamasi nutuklar irad ederek ulvi hedefler, kazanılacak kupalar gösterip takım oyuncularının/toplumun sırtından ve emeği üzerinden geçinmeyi meslek edinmiş olanlar olsun, onlar kerevetin baş köşesine kurularak oturmuş, sırça köşk (gibi kibirev) lerinden seyr-i âlem ederek keyf çatmaktalar; pazarlanmış ürünleri kullananlar, forma giymiş takım oyuncuları, top toplayıcılar (maraba, kahya ve ırgatlar) ise o idealize edilmiş hedeflere(!) varmak içün, kupalara/madalyalarla erişmek, level(!) atlamak içün ihlasla ve ihtirasla kan ter içinde canhıraş gece-gündüz demeden koşturmakta, uğraşmakta çalışmakta ve üretme zamanlarını öldürmekteler…

Bir dünya ki; bir yanda; insan hakları, "sahtecilik, fırsatçılık, dolandırıcılık, kibir, adaletsizlik ve kul hakkı, fitne, yalan-dolan, gösteriş, riyâ ve münafıklığın etiğe aykırılığı" gibi kulağa hoş gelen süslü kelâmlar edenler, öte yanda mağdur, mazlum ve masumlar ! İlkinkiler nefslerine hak ve mübah gördüklerini, ya hakkı olan başkaları içün gereksiz görerek ya da onları kendilerine bağımlı ve mecbur hissettirerek, ni'met dağıtımını kamçı gibi kullanmaya, servetlerini katlayarak artırmaya devam etmekteler....

Ve bunlar her devirde varmış mateessüf !

Halbuki, irfân kültürümüze göre ni'meti elinde tutan ve adalet üzre dağıtma pozisyonunda olanların kılı kırk yarması gerekli ve zorunludur, değil mi ?

Kifayetsiz muhterisler şahsi hesaplarına göre canları isteyince Hakk, hukuk, adalet, eşitlik diyerek aldatacak, istemeyince "gak-guk" diyerek  keyfe keder mi davranacaklar ?

Ahlâkî normlara göre, insan önce hak hukuk kavramlarını nefsine uygulayacak, hâl edinecek, hem böyle olunca da lafını etmeye gerek bile kalmayacak değil mi ?

Demeli: “Yeter !” diye…

Evet yeter...

Ey, samimi ve iyi niyetli olarak çırpınan ve insanların huzur, sükûn ve refahı içün gayret edenlerin
sırtından geçinen asalaklar ve ey kifayetsiz muhterisler..
Elitist(!) yaklaşımınız ve tepeden bakma anlayışınızı gizleseniz de cemaziyyel evvelinizi gömemezsiniz...sizi (gizliden gizli varmayı) hesapladığınız yer(ler)e taşımak için insanların sırtında kambur üstüne kambur oluştu, omuzları nasırlaştı…samimi insanların sırtına binmekten, omuzlarına basarak yükselmekten, havadan ve kolay yoldan kazanmaktan, hayal satarak, mavi boncuklar dağıtarak insanı kandırmaktan vaz geçin !
Bir büyüğümüz paylaştığı bir yazıda şöyle diyor:
"........Şeytanla ilgili Dostoyevski’nin çok güzel bir ifadesi aklıma gelmişti.
Dostoyevski’nin tanımlaması şöyleydi:
Şeytan uyuya kaldı bir gün.
Rüzgar sert esti.
Üç tüy düştü şeytandan dünyaya.
Biri paraya yapıştı, diğeri makama öteki de ihtirasa yapıştı,
O günden sonra şeytan hiçbir iş yapmadı."
Ey eşref-i mahlûkat hitabına mazhar insanlar, bu hakikatleri görmezden mi geleceksiniz...

Yoksa hesabîliği terketmeyecek misiniz ?

Yoksa son nefesinizi verip de mezar çukuruna lâşeniz atılınca sizin hesâbîliğinizin yerini Hakk’ın hesap görmesi almayacak mı !?

Yoksa yaptığınız hesaplar, insanların emek ve vakitlerini çalarak edindiğiniz statünüz, servetiniz,  adaletsizlikleriniz, içinizin dışınızdan başkalığı, münafıklığınız sorgulanmayacak mı, karşılığını almayacak mısınız !

Dünya “Sultan Süleyman”a, hazineler “Karun”a, malikhâne ve tac u tahtlar kisralara, firavunlara, nemrudlara, köksüz ve soysuzlara kaldı mı ?

Çürük kökler elbet bir gün kazınır, maskeler nasılsa düşürülür !

İnsan hakları, hak-hukuk-eşitlik gibi ideal değerleri (gizli) çıkar ve ikbâl hesapları için payanda yapan, kerameti kendinden menkûl muteber(!) şahısların, "insani değer"leri dillerine pelesenk etmiş bezirgânların kökünü Allah kazısın, maskeleri düşsün de idealizm ve tevazu-gayret-hizmet kılıfı altında gizledikleri içlerindeki canavarlaşmış egoları faş olsun !

İhlâs gerek ihlâs, yâni samimiyet…göstermelik olanından değil tabiki !

Unutulmaması gereken; bütün arzu ve hevesleri, tadları lezzetleri, hesap-kitabınızı sonlandırıp bitirecek ölüm var ölüm !

İşler bir kez Allah’a havale edilince...! “O” hesapları en hızlı görendir…Hatırlatmalı ki, zerre kadar hayrın ve şerrin de karşılığını vereceğine dair vaadi de var !

Vesselâm...

22 Şubat 2023 Çarşamba

Mevlânâ'dan bir hikâye: Kibir, deve ve fare...

Mevlânâ Celaleddin-i Rumî'nin Mesnevi’sinde geçen bir hikâyede, metaforik olarak fare ve deve üzerinden kibir, höşgörü, sabır ve tevazu konusu ele alınır..."Deve”  metaforu,  güzel  ahlaklı,  sabırlı hoşgörülü ve mütevazı kimseler için, devenin  sakin  tabiatlı  ve  sabırlı  bir  hayvan  olması sebebiyle sembol olarak kullanır, fare ise; kendini başkalarından üstün gören, kendini beğenmiş, kibirli, haddini bilmez kişileri sembolize eder.

Hikâye şöyle...

“Küçücük bir fare kocaman bir devenin yularını tutmuş kurula kurula gidiyordu. Kendi küçüklüğünü görmeden:
- Meğer ben ne müthiş bir pehlivan ne müthiş bir yiğitmişim diye böbürlendi. Gide gide bir nehrin kenarına geldiler. Nehri gören fare, şaşkınlık içinde donup kaldı.

Deve manidar bir şekilde:
- Ey dağda, ovada bana arkadaşlık eden fare! Neden durakladın, neden böyle şaşırıp kaldın? Haydi, yiğitçe nehrin içine gir! Sen benim kılavuzum, öncüm değil misin? Yol ortasında böyle şaşırıp kalmak sana yakışır mı, dedi.

Fare, mahcubiyet içinde kekeleyerek şöyle cevap verdi:
- Arkadaş! Bu pek derin bir su, boğulurum diye korkuyorum.

Deve suyun içine girip:
- Ey kör fare! Su diz boyu, korkmana gerek yok, dedi.

Fare utana sıkıta itirafına devam etti:
- Ey hünerli deve! Nehir sana göre karınca, bize göre de ejderha gibidir. Çünkü dizden dize fark vardır. Benimki gibi yüz tane dizi üst üste koysak, ancak senin bir dizin eder.

Bunun üzerine akıllı deve, ona şu nasihatte bulundu:
- Öyleyse, gurur ve kibre aldanıp da terbiyesizlik etmeye kalkma; haddini bil! Müsamahama kanıp şımarma. Çünkü Allah şımaranları sevmez! Var git; sen kendin gibi farelerle boy ölçüş!

İyiden iyiye gerçeği anlayıp utanan fare:
- Tövbe ettim, pişman oldum. Allah için olsun şu öldürücü, boğucu sudan beni geçir, diye yalvardı.

Deve merhamet edip ona acıdı:
- Haydi! Sıçra da hörgücümün üstüne çık! Sudan geçmek veya başkalarını geçirmek benim işimdir. Zira vazifem senin gibi yüz binlerce âcize hizmet etmektir, dedi ve fareyi nehrin öbür tarafına geçirdi”(*)
Genellikle mevkî ve rütbe, mal-mülk zenginliği, hatta bilgisiyle övünmek, her ortamda kendisine itibar gösterilmesini, sürekli methedilmeyi ve önde olmayı istemek v.b. durumlar bile, benlik dâvâsının/kibirlenmenin sebebi veya tetikleyicisi olmakta, huzurdan şeytan gibi kovulmaya ve "İlâhî Rahmet"ten mahrum kalmaya sebep olabilmektedir...Hele hele; kişi büyüklüğünü ispatlamak için kendini mütevazı gösteriyorsa, işte bu durumda da kişi hem kibirlidir hem de riyâkârlık ediyordur...
★★★
Âyet-i Kerimelerde şöyle buyruluyor:
"Onlar yeryüzünde tevazu içinde yürürler." (Furkan Sûresi, 63)

“Allah kendini beğenen ve böbürlenen kimseleri sevmez." (Hadid Sûresi, 23)

“Kibirlenip insanlardan yüzünü çevirme. Yeryüzünde çalımla yürüme. Çünkü Allah kurulup övünenleri sevmez." (Lukman Sûresi, 18)

"O âhiret yurdunu yeryüzünde kendilerini büyük görmek ve fesat çıkarmak istemeyenlere tahsis ederiz. Son kazanç muttakilerindir." (Kasas Sûresi, 83)

“Allah büyüklük taslayanları sevmez." (Nahl Sûresi, 23)

“Kahrolası insan ne kadar da nankördür! Allah onu hangi şeyden yarattı? Bir nutfeden (meniden). Onu yarattı, ona biçim verdi. Sonra ona yolunu kolaylaştırdı. Sonra onu öldürdü de kabre koydu. Sonra dilediği vakit onu tekrar diriltecektir." (Abese Sûresi, 17-22)

Bir Hadis-i Şerif'de şöyle buyruluyor:
“Çalım satarak elbisesini sürükleyen kimseye Allah Teâlâ, kıyamet gününde rahmet nazarıyla bakmaz." (Müslim, Libas 9)

__________

(*)Mesnevi'den

20 Şubat 2023 Pazartesi

"Mesnevi"den bir hikâye: Hırsız...


Mevlânâ'nın Mesnevisinde anlatılan bir hikâye:

Hırsızın biri, bir bahçeye girer, bir meyve ağacına çıkar; meyveleri düşürmek için dalları silker, meyveler yere dökülürken bahçenin sahibi koşarak ağacın yanına gelir ve adama bağırarak söylenmeye başlar:

- Be hey utanmaz herif, ne yapıyorsun? Kimsin sen? Bütün meyvelerimi yere dökütün, Allah’tan korkmaz mısın sen ? Bahçemi mahvediyorsun.

Ağacı silkmeye devam eden umursamaz bir eda ile bahçe sahibine şöyle cevap verir:

-Ne bağırıyorsun bre adam! Tanrı’nın bahçesinden, Tanrı’nın bir kulunun meyve yemesi neden suç oluyor ?

Bahçenin sahibi:

-Hele aşağı in seninle yerde görüşelim...

Hırsız ağaçtan iner, bahçe sahibi kahyasını çağırır hırsızın elini kolunu bağlar ve bir güzel sopalamaya başlar...

Sopayı yedikçe, canı fena yanan hırsız bağırarak:

-Ne olur yapmayın, etmeyin, günahtır, Allah’tan korkun...

Bahçenin sahibi:

-Bre adam niçin bağırıp çağırmaktasın...Sopa Allah’ın sopası... o sopayla Allah’ın bir kulunun, Allah’ın bir emrini yerine getirmesinin günah neresinde...
Meyve bahçesi sahipleri, kahyası ve işçisi ile alın teri ve emek ile ürünü yetiştirirler de, eğer hırsıza karşı tedbirlerini almaz, gözlerini dört açmazlarsa bahçeyi, ambarı, kileri içerden ya da dışardan boşaltmaya çalışan hırsızlara gün doğar...

Mızrağı çuvala sığdırmaya çalışan, çaldığı minareye kılıf bulma telaşında olan, kurdukları tezgâhlar ile elini sıcaktan soğuğa sokmadan havadan kazanç peşinde olan, emaneti gücü yettiğince tırtıklayan, üstüne varılınca arkasındaki dağlara yaslanmaya, dayılarını devreye sokmaya çalışan içerdeki hırsızlar enselenmez dıştakilere karşı da tedbir alınmazsa, fener tutanlar, göz yumanlar izlenip bulunmazsa olacak olan olur, bal tutan parmaklara bulaşmış balı yalayanların sayısı artar da artar...

Ve hele hele emanet kamu malı ise; kılı kırk yarmak gerekir... aksi durumda harama kıyısından köşesinden yahut tâ özünden bulaşılmış olması işten bile değildir...

Unutulmamalıdırki, her yasal olan etik olmayabilir...

Hz.Ömer'in devlet işini görürken devletin mumunu, şahsi işi olunca şahsına ait mumunu yaktığıni bilmeyen yoktur...

Alev Alatlı'nın dediği gibi "Her yasal hak helâl değildir ve olamaz"...

Vesselâm.

18 Şubat 2023 Cumartesi

Enkazda aranan yitikler...


enkazda;
yitik canlar,
analar babalar evlatlar,
torunlar tombalaklar,

adres ?
cadde, sokak, apartman, daire no?
...
virane, harabe, enkaz, moloz... !

aranıyor;
kayıp çantalar.
gömülü kasalar,
diplomalar,
duvardaki fotoğraflar,
eş dost ve sevgiliden kalan hatıralar...

yitip gitmiş;
çizilmesine kıyılamayan arabalar,
misafir ağırlanan ışıltılı yuvalar,
giymek nasip olmamış esvablar...

bir ışık, bir ses, bir yardım eli
bekliyorlar
enkaz altında olanlar
uzatılan bir el ile hayata tutunacaklar
sıfırdan başlayacaklar
doğdukları ilk günkü gibi...

ve hayat;
mal-mülk, iştihâ
ve hayaller
ve gayeler....
....
"bir varmış bir yokmuş"
demiş diyenler...

bir yanda;
ellerinden öpülesi diger-kâmlar
empati ile yaklaşanlar
tâ ciğerinde acıyı duyanlar
gövdesini yükün altına sokanlar...

diğer yanda;
elini sıcaktan soğuğa sokmayan
sıcak yatağında gailesiz uyuyan
omuz silkip seyre dalanlar...

ve
enkaza gömülesi;
vicdansızlar, hırsızlar,
insanlığını yitirmiş mahluklar...

ve lâkin var;
sağ ve sol omuzda
her şeyi deftere yazan !

16 Şubat 2023 Perşembe

Şehir ve insan...yıkıntı ve moloz


Şehirler insanın ve insanlığın mayalandığı yerlerdir...
Zamanın iyi yönetildiği, vaktin kıymetlendirildiği şehirde insan;
-an denilen zaman dilimini tecelli olarak okumak gerektiğinin,
-aldığı verdiği nefese hapsolmuş hayatın mânâsının,
-ilmin nûr cehâletin zulmet olduğunun,
-alış verişte ölçünün, muamelatta hak ve hukukun, tasarrufta adaletin gözetilmesinin mutlak ve     mecburi olduğunun,
-nakışta nakkaş eserde müessirin varlığını görmenin,
-insanın çevresi çevrenin de insan için yaratılmış emanetler olduğunun
farkındalığının farkındalığına müdriktir.

Şehir demek ilim demek
Şehir demek ticaret demek
Şehir demek adalet demek
Şehir demek eğitim demek
Şehir demek kültür ve medeniyyet demek
Şehir demek san'at demek
Şehir demek şifahane demek
Şehir demek organizasyon demek, vakıf demek, dernek demek
Şehir demek insanın insanlığının mayalandığı mekânlar demek
Şehir demek Devlet demek...
Şehirler yıkılırsa insanlık yıkılır...
Sonra, "Molozlar arasında insan var mı diye aranır !"...
Yıkıntı ve molozlar arasında ilim, kültür, sanat, adalet, ticaret ve sağlık ağır yara alır hatta yıkılır...

İşin ucu dönüp dolaşıp insana, insan kalitesine, insanlık mayasının tutmuş olmasına, nitelikli/niteliksiz: mühendise, müteahite, iş adamına, esnafa, tacire, meslek adamlarına, nervürsüz ve çapı düşük inşaat demiri kullanan inşaat ustasından şantiye şefine ve kontrolöre, yapı denetcisine, imar ve inşaat izni vermiş yerel yöneticiye, eğitimcilere, ehliyet ve liyakata kadar varıyor...!

Değilse insan ve insanlık yıkıntılar arasında aranıyor, insanların arasına karışmış ve sıkışmış molozlar insanı yok ediyor, harab ediyor, mekânlar viraneye şehirler harabeye, sağ kalanlar gurebâya dönüyor !

Ve; bir yandan yer yarılıp içindekini dışa atarken, diğer yandan hırsızı, yağmacısı, talancısı, fırsatçısı, reklâmcısı gibi safraları da iyot gibi açığa çıkarıyor...
Deprem sebebiyle vefat edenlere rahmet yaralılara acil şifâ niyâzı ile...
Tez zamanda aziz millet ve güçlü devletimiz elele verdi, şehirlerimiz inşâ ve ihyâ olacaktır inşâ'Allah...

14 Şubat 2023 Salı

Şems-i Tebrizi diyor ki; insanlar...


Tebrizli Şems'in dediği gibi;

insan korktuğu için değil, 
ya edebinden, 
ya hoş görüp zamana bıraktığından 
veya süre tanıdığından susar kimi zaman !

görmezden gelmek kimi zaman utandırmamak içün, 
kimi zaman yanlışını görmesi adına süre vermek içün, 
ya da Allah'a havale ettiğindendir !

affetmek yüceliği kâmil insana mahsus olan 
"el-Afüv" esmasının tecellisidir,  
"af ederseniz sizin için daha iyidir"(*) tembihâtının gereğidir...

insanı insan olarak görmeye çalışarak, 
hata ve kusurunu görmezden gelmek, 
af yolunu tercih etmek, 
hatta incitmemek ve incinmemek yolunu tercihe rağmen, 
ısrar ve inat varsa; 
işte o zaman (bilerek yumulan göz açılır, dil dönmeye başlar), 
bağı koparılır, ipi çekilir,  
karizması çizilir, statüsü kaybettirilir...
ettiğini bulmak için de yol verilir !

sonrasında, 
ya insan yüzüne çıkamaz duruma gelinir, 
ya başı yerlerde gezinir...

kişi şükredecek insan olarak yaratılmış olmasına, 
kıymetini bilecek insanlığının... 
insanlığı ayak altına alıp;
rezil, alçak sefih, muzil duruma düşürecek fiillere 
girişmeyecek ve kelâmlar etmeyecek !
__________
(*)(Bütün bunlara rağmen) sen af yolunu tut, iyi olanı emret ve cahillerden yüz çevir. (A'râf 199)
Onlar ki; büyük günahlardan ve fuhşiyattan kaçınır, kızdıkları zaman da bağışlarlar. (Şûrâ 37)
Kötülüğün karşılığı, misli ile kötülüktür. Kim de (haksızlığa uğramasına rağmen) affeder ve ıslah ederse, onun mükâfatı Allah’a aittir. Şüphesiz ki O, zalimleri sevmez. (Şûrâ 40)

12 Şubat 2023 Pazar

Deprem gerçeği ve Devlet millet elele...

 

Türk târihi devlet-millet dayanışması örnekleriyle doludur. 

Bu felaket günlerinde tesânüd, yâni karşılıklı bağlılık, birbirine destek ve yardımcı olma hâlini, devletin babalığı ve milletle kaynaştığını gözlemliyoruz...

Devlet-millet elele şiarı ile seferberlik ruhunu yaşıyoruz...

İmtiyazsız ve sınıfsız, genci-yaşlısı, zengini-fakiri, herkesin tesânüd ve kaynaşmasına şahit olduğumuz günler yaşıyoruz... 

Duygu ve düşünce birliği içinde birbirine dayanıp güç birliği içinde olarak birbirinden kuvvet alan milletin fertlerindeki bu dayanışma ruhu ise takdire şayan...

Her kesimden herkes, elinden ne geliyorsa onu azami yapabilmek içün gayret ediyor...

Bu ruh, azîz milletimizin mayasında hep olmuş...

Zor zamanlarda birlik ve dayanışma ruhu içinde tek yürek olarak, ihtiyaç sahiplerine yardım eli uzatarak en kısa sürede ayağa kalkacağız inşâ'Allah...

10 Şubat 2023 Cuma

Gerçek: Bir ömürlük çaba otuz saniyede berhava !

Yer sarsıntısı ile meydana gelmiş mevcut felaketin boyutlarına ve sonrasına bakınca düşünmeden edemiyorsunuz !

Akşam yatıyorsunuz sıcacık yatağınıza,
karnınız tok, sırtınız pek,
sevdikleriniz yanı başınızda,
banka hesabınız ve cüzdanınız şişkin,
yediğiniz önünüzde yiyemediğiniz ardınızda;
ev(ler)iniz, işyeriniz, imalathâneniz, fabrikanız, bağınız ve bahçeniz, çiftliğiniz,
makamınız, mevkiniz, ünvanınız var...

Bir dakikadan az süren bir yer sarsıntısı ile her şey toprakla bir, yer ile yeksan...
(halen hayatta iseniz) herşeyinizi kaybediyorsunuz,
gözleriniz fal taşı gibi açılıyor,
can derdine düşüyorsunuz...

Kaçıyorsunuz. kaçacak yer arıyorsunuz...

Kıyâmet sûresi 7-10. âyetlerde, kıyâmet vakti ile ilgili olarak buyruluyor;
"Göz dehşetle açıldığı, ay tutulduğu, güneşle ay birleştirildiği zaman. İşte o gün insan “Kaçacak yer var mı?” diyecektir."
Hava soğuk, yiyecek içecek yok,
yanınızda cüzdanınız kredi kartınız yok...
hem olsa da alış veriş yapacak yer yok...
Arabanız tuz-buz...
araba sağlam da olsa gidecek yollar yok...
Yardımınıza koşacak kimse yok...
Kimsenin kimseyi görebildiği yok,
herkes kendi derdinde !

İnanoğlunun güvendiği, övündüğü, ya da kibirlendiği her şeyi sıfırlayan deprem felâketi...

İnsanın uğruna bir ömür harcayıp, ince ince hesaplarla kurduğu dünyasını 30 saniyelik bir yer sarsıntısı berhava ediveriyor !

Bir ömürlük çaba otuz saniyede berhava !

Hac sûresi 1.âyette:"Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Çünkü kıyâmetin sarsıntısı gerçekten çok korkunç bir şeydir."

Yine Âl-i İmrân sûresi 185.âyette:"Her nefis ölümü tadacaktır. Yaptıklarınızın karşılığı ancak kıyâmet günü tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konulursa, gerçekten o kurtuluşa ermiştir. İyi bilin ki, bu dünya hayatı, aldatıcı bir faydadan başka bir şey değildir." buyruluyor.

Depremzede kardeşlerimizin Rahmet-i Rahman'a kavuşanlarına rahmet olsun, yaralılara şifa niyâzı ediyoruz, devletimiz ve aziz milletimiz tek yürek olarak birlik beraberlik içerisinde yaraları en kısa sürede saracaktır inşâ'Allah... 


5 Şubat 2023 Pazar

Mesnevi'den hikâye; Kimden kaçıyoruz, kendimizden mi?

Mevlânâ'nın Mesnevisinde hikâye edilir;

Sâf bir adam, bir kuşluk çağında koşa koşa (Hz.)Süleyman’ın adalet sarayına erişti.

Yüzü gamdan sararmış, dudakları morarmıştı. Süleyman, ona
- “Efendi ne oldu?” dedi. O,
- “Azrâil, bana öyle bir hışımla, öyle bir kinle baktı ki…” dedi
Süleyman:
- “Peki, şimdi ne diliyorsan dile bakalım” dedi. O dedi ki: 
-“Ey canları koruyan! Rüzgâra emret;
Beni tâ Hindistan’a götürsün; belki kulunuz oraya gidince canını kurtarır.”

İşte halk fakirlikten böyle korkar. Onun için insanlar hırs, emele lokma olurlar.

Fakirlikten korkmak, tıpkı o adamın ölümden korkmasına benzer. Hırsı, çalışmayı da sen Hindistan farzet!
Süleyman rüzgâra emretti; rüzgâr da onu derhal Hindistan’da bir adaya götürdü.

Ertesi gün hz. Süleyman, divan vakti halkla buluşunca Azrâil’e dedi ki:

-”O Müslümana ne sebeple hışımla baktın? Ey Tanrı elçisi, bana anlat! Acaba bu işi, o adamı hanümanından avare etmek için mi yaptın?

Azrâil, cevaben dedi ki:
- “Ey cihanın zevalsiz padişahı! O ters anladı; ona hayal göründü. Ben ona hışımla ne vakit baktım? Onu yol uğrağında görünce şaşırdım.Çünkü Hak bana “Haydi bugün var, onun canını Hindistan’da al” buyurdu.
Taaccüple:
- “Yüz tane kanadı olsa Hindistan’a gitmesi yine uzak” dedim.”
İşte sen dünya işlerini hep buna kıyas et, gözünü aç da gör!

Kimden kaçıyoruz, kendimizden mi? Ne olmayacak şey! Kimden kapıp kurtarıyoruz, Hak’tan mı? Ne boş zahmet! (*)
Kaçışı olmayan son nefesi unutmak kötülüğe meylin kapısının tokmağıdır...

Yukarıdaki ifadelerinde hz. Mevlânâ, "Allah’ın emrinden ve iradesinden her iki dünyada da kaçış olmadığına" işaretle:
“Kimden kaçıyoruz? Kendimizden mi? Ne olmayacak şey! Kimden kapıp alıyoruz? Allah’tan mı? Ne vebal!”  “Dünyada bu sebep iplerini, sakın ha sakın, şu başı dönmüş felekten bilme.” “Müsebbibi açıkça gören, dünyanın sebeplerine gönül bağlar mı hiç?”(*) diyerek, dünya hayatında sebeplerin umursanmazken sonuçların insanlar tarafından önemsendiğini, “sebeplerin sebebi” Allah’ın kudret ve  iradesini görmezden geldiklerini konu eder. 

Halbuki yeryüzünde başa gelen musibetlerin çoğunun kişinin bu işleyişi umursamaması, farkında olmaması veya cehaletinden kaynaklanan körlüğü/sağırlığı sebebiyle olduğu, Hakk'tan kaçışın imkânsızlığı hakikati vurgulanır.
__________
V.Çelebi, İzbudak, Mevlânâ Celaleddin Rumi, Mesnevi tercümesi 1.cilt:sf.26, 81, 91; 2.cilt:263