Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

30 Ekim 2017 Pazartesi

Elmas mı, grafit mi, kömür mü ? Tercih insanın !


Grafit ve elmas, kömür ile aynı sülaleden...
Hepsi karbon kökenli.
Biri, ya'ni grafit kurşun kalem ucu, yumuşak...diğeri, ya'ni elmas çok sert, kesici aşındırıcı, hani camcılar bile camı kesmek için elmas uç kullanırlar...
Kömür ise ma'lum, yakıt...

Grafit ile elmasın bu zıt fiziksel özelliği kimyasal yapılarından, ya'ni onları meydana getiren karbon atomlarının dizilişlerindeki farklılıktan kaynaklanmakta...üçboyutlu görünüş ve atom diziliş farkı.
Petrol türevinde karbon atomlarının(siyah) yerleşimi
Grafitten ma'mul kurşun kalem
Biri kırılgan ve yumuşak, kömür görünümlü olan grafit, doğada oldukça bol bulunan; diğeri alabildiğine sert, işlenerek pırlanta yapılan, ışıltılı, pahası yüksek, gerdanları süsleyen ve doğada çok az bulunan...
Asılları karbon atomu, ortaya çıkan ise iki zıt karakteristik !
Aynı karbon, hidrokarbon halinde olunca canlılar aleminde organizmanın temel yapı taşları olan; aminoasit, protein, enzim, yağlar(mum,parafin,sterol,gliserol..), nükleik asitler: DNA, RNA, karbonhidrat (nişasta,selülöz,glikoz...) olmakta.
Ya da, sıvı petrol, gaz yağı, kerosen ve çeşitli makine yağları, doğal gaz...Petrokimya ürünleri olarak etilen ve propilen olarak bilinen hidrokarbonlar...toluen, naftalin, anestezi de kullanılan kimi maddeler...vs..

"Karbon, yapabildiği bileşiklerin sayısı ve çeşitliliği yönünden, diğer elementlerden tamamen farklı, özgün bir yapıdadır. Şimdiye dek karbonun yarım milyonun üzerinde farklı bileşiği ayrılmış ve tanımlanmıştır. Ama bu bile karbonun güçleri hakkında çok yetersiz bir bilgi verir, çünkü karbon tüm canlı maddelerin temelini oluşturur. (Sidgwick)."(*)
Elmasta karbon atomlarının diziliş modeli
Grafitte karbon atomlarının diziliş modeli
Karbon atomları, elmas kristallerini mükemmel bir geometrik sıralanış ile oluştururken(soldaki resim), karbondan oluşan grafit atomları aynı geometrik düzende yerleşmediklerinden, yani kimya bilimindeki ifadesi ile uzaydaki görünüşleri birbirinden farklı olacak şekilde-allotropik- dizildiklerinden(sağdaki resim) bu muazzam fiziksel ve kimyasal farklılık ortaya çıkmaktadır.

Ve eğer, mükemmel bir element olan karbon atomları olmasa idi, yeryüzünde bu günkü formu ile hayat ortaya çıkamazdı...
__________
* (Sidgwick,N.,V. ,1950, The Chemical Elements and Their Compounds, vol.1, Oxford University Press)

☆☆☆

Sulu karbondan müteşekkil insan, ardında karbondan hangi izi bırakmaktasın ?

İz bırakacaksan eğer;
rehber olsun
ardından gelenlere,
her bıraktığın iz...

Bilir misin ?
Her amelinin
manevî izdüşümü olduğunu,
birer elmas/grafit/kömür tuğla olarak
manevî bedenini oluşturduğunu !
Yatırım yapmaktasın;
hayattaki gidişatın ile,
inşa sürecindesin her daim,
"öte" dünyanı;
hem de buradan,
hem de kendi elinle ayağınla,
bilgin ile eylemin ile...

Ya briket kömürü
kalıba dökmektesin;
yahut elması
"pırlanta" olacak diye işlemektesin...

Bu spiritüel tuğlaları,
bir bir ötene ihraç
etmektesin...

Bilmem farkındamısın ?
Her yeni adım attığında, her karar aldığında
fıtrata uygun "sağlama" yapmıyorsan,
öteyi sollamaktasın !

Pırlanta yapmak için elmas mı işlemeli,
briket kömürü mü imal etmeli ?
Kurşun kalem için grafit mi ?
Tercih mi ?
 Bana bırakılmış !...

27 Ekim 2017 Cuma

Belki bir gün gülistâna düşer yolun

Ey insan, ey eşref-i mahlukât !
Da'vâ ettiğin şeye iyi bak, gittiğin yolu, varacağın hedefi tanıla !
Hak yolunda ise, hakkın kulu olarak yaşa,
kulluğun gereklerini ihmal etme,
alnın secde görsün...
Abdestsiz nefes bile alma, lokma bile yutma, adım bile atma !
Değil insana, mikroba bile tepeden bakma !
Onun da bir sebep üzere yaratıldığını unutma !
O küçük gördüğüne bir gün yenilirsin hâ !
Ömürlerini yeme, içme  ve üreme peşinde koşarak geçirenleri görüyorsundur, izleyebilir isen ibret almak için âkibetlerini de göreceksin ! Unutma !
Manda da sadece bunları yapmıyor mu ?
İnsanın öküzden farklı bir da'vâsı var, olmalı !
Beden giysini hor kullanma ! Özünü süflî duygu ve fiiller için kullanıp incitme !
Aklını otlaktan alıkoyamayan ile yoldaş olma !
Bedenini/nefsini ruhunun kontrolüne ver, Allah yoluna koyul !
Görmüyormusun batıl yolunun yolcularını, kötü ahlâkları ile iğrençliklere bütün kapılarını açmışlar ve artık bütün rüzgarlar, onlara gübre kokusu taşıyor, onlarda bunu misk sanıyorlar !
Bedenini gübre çuvalı gibi kullananların,
sonlarını anlatan olmadı mı sana  ?
Misk-ü amber kabı,
gülyağı şişesi,
esans matarası ol...ki güzel ahlâk sahibi olanlara mahsustur bu...
Gübrelikte dolaşanlara gül esansı koklatırsan,
belki gülistâna düşer yolları.
Sen de her daîm gül ağacı dibinde mola ver, bülbül ile yoldaş ol...
Seher vaktini ganimet biI, bülbül gül ile sen Rabbin ile tesbih vaktinin mürüvvetini yaşayın...
Gönlünden zikir, dilinden şükür eksik olmasın...
Edep ve hayret ile âlemdeki düzeni seyre koyul...
Ahırda dolaşanları, çıkar ordan,
Ahsen-i Takvim insanın yanında ol ki,
insanlığın tadını, gül yağının kokusunu almaya başlayasın...
Mazluma arka ol, aç'a yiyecek, susuza zem zem, dertliye ilaç, gurbette olana konak, yolcuya yol, hayra vesile...
Hiçbir canlının tesbihâtına engel olma !
Gülü, çiçeği koparma; sineği, böceği ezme...
Düşen sarı yapraklar sürüklenirken düşün:
onlar da baharda yem yeşil idiler, hayat dolu..
Yağmur damlalarının, hayat veren damlalar olarak, yere inişini izle !
Sevmeyi ihmal etme, bilmiyorsan dene !
Sevgi; hakkın lütfu, hayat yolunun aydınlığıdır...
Sevgi, Rahmet-i Rahman'dır.
Sevgi, içinde affı ve merhameti barındırır.
Seven için ayrı-gayrı yoktur.
Her şeyi sevmeyi dene...
Da'vân sevgi olsun, aşk olsun.
Eğer başarabiliyor isen,
Yolun açık ve mübarek olsun...

26 Ekim 2017 Perşembe

Yollar: “Sırat-ı Müstakim” ve “Sebîlü'l Ğayy”...

Yol; emeklemeye başladığımız andan itibaren, yeryüzünde, ayak bastığımız her yerde, bir yerden diğer yere  naklolunduğumuz güzergâh(lar).

Veya, tutum ve davranışlar açısından benimsediğimiz, dikey(aşağı, yukarı) yahut yatay(sağa, sola) gidişat...

Öyle ya da böyle, dünya hayatı Allah'a gidilen bir yol (Sebilullah)dur.
Ancak varılacak yer farklıdır; ya ni'met yurdu cennete yahut azap diyarı cehenneme çıkar, yolun sonu. Eğer Allah yolu yani "sebilullah" sırat-ı müstakîm ise, eyvallah...değilse...! ?

"Bir de şu: "İşte Benim dosdoğru yolum. Ona tâbi olun. Yoksa başka yollara uymayın ki sizi O'nun yolundan ayırmasın. İşte kötülüklerden sakınasınız diye Allah size bunları emretti" (En'am suresi,153).
"Düşünün bir; yüzükoyun kapanıp yerde sürünen mi varılacak yere daha kolayca ulaşır yoksa dümdüz yolda düzgün şekilde yürüyen mi?" (Mülk suresi,22)

Siccinden illiyuna kadar uzanan bir skala...tercih insana kalmış !

Somut açıdan yol denildiğinde hemen akla gelenler var.
Doğuyu batıya güneyi kuzeye bağlayan yollar.
Anayı evlada, evladı babaya, kardeşi kardeşe götüren yollar.
Hem hasretin kaynağı hem vuslatın köprüsü yollar.
Uzağı yakınlaştıran, sevenleri birleştiren yollar.
Kimi eğri büğrü, dolambaçlı, kimi dosdoğru yollar.
Yol,  yolcuyla  hancıyı karşılaştıran bir güzergâh.
Yol yorgunluk sebebi.
Yol var taşlı topraklı; ya da kaymak gibi.
Yürüyeni varsa anlamlı, yoksa ıssız ve küskün yollar...
Yol var, yolcuya; yol var, hancıya hasret.
Yol var çıkmaz...
Yol var çıplak.
Yol var orman içi.
Yol var patika, keçiyolu.

Yolcu yolda gerek.
Yola çıkan menzile varırmış.
Yol gönülleri bağlayan köprü.
Yol var imana, yol var küfre götürür.
İman ile küfür arasında olan bir yol da mevcut...

 "İnin oradan (cennetten) hepiniz. Tarafımdan size bir yol gösterici (peygamber) gelir de kim ona uyarsa, onlar için herhangi bir korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir" dedik.( Bakara, 38)

İnsan ve yol ilişkisi doğumundan itibaren son nefesine kadar sürer gider, maddî ve manevî açıdan !

Yola çıkıyorsun da rehber edindin mi yol göstericin var mı ?
Sorusuna cevapları aşağıdaki ayetler veriyor:
"Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir. "(Bakara, 2. Ayet)

"Andolsun biz onlara, bilerek açıkladığımız bir kitabı, inanan bir toplum için bir yol gösterici ve rahmet olarak getirdik."(A'râf, 52. Ayet)

"Ey insanlar! İşte size Rabbinizden bir öğüt, kalplere bir şifâ ve inananlar için yol gösterici bir rehber ve rahmet (olan Kur'an) geldi." (Yûnus, 57. Ayet)

Yol var “sırat-ı müstakîm”,   dosdoğru, fıtrî, Resul-i Zî-Şan'ın ayak izleri rehberliğinde Allah'a çıkan;
"..De ki: "Allah'ın yolu asıl doğru yoldur." (Bakara, 120. Ayet).

Ya da  “sebîlü'l  ğayy”... şeytanî yol... Aklın istikametini, yolun doğrusunu kaybetme yolu...
"Münafıklar Allah'ı aldatmaya çalışırlar, Allah da onların hilelerini ve oyunlarını bozar. Onlar namaza kalkarken üşene üşene kalkarlar, müminlere gösteriş yaparlar. Yoksa aslında Allah'ı pek az hatırlarlar."(Nisa suresi, 142)

"Şüphesiz, Allah'ı ve peygamberlerini inkâr edenler,(....) "(Peygamberlerin) kimine inanırız, kimini inkâr ederiz" diyenler ve böylece bu ikisinin (imanla küfrün) arasında bir yol tutmak isteyenler var ya; işte onlar gerçekten kâfirlerdir...." (Nisâ, 150. Ayet)

Ufuktan toz kaldıran yolcu...
Kendi tozunda nefes alamayan !
oyalanma gel beri...
gözü yolda kalan var,
hasretten kavrulan var,
gurbete savrulan var.

"Eğer insanlar ve cinler, Allah'ın yolunda dosdoğru yürüselerdi, onlara bol yağmur verir, rızıklarını bollaştırırdık" (Cinn suresi, 22)

Sırat-ı Müstakîm, sebillullahda dosdoğru yürüyenlerin güzergâhıdır, yüzü koyun sürünenlerin değil !

24 Ekim 2017 Salı

“Sen”den başka, Sana getirdiğim hiçbir şey yok ! / Nursultan Ahıskalı

Valizinde ne var ?
Giderken götürdüğün nedir ?
Niçin yanında bir şeyler taşımak zorundasın hep ?
Yedeklerini de alsan iyi olur...!
Göstermek istemediğin kirli çamaşırların mı, yoksa lâvanta kokulu elbiselerin mi ?
Düşünsene hangisini taşımak isterdin?
Kara yerine ak elbiselerini alsaydın yanına keşke, gittiğin yerde karaları pek sevmezlermiş…

Fener aldın mı yanına?
Orası karanlık ve kalabalıkmış, yanında ışık götürenleri hemen görüp yanlarına alırlarmış. 
Yalnızlık çekmezdin !

Huzur aldın mı biraz da?
Sakın ha!
Huzursuz gitmeyesin, orada etrafındakileri rahatsız edersin yoksa…

Kalem kâğıt alıp da yük etme kendine, orada yazılmışları varmış.

Kitaplarını mı aldın?
Boşalt onları gerek yok, Sen hiç kitap okumazsın ki !

O teraziyi ne yapacaksın?
Bırak onu, orada alış-veriş yokmuş. Hem sen burda iken terazi kullanmasını hiç beceremedin ki…

Sevgi koydun mu?
Oralarda çok değerliymiş, gittiğin yerde bire-Bir karşılığı varmış, paha biçilemezmiş sevgiye, yokmuş eşi benzeri.

Yiyecekte aldın mı?
Aç-açık kalacaksın orada, gerekli ihtiyaçlarını karşılayabileceğin bir dükkân yokmuş.
Bari biraz umut koysaydın içine...
Yiyeceğin sıcak ekmeğe katık olurdu. 
Boş yemesi zordur, boğazına durur sonra…

Merhamet sıkıştırdın mı bir köşesine?
Orada merhametin ‘has’ı varmış, sen yanına al ki, orada da daha çoğunu istemeye hakkın olsun…

Yoksa sen de mi yanında bir şeyler taşımayı sevmeyenlerdensin?
Oysa ki, yanına alacakların sana yük değil, zor durumda gerekli olanlar.

Boş valiz taşıma sakın, rüzgarda alır gider başını, sen, kalırsın bir başına...

Bir şey olmadığına inanmak istemiyorum. Valizinde hiç birşey yok mu?
Valizinde “Bir” şey de mi yok?
……
-Ne getirdin bana?

-Sana geldim. Elimde ise, “Sen”den başka bir şey yok “Sana” getirebildiğim.

Çünkü Sana, “Sen”den başka verecek güzel bir şeyim yok.
Kırlardan en güzel çiçekleri topladım; yanında ölgün kaldı.
En güzel, en yeni eşyaları aldım; eski kaldı.
En parlak ışıkları buldum; sönük kaldı.

“Sen”den başka, “Sana” getirecek güzel bir şey bulamadım.

Sonra, bir de “ben”likten soyulmuş kendimi getirdim.

Yanımda "ben" olmadan geldim Sana…

23 Ekim 2017 Pazartesi

Düstur: Dik durma, eğil !.. çıkarın var...

Ey kula kul;
eğileceksen,
"âlemlerin Rabbi"nin huzurunda
eğil !
Menfaati celbeder nefsinin hesapları
Üç kuruşluk hesapla, kandırır insanları
Dün seni unutanla, oldurur sarmaş dolaş
Yarın da satılırsan, demedi deme gardaş

Hayat bu, gün gelir hesap ödetir
Unuttuğunu, yüzüne karşı söyletir
Bir ömür kıvır dur, de yallah yallah
Musallada dansı, yasaklamış Allah

Dik durmak erdemi, vicdandan gelir
Adam gibi olan, her dem yücelir
Çıkara eğilmeği  düstur edinen
Gün gelir, insanlık liginden de elenir

Kuyruk olmaya, ne zaman doyacaksın
Yalakalık ceketini, ne zaman soyacaksın
İnsanlık âlemine, ne zaman çıkacaksın
Bu yol adrese çıkmaz, çıkmaz sokaklardasın !

Hakikat arayışını gerçekleştirmek için "dur ve düşün"

Modern çağın insana sunduğu en önemli şey hiç kuşkusuz hız olsa gerek.

Geçmiş dönemlerde mobiliteyi kısıtlayan en önemli faktör, o günün şartlarına uygun beden gücü veya ilkel teknolojiye sahip olan vasıtalar, mesela;
bir yerden bir yere yaya yol almak, binek hayvanlarla yol almak, aynı şekilde yük taşımak gibi ki; dedemin gençliğinde, yani yaklaşık 100 sene önce, bugün otomobille 5 saatte gidilen 500 km.lik mesafeyi, konaklayarak 20-25 günde gittiğini duyanlardanım.

Allah rahmet eylesin Aliye Zeynep teyze diye görmüş geçirmiş 90 yaşlarında bir tonton komşumuz bahsetmişti.  Babası subaymış ve tayini çıkmış, anadoludaki bir şehirden Samsun'a yaylı at arabası ile geceleri hanlarda konaklamalı olmak şartı ile ev taşıdıklarını, 1 ay civarında yol gittiklerini anlatmıştı... Yaylı arabaya sığacak kadar ev eşyası ile !

60'lı yıllarda ve 70'lerin başlarında PTT'ye gittiğinizde iyi iş yapan bir AVM gibi kalabalıkları  ve banko önlerinde kuyruklar görürdünüz.
Pul alma, telefon görüşmesi yazdırma, görüşme kabinine bağlantı bekleme, telgraf yazdırma sıraları...Evlerinde manyetolu telefonu olanlar ise parmakla gösterilirdi.

Sanayi devrimi olmadan ve buhar gücü ile mekanizasyon birlikteliği henüz yok iken ulaşım ve taşıma işleri daha yavaştı tabi...
Rüzgarsız dönemde paryaların, kürek mahkumlarının kol gücü ile yol alan yelkenli gemiler kullanılıyor... yahut ulak ile at sırtında posta taşıması gerçekleşiyor, acil durumlarda ve bilhassa devlet işlerinde, uluslararası iletişim vasıtası olarak kullanılan posta güvercinleri ise APS(Acele Posta Servisi ) gibi.

Bahsetmeli mi bilmem ?
PTT'lerin önünde bayramlarda ve yılbaşında seyyar kartpostal satıcıları olurdu...

Askerdeki evladına mektup yazdıran komşu teyzeler vardı, mektup 15-20 günde adrese varacak, cevap gelene kadar 1,5 ay...Eğer yurt dışına mektup gönderirseniz, gittiydi geldiydi 2-3 ay.

Kışın ısınmak için meşe odunu "mahrukatçı" dan alınır, yaylı at arabası ile kapı önüne dökülür, "baltacı" tabir edilen odun kırıcılarla yapılan sıkı pazarlıklar sonrasında, sokakta sobalık ebatlarda kırdırılır, odunluğa taşınır ve istiflenirdi…
Ha keza satın alınan kömür, kovalarla kömürlüğe taşınırdı. Her gün yakacak ayarlaması yapılır, önceki günden kalan kül sobadan temizlenirdi. Soba yakma işi ise ayrıca maharet gerektirirdi.

50 km.lik yol, kamyonlardan bozma modifiye edilmiş otobüsler ile 2.5 saatte gidilirdi.
Şehir içi ulaşım faytonlarla, nakliye ise tek ya da iki at koşumlu yaylı at arabalarıyla yapılırdı.

Uçak mı vardı ki havaalanı her yere yapılsın !

Şimdi şehirlerin 30 km. dışındaki havalanlarına gitmeye insanlar yüksünüyor, neredeyse daire alırken çatı katında helikopter pisti olması tercih sebebi olacak !

Buharlı kara tren ile 160 km.lik yolu en iyi şartlarda 5 saatte alırdık ki, genellikle 2-3 saat de rötar yapardı, 8  saate çıkardı seyahat süresi.

Gökyüzünde yılda bir kaç kez haki renkli tek motorlu ve pervaneli askeri keşif uçağının gürültülü sesini duyunca kafamızı o yöne çevirir, uçak görüş açımızdan çıkana kadar hayranlıkla izlerdik.

Fotokopi makinasını 70'lerde gördük.

Sokak fotoğrafçıları vardı; üç ayak üzerindeki makinaları ile arka planda siyah bir torbayı kafalarına geçirir çekim yaparlardı...film banyosunu bir kab içindeki su (görünümlü) banyosu içinde yaparak karta sabitler, sudan çıkarıp silkeler teslim ederlerdi, vatandaşlar bu yüzden "su fotoğrafı"  "su fotoğrafçısı" tabirlerini kullanırlardı. Stüdyoda çektirilen siyah beyaz vesikalık fotoğraf ise 2-3 günde teslim alınırdı.

Radyo vazgeçilmez bir haber kaynağı idi.
Uzun dalga ve kısa dalga yayınlar yapan bir kaç radyo istasyonu vardı... akşam 19.00'da ortak yayın ile haber saati programı yayınlanıyordu, rahmetli dedem bu "ajans" saatlerini iple çeker, herkesi susturur ve pür dikkat dinlerdi.
TV, sadece haftanın 3 günü akşamları paket yayın yapan bir alet idi, gece 24.00'da istiklâl marşı ile kapanış yapardı.
Çatılarda bir kaç metrelik metal su borusundan anten direkleri olurdu, çatıda anteni sağa sola çevirerek anten ayarı yapan kişi TV başındaki aile efradına;
-"Şimdi görüntü geldi mi, nasıl ?"
diye bağırarak en iyi görüntüyü yakalamaya çalışır, aşağıdan;
-"Biraz daha sağa çevir, tamam oynatma" seslerini duyardınız.
Bu örneklemeleri çoğaltmak mümkün, yani mobilite yoksunluğu kısıtlı vasıtalardan kaynaklanıyordu, şartlar bunu zorunlu kılıyor idi.
Bahse konu yıllar çok değil 40-50 yıl öncesi…

Bugüne gelecek olursak;
Bilişim çağında, bilgisayar teknolojileri ve alt yapısı ile iletişim uydularının bilgiyi kıtalar arası iletmesi saniyeler mesabesinde olunca, atlı ulak yahut posta güvercini kullanarak haberleşmek mazide kaldı; kartpostal ve mektup göndermek ve almak ise nostalji oldu !

E-posta, SMS veya Whatsapp üzerinden her türlü bilgi haber veya görsel/yazılı veri aktarma işi saniyeler içerisinde gerçekleşiyor.

Buharlı kara trenlerin yerini saatte 250 km ve üzeri hız yapabilen hızlı trenler aldı !
Ses hızını aşan uçaklar kullanımda.
Kağnı yahut atlı araba hızında giden otobüslerin web ortamında fotoğrafını bulabilmek bile kolay değil !

Uydu üzerinden ve sensörler ile idare edilen sürücüsüz otomobiller piyasaya arz edilmeye başlandı !

Akıllı evler de oturanlar çoğaldı; işten eve gitmek üzere çıkarken akıllı telefon üzerinden klima yakut kombiyi çalıştırabiliyor insanlar. Uzaktan kumanda ile otomobili başına gitmeden aracını çalıştırabiliyor, kapalı otopark kapısı otonuzu tanıyor ve hemen açılıyor, parmak izi ile veya şifre ile evinizin kapısını anahtarsız açıyorsunuz.

Yani; teknoloji modern çağ insanını hıza ve hızlı yaşamaya öylesine alıştırdı ki; durup düşünmeye zamanı yok…hızlı yemek (fast food) mekânlarında çağa uygun hızda yemek yemek, hızlı karar almak, hızlı hareket etmek mecburiyetinde hissediyor kendisini artık insan...

Bu hıza uyum sağlamazsa ?
İşte o zaman moderniteye uyum sağlamış olanlarla rekabet edemez !
Zamanla yarışarak yaşamaya mecbur ve/veya tutsak oldu modern insan.

İnsanlar seyahat halinde iken yahut yolda yürürken güvenlik birimleri yüz tanıma sistemi yazılımına ve veri bankasına sahip bilişim alt yapısı kullanarak çok kısa zamanda insanı analiz edip, suçluların yakalanmasını gerçekleştirebiliyor.
Dünya çok küçüldü, iletişim ve bilişim çağı insanı, eline tutuşturulan akıllı telefonlar ile kimseye adres sormadan dünyanın her yerini avucunun içi gibi bilerek dolaşıyor.
Gittiği diyarların dilini bilmesine de gerek yok, akıllı telefonlar lisan problemini de çözmüş durumda...Bilmediği ne varsa hemen “Google” hazretlerine sorup birkaç saniyede konu ile ilgili istemediği kadar görsel ve yazılı materyale ulaşıyor…
2014 yılı istatistiklerine göre;
"Dünya üzerinde 2.5 milyar insan internet kullanıyor. Bu kullanıcıların 1.8 milyarının sosyal medya ağlarında hesabı var. Türkiye’de internet kullanım oranı, tüm nüfusa oranla %45. Türkiye’de 35 milyonun üzerinde internet kullanıcısı, 36 milyon aktif Facebook hesabı var (sahte hesaplar dahil).
 Günde ortalama 4.9 saatimizi kişisel bilgisayarlar üzerinden, 1.9 saatimizi mobil cihazlar aracılığıyla internette harcıyoruz"(1)
2011 istatistiklerine göre; "Dünya genelinde her saniye 97 bin twit atılıyor ve 12 milyon mesaj gönderiliyor, sadece bir günde 294 milyar e-mail gönderiliyor"(2)
2016 verilerine göre; "Whatsapp ve Messenger üzerinden günde 20 milyar mesaj iletiliyor"(3)

Modern çağın insana sunduğu en önemli şey hiç kuşkusuz hız olsa gerek, diye yazıya başlamıştık.

Çağın sundukları hayatı kolaylaştırıyor tabii ki.
Ancak, insanın başını döndüren bu hızda yaşamak, mekanikleşmiş ve robotlaşmış çağımız insanında düşünmeyi engelliyor.

Hele bir “Dur-düşün” derler ya, düşünmeye fırsatı da yok zamanı da, modern insanın.
İnsan hızını azaltmalı ve durup düşünmeli.
Nereye gidiyoruz ?
Bu ne acele ?
Paşaya kelle mi yetiştireceğiz ?

Dış dünyadaki bu olağanüstü hıza karşın biyolojik saat olağan seyrinde işliyor, metebolik hızda artış yok; kimyasal ve biyokimyasal reaksiyon hızlarının sabitleri belli, hücre ömürleri ve ölümleri değişmiyor; her yeni doğan, büyüyor, yaşlanıyor ve ölecek !
Ölüm denen gerçeğe her nefes biraz daha yaklaşıyor insan, tüm diğer organizmalar gibi !

Hakikat arayışını gerçekleştirmek için “dur ve düşün” !

Bilgi ile “bilge” olunmuyor, modernliğe ve çağın sunduklarına kapılan insan hakikatten giderek uzaklaşıyor.
Hakikate bilgisiz erişemez insan... hikmete dair deryalara insan ancak hakikat üzerinde düşünce işçiliği yaparak ulaşabilir !
Dur ve düşün...
________________
(1)http://www.dijitalajanslar.com/internet-ve-sosyal-medya-kullanici-istatistikleri-2014/
(2)http://www.hurriyet.com.tr/bir-gunde-294-milyar-e-mail-gonderiliyor-19355820
(3)https://shiftdelete.net/whatsapp-ve-messenger-ile-gunde-kac-mesaj-atiyoruz-70496

22 Ekim 2017 Pazar

"Ben"dediğin bir vehim, anlıyormusun !

Pür neş'e olana gamı sorma, o bilmez !
☆☆☆
Mü'min mütebessimdir, isabet edenin kaynağını, tebessümün Resulullah (s.a.v.)ın sünneti olduğunu bilir.
☆☆☆
Huzurun tadını,  huzurdakinden sor, kîl-u kal ehli ne bilsin.

"Bir de, kendilerine ilim verilenler, onun (Kur’an’ın) hakikaten Rabbin tarafından gelmiş bir gerçek olduğunu bilsinler de ona inansınlar, bu sayede kalpleri huzur ve tatmine kavuşsun. Şüphesiz ki Allah, iman edenleri, kesinlikle dosdoğru bir yola yöneltir"(Hac suresi,54)
☆☆☆
Etrafına iki gözle baksan da, tek görürsün.

Çoğu saymakla bitirmek ne mümkün, çoğu teke indiren sayma külfetine katlanır mı ?...çokluk ile kafanı karıştırma, seyre dal tefekkür ile...

"(Bu Kur’an,) Ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. "(Sad suresi, 29.)
☆☆☆
Huzuru hazirînden sor, oyun oynaştakinden değil.

"Biz gök ile yeri ve aralarındaki şeyleri, boş bir eğlence için yaratmadık." (Enam suresi, 2)

"Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna (oradaki hayata) gelince, işte asıl yaşama odur. Keşke bilmiş olsalardı ! "(Ankebût suresi, 64)
☆☆☆
Divâna durmayan divâne, akıllı ol öğüt al ki divâna giresin.

"İşte bu Kur’an, kendisiyle uyarılsınlar, Allah’ın ancak bir tek Tanrı olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara (gönderilmiş) bir bildiridir. "(İbrahim suresi, 52)
☆☆☆
Hem sana verdiğinden şikayetçi ol, hem huzura kabulü dile...

"Böylece onların bu davaları (şikâyetleri); Biz onları, biçilmiş ekin (gibi) sönmüş hale getirinceye (ölünceye) kadar bitmedi. "(Enbiya suresi, 15)
Huzura kabul ve huzur bulmak için teslimiyet, teslimiyet için îkân, îkân için şehadet, şehadet için ilim ve ihlas; ilim ve ihlas için talep, kalbi arınma ve gayret/cehd lazımdır.
Cehdi terkedenin yoldaşı şeytan, yolu çapraşık olur...âkibeti huzurdan kovulmaktır.

"Öyleyse Kur’an okuduğun zaman, kovulmuş şeytandan Allah’a sığın". (Nahl suresi, 98)
Huzurda olmak için kendini samimiyet testinden geçir, kendini kandıramayan Rabbini nasıl kandırır ki !
☆☆☆
Doğum istasyonundan ölüm istasyonuna doğru seyahat etmekte olduğunu, ineceğin durağa gelince seyahat notların ile video kayıtlarına el konulup çözümleneceğini unutma !

"Ve şüphesiz o (Kur’an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan/uyduklarınız ve uymadıklarınızdan) sorguya çekileceksiniz" (Zuhruf suresi, 44)
☆☆☆
Dünyada daimî huzurda isen, ukbada da huzurda olacaksın.
"Bu (Kur’an), insanlar için basiret (nuruyla Allah’a yönelten ayet)lerdir, kesin bilgiyle inanan bir kavim için de bir hidayet ve bir rahmettir"(Casiye suresi, 20)
☆☆☆
Sen seninle olanı unutursan, kaybeden sen olursun.

"Ne zaman sen bir işte bulunsan, ne zaman Kur’an’dan bir şey okusan ve siz ne zaman bir iş yaparsanız, o işe daldığınız zaman biz mutlaka üstünüzde şahidizdir. Ne yerde ne gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbinden uzak (ve gizli) kalmaz. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü yoktur ki apaçık kitapta bulunmasın" (Yunus suresi, 61)
☆☆☆
Sen bir vehimsin, o kadar !
"Ben" dediğin sen, sendeki emanet, emaneti koru, hiyanet etme...

"Ve onlar, emanetlerine ve ahdlerine riayet edenlerdir (uyanlar, sadık olanlardır)"(Mu'minûn suresi, 8)

"Muhakkak ki Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Muhakkak ki o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir"(Ahzâb suresi, 72)
☆☆☆
Sen sende isen yazık sana ! Allah ile isen müjdeler sana !

"De ki: “İman edenleri sağlamlaştırmak, müslümanlara bir müjde ve hidayet olmak üzere, onu (Kur’an’ı) hak olarak Rabbinden Ruhu’l-Kudüs (Cebrail) indirmiştir.” (Nahl suresi, 102)

İki de bir "ben" deyip durma !