Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

16 Mayıs 2024 Perşembe

Mesnevi'den hikâye: Debbağ ıtriyat dükkânına girerse...

Güzel koku (ıtrıyyât) satanlar çarşısına varan birinin aklı başından gitti; iki büklüm oldu. Kerim ve cömert koku satıcılardan gelen ıtır kokusu, başını döndürdü, yere düştü! O, kendinden bihaber, gün ortasında, yol uğrağına bir leş gibi yıkıldı, kaldı. Derhal halk, başına toplandı. Herkes “Lâhavle…” çekmekte, derdine derman aramaktaydı. Birisi, eliyle kalbini yokluyor, öbürü yüzüne gülsuyu serpiyordu. Bilmiyordu ki o alanda onun başına ne geldiyse gülsuyundan geldi. Birisi bileklerini, başını ovuyor; öbürüsü harareti düşsün diye samanlı ıslak balçık getiriyordu. Biri ödağacıyla şekeri karıştırıp tütsülüyor, başka biri elbisesinin bir kısmını soyup üstündekileri hafifletiyordu. Birisi nasıl atıyor diye nabzını yokluyor, öbürü ağzını kokluyordu. Şarap mı içti, esrar mı, yoksa afyon mu yuttu, anlamak istiyordu. Halk, onun neden bayıldığını anlayamamış, şaşırıp kalmıştı.

Falan adam feşman yerde perişan bir halde düşüp kaldı diye derhal akrabalarına haber gönderdiler. Neden bayıldı, ne oldu da leğeni damdan düştü? Kimse bilmiyordu!

O iriyarı debbağın (dericinin) bilgili ve anlayışlı bir erkek kardeşi vardı; hemencecik koşa koşa geldi. Yenine biraz köpek pisliği almıştı; halkı aralayıp, kardeşinin yanına sokuldu.

“Ben, neden hastalandı biliyorum” dedi… “Hastalık teşhis edildi, sebebi bilindi mi tedavisi kolaydır. Sebebi bilinmezse tedavisi güçleşir… Hangi ilaç iyi gelecek? Yüz türlü ihtimal vardır. Fakat sebebi bilindi mi iş kolaylaşır. Sebeplerini bilmek, bilgisizliği giderir.”

Adam kendi kendine, “Onun iliğine, damarına kat kat köpek pisliği sinmiştir. Rızkını elde etmek için her gün, akşamlara kadar pisliğe gömülmüş, tabaklığa gark olmuştur.” dedi.

Calinus(Galenos) da öyle demiştir: “Hastaya, neye alışkınsa onu ver! Aykırı olan şeylerden zahmet çeker; onun için hastalığının ilacını da alıştığı şeylerde ara!”

Bu adam, köpek tersi taşımaktan pislik böceği gibi olmuştur. Pislik böceğine gülsuyundan baygınlık gelir. Bu sebeple onun ilâcı yine köpek pisliğidir… Çünkü ona alışmış, onu huy edinmiştir.

“Pisler, pislerindir” âyetini oku da bu sözün önünü, sonunu anla!

Öğütçüler, nasihat edenler, pis kişiyi, ona bir kapı açılması, iyileşmesi için amberle, gülsuyu ile tedavi etmek isterler! Fakat ey inanılır, itimat edilir kişiler, pislere temiz şeyler lâyık değildir ki!

Onlar, vahyin güzel kokusuyla eğrilmişler, sapıtmışlardır da “Siz bize uğursuzsunuz; biz, sizin yüzünüzden kötülüğe uğradık” diye feryada başlamışlardır. “Bu söz, bize zahmet veriyor, bu sözden hastalanıyoruz… Sizin vâ’zınız iyi değil, bize iyi gelmiyor. Eğer yine susmaz da nasihata başlarsanız derhal sizi taşlarız. Biz, oyunla, abes ve saçma şeylerle semirmişiz… Öğüte hiç alışmamışız! Bizim gıdamız yalandır, asılsız lâftır, saçma sapan sözlerdir… Sizin bildirdiğiniz şeyler, midemizi bozuyor. Siz bu sözlerle hastalığımızı yüzlerce defa artırıyor, akla ilâç olarak afyon veriyorsunuz” demişlerdir.

Delikanlı, kardeşine yapacağı ilâcı kimse görmesin diye halkı uzaklaştırdı. Gizli bir şeyler söyler gibi ağzını kulağına, avucunu da burnuna götürdü. Köpek pisliğini avucuna sürmüştü…

Avucunu koklatır koklatmaz adam, deprenmeye başladı. Halk, bu pek mühim bir afsun dediler… Afsunu okuyup kulağına üfürdü… Adam adeta ölmüştü, afsun imdadına yetişti!

Mayası bozuk, kötü kişilerin harekete gelmesi, canlanması da (gıybet), zina, göz süzme, kaş oynatma (haram el uzatm ve yeme benzeri gibi kötü ahlâk) tarafında olur.

Kime öğüt miski fayda vermezse muhakkak o, kötü kokulara alışmıştır.(1)

Edebiyatımızda doğaya, ağaç ve çiçeklere felsefi derinlikler yüklenmiştir; "servi vahdeti; gül de kesreti temsil ettiği için "serv-i gül endam" gibi sözlerle, aslında kesret altında gizlenen vahdet anlatılmak istenmiştir." (2)

Yine "Gül ruhu, Bülbül gönlü, Nergis sağ duyuyu, Meltem nefsi, Servi doğruluğu, Irmak saflığı, Diken kin ve kibri..." temsil ederler.(3)

İşte bu ruhanî bakış ve zevk ile, Ümmî Sinan'ın dediği gibi onların dünya ile ticareti gül gibidir, gül iledir: 

"gül alırlar gül satarlar
gülden terazi tutarlar
gülü gül ile tartarlar
çarşı pazarı güldür gül"

Aziz Mahmud Hüdâyî derki:

"Ehl-i zâhir gaflet ile Hakk’ı kor dünyâ arar
Benzer ol debbâğa kim ol kelb murdârın arar"

Elhak ne doğru kelâm, derici işlemek için ölü köpek leşi arar durur, tabaklayacağı deriyi beleşe getirmek içün...o debbağ leşin kokusuna da alışmış ve belki tiryakisi olmuştur, güzel koku (övülmüş ahlâk) ise muhakkak onu bozar(!) 

Konformist ben ve bencillik debbağlığa eştir, seyreyle bir gün ayine-i devran sana da gösterir debbağın ahvâlini, gel debbağa özenme ey can, gül yetiştiren âdem ol, bilir misin gül ağacı altında soluklananların teri de nefesi de gül kokarmış, yoksa duymadın mı, vesselâm...

___________

Kaynaklar: 

(1)Mevlâna Celaleddin, Mesnevi-i Şerif.
(2)Kurnaz, C. "Gül", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, cilt: 14, s. 220 Ankara 1996.
(3)Özkan, M., "Gül", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, cilt:14 sayfa:222-223, Ankara 1996.

10 Mayıs 2024 Cuma

Bir şarkı ve hikâyesi: Duydumki unutmuşsun gözlerimin tengini...


1972 yılında Yarken’te bir arkadaşı sevdiği kız için bir şiir yazmasını rica eder. Turgut Yarkent:

"Peki nasıldır bu kız, gözleri ne renk mesela” diye soruyor.

Arkadaşı “Unuttum” diyor. Arkadaşı birkaç gün sonra karşılaştığında şiiri sorunca;

“Peki! Kızın göz veya saç rengini hatırladın mı?” Sorusuna yine yanıt vermeyince:

“Yakında hazırlarım merak etme” diyor.

Şair ne yazacağını düşünüyor ve sonunda kızın ağzından arkadaşına hitap edercesine şiiri yazıyor.

Yazdığı şiiri Muhayyerkürdî makamında Selahattin Altınbaş besteledi. Milliyet gazetesinin 1977'de açmış olduğu "Yılın Sevilen Şarkıları" yarışmasında "Duydum ki unutmuşsun gözlerimin rengini" eseri ödül aldı.


Makam: Muhayyerkürdî
Bestekâr: Selahattin Altınbaş
Güftekâr: Turgut Yarkent
Usül: Semai

Duydum ki unutmuşsun gözlerimin rengini
Yazık olmuş o gözlerden sana akan yaşlara
Bir zamanlar sevginle ateşlenen başımı
Dizlerinin yerine dayasaydım taşlara

Hani bendim yedi renk hani tende can idim
Hani gündüz hayalin geceler rüyan idim
Demekki senin için aşk değil yalan idim
Acırım heder olan o en güzel yıllara

(Kaynak: Suat Yener; Şarkıların Gözyaşları S:263, Altın Koza Yayınları)


9 Mayıs 2024 Perşembe

Kırk yamalı bohça gibi...


Ömrün tesbih, günlerin de tanesi
Her tanede ömrünü tüketirsin
Başı da en sonu da  imamesi
Bir bir çekerek en sona varırsın

Tane doksandokuz, bir de imame
Ömür, ipekten ibrişime dizilir
Tesbihini dizme çürük ipliğe
Eğer ip koparsa hepsi saçılır

Kırk yamalı bohça, olmayasın ha
Bir ip çekilir de kırkı dökülür
Daha kırkın çıkmadan sakın kırkılma
Takke düşer ise kelin görünür

Ömrü bataklıkta telef edenler
Dağılır, hayat ipi koptuğu gün
Dikiş tutmaz yamaya güvenenler
Cavlak kalır ayna tutulduğu gün

8 Mayıs 2024 Çarşamba

Çevir kazı yanmasın...

 

Bindik fındık kabuğundan kayığa
Çıktık mehtaba seyre, safaya
Küreklere asıldık vardık engin deryaya..
Kafalar hoş, martılar neşeli, yakamozlar ışıl ışıl...
Hayat beleş...
Bir de şarkı tutturduk:
"Aheste çek kürekleri mehtap uyanmasın..." diyerek saldık avazeyi her yana !

Zevk ü safamızı duymayan, avaz ve ahengimize uyanmayan kalmamıştır dedik amma peki ya Mehtap...onu uyandırmayacaktık !

Dedi dümenci hemen:
Eğer mehtap uyanırsa boş ver takma kafana...
"Çevir kazı yanmasın", de sen bana
Duyuralım kazın yanmadığını duymayana !
Üç maymun da azaldı mı toplumda acaba ?

Görmedim duymadım bilmiyorum diyecek yalancı şahit, götürene fener tutan, şakşakcı ve yağcılar var mı halen ?...

Bir zamanlar deve kuşları saklanmak için kafasını kuma gömerdi...

Gerçi, kumu da bitirdi ya aç gözlüler...

Kum da biter mi demeyin...

Biter !

Yazık, deve kuşları şimdi kafayı nereye gömecekler...

Kafayı gömmüştüm görmedim de diyemeyecekler...
Deve kuşları da uyandı, mehtap da !

Maymunlar da gözünü açtı...

Yanmış kazı çevirerek "çevir kazı yanmasın" diyerek nefes tüketme, boşa yorulma ey ehl-i safa !