Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

31 Aralık 2017 Pazar

Devr-i daim halinde her şey...

Aç gözünün kilidini, seyret !

Evren denilen, zaman nehrine teslim olmuş ve üç boyutlu olarak algıladığın mekânda kimsin, kiminlesin, nerdesin ve neden buradasın ? 


Var mısın, zan mısın ?

Doğan ve batan güne hükmün geçiyor mu ?

☆☆☆

İnsanlar bir an sonrasını bile bilemeden ha bire hareket halindeler, sürekli kafalarında bir şeyler var.

Peki ya sonra?

Yeni bir şeyler eskisinin yerine…

Devr-i daim halinde her şey.

Uç-uca eklenen anlar var ve aynılığını koruyan tek şey zaman.

Dakika, saat, gün, ay, mevsim, yıl, ömür ve ölüm...

Peki değişenler ?
Tabi ki var. Maddeden olan, yani atomik her şey,değişim hâlinde...

Zaman ise maddenin eskiticisi.
Zaman maddenin yaşlandırıcısı.
Değiştiren ama değişmeyendir zaman.
Değişmeden değiştirmek!
Etkileyen ama etkilenmeyen.
Bir an, zamanı "an" diliminde dondurdunuz mu hiç ?...fotoğraf karesindeki gibi.
Hareket yok, metebolik aktivite yok...algı yok devinim, değişim ve dönüşüm yok!

☆☆☆

Zaman; geri dönüşü olmayan, tek yönlü güzergâh.
Zaman, geçmişin gömüldüğü kabristan.
Zaman, tarih denilen geçmiş zaman hikâyelerinin rasathânesi.

Ve insan;
her bir insan, bütün evren ile şu "an"da kesişmiş olduğunu, rasat koltuğunda otururken idrak ediyor değil mi...?

☆☆☆

Rasathâneden zamana bakmak ister misin ?

Baktığın, bulunduğun yerden ve "an"dan evrendekilerin kimisi ile aynı andasın kimisi senden bir gün ötede, milyonlarca ışık yılı mesafede olan kimisiyle ise şu anda kesişensin ve gönderdiği ışık ile göz kırpıyor sana milyonlarca ışık yılı öteden.

Şu anda belki de gerçekte olmayanın, mesela yıldız mezarlığına- kara deliklere -gömülmüş yıldızların milyonlarca ışık yılı ötesinden sana gönderdiği ışığı/mesajı görüyorsun da ne anladın, ona bak.


Misal âleminde şu anda ya da geçmişte var olanlar ile,  mevcûdat ile, anlık zaman diliminde kesişmektesin.

Belki de artık yok olanı sen hâlen var zannediyorsun !

☆☆☆
Dünkü zamanda varoluşuna bugün hatıra diyorsun, belki bir fotoğraf karesinde belkide bir video kayıtta ölüm(!)süzleştirdin, o kadar.

Ancak sen bugündesin, dün, sana artık hiç geri getiremeyeceğin yarın kadar uzakta kaldı.

Ve insan senenin her günü geçmişte bıraktığı yıllık devirin sonuncu gününü, yâ'ni 365inci gününü yaşamakta...eğer muhasebesini tutuyor ise...

Evren zamanda yürümeye devam edecek de, ya sen ?...her geçen dakikada sana tanınan süre biraz daha azalıyor !

☆☆☆

Yolculuğunu an diliminde her bir an için sabitle. Çünkü anın ötesi- berisi evren için olsa da senin için yok.

Çünkü sana bağışlanmış sayılı "an"ların ne zaman tükeneceğine dair bilgin yok..!

Hali hazırda iradene sunulmuş an var...

Buna göre sen sadece anda var ve dirisin.
Kayyûmiyetin ise el Kayyûm'un(*) elinde...

Zamanı anladığımızda hayata bakışımız da değişecek...


İnsan boşa tükettiği "an"ları havai fişek gösterileri ile kutlar mı ?

"Rabbi'me dönmeye, "O" na kavuşmaya biraz daha yaklaştım" sevinci ile sene-i devriyye gösterileri yapılıyordur belki, kim bilir !
______
(*)Kayyûm; Allah teâlâ'nın bir esması.Her şeyi ayakta tutan, varlıklarını devam ettiren, varlığı ve bekası kendi zâtından olan, zeval bulmayıp devamlı kaim olan mânâlarına şamildir. “Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan, Hayy ve Kayyûm olandır.” (Âl-i İmrân Suresi,2)

30 Aralık 2017 Cumartesi

Haşyet ve inzâlin mânâ derinliklerini idrak etmek..


Dağların korkusu, dağlığını kaybetmektir. 

Nasıl bir korku ?

Paramparça olarak ufalanma korkusu..
Ahirinde akibeti ne ?

Zirvelerden kopmak, ufalanmak, aşağıya
düzlüklere akmak, toprak olmak.

Dağ; kibriyayı, toprak; tevazuyu, öğretir bize.

Misal üzerinde düşünelim diye, tefekküre davet için.
"Eğer biz, bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, elbette sen onu Allah korkusundan başını eğerek parça parça olmuş görürdün. İşte misaller! Biz onları insanlara düşünsünler diye veriyoruz" (Haşr suresi, 21)

"Eğer dağa indirilseydi, dağ başını eğer, paramparça olurdu".

Dağ emre boyun eğip zirveliğini, yalçınlığını terkedecek, parçalanıp toprak olacaktı...
Kur'an insan'a indirildi ama...
Ego dağının
paramparça olup aşağılara yuvarlanması, toprak olması, tevazu ile suyu yutması, meyveli ağacı büyütmesi, kurda kuşa ikrâm etmesi, inzâlin mânâ derinliklerini idrakimize bağlı, bi-izn-illâh.

Dağların yüceliği, zirvelerinin semâyı temaşayı ve âfâkı dolaşmayı   sağladığı da bir başka idrak, abdiyetini bilen "Kâmil"e..

Bir yanardağın, lav ateşini külleriyle dışa kusması, tozu dumana katması, uğultu ile
homurdanması, misal âlemine bir haşyet değilmidir ?..yanardağ öfkeli insana benzer, yakar, yıkar, imha eder..

Çığ oluşturan kar topunun hedefi, soğuk cepheden uğuldayarak aşağılara yuvarlanmaktır..geçtiği yerleri ezerek paramparça eder ve düze inince sakinleşir.

Abid aczini bilir, kibriyâyı sahibine bırakır, yükseklerde dolaşmaz.

Rahmâniyyetin tevazu tecelligâhlarından biri olan toprak meşrepli olmak,

sevgiyi-cömertliği-ikrâmı celbeder..
Ve ancak mütevâzi olan etrafı gümrah eder.

["Rahmân’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara laf attıkları zaman, “selâm!” der (geçer)ler" (Furkan suresi, 63)] .

Engin olmak; bir deyişle toprak gibi olmayı,
mutevâzi olmayı, bir diğer deyişle uçsuz-bucaksızlığı, sonsuzluğu barındırır içinde..

Yâ'ni mütevâzilik sonsuzluğa kapı aralar.

Biliriz ki yalçın kayaların ufalanarak meydana getirdiği ve tevazuya misal olan
toprağa yüzbinlerce çeşit tohum(*) ekilir, her biri kendine özgü meyveler tohumlar verir.

Kar, dolu, yağmur semâdan arza düşer..Rahmânın Cemâl yahut Celâl tecellisi ile... ve toprak onları da kabul eder. Müminin özellikleri, Abdullah İbn

Ömer'in rivayet ettiği  hadislerde şöyle geçer;

“Mü'min: hurma ağacı gibidir, meyveleri herzaman yenir ve yaprakları hiçbir zaman dökülmez;  attar gibidir, yanında olan ondan faydalanır; altın gibidir, üzerine toprak atılsa da değerinden bir şey kaybetmez; taze ekin gibidir, rüzgârlar sarsa da yıkılmaz; bal arısı gibidir, her zaman en güzel şeyden yer,
 en güzel şeyi üretir ve asla girdiği yeri kırmaz dökmez.”.

Dağlara inzâl etmedi, Kur'anı insan'a  inzâl buyurdu, insan da iman etti ve iman edene Mü'min denildi.

Mü'min toprak gibi olmalıymış !

Ne kadar da az tefekkür ettiğimizi Rabbimiz bize bildirerek ikâz ediyor:
"Körle gören, inanıp yararlı iş işleyenlerle kötülük yapanlar bir değildir. Ne kadar kısa düşünüyorsunuz.! "  (Mü’min suresi, 58)
__________
* Dünya fitoloji(botanik) envanterine göre; bitki bilimciler, bugüne kadar yeryüzünde 295.000 çiçekli bitki türü olduğunu, tesbit etmişlerdir.

29 Aralık 2017 Cuma

Kem gözlü hasud pusuda yatar..


Sus, dile gelen
"Hayy"a-ta-
kulak ver !
Âfâk'a
göz dik,
kulak kesil,
kulak as...
Duyduğunu,
anlamaya çalış,
idrakini zorla.

Konuşan mı ?
çok dilli,
kuş dili dahil.

"Dîl"i olanın
dilsizliği
çok zor deme...
Sık dişini,
"dîl"de olan
her yerde dile gelmez...

Konuşanın bazen gönlü karışır,
bazen de gönülleri karıştırır.
Hem, tortular karışmadan, yüze çıkmaz ki..

Sen sus,
gönlün "hâl" olsun konuşsun,
akılla "dîl" buluşsun...
 konuşan değil,
söz dinleyen değil mi, "kul"...

"Dîl"ine sahip olana
hayat sahip çıkar.
Ve
kader,
dilsizlere
kolaylıklar sunar.

Bildiğini
her yerde söyleme
zirâ,
kem gözlü hasud
pusuda yatar.
Ve
her düne dair olan,
yarına akar.

Sükunet suhulet ile
boşboğaz ise...

Bak her yer aşkla coşkun !
_____
Dîl: gönül

Her kişi kendi ma'buduna koşmuyor mu ?


En büyük yükü
insanın, günahlarıdır..

Dünya, hem günah,
hem de sevap çarşısı değil mi ?

Bu çarşıda
ne arıyorsa
o tezgâhın önünde
pazarlıkta,
alışveriştedir, insan.

Her gün sabahtan akşama,
hangi tezgâha geldiğinin
ya da ma'bede gittiğinin
farkında olmalı değil mi ?

Zaten her kişi
kendi ma'buduna koşmuyor mu ?

AIlah'ın
kefil olduğu
rızkın peşinde koşarken,
bir sürü gereksiz hesaplar yaptığının farkında değil mi,
acep insan !

Ey insan; güven Allah'a
amma gönülden,
Allah Vekil, Kefil, Kâfi, Nâfi değil mi ?

Ma'budu Allah ise insanın,
"O" kâfi'dir.

Güzel bir niyet, ardından abdest..
sonra istiğfar.
Ve "esma"sına başvurup
gönülden istemek...

Haydi ey dertli, ey garip ve ey bî-çâre; gönlünü mâzi ve atî ile ilgili gereksiz yüklerden önce boşalt, sonra
iste isteyeceğini !

Biliyorsun ki "O"nun bir ismi de "Mücib", yâ'ni duaya icâbet edendir.

Aç gönlünü Allah'a...

28 Aralık 2017 Perşembe

Etiketli cühelâ, satar kendini ülemâ


Ölüler
yürüyormuş
arzın üstünde..
Dîl hârâb, 
fikir serab,  
akıl seyyâre
☆☆☆
Diriler var imiş ,
beden kabrinde...
"Der-saadet"te, 
havz-ı kevseri içmekte...
☆☆☆
Akîller varmış 
zamanın behrinde,
yunmuş yıkanmışlar 
akl-ı küll nehrinde...
Meczûblar kalmış 
dünden bugüne,
mağlup nefsâniyyete,
iblis kalmış geride...
☆☆☆
Mangalda kül bırakmaz,
etiketli cühelâ;
burnundan kıl aldırmaz,
satar kendini ülemâ...
☆☆☆
Ey nefesini 
nefsi için tüketen !
Ey ömrü ziyân !
Nefsini bil, nefesini bil !

27 Aralık 2017 Çarşamba

Ebter olan ne bilsin !


Künh-ü kenz suresidir Fâtiha
Rahmân'ın ikrâmı mahlûkata
Furkan'ın özü ehl-i irfana
Şifâ-bahş olur ehlü'l-kulûba

Rabb'in manifestosu sure-i İhlâs
Zât kim bilsin diye bu cahil nâs
Âdem'den Habib'e küfürden halâs
Abdiyetten ubûdiyete cinâs

"Katre-i ab-ı hayât" mış "Kevser"
O'ndan  da "Ehl-i Beyt" imiş murâd
Ebter olanlar ne bilsin "Kevser"i
"Fe salli li rabbike venhar"daki mucizeyi

Asra yemin eder Zât-ı â'lâ ve Celle
Bir reçete sunar ki hüsrân ehline:
Der ki; sabrı ve Hakkı tavsiye et, ey Nâs
Sâlih âmel işleyenler olur ancak  halâs

26 Aralık 2017 Salı

Bî-çâre gureba...


Beşikten kertme avâmiyse "ülemâ"

Nâkıs nutk ile yutkunursa "üdebâ"

Nâ-hak yere baş olmuş ise "ümerâ"

Vay sana vaylar sana bî-çâresin gureba


25 Aralık 2017 Pazartesi

Kimsesizin kimsesi var, Allah'ı var !


Ey insan
ey sınırsız ni'met isteyen,
O'nun indinde 
ne hazineler var...

Ve ey ilmi talep eyleyen,
bak hikmet-nüma 
Hızır'ı var...

Ey darda kalıp 
imdat isteyen,
kimsesizin kimsesi 
Allah'ın var !

Belki;
fakr-u zaruret 
gufrân-u seyyiât,
yahut
hazine-i ganimet
belki de nikbet...
İstemekte dahi ölçü gerek
be hey
sâhibü-l gaflet...

Bir karar olan 
bî-karâr olmaz,
esen her yele 
asla kapılmaz...
Gökten zenbil ile 
inse de rızık,
nefsine sahip olur da 
aç gözlü olmaz...

Mü'min ol;
Hakkı imtisal eyle,
batıldan ise ictinab eyle..

24 Aralık 2017 Pazar

Samimiyetle yaşama san'atı


-"Âdetten dir.." dedikleri şeylerin bazıları bana ters geliyor.

-Azizim, aziz kardeşim, adet ve geleneklerin kimden miras kalmış olduğuna bir bak. İrdelemeden sakın uygulama..

-Ama babadan dededen böyle gördük.

-İki şeyi ayırmak lâzım: mesela görgülü olmak başka, "görgü yapmak" dedikleri şey başka. Birincide ihlâs diğerinde münafıklık kokusu var.

-Bak aziz evlâdım; din denilen şey insanın hayatını, yani yirmidört saatini, ya'ni her saatini  ve dakikasını yaratıcının kurallarına göre samimiyetle yaşama san'atıdır. Dikkat et san'at tabîrini özellikle kullanıyorum. Şimdi bu bakış açısını merkeze koyup düşünecek olursak...
Birincisi Allah teâlânın inzâl buyurup resullerinin insanlığa tebliğ ettikleri dinî bakış ve yaşama var. Bunun adı âdetullah ve sünnetullah. Bir de din içine sokuşturdukları şeyler var, hani gelenek, âdet vs. gibi. İşte bunları sorgula, âdetleri Kur'an ve sünnet ışığında gözden geçir, Kur'an ve sünnete aykırı olanına zinhâr uyma.

-Âdetlere uymaz ya da uygulamazsak ayıplıyorlar.

-Ayıplayan kendi cahilliğini ayıplasın.
Adettendir diye başlayan cümleleri bir kenara at!
Uyacağın şeye bilerek uy, âdet atalarının adeti mi, yoksa Âdetullah mı ?
Atalar, âdetlerini Âdetullahtan aldılarsa ne âlâ !
Değil ise hem dünyan için hem de ukban için belâ..
İyi (sünnetullah-adetullah'a uygun) bir âdeti uygulayana, canlandırana müjdeler, kötü (lâ dini) âdetleri yaygınlaştırana lanet var...

-Bunları bilebilmek Kur'anı yüzünden okumakla olmaz. Kur'an bize ne diyor, Allah'ın resulü bunları hayata nasıl geçirmiş, öğrenmek lâzım o zaman değil mi ?

-Eyvallah, günlük ibadetleri yapmak olmazsa olmazlardan. Asıl iş bu temel üzerine güzel ahlâkı, samimiyet üzere inşa etmek...Yasak savmak kabilinden yapılan gayrı samimi ihlassız ibadetin bu inşaya katkısı yok. Hem inanmak, şekli değil kalbidir. İnandığını da yaşamayı gerektirir. Kişi ya inandığı gibi yaşar, ya da yaşadığı gibi inanır !

-Bir de "bundan ne olacak canım" gibi basitleştirip aklıyla ölçü koyanlar var.

-Evet malesef, aslında bu çok önemli. Kişideki bu basitleştirme davranışı, imanda ve teslimiyet surlarında nefsani/şeytani rüzgârların açtığı gediklerdir.

-"Şeytan ve nefs/ego kötüyü emreder" halbuki.

-Bir arkadaşımızın şahit olduğu ve anlattığı  bir hikâyeyi burada nakledelim... konu daha iyi anlaşılır:
Vak'a bir bağ evinde geçiyor. Bağda geçirilen güzel bir gün, ikindi vakti sonrası dönüş hazırlıkları yapılacak, bağ evinin önünde bir sıra gül fidanı var.
Namaz,oruç, hac ve umre ibadetlerini yapan yetmişli yaşlarda bağın sahibi hacı emminin aklına fidanların etrafını çevrelemek geldi ve hızla bitişik komşunun bahçeye daldı, inşâsı devam eden çatı
kalaslarının 20cm lik tuğla büyüklüğündeki parçalarını toplayıp getirdi ve gül fidanının etrafına çember şeklinde yerleştirmeye başladı.
"Komşudan izin almadınız, bu haram olur hacı" dediğinde
"bundan ne olacak canım, tahta takozlar, çatının artan parçaları, ne yapacak bunları" cevabını aldığını.
"Gelince ocakta, sobada yakar", "söylemek lazım" dediyse de dinletemediğini...nakletmişdi vak'anın şahidi arkadaşım.

Evet yaş kemâle ermiş, ibadet tastamam var, ama başkasına ait olan bir şeyi izinsiz almak, hatta harama meyyal  bu davranışını mübah görmekte var...

-Kast ettiğinizi daha iyi anladım. Her davranışımızda Kur'an ve sünnetin gereği olarak, samimi bir şekilde hak ve hukuka uygun davranmalıyız.

-Mutlaka, çünkü ortaya konulan her bir davranışın bir fikri karşılığı var  bir zemini var iç âlemimizde.

-Bu da cehalettendir değil mi ?

-Kişi bilmediğinin cahilidir. Cehalet karanlığından irfan aydınlığına çıkmak için ilim ve hikmet arayışını sürdürmeli !
İlim öğrenmeli, talebeliğimiz ömür boyu sürmeli ki, nefsaniyetin âdetleri sünnetullah/adetullah'a hicap (perde) olmasın.

Yoksa iki âlemde de mahcuplardan oluruz

23 Aralık 2017 Cumartesi

Huzur konağı, no: 1

-Kapılar mı dedin ?
-Ardından güneşin doğduğu kapı var,
ardı zifir kapılar var..!
Haydi durma,
gel "O" kapıya...
Eğer doğru kapıyı bulduysan
çevir anahtarı,
aç kilidi,
ve ardında doğan
güneşe doğru yürü...
Sonsuza, sonsuzluğa...
Ve nasılsa
bir gün gelecek;
zamanın dışına çıkacaksın ya !
Orada hayal gerçeğe dönüşecek işte.
Ve sonra,
Hayatının hasadını yapacaksın ya...
Ne ektiysen onu biçeceksin...işte !
Ya gül, yahut diken...

Sen daha önce
üç karanlık içinde değil miydin..(*) !
Karanlıklar içinden
aydınlığa doğmadın mı ?
Ne tez de unuttun !
İkinci doğumunun da
bir gün zamanı gelecek elbet.
Cifeye bulanmışların,
dünyaya dalmışların
doğumu zor oluyormuş..hâ !

Kendine söz ver,
Deki; yeter artık
hayallerin, geçici heveslerin ardından koştuğum..

Hem, ardı karanlık
ümitsizlik kapılarında
çok beklemedin mi ?
Ne oldu ?
O kapıları açtın da
beklentilerini karşıladı mı ?

Gel,
zifir kapılarından uzaklaş da gel,
Ardında gün doğacak
o nurlu kapının anahtarı da var sende...kapı da sende !

Kapıyı çalmadan
önce geçmişinle hesaplaş,
"Seyyiât"ları mizana bağla.
Beyaz sayfalara
"hasenât"ları yazmaya başla.
Kördüğümler çok mu uğraştırıyor ?
Çözemediğin düğümlerle
boşuna vakit kaybediyorsun,
farkında mısın !
Olmayanda hayır vardır,
Şansını zorluyorsun
Vardır bir bildiği..
Sen
Yarına bak..
Onların hepsi diken batığı...
Bağışıklık sistemin güçlendi ya !
Sağalmaya bırak.
...
Hangi kapı mı ?
"Huzur konağı"nın kapısı.

Adres mi ?
"Nur sokağında huzur konağı..no: 1"
...
"Kim o" denirse
Sakın "ben" deme.
"Ben" diyenden hoşnut olunmuyor !
...
Konağın sahibi mi kim ?
Biliyordun da, meşguliyetlerin sana unutturmuş bak !
Mülkün sahibi olan var ya, işte "O", âlemlerin Rabbi.
__________
(*)Zümer suresi, 6. Ayet: O, sizi bir tek nefisten yarattı. Sonra ondan  eşini var etti....... Sizi annelerinizin karnında bir yaratılıştan öbürüne geçirerek üç (kat) karanlık içinde oluşturuyor. İşte Rabbiniz olan Allah budur. Mülk (mutlak hâkimiyet) yalnız O'nundur. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde, nasıl oluyor da haktan döndürülüyorsunuz?

Üç karanlık için yazarın yorumu: 1)Zigot,  2)Fallop tüpünden başlayan uterin tüp içinde devam eden ve uterus duvarı içine implante olana kadarki dönem, 3)amnion kesesi, içinde embriyonun geliştiği sıvı dolu kese.

21 Aralık 2017 Perşembe

Karga kemiğin boyunu ölçmeden yutmazmış...


Ölçü, evrenin her noktasında...
Olmazsa olmaz.

Güneş yılın her günü bir ölçü ile doğup batıyor. Gündoğumu saati, batımı saati 365 günün her birinde yıllar itibarı ile hiç değişmiyor.

21 Aralık...hep en uzun gece ! Bir dakika bile sapmadan, hem de dünyanın güneşin etrafında dönerken ki hızı saatte 107.200km. ve günde 2.572.800km yol katederken yılda 940.615.680km. yolda hiç hızını değiştirmiyor, yörüngede hangi saatte hangi noktada olacağı dünyanın kuruluşundan bu yana belli.
5 saatlik yolda 5 mola veren, randevusuna dakikalarca geç kalan insan mı dakik, yoksa yaklaşık yılda 1 milyar km yol alan, dakika geç kalmayan dünya mı !

Ay, güneş ve yıldızlar da hep böyle.

Dünya ve gezegenler yörüngelerinde bir ölçü üzere yüzüyor.

Farenin gebelik süresi 21 gün, insanın 280 gün, filin 660 gün.

Dünya'da denizlerden buharlaşan su ile karalara yürüyen buharın, yeryüzüne yağan karın, yağmurun miktarı sabit.
Dünyadaki suyun yüzde 97.4'ü deniz ve okyanuslarda. Kara ve atmosferdeki tatlı su miktarı 36 milyon kilometreküp hacime sahip. Bütün canlılık da bu miktardaki su ile hayat bulmuş oluyorlar.
Bu hidrolojik döngü de bir ölçü üzere.

Her bir elementin atom ağırlığı, nötron- proton ve elektron sayısı, kütlesi kendine özgü ve sabit. Yani bir ölçü üzere.

Yer çekimi, atmosfer basıncı sabit, bir ölçü üzere.

Atmosferik gazların oranları sabit.

Suyun donma ve kaynama derecesi sabit...

Sabit, sabit, sabit...

Ölçü, ölçü, ölçü...

Şimdi Kur'ân'a başvuralım:
"O,..Geceyi dinlenme zamanı, güneşi ve ayı da ince birer hesap ölçüsü kıldı. Bütün bunlar mutlak güç sahibinin, hakkıyla bilenin takdiridir (ölçüp biçmesidir)..."(En'âm, 96.)

"...Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın..."(En'âm, 152.)

Kur'ân-ı Kerim'de ölçü ile ilgili farklı surelerdeki ayetlerde ; eşlerin davranışları, insanlar arası muamelat, yağmurun yağması, dünya ve ayın ve de güneşin hareketleri, alışveriş, selamlaşma konusu .... gibi bir çok konuda ölçüden, ölçü ile var edilmekten bahis var.

Allah (c.c.)ın bir esması da "El-Hasîb" değil midir ?
Saymak, hesap etmek anlamındaki bu isim her şeyi saymışçasına bilen, hesaba çeken, asaletli ve şerefli olan, kâfi gelen, lütuf ve ihsanı sürekli olarak ve hesap üzere olan mânâsına gelir

Kur’ân-ı Kerîm’de bir âyette :

"Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya aynı selâmla karşılık verin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını gereği gibi yapandır"(Nisâ suresi, 86)

Ölçüsüzlük helâk sebebidir, kayıp sebebidir.

Karga bile kemiği yutmadan boyunu ölçer çıkaramayacağı büyüklükte ise yutmazmış.

Her şeyin mükemmelen hesap ve ölçü üzere olduğu bir evrende ölçüsüzlük ahmaklık, eblehlik, aptallık olarak sırıtır.

Peki, eblehin zararı kime ?

Adalet de bir ölçü gereği tecelli eder. Hak edene hak ettiği ile muamele etmek gibi, ne eksik ne fazla...!

Allah teâlâ Âdil'dir ve adaleti ayakta tutanları sever.

O hâlde insan cennet gibi bir hayat düşlüyorsa ölçüsüzlüğü terkedecek  !

20 Aralık 2017 Çarşamba

Kutsalıma dokundurtmam !

"Nasrun min Allâhi ve fethun karîb ve beşşirü'l-mü'minîn" ya Muhammed...
"...Allah’dan bir zafer ve yakın bir fetih ! (Ey Habîbim!) Mü’minleri müjdele." (Saff suresi, 13)
Nâ-merdlere demişlerdi  Alp Eren dedelerim
Kültür benim, lisan benim, ezan benim, yol benim

Vatanıma göz dikenin, çift gözünü oyarım
Sancak benim, bayrak benim, kılıç benim, tuğ benim

Bu millete yan bakana, tekme tokat dalarım
Kuvvet benim, kudret benim, övgü benim, şan benim

Din-ü devlet, vatan millet, kutsalımdır, duy  cihân
Türkî benim, şarkî benim,  ilim ve irfan benim

Hile ile olmaz işim, merttir benim duruşum
Dâvâ benim, hedef benim, "İnsan"a talip benim

Sarhoş gibi yalpa yapmam, bellidir yol gidişim
Âdem benim, insan benim, abid benim, kul benim

19 Aralık 2017 Salı

Fizik-Metafizik, Furkan, Farukî...

Aslında fizik ve metafizik ikilemi yok. Ya'ni zâhirde baş gözü ile görülebilen madde "fizik" ve maddedeki hakîkat/öz/cevher/totipotenz olan, bâtın, mânâ: "metafizik" dedikleri.

Gerçekte et ve tırnak, iç içe dış dışa iki kavram.

Meta genellikle latince bir önek şeklinde kullanılır; ....'dan sonra gelen, sondaki, sonraki mânâsında.

Ancak bizde anlam kaydırılarak "öte, ötesindeki" mânâsına kullanılıyor…

Sekülarist bakış açısını kanıksatmak, manevîyatı ikilem(dualistik bakış) üzerine bina ederek, tevhidî enfeste edecek şirki, 'şirk-i hafi'yi, zihin dünyasına ekmek üzere kimi çevrelerin bilinçli olarak kullandığı bir kavram olan metafizik, farkında olmayarak dağarcığımıza girmiş...mesela fizik âlem, metafizik âlem şeklindeki terminolojik kullanıma kimi sosyal bilim dallarında da maa-t-teessüf rastlıyoruz.

Lisana yerleşen ve kelimelere yüklenen mânâ itibarı ile şekillenen zihin dünyasında metafizik âlem deyişi, onların yaklaşımı ile fizik âlemin dışına, ötesine atılan, dünyamızdan uzaklaştırılmış bir maneviyatı, çoğu zaman da "tanrı" yı işaret ve ifade etmek için kullanılıyor, ne yazık ki !
Halbuki biz  yaratıcımızın ez-Zâhir ve el Bâtın olduğunu, şah damarından yakın olduğunu, faili mutlak olduğunu, 

"O'nun ilmi dışında yaprak bile düşmez"(En'âm suresi, 59)
âyetini biliyor, iman ediyor ve görüyoruz.

O halde fizik ve metafizik dualistik anlayışını terkederek, tevhidî bakış ve anlayışı kirleten bu terminolojiyi dağarcığımızın çöplüğüne atmamız, gizli şirkten kurtulmamız elzem !

Biz inanırız ki; mânânın zâhir olması için araç olan madde, mülkün tasarruf hakkını elinde bulunduran mânâya muhtaç. 

Mânâdaki totipotent ne ise maddede zahir olan ona göre belirir,görünür, davranır...

Mânâ maddenin mutasarrıfı iken maddeye esir, köle olamaz, hizmetkâr olamaz, mahkûm hiç olamaz, olmamalıdır.

Mânâ, daha basit bir misal ile; şekerli suyun şekeridir, ona vasıf kazandırır, dışardan görülmez, suyun özünde, sinesinde yerini almıştır.

Mutasarrıfı mutazarrır etmemek lazım.

Madde mânâ ile et ve tırnak mesabesinde iken, tefrik etmemeli, tuzağa düşmemeli, mânâyı metafizikleştirmemeli, öte tanrı anlayışını sahiplerine iade etmeli...

Ve deriz ki; mutazarrır olan marazı kendine yaparken, gerçekte mutasarrıf bundan asla etkilenmez.

Etkilenmez amma bu marazdan da hoşnut değildir, rızası yoktur.

Ve günü gelir;
mizan kurulur ak koyun ile kara koyun ortaya çıkar. Öteleştirilenin hakîkatte beride olduğu anlaşılır !

Gel ey akıllıyım diyen,
gel ey akıllı geçinen insan;
aklının sana ettiği oyunların farkına varanlardan ol ki, sana da "Faruk" desinler.

"Furkan" bu yüzden seni muhatap aldı..

Faruk olamıyorsan hiç olmazsa "Farukî" ol !
Onlar ya'ni Farukîler ki; sâdıklardır salihlerdir.

Ey îmân edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun! (Tevbe suresi, 119).

18 Aralık 2017 Pazartesi

Karcığar ilâhi..ve Makamât-ı Hîcâzkârı biz "Yegâh"dan söyleriz


Bugün Fasl-ı Beyâtîyle biz tegannî eyleriz
Bir karcığar sadâ ile kalbe hicrân eyleriz

Hânende vü sâzendeyle meşk-i giryân eyleriz
Sahne-i seyrangâhta biz cevelân eyleriz

Makamât-ı Hîcâzkârı biz "Yegâh"dan söyleriz
Hîcâzkârî nağmeleri doymaz tekrâr eyleriz

Meclîs-i ehl-i tarâbı belki dil-huş eyleriz
Hüsn-i te'sîrini belki bir gün "Bâkî" eyleriz

☆☆☆

Ve bir Karcığar ilahi;


BESTE:  HAFIZ ZEKİ  ALTUN
GÜFTE:  AZİZ  MAHMUD HÜDÂÎ hz.leri

Neyleyeyim Dünyayı Bana Allahım Gerek

Neyleyeyim dünyayı
Bana Allah'ım gerek.
Gerekmez masivayı
Bana Allah'ım gerek.
Ehl-i dünya, dünyada
Ehl-i ukba, ukbada
Her biri bir sevdada
Bana Allah'ım gerek.
Dertli, dermanın ister
Kullar, sultanın ister
Aşık, cananın ister
Bana Allah'ım gerek.
Fani devlet gerekmez
Dürr ü ziynet gerekmez
Hak'sız cennet gerekmez
Bana Allah'ım gerek.
Bülbül güle karşı zar
Pervaneyi yakmış nar
Her kulun bir derdi var
Bana Allah'ım gerek.
Beyhude hevayı ko
Hakkı bul, gör ya Hu
Hüdai'nin sözü bu
Bana Allah'ım gerek

17 Aralık 2017 Pazar

Kesintisiz ikrâm üzerine tefekkür eylemek

Her yerde kar var.. Beyaz bembeyaz yeryüzü.  Gökyüzünden yalpalayıp dans ederek yeryüzüne inen o narin tanecikler.
Çocukluğumda büyüklerin: "Her bir kar tanesi sadece bir melek tarafından yeryüzüne atılır. 0 meleğe bir daha kar atmak için sıra gelmez" dediğini her kar yağdığı zaman yeniden hatırlarım. O zamanlar, Mikail (a.s.) in emrinde olan, meğer ne çok melek varmış diye düşünürdüm.
...
Bergamalı Hasan baba merhum bir defasında "Evlat, kainatta bir karış bile olsa sahipsiz yer(mekân) yok" demişti.
Düşünüyorum kelimeleri bir bir:
Kâinat, mekân, karış, sahip, tasarruf; "Allahu Ekber"..

Yeryüzünde gerek kuvve(potansiyel) olarak bildiğimiz her şeyde, gerekse fiil (eylem) halinde olan herşeyde onların (yani meleklerin) dahli var...

Melekler kendilerine verilen görevi hakkıyla yapan ve emrin dışına asla çıkmayan, rabbin her zerredeki tasarruf gücünü gösteren yaratılmışlardır, bu işlerin melekût kaynaklı olduğunu ve "el-Mütekebbir"in azametinin eserindeki tasarrufunu anlamak gerekiyor.

Zerreyi de kürreyi de Zât-ı Zül Celâl melekleriyle tanzim ve takdis eyliyor.

Bazen bir tabiat kanunu (yerçekimi, basınç, donma sıcaklığı vs.) bazen evrenin düzeni olarak gördüğümüz yahut bildiğimiz her şeyde onların dahli var...

Soba yanıyor, ısınan hava bizi de ısıtıyor. Kar yağıyor ve sıcacık hava soğuyor, üşüyoruz...

Dünyaya geldik geleli bu şartlarda olduğumuzdan üzerinde hiç düşünme gereği bile duymuyoruz.. sebebin sonucunu, her defasında gördüğümüz şekli ile şartlanmış olarak zaten biliyoruz ya !

Bu kadar basit tabi insan için, havanın ısınma ya da soğuma, ısıyı emme yada boşaltması nedendir acaba ?
Nasıl bir fiziksel mekanizma ile absorbluyor soğuruyor, düşünmüyoruz bile..

Ya havanın böyle bir özelliği olmasaymış !

Ya beğenmediğimiz karbondioksit yeryüzünün yorganı olmasaymış..!

Ya dünyanın manyetik kutuplarının oluşturduğu kalkan meydana gelmeyip dünyaya güneş ışınları ile gelen elektron bombardımanı manyetik kalkan tarafından süzülüp engellenmeseymiş.. canlılar yok olsaymış..!

Ya yerçekimi daha az olup atmosferi dünyanın etrafında ona bağlı tutamasaymış…!

Ya su kütleleri suyun özel fiziksel yapısından kaynaklanan geç soğuma özelliğine sahip olmasaymış..!

Ya su 100 derece santigrad yerine 30 santigrad derecede buharlaşsaymış (insanın sabit sıcaklığı 36.5 derece ! Ve vücudunun büyük çoğunluğu su)

Ya..ya..diye bu listeyi sayfalar dolusu yazabiliyorsam, ne kadar ince hesaplar ile tasarımlanmış bir kâinat ve dünyada olduğumu artık anlamam gerekiyor sanırım..!

Ey "Zül Celâli vel İkrâm" olan Allah(c.c.), ululuk ve ikrâm sahibi sensin..
Celâl, "Zât"ına has bir sıfattır ki, yasa koyucusun, yasalarınla kurulu düzeninde kesintisiz ikrâm eden "Zül İkrâm" sın..

Sadece yeme içme nimet değildir, ışık, ışık hızı (saniyede 300.000km olmasaydı güneşden yola çıkan ışık dünyaya 8 dakikada ulaşırmıydı), karanlık, sıcak, soğuk, oksijen, yerçekimi, suyun; donması, sıvılaşması, buharlaşması ve daha nice kanunlarla sınırları belirlenmiş fiziko-kimyasal foto-kimyasal etki/tepkiler de nimetlerdir. Bunları kesintisiz veren Rabbine insan hakkıyla ne kadar şükredebilirki..

Yüce Allah (c.c.) iki âyette Celâl ve İkrâm sahibi olduğunu bildiriyor:
"Celâl ve İkrâm sahibi olan Rabbinin adı ne yücedir." (Rahman, 78)
"Celâl ve ikrâm sahibi Rabbinin yüzü (Zâtı) baki kalacaktır." (Rahman, 27)

Bir hadis-i şerifte Hz. Resulullah: "Ya Zel Celâl vel İkrâm'ı sıkça tekrarlayın" buyuruyor.

Kesintisiz ve sürekli ikrâm eden Celâl sahibinin âfâkî âyetleri üzerinde tefekkürü ihmal etmemeli insan !

Kendime dedim ki: Zahirin tamam olsa n'olacak..

Seyyah ol,
çık yola,
ruhunu özgürleştir,
kurtul vesvese ve hevesâttan
gez âlemleri...

Ve;
hedefe yürürken,
bakma sağa sola.

Oyalanmak mı ?
Amaçtan sapkınlığın
müsebbibi..
odaklanmak ise,
hedefe gidişin
en seri bineği...

Azığını
aldın mı yanına ?
Yol uzun,
yol meşakkatli,
yol eşkiya dolu..

Yoluna çıkacak uğrulara karşı
tedbir aldın mı ?

Sevdalarını
geride bırakmadın mı daha..

Sev amma kapılma
"muvakkat sevda"lara;
mala, evlada, pula, dünyaya.

İç yolculuğun sürmeli
ömür boyu,
tâ son nefese kadar..

Kendi âlem kitabını
oku,
dışındaki hayata
alabildiğine dalma,
yoksa;
kitap ayıracın
bıraktığın yerde kalır.
Tâ ki, vakit kalırsa
yeniden okumaya başlayıncaya..

Gönül okumaları ve
batın yolculuğundaki her adımın
kemâlini inşanın tuğlalarıdır.

Batınî natamam inşaa
zahirî inşânın
tamam olmasından
bağımsızdır, unutma ha !

Batınî inşâ
sonsuz âlemin
mânevi bedenini inşâdır.
Direkleri ise;
dosdoğru olmak, salih amel,
güzek ahlâk, Hakk'ı tavsiye…

İç yolculuk kitabını
daimi okumalısın,
inşâ yolculuğunu
asla terketmemelisin.

Sen kitaba uyacaksın !
Kitabı kendine uydurmayacaksın..
Hele hele asla "kitabına uydurmaya"
kalkmayacaksın..
Yoksa hüsrâna uğrayanlardan olursun !

Hem;
Zahirini tamam etsen n'olacak ki ?

Sonunda bir ömür yatırım yaptığını terkedip gitmeyecek misin ?

16 Aralık 2017 Cumartesi

Saman uğrunda "Lâ yakîn" ve "ser-sefil" dolananlar..

-Ey vakit yolunda yol alan yolcu. Vakti tanıyor musun, tanıştın mı ?

-Vaktin ne olduğunun, vakit yolunda nasıl yürüneceğinin, vaktin seni nereden alıp nereye götürdüğünün farkında mısın ?

-Vakit yolunda yürürken saman peşinde koşanlarla rastlaşmadın mı?

Hani deveyi yardan atan bir tutam ot
peşinde olanlar, hani mideyi doldurma peşinde sürüklenenler, hani habire gücün, makamın, paranın, mülkün,  daha fazlasını talep edenler, hani şehevî tatmin peşinde vakitlerini dolduranlar...

İşte onlar saman ve otlak yolcuları, sen onları iştihalarından ve ihtiraslarından bileceksin...!

Doymaz bir iştiha ve açgözlülük içinde kıvrandıklarını göreceksin...!

Vakit seyr-ü seferinde yol alırken, saman peşinden koşarak geçirilen, sonunda toprağa karışacak ve üzeri sararmış ot ve dikenlerle kaplanacak, işi bitince kabir çukuruna atılacak olan bedene emanet edilmiş ve otlak için tüketilip hebâ edilmiş bir koca ömür...

Emanet olan ömründe; bir kalbur saman(!) bir avuç toprak için birbirine kafa tutanlar, biribirini boynuzlayanlar, tos vuranlar, biribirinin gözünü çıkaranlar; sonrasında belki bir ihtimal pişman olanlar, hazımsızlık derdine düçar olup "halt"ının "def-i haceti" için  kıvrananlar...

Haktan uzak, hakikatten bîhaber,"lâ yakîn ve ser-sefil" dolananlar, bir avuç toprak, bir kalbur saman, üç kuruş menfaat uğrunda ömrünü harcayanlar ...

Ve sayısı az da olsa vaktin farkında olan yolcular, "ebul vakt" dan haberdâr olanlar.."ibn-ül üns","ibn-üs sebil" olanlar; her nefeste yeniden ihyâ olanlar, el'Kuddüs ile kutsanan "Kuddusî"ler, envâr-ı ilâhiye ve Kur'aniye ile nurlananlar..

Akıllarına, gönüllerine ve iradelerine Kur'anî gem vuranlar, Vaktin sevdalıları...

Kalp çarpıntısını tesbihat yapanlar..

...

-Gönlü gülistan olanlar mı ?

-Onlar huzurdalar, vaktin ötesine, hedefe çoktan vardılar bile..

....?

-Veya "ibn'ül vakt" "ibn-i zina", "ibn-i arz" olanlar ki; onlar, son durakları "kubur" olanlar..."turab" olanlar...!

14 Aralık 2017 Perşembe

Dünyamızı âbâd ya da berbâd etmek !..israf kültürü

Bilmem düşündünüzmü hiç, hayvanların giysileri de yok gardrobu da yok !

Her gün uyanınca, bugün ne giysem acaba
?...diye düşünüyorsunuzdur, yahut bazen akşamdan, ertesi gün giyeceklerinizi planlayıp denemişsinizdir filhakika...

Günümüzde orta halli insanların bile gardropları rengâreng yazlık kışlık giysilerle dolup taşıyor...

İndirim sezonlarında çarşı pazarlar
çantaları taşımakta zorlanan alış veriş yapmış insanlardan geçilmiyor...

E-ticaret hacmi giderek büyürken kargo firmalarının iş hacmi giderek artıyor. Türkiye'de e-ticaret sektörü  2016 yılında yüzde 24 oranında artış göstererek 30.8 milyar TL'lik büyüklüğe ulaşmış.

Renk, beden, drop ve model seçimi ile
verdiğiniz siparişiniz, kapınıza kadar geliyor artık, çarşı pazar dolaşmaya, yorulmaya gerek kalmadan.

Hali vakti yerinde olanların ise bunu iyice abartmış durumda olduklarını okuyoruz, duyuyoruz...
Artık mekânlarda, ikametgahlarda bir de giyinme odası tercih sebebi olmaya başlamış...
Giyinme odası ise adeta bir mağaza; kişi başı onlarca ayakkabı-çizme-bot-terlik-spor ayakkabılar, gece-gündüz kıyafetleri, spor giysiler, balo-kokteyl-protokol giysileri, kürkler, mantolar, kabanlar, kıyafetlere uygun takılar...ve...ve...ve !

Medya ve iletişim araçlarının sunduğu görselin cezbediciliği ve erişimin kolay olması, bir yandan israf kültürünü yerleşik hale getirirken bir yandan da yaygınlaşmasına sebep oluyor...
Şekli, boyu, simâsı, ten rengi değişmeyen insan, bedenini kılıktan kılığa sokmak için bir yandan moda "trend"lerini takipten geri kalmıyor, “marka” ürüne para yetiştirmek için daha çok çabalıyor, diğer yandan kapitalist dünya düzeninin dişlileri arasında ufalanmaktan kurtulamıyor...

Doğaya bakarak tasarrufun ne olduğunu öğreniyoruz:
Hiçbir canlının; derisinden, kabuğundan, kılıfından başka giysisi yok...

Bir kısmı, vücudu büyüyüp kılıfına sığmaz olunca kabuk ya da gömlek değiştiriyor. Eskisi yahut küçüleni atılıyor, yerine yenisi oluşuyor. Bir kısmı ise tüylerini, kürklerini yeniliyorlar.
Yaz ile kış için, yaşadıkları ortama göre de yazlık yahut kışlık kıl-tüy, kürk değiştirenleri de var...

Bu giysilerini eskiyene kadar da kullanıyorlar. Üstelik değiştirdikleri kabuk, döktükleri kürklerindeki tüy ve kılları geri dönüşüm yoluyla orijinal elementlere dönüştürülüyor; ayrıştırıcı canlılar tarafından, kurtçuk, böcek, bakteri marifetiyle…zerre kadar israf da yok...

Yeryüzü; üzerinde yaşayan canlılar için barınak, besin, su, hava ve ihtiyaç duyulan diğer  şeyleri ihtiva eden, kendi kendine yeten, kullanılanları geri dönüştürme mekanizmalarına sahip bir mekân olarak tasarlanmış.  İnsan hariç diğer mevcudât tarafından mevcudun kullanımında, azami tasarruf kaidelerine de uyulmaktadır her daim, enerji bile yok olmamakta sadece dönüşmektedir bir hâlden diğerine…

Hâttâ gece ve gündüz vardiyaları halinde iş yapan canlılar, ekipler mevcuttur...iş bölümü belirli bir hiyerarşik düzen içerisinde yürütülsün diye.

Dünyayı ve üzerindeki her şeyi; sahibi(!) olduğunu düşündüğü aklı ve zekâsıyla, âbâd edebileceği gibi, berbâd edebilecek insana gelince durum değişiyor.

Egoist, hedonist, müsrif,  hasud, zalim ve daha nice canavarca duygulara sahip insan türü, aslında fedakâr, paylaşımcı, empati yapabilen, höşgörülü, nimetleri kullanırken azamî iktisada riayet eden, yaratılmış her şeyi seven ve daha nice insana dair güzel hasletler ve  kabiliyetler ile teşrif etmiştir yeryüzüne...

Ve israf kültürü insanın negatif duyularının kontrolünde gelişir, muhatap egodur...yukarıdaki giyecek israfı misaline gıda, vakit, doğal kaynaklar, gençlik vb. şeyleri de ilave etmeli...

Tercih insana kalmış, kendinde mevcut hassalardan hangilerini geliştirip ön plana çıkaracaksa o yolda yürüyecek....ister hayvanlardan aşağı bir hayat sürecek, isterse meleklerden üstün olmaya çabalayacak.

Hz. Mevlâna Celâleddini-i  rumi  Mesnevî ve Fîhi Mâfih’te, bu tercihi, sebebini ve sonuçlarını aşağıdaki hadis-i şerif ile şöyle açıklar:

“Hazret-i Peygamberin: "Aklı daima şehvetine(*) galip gelen kimse meleklerden daha yüksek, şehveti aklına galip gelen kimse ise hayvanlardan daha aşağıdadır." hadisine dayanarak, Mevlâna yaratıkları üçe ayırır:
Birinci sınıf meleklerdir. Bunlar yalnızca akıldır. İbadet ve kulluk onların yaradılışında mevcuttur, ibadetsiz yaşayamazlar.
İkinci sınıf hayvanlardır. Bunlarda yalnız şehvet vardır, kendilerini kötülüklerden alıkoyan akılları yoktur.
Üçüncü grup ise insanlardır. İnsan akıl ve şehvetin karışımından oluşur. İbadet ve kulluk sorumluluğunu taşır. İnsanın yarısı melek, yarısı hayvan... Akıl veya şehvet, hangi unsur galip gelirse; insan o gruba dahil olur... Nitekim Peygamberler bilgi ve akıl sayesinde meleklerden üstün varlıklar olmuştur.” (**)

Bu konuda iki âyetde ise şöyle buyurulmaktadır:
“Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” (A’râf suresi, 179. ayet)

"Yoksa sen onların çoğunluğunun, işittiklerini yahut akıllarını kullandıklarını mı/ düşündüklerini mi sanıyorsun? Onlar ancak en'am (koyun - sığır - deve) gibidirler; belki onlar tuttukları yol itibarıyla (insan olmaktan) daha sapmışlardır ! " (Furkan suresi, 44.ayet)

İnsan ya tercihi doğru yapar, akıl yolunu seçerek meleklerden üstün bir varlık olur, nebilere uyarak hayat yolunda yürür, yahut yanlış tercih yaparak nefsinin arzu ve heveslerinin ardından koşar ki, bu durumda hayvanlardan daha aşağı derekeye kendini düşürür, Allah’ın lanetine uğramış iblisi dost edinir.

Müsrifler de şeytanı dost edinenlerdir !

"Ey Âdemoğulları! Her mescitte ziynetinizi takının (güzel ve temiz giyinin). Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez". (A'râf suresi 31. Ayet)

İnsan tercihini yaparken toprağın insanı da aslına dönüştürmek için el ovuşturduğunu unutmamalı !
__________
(*)Günümüzde şehvet denince çoğu insan cinselliği anlıyor. Oysa istilâhi olan mânâ itibarıyla; makam, para, mal-mülk....ve daha nice ihtirasla çok arzu edilen şeyler de şehvet grubuna dahildir.
(**)(Fihi Mafih, 122-123 ; Mesnevi, IV/ 1518-40)