Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

31 Mart 2023 Cuma

Her nefes ter ü tâze...

 
Bir nefes, bir kelâm, hep ter ü tâze
Pamuktan yumuşak, ipekten nice
Gönülden kelâmlar yüceden yüce
Hikmet denen kelâm tek kıldan ince
Her kulun olurmuş eksi artısı
Yarısı zulmet imiş, nurdan yarısı
Şafak vakti kurulur nurlu tartısı
Zulmetten nura bakar gönül kapısı

30 Mart 2023 Perşembe

Hainlere rağbet ve riâyet...

üç günlük dünyada saltanat uğruna
etme rağbet hain ile zalime
üç buçuk zağarı bassan bağrına
gün gelir hiyanetle uğrarsın zulüme
koysan da batıl ile hakkı önüne
hesap yapar on kerre inceden ince
demez rağbet niye riayet kime
hainmiş katilmiş zalimmiş ona ne
hak söylersin suratları burulur
diş göstersen ödü patlar sararır
hain ile zalime riayetin rağbetin
mahkeme-i kübrada hesabı görülür

29 Mart 2023 Çarşamba

Bugün ona yarın sana...tepeden bakma !


Dünyanın hâli bu;
Sakın ha!
Haddini aşma !
Ne oldum deme...
Variyetine asla güvenme !
Akşam zengin yatıp
sabah çulsuz kalkanlar var...
Sabaha sultan uyanıp
 akşama kapı önüne konan var...
Yükseklerden uçarken
düşüp yerlerde sürünen var !
Depremi, seli, kasırgası var...
Yıldırımı, yangını, su basması var...

Düşmez kalkmaz bir Allah !
Haddini bilmeze
 çare bulunmaz billah...

 

28 Mart 2023 Salı

Aman ha, dişlilere dikkat !


şöyle bir düşünün
arkanız yaslanarak...

huzurun olduğu yerde;
aynı resimde
siyah ve beyaz fırça darbelerinin 
olması gerektiğini
anlayış ve algıların çeşitliliğini
farklı avazların akortlu ve akorlu çıktığını
görmek mümkün...

insanın iki tarafı yok mu?
iyi ve kötü !

insan denen tür
hem kurt ile kuzu gibi
bir arada yaşamaya meyilli
hem de birbirini boğazlamaya hazır...

huzur varsa, fitne uykudaysa
kurtla kuzu yanyana !
tâ ki;
fitne aleniyete çıkana kadar...
tâ ki;
öküzün altında buzağı
aranmaya
nüanslar sorgulanmaya
gözün üstündeki kaşa işaret edilene dek...

hem;
bir bahçede,
gül ile diken bir arada
acı ile tatlı biber yanyana
çatışmasız olarak durmakta
aynı suyu, güneşi, toprağı paylaşmakta değil midir ?...

dünyada;
akrep ile bal arısı
yılan ile kör sıçan
solucan ile leylek de
aynı ortamları paylaşmaktalar...

gece-gündüz, ölü-diri
sıcak-soğuk, acı-tatlı
bal ve zehir,
iyi ve kötü...
siyah ve beyaz
ve tedricen gri !
her devirde ve hep 
olacak tabi...

evren ve dahi dünya
zıtlıkların birliğini haykırmakta...

işte bu düzenin çarkları
tıkır tıkır işlerken;
fitne fücur ehli boş durup seyretmiyor...

çatışma ve kutuplaştırmaktan 
beslenenler var ya !
uygun vasatı bulduklarında
kolları sıvarlar...
fitnenin ve fesat güçlerin,
çıkar çevrelerinin,
dişlilerin arasına
çomak sokmak için fırsat kollayanların
iştahı hep kabarık zaten...

dişini göstermeden
ısırmak için fırsat kollayan dişlilere
aman ha dikkat !

24 Mart 2023 Cuma

İki yüzlü aranızda...



Şöyle bir bakınız etrafa, muktedirlerin, güç odaklarının etrafını çevirenlere...

Aynı çevrecilerin geçmişine bakınız, hayat yolunda yürüyüşlerini izleyiniz...

Eminim ki siz de inanamayacaksınız gördüklerinize...

İkiyüzlü ya da mürai olarak nitelendirilen kişiliklerin;  savunuyor göründükleri ahlâki ilke ve normlarını (devrin şartlarına göre) terkiye atarak muktedirin iddialarının ateşli birer savunucusu olduklarını, rüzgârın yönü değişip, güç odağı farklılaşınca bu kez yeni muktedirlerin kayığına binerek öncekilerin zıddını savunduklarını üzülerek gözlemlersiniz...

İki yüzlü kişilik sahibi içün başkalarının (bilhassa menfaat umduklarının) sempatisini kazanmak çok önemlidir. Bunlar talebini karşılayacak olanların hoşlandığı dili ve davranışı  okumakta ve ona göre davranış geliştirmekte ustalaşmışlardır.. 

Özü  başka sözü başka kişilerin, savunduğu  değerlerin devre göre farklı olması, muktedire göre vaziyet almaları, başka türlü görünme veya göstermeye çalışmaları, dürüst olmamaları temel karakteristikleridir.

Hz.Peygamber buyurur:

"...Siz, en kötü kişileri de ikiyüzlüler olarak bulursunuz ki onlar, birilerine bir yüzle diğerlerine bir başka yüzle gider gelirler."

20 Mart 2023 Pazartesi

Güç vehmi, kibir ve zulüm...

Güç ile kibir arasında ve dolayısı ile zulüm arasında bir gizli bağıntı vardır...güçten kaynaklı kibrin sebebi, sahip(!) olunduğuna inanılan ve ötekilerde bulunmadığı düşünülen bir takım şeylerdir..bu insan tipi, elinde bulunan şeyler ile her şeyi halledeceğini, her şeye ve her kese hükmedebileceğini, her güçlüğün üstesinden gelebileceğini vehmedebilir. 

Ancak insanda emanet olan metânın geçici sahipliğinin gelip geçici dünya hayatına  mahsus bir vehimden ibaret olduğu da malesef hep unutulmaktadır.  

Bütün bunlar ise, cehaletin ve dünyaya aldanmanın sonucudur...

Güç vehmi ile ortaya çıkan kibir ve zulüm aslında kabalığın, hamlığın, yozluğun bir tezahürü olarak,  kibri sebebiyle Allah'ın rahmetinden kovularak hakir ve zelil duruma düşen şeytanın derekesine düşürür insanoğlunu...

Unutmamalıdır ki; güçlünün zayıfı ezme teşebbüsü bumerang gibi döner ve zalim olan güçlüyü vurur, ve bunun sosyolojik olarak da etrafa yansımaları olur...

Eninde sonunda bu dünyada veya öteki âlemde azaba yol açacak bir eylem olarak kibir ve zulüm; zevklere aşırı düşkünlük ya da hazza erişmek için gerçekleştirilen bir eylem olarak çoğu kez ortaya çıkabilir.. 

Kendini beğenmiş, gücünün(!) aşığı ve aşağılık kompleksinin uşağı mütekebbir tipler, aslında her türlü uyarana karşı kendi dünyalarının zindanına ve meş'um sonlarına kendilerini mahkum ve mecbur ederler...

Bu hususta bir kaç özlü söz şöyle:
Eğer zalim ısrarla zulme devam ediyorsa bil ki sonu yakındır... (Hz. Ali)
Zalimin zulmü olmasaydı, mazluma ilahi merhamet olmazdı. (Nurettin Topçu)
Zalimleri bağışlamak yoksullara cefadır. (Sadi Şirazi)
Adalet nedir? Her şeyi yerine koymak. Zulüm nedir? Bir şeyi yerine koymamak, başka yere koymak. (Mevlânâ)
Zulüm, bayındır yerleri yıkar, yurdun bayındırlığını giderir. (İbni Haldun)
Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem! Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem! (Mehmet Âkif Ersoy)
Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete giremez.(Hz.Muhammed)
★★★
Kur’an-ı Kerim’de, dünyada haksız yere böbürlenenlerin gerçekleri görseler bile inanmayacakları, hedefe ulaştıran yola değil azgınlık yoluna girecekleri ifâde edilir...kibirle ilgili bir kaç âyet:

"Yeryüzünde haksız yere kibirlenenleri âyetlerimden uzak tutacağım. Onlar bütün mucizeleri görseler de iman etmezler. Doğru yolu görseler, onu yol edinmezler. Ama azgınlık yolunu görseler, onu yol edinirler. Bu durum, onların âyetlerimizi yalanlamalarından ve ondan gafil olmalarından ileri gelmektedir."(1)

“Rabbinin Ad kavmine ne yaptığını görmedin mi?
Sütunlara sahip İrem Şehri`ne.
O (İrem Şehri) ki, beldeler içinde onun bir eşi yaratılmadı.
Ve vadilerde kayaları oyan Semud kavmine
Ve kazıklar sahibi firavuna (neler yaptı).
Onlar ki beldelerde (ülkelerde) azgınlık yaptılar.
Böylece orada fesadı çoğalttılar.
Bundan dolayı Rabbin onları azap kamçısı ile kamçıladı.
Muhakkak ki senin Rabbin elbette gözleyendir.” (2)

"Halkı büsbütün zâlim nice memleket vardı ki, ben onlara süre tanıdım. Sonra günü gelince onları azabımla yakalayıverdim. Nihâî dönüş ancak banadır." (3)
★★★
İyi ile kötü, aydınlık ile karanlık, iman ile küfür nasıl bir arada olamazsa kibir ile tevazu da aynı yerde ve aynı zamanda bir arada olamaz, eğer bunlardan biri varsa diğeri yoktur. Bunlardan herhangi birinin var olması ise diğerinin olmadığının delilidir.

Akıldan çıkarılmaması gereken; 
gerçek mânâda güçlü olanın Hakkı benimseyip buna göre yaşayan ve temsil eden, zayıf olanın ise bâtılı tercih eden olduğudur.
____________
(1)A'raf,146; (2)Fecir 6-14; (3)Hac,48

19 Mart 2023 Pazar

Merkep müşteri olursa...aslı aslına nesli nesline hikâyesi...


Sadi Şirazi'den bir hikâye (*):

Vaktiyle eski Sultanlardan biri, ''Mademki ben sultanım ve idarenin mesulüyüm, Hızır Aleyhisselam'ı görmem lazım gelir.'' diyerek vezirini çağırmış ve ona sormuş:
- Hızır Aleyhisselam diri midir, hayatta mıdır?
- Şeriat-ı İlah iyede verilen haberlere göre diridir ve hayattadır.
- Madem hayattadır. Hızır Aleyhisselam'ı davet et. Gelsin, beraberce görüşelim.
- Onun nerede olduğu bilinmez, sorulmakla tanınmaz.
- Binlerce evliya-ı izam bulup görüştüğüne göre bizimde bilip görüşmemiz lazım gelir. Sen benim vezirimsin ne icap ediyorsa yerine getir.

Vezir vezir amma, öyle ha deyince de Hızır Aleyhisselam'ı bulmak her yiğidin harcı değil. Biraz da siyaseten demiş ki;
- Hızır Aleyhisselam hayattadır ama benimle görüşmesi mümkün olmaz. Çünkü benden çeşit çeşit zulüm meydana geliyor. Hızır Aleyhisselam kalbi cilalanan, nefsini terbiye eden Allah dostlarının yaranıdır. Ben devlet işleriyle sizin hükmünüzü yürütürken, ola ki benden tam adalet sudur etmesi mümkün değildir. Bundan dolayı Hızır Aleyhisselam'ı görmem pek münasip olmayabilir. Şeyhül İslam-ı çağıralım. Çünkü Şeyhül İslam Risaletin varisidir.

Vezir bu sözlerle sorumluluktan sıyrılmaya çalışır. Sultanın emri üzerine Şeyhül İslam çağırılır.
Sultan ondan Hızır Aleyhisselam bulup getirmesini ister. Şeyhül islam şöyle karşılık verir.
- Sultanım, Hızır Aleyhisselam'ı bulmak ilim değil kemalât işidir. Nice ilim sahipleri onu bulamamış ama nice kalbini tezkiye, nefsini tasfiye edenler Hızır Aleyhisselam ile görüşmüştür. Ben bu devlet işlerinde sizin hükmünüzü icra ederken hatalı fetvalar vermiş, günaha girmiş olabilirim. Bu durumda Hızır Aleyhisselam'ı bulmam ve çağırmam müşküldür. Müsaade edin, bir mühlet verin; Hızır Aleyhisselam'ı bilip bulacak birini bulayım.
- Tez vakitte gel.

Şeyhül islam, ülkenin dört bir tarafına tellallar çıkarır. Tellallar sorup soruştururlar, gördün mü diye, görmedim. Göreni de mi görmedin derler. Hani en azından göreni bulmaktır ümitleri. Hızır Aleyhisselam'ı bulabilecek olanların Allah rızası için saraya gelmelerini duyururlar.

Bir zat Şeyhül islamın huzuruna girerek Hızır Aleyhisselam'ı bulup getireceğini söyler. ''Beni sultanla buluşturun.'' der. Şeyhül islam sevinçle o zatı sultanın huzuruna çıkarır. O zat, kendisine kırk gün mühlet verilirse Hızır Aleyhisselam'ı bulacağını vaat etmesi üzerine kendisine kırk gün mühlet verilir. Ancak bir şartı vardır. ''Bu sarayda siz ne yiyor ve içiyorsanız bir mislini de bizim eve göndereceksiniz.'' der. Sultan kabul eder ve zatın isteğinin yerine getirilmesini emir buyurur.

O zatın, eve dönünce gönlünü bir endişe ve üzüntü kaplar. Nefsinin yaptığı bu işten ve işin akıbetinden korkar. Hanımı eve gelen yemekleri görünce efendisine bunun sebebini sorar. Hanımına şu cevabı verir:
- Hanım; Sultana, Hızır Aleyhisselam'ı götüreceğimi söyledim ve kırk gün biz de sultan gibi yiyip içeceğiz. Ama kırk gün sonra başımıza ne gelir, Mevlâm bilir.
- Sen Hızır Aleyhisselam'ı bilir misin?
- Bilmem.
- Ne cesaretle böyle yaptın?
- Allah Kerimdir. Artık nefsime fukaralıktan gına geldi. Nefsim bana, sen de insansın, sultan da insan. Sen Allah’a, Resulullah’a, Hızır Aleyhisselam'ın ruhaniyetine sığın. Ömründe kırk gün de olsun saray yemeği ye'' dedi.
- Kırk gün çabuk geçer. İşin zor ama Allah’tan sana yardım dilerim.

Böylece sultanlar gibi yiyip içtiler. Kırk gün dolunca saraydan iki büyük at gönderilir. Biri Hızır Aleyhisselam'ı getirecek zata diğeri de Hızır Aleyhisselam'a.
Mübarek fakir iki rekât namaz kılar. Allah’a niyaz eder. Sayısız salavatlar getirir. Allah’ın Habibini vesile kılar.
''Onun yüzü suyu hürmetine beni sultanın huzurunda mahçup etme Allahım.'' diye yalvarır.
''La havle vela kuvvete illa billahil azim'' der ve ata biner.
Onu almaya gelenler, Hızır Aleyhisselam'ın nerede olduğunu sorarlar.
''Bu sultanla benim aramda bir meseledir. Saraya gidelim.'' der ve saraya gelirler.

Sultan, o zatı görünce Hızır Aleyhisselam'ın nerede olduğunu sorar.
Fakir zat konuşmaya başlar:
- Sultanım, ben hayatımda Hızır Aleyhisselam'ı hiç görmedim. Fakirlik canıma tak etmiş, özene bezene bir taam yememiştim. Nefsim bana;
''Sultanlar fakir fukaranın da vekilidir. Sultanın bir vazifesi, ülkesindeki fakirleri beslemektir.'' dedi. Kırk gün senin gibi yaşamak istedim ve böyle bir vaatte bulundum. Umarım ki senin asaletin ve sultanlığının izzeti benim gibi bir fakiri hoş görür. Allah sana Hızır’ı kavuştursun.

Sultan kızar:
- Kırk gün bizi neden oyaladın be adam! Hakkından gelemeyeceğin işi neden vaat edersin? Madem fakirdin, huzuruma gelip bir ihsan isteseydin! Kırk gün bizi aldatmak olur mu?
Baş vezire dönerek sordu:
-Şimdi buna ne ceza verelim?
-Sultanım emir ver, onu parça parça etsinler, her parçasını bir sokak başına diksinler. Böylece kimse sultana yalan söylemeye cesaret edemesin.
O anda, O mübarek zatın yanında masum genç bir delikanlı peyda oldu. Oradaki cemaat, o zatın veya sarayda bulunan birisinin oğlu olduğunu düşündüler. Genç fakir zatın yanına oturdu ve 'Her şey aslına dönecektir. Aslı aslına nesli nesline HÛ'' dedi.
Sultan ikinci vezire sordu:
- Bu adama ne ceza verelim?
- Bunu bir dibeğe koyalım. Döve döve keşek yapalım. Şehrin her bir köşesine parçalarını bırakalım ki herkese ibret olsun.

Yine o delikanlı,
''Her şey aslına dönecektir. Aslı aslına, nesli nesline HÛ'' dedi.
Sultan üçüncü vezire sorunca, o da şöyle dedi.
Baş vezir ve diğer vezir güzel söylediler. Elbette sultanı kandırıp kırk gün oyalamak büyük bir vebaldir. Bana sorarsanız sizin sultanlığınıza yakışan, af ile muameledir. Affetmek Peygamberlerin sıfatıdır. Siz onu affedin ki Allah da sizi affetsin. Size de bu yaraşır.
Yine o delikanlı,
''Her şey aslına dönecektir. Aslı aslına nesli nesline HÛ'' dedi.
Üçünde de o delikanlının aynı sözleri söylemesi sultanı şaşırttı. Fakir zata sordu:
- Bu delikanlı neyin olur?
- Bu delikanlı benim bir şeyim olmaz. Onu ilk defa görüyorum. Herhalde buradaki zevattan birinin oğludur.
Bu sözler üzerine sultan gence sordu:
- Ey delikanlı, sen kimsin? Vezirlerimin üçü de farklı cevaplar vermesine rağmen sen her defasında, ''Her şey aslına dönecektir Aslı aslına nesli nesline HÛ'' dedin. Neden böyle söyledin?
- Bu zat size kimi getirecekti?
- Hızır Aleyhisselam'ı getirecekti.
- Sultanım, baş vezirin bir kasap oğludur. Babası devamlı et parçalayıp böldüğü gibi, baş vezirde halkı kırmaktan başka bir işe yaramaz. İkinci vezirin bir aşçı oğludur. Babası dibek dövdüğü gibi o da halkı dövüp söver. Ama üçüncü vezirin bir vezir oğludur. Asaletli faziletli kâmil bir insanın oğludur.
Ben ise aramakta olduğunuz Hızır’ım. Cenabı Hâk işte şu zatın hürmetine beni sana getirdi. Sana nasihatim şudur ki, baş vezirini saraya kasap başı, ikinci vezirini de saraya aşçıbaşı yap. Üçüncü vezirin haddini, hukukunu bilen kâmil bir insandır. Onu da baş vezir yap.
Hızır’dan maksat nasihattir. Şu fakir zattan da ihsanını kesme. O sabırlı ve kâmil bir zattır.
''Her şey aslına dönecektir Aslı aslına nesli nesline HÛ'' Bu sözleri söyledi ve köşeden kayboldu. Zannettiler ki delikanlı sarayda bir yere saklandı. Arkasından koştularsa da bulamadılar. Hızır Aleyhisselam’dan geriye nasihat kaldı.
"De ki: “Herkes kendi mizaç ve karakterine göre iş yapar.” Rabbiniz kimin doğru bir yol tuttuğunu çok iyi bilmektedir." (İsrâ sûresi, 84)
Her kes kendi benzeri ile yol yürür...
Kişi karakterinin gereğini yapar...
Kime ne lâzımsa onu arar...
Kediyi kasap dükkânına koymuşlar, fareyi görünce pirzolaları unutmuş...
Merkebe hoşabla aran nasıl demişler, illede bostan kabuğu diye diretmiş...
Gübre böceğine baklava versen burun kıvırır, döner gübreye gider...
Ne ayıdan post, ne akrepten dost olmasını bekle...
Her şey aslına çeker...cins cinsine çeker, cins cinsini çeker, her kuş kendi türüyle uçar...

İrfân ehli der:"Aslı hû nesli hû..."
Merhum şair Abdürrahim Karakoç bir dörtlükte şöyle der:
“İmansızda vicdan olmaz çocuğum,
Kırk cesette bir can olmaz çocuğum,
Tay büyür at olur, ona sözüm yok,
İt büyüyüp insan olmaz çocuğum.”
__________

(*)Çıtlakoğlu, A., Sadi Şirazi'den bir hikâye:"Her şey aslına dönecektir"

18 Mart 2023 Cumartesi

Küçük ahlâksızlıklar ve çürüme...


Çürüme yahut dekompozizasyon/ayrışma, kültürel kodları çözücü olarak bir toplumun içine sızmaya görsün...ve çürüme, sosyolojik mânâda zihinsel ve psikolojik yollardan içe kadar sirayet etmiş ve yaygınlaşmaya başlamış ise gidişât top yekün kötüyedir... 

Küreselleşme ve iletişim platformlarının avuç içine sığması ile insanlık sahiline vuran ve döven çürütücü dalgalar, giderek ahlâkî değerleri, tarih, kültür ve öze yabancı kavram ve hayat tarzlarını içten içe bireylere kanıtsatır...

İlk çürütücü dalgalara direnç oluşturan millî kültür kodlarından müteşekkil dalgakıranlar, dalgaların sürekliliği karşısında giderek zayıflamaya başlar ve direnç de kırılırsa işte o zaman küçük ahlâksızlıklar normal görülmeye, kanıksanmaya, önemsenmemeye başlar...ve eğer toplum direnerek değişme yoluna girmişse, kurt içe yerleşmiştir !

Hırsı, şaşaalı hayatı, ışıltılı geceleri, modayı, lüks ve konforu sürekli pompalayarak tüketicinin iştihasını kabartan faaliyetler ve reklamlar çürümeye giden yolu genişletmeye matuf harekâtlar olarak sürdürülür...

Ve kısa yoldan bu hedeflere ulaşmak içün her yolu mübah sayan zihniyete doğru değişimin önündeki engel olan kültür kodları, ahlâk ve etik değerler örgüsü de iletişim vasıtalarının sürekli bombardımanı ile gevşetilince, yoz ve popüler kültüre toplum teslim olunur...

Bir seferden bir şey olmaz, herkes yapıyor n'olacak canım yaklaşımlarının normalleştirildiği toplumlardaki küçük ahlâksızlıklar, alavere-dalaverelere meşru kılıf arama çabaları, bu çürümenin işâret fişekleri olarak dışavurumudur...unutulmamalıdır ki; su bendindeki bir çatlaktan sızan su bir süre sonra o çatlağı genişletir ve sonunda bendi de yıkar geçer...

İşi gücü düzenbazlık olan, zekasını yalan dolan için kullanarak arzuladığı işi kendi lehine çevirmeye çalışan hilekâr alavere dalavereciler mantar gibi yerden bitiyor, amip gibi bölünerek çoğalıyorlar sanki...

Ahlâk edebiyatı yaparak itibar bulmuş olup da, küçük ahlâksızlıkları mübahlaştırmış olanlar; mevzu menfaate, makama, mevkiye, kazanca, paraya-pula, mala-mülke, şan ve şöhrete, lüks ve konfora gelince savundukları değerleri askıya almakta ve mevzuya kılıf bulmakta da pek mahirdirler...,

Yâni, toplumun/insanın içine bir kerre kurt düşmeyegörsün...enfeksiyon oluşmaya başlamıştır...kültürel bağışıklık sistemi zayıflamıştır artık !

Bu içten çürütme faaliyetleri amacına ulaştığında ise artık isminizin Mehmet, Zeynep, Kaya, Alper olmasının, küresel güçler içün bir önemi yoktur...içerden fethedilmiş iseniz, içinize kurt girmişse; içten içe kemirileceksiniz, sömürülecek ve artık onların aklı ile düşüneceksiniz...

Ve içeriden fethedilmiş iseniz, millilikten dem vursanız da fark etmez !

Ez-cümle; ahlâki çürüme, elma kurdu gibi toplumları  içten içe kemiren bir hastalıklılık halidir, eşref-i mahlûkat olan “İnsan”lar bu gidişle gelecek nesillerini “ahlâki erozyon" istikbâline ısmarlayacaklar... 

Allah korusun, ancak ahlâksızlığın başını alıp gittiği toplumların helâk edilerek(*) tarih çöplüğüne gittiğine dair bilgilerin yer aldığı kitaplar, kütüphâne raflarında duruyor ! 

__________o__________

(*)Kur’an’da geçmiş zaman kavimlerinin; suda boğulmak, şiddetli sarsıntı, yere batırmak, kasırga, gökten taş yağması, yıldırım, korkunç ses gibi sebepler ile helâk edilmelerinden bahsedilir...

Konu ile ilgili bir kaç âyet:
"Sana isabet eden iyilik Allah’tan, kötülük ise kendi nefsindendir."(Nisa, 79)
“Başınıza gelen herhangi bir musîbet ellerinizle işlediklerinizden ötürüdür.” (Şûrâ,30)
(Dünyada) kazandıkları şeylerin kötülükleri karşılarına çıkmış, alay etmekte oldukları şey onları kuşatmıştır.” “Nihayet kazandıkları şeylerin kötülükleri onlara isabet etmişti. Onlardan zulmedenler var ya, kazandıkları şeylerin kötülükleri onlara isabet edecektir. Onlar Allah’ı âciz bırakacak değillerdir.” (Zumer,48,51)

17 Mart 2023 Cuma

Hz. Ali'nin atadığı Mısır valisine tavsiyeleri...


Hz. Ali tarafından Mısır valisi olarak atanan Malik bin el-Haris el-Eşter'e bu görev bir mektupla tevdi edilir... 

Mektup(*) şöyle:
“Bil ki ey Malik!” “Seni, senden önce adaletle ve zulümle hüküm sürenlerin bulunduğu bir beldeye gönderdim. Sen, daha önceki yöneticilerin durumlarına baktığın gibi, insanlar da senin durumuna bakacaktır. Sen onlar hakkında ne söylersen onlarda senin hakkında aynısını söylerler.

Salih kimseler, Allah’ın kullarının diliyle söylettiği gerçeği fark edip uygulayanlardır… Halka karşı merhametli olmayı, sevgi ve iyilikte bulunmayı kendine şiar edin. Kesinlikle onların malını ganimet bilen yırtıcı bir canavar olma. O insanlar iki sınıftır: Birincisi, dinde kardeşin, ikincisi ise yaratılışta senin eşindir. İnsanlara, yakınlarına, ailene ve insanlar arasında özel sevgi beslediğin kimselere karşı adaletli davran! Böyle yapmadığın takdirde zulmetmiş olursun.

Allah’ın nimetini tahrif eden, azabının hemen gelmesine sebep olan şeyler içinde zulümden daha güçlüsü yoktur. Kuşkusuz Allah mazlumların ahını duyandır, zalimleri de gözleyendir. Sana en sevimli gelen şeyler şunlar olsun: Hak hususunda orta yolu tutmak, adaleti herkese yaymak ve halkın rızasını kazanmak… Şüphesiz ki; çoğunluğun öfkesi azınlığın rızasıyla, azınlığın öfkesi de çoğunluğun rızasıyla kaybolup gider.

Valiyle halkı arasında en zararlı olanlar, bollukta yardım eden, zorlukta yardımı kesen, ölçü- süz davranan, isteklerinde ısrar eden, ikram edildiğinde teşekkür etmeyen, yasaklara karşı duyarsız olan ve zamanın zorluklarına en az sabreden seçkinlerdir. Dinin direği olan, İslam cemaatini oluşturan, düşmana karşı duran, ümmetin çoğunluğunu meydana getiren halk ile istişare etmeli ve onlara meyletmelisin.

Halkın içinde en çok sevmediğin kimse, insanların ayıplarını araştıran kişiler olsun. Şüphesiz ki insanların ayıpları vardır. Valilere düşen de bunları örtmektir. Onlar hakkında bilmediğin ayıpları araştırmaya çalışma. Şayet suçları ortaya çıkarsa, senin için en uygun olan bunları kapatmaya çalışmandır. Senin bilmediklerin hakkında Allah hükmeder. Vezirlerinin en şerlisi, senden önceki şerlilere vezirlik yapanlar ve onların suçlarına ortak olanlardır. Kesinlikle sana yakın olmasınlar. Çünkü onlar suç ortakları ve zalimlerin kardeşidirler. Sen, aynı görüşte ve nüfuzda olup da onlar gibi suç ve zulüm işlemeyen, zalimin zulmüne ve günah işleyenin günahına yardımcı olmayan daha iyi kimseler bulabilirsin. Bunlar yük olarak senin için daha hafif ve kolaydır.

Sevgileri daha içten ve dışarıya olan ülfetleri daha azdır. Bu ümmette daha önce yaşamış insanların ortaya koyduğu güzel sünnetleri ve halkın üzerinde ittifak ettiği şeyleri kınama. Daha önceki insanların koyduğu sünnete (örfe) zarar getirecek yeni sünnetler koyma. Öncekilerin koyduğu sünnetlerin sevabı kendilerinedir. Şayet bunları ayıplarsan günahı da sanadır. Yönetimin altında bulunan ülkenin istikrarının devamı için âlimlerle müzakerede bulunmayı, akıllılarla tartışmayı arttır. Senden önce insanları yönlendiren şeyler bunlardı.

Unutma ki idaren altında bulunan insanlar sınıf sınıftır. Bir kısmının ıslahı diğerinin ıslahına bağlıdır. Bunlar birbirlerine ihtiyaç duymaksızın yaşayamazlar. Söz konusu sınıflar şunlardır; Allah’ın askerleri, genel ve özel işlere bakan kâtipler, adaletli kadılar, adalet ve hakkaniyetle çalışan memurlar, vergi veren Müslümanlar, cizye ve haraç veren zimmiler, ticaretle uğraşanlar, sanatla ilgilenenler ve en alt sınıfı oluşturan yoksul ve miskinlerdir. Allah bunların hakkını üstün kılmıştır. Bunların sınırlarını belirleyen hükümler, Kitap ve Sünnet hala elimizde mahfuzdur.

Ordu, Allah’ın izniyle halkın koruyucusu, yöneticilerin ziyneti, dinin izzeti ve emniyetini sağlamak için bir araçtır. Halkın düzeni ancak orduyla sağlanabilir. Ordunun düzeni de Allah’ın onlara lutfettiği haraçla mümkündür. Ordu, düzenini sağlamada düşmanlarına karşı güç oluşturmada ve ihtiyaçlarını karşılamada aldığı bu vergiye dayanır. Bu iki sınıf ancak kadılar, memurlar ve kâtiplerden oluşan üçüncü bir sınıfla düzelip güçlenebilir. Bunlar ihtiyaç sahiplerini gözetir, vergileri toplar, toplumun ve fertlerin işlerini güvence altına alırlar. Bütün bunlar ancak, tüccarlar ve sanatkârlarla ayakta durabilir. Tüccarlar ve sanatkârlar meslektaşlarını bir araya getirerek pazarlar kurarlar, insanların ihtiyaçlarını karşılayıp başkalarının elde edemediği karı elde ederler.

Sonra yoksul sınıfta olupta yardım edilmesi, gözetilmesi gereken ihtiyaç sahipleri ve miskinler gelir. Bunların hepsi için Allah’ın katında ferahlık vardır. Bunların durumlarının düzeltilmesi, vali üzerindeki haklardandır.

Orduna, Allah Resulü ve senin imamın için en fazla nasihat edenleri komutan seç.

Şüpheye düştüğün konuları ve sana ağır gelen işleri Allah’a ve Resulüne yönelt. Allah uyarılmalarını istediği topluma seslenerek şöyle buyurdu:“Ey iman edenler! Allah’a, Rasulüne ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah’a ve Rasulüne havale ediniz.”( Nisâ 59.) Allah’a döndürmek Kitab’ın hükmünü almak; Rasule döndürmek onun Sünnet’ine ayırt etmeksizin topluca sarılmaktır.

İnsanlar arasında hükmedecek kimseleri seçerken en değerli olanları seç. Sonra onların verdikleri hükümleri öğrenmeye çalış.

Memurların durumunu gözden geçir. Onları sevgin ya da eğiliminden dolayı seçme. Deneyip durumlarını öğrendikten sonra görevlendir. Onların ücretlerini gerektiği kadar ver. Bu davranış, hallerini düzeltmeleri ve elleri altındaki mallara göz dikmemeleri için bir destektir. Ve dolayısıyla emrine karşı çıkmaları, emanetine ihanet etmeleri halinde bu onların aleyhine delil olur.

Çiftçileri düzelterek zirai toprakları verimli hale getir. Çünkü bunların ıslah olması onların dışındakilerinin de ıslah olması demektir. Çünkü bütün insanlar çiftçinin ve zirai arazinin iyali gibidir. Vergi toplamaktan ziyade gözün arazi ıslahında ve ülkenin imarında olsun. Çünkü vergi ülkenin imarından sonra toplanabilir. Kim ülkeyi imar etmeden vergi toplamak isterse, ülkeyi harap insanları bitap etmiş gibidir. Bu gibilerin durumu pek az düzelir. Eğer insanlar verginin ağırlığından, sularının kesilmesinden, arazilerinin yok olmasından veya susuzluktan dolayı ürünlerinin az olmasından şikâyet ediyorlarsa durumlarının düzeltilmesi için vergilerinin hafifletilmesi gerekir. Bunlar sana zor gelmesin. Böyle yaptığın takdirde halkın yükünü hafifleterek ülkeyi imar etmiş ve halkının hoşgörüsünü kazanmış olursun.

Kâtiplerin durumuna da bak. Yapılacak işlerini onların en iyisine yaptır. Bunları bu göreve seçmen kendi güvenine ve hoşgörüne dayanarak olmasın. Çünkü insanlar yapmacık davranışlarıyla kendilerini yöneticilere iyi göstermeye çalışırlar. Bunun arkasından ise ne öğüt dinlerler ne de emanete riayet ederler. Bunun için sen, daha önceki Salih insanların seçtiği kişilere itibar et. Bunları seçerken topluma en iyi muamele edenleri ve emanete gerekli önemi gösterenleri seç.

Tüccarları ve sanatkârları gözetleyip onlara iyi tavsiyelerde bulun. Onlardan kimi bulundukları yerlerde, kimi de şehirleri dolaşarak bu işle meşgul olurlar. Ve yine bir kısmı da insanların ihtiyaçlarını elleriyle hazırlamaya ve insanlara faydalı olmaya çalışırlar. Onlar insanların ihtiyaç duyduğu şeyleri ülkende, dağları, ovaları, denizleri ve karaları aşarak zorluklara ve uzaklıklara göğüs gererek temin etmeye çalışırlar. Bunların gittiği yerlere insanlar ne gidebilirler ne de cüret edebilirler. Onlar emin kimselerdir. İhanetlerinden korkulmaz. Barış içindedirler, isyanlarından korkulmaz. Bulunduğun yerde ve ülkenin değişik bölgelerinde onları denetle, tüm bu anlattıklarımın yanı sıra şunu da bil; onların çoğunda aşırı hırs, çirkin bir cimrilik, stokçuluk ve pazarlara tekel kurma arzusu vardır. Bu, insanlar için bir zarar kapısı ve yöneticiler için bir eksikliktir. Onları stokçuluk yapmaktan alıkoy. Çünkü Rasulullah (sav) bunu yasaklamıştır. Alan ve satan her iki tarafın zarara uğramayacağı bir şekilde ve adalet ölçüleri doğrultusunda bir alış veriş ortamı olsun. Yasakladıktan sonra kim stokçuluk yaparsa onu aşırı gitmeksizin cezalandır.

Hilesi, düzeni olmayan yoksulların, kimsesizlerin ve çaresizlerin oluşturduğu aşağı tabakayı Allah için koru. Bunların içinde yoksul olduğu halde seslerini çıkarmayanlarda vardır. Bunlar için Allah senden neyi korumanı istiyorsa onu koru. Onlara devlet hazinesinden belli bir pay ayır. Ve diğer şehirlerde devlete ait arazilerde elde edilen gelirden de onlara belli bir pay ayır. Onlardan o şehre uzak olanlar, yakın olanlar gibidir. Onların hakkını koruyup gözetle. Nimetler içerisinde yüzmen, önemli işlerle uğraşman bu zayıflara bakmaman için özür teşkil etmez. Onların sorunlarını dinle ve yardımını eksik eyleme. İnsanlar Tarafından horlanıpta haberinin olmadığı kimseleri araştır. Bunların durumlarını sana ulaştırmaları için güvendiğin ve mütevazı kimseleri bu işle görevlendir.

Hiçbir hilesi olmayan yetimleri ve yaşlıları gözet. Doğrusu bu, valiler için ağırdır. Ne var ki hak bütünüyle ağırdır. Allah, iyi bir akıbeti dileyip kendisinin vaadine güvenerek sabreden kimselerin yükünü elbet hafifletecektir. Zamanının bir kısmını ihtiyaç sahiplerine ayırarak onlarla umumi meclislerde oturup dertlerini dinle. Bu mecliste seni yaratan Rabbine karşı tevazulu ol. Askerlerini, koruyucularını ve yardımcılarını yanına oturt. Ta ki onlardan konuşmak isteyen senden çekinmeden konuşabilsinler. Ben Rasulullah’ın birçok yerde; “Allah, zayıfın hiç çekinmeden güçlüden hakkını alamadığı bir toplumu yüceltmez.” Dediğini işittim…

Valilerin yanında zulmeden, aşırı giden, ilişkilerinde insafsız dostları, yardımcıları olabilir. Bu durumun nedenlerini ortadan kaldırarak onların iyi olmayanlarını etrafından uzaklaştır. Senden önceki adil sistemleri değerli yolları, Peygamber (sav) ve onun takipçilerinin izlerini, Allah’ın Kitab’ındaki emirleri hatırlaman, bizim bilerek yaptığımızı gördüğün şeylere uyman ve sana belirttiğim bu emirlere uymaya çalışman gerekir. Allah’tan beni ve seni razı olduğu şeylere muvaffak kılmasını istiyorum.”….
__________
(*)Kaynak:Hz Ali - nin Mısır Valisi Malik Eştere Mektubu

16 Mart 2023 Perşembe

Sırat, takvim ve niyet...

 İnsanlık yolu mu ?

Kılıçtan keskin kıldan ince 

Evvela bu yolda dosdoğru yürüyünce

Ukbadaki sırat geçilir vakti gelince...

Niyet ak güvercin 

Fiil hesapsız

İnsanlık nisabsız

Olmazsa olmaz !

Akıl terazisi tartacak da tartacak

Hakikâtın hükmü hep ağır

basacak

Takvim yaprakları her gün uçacak

Bu köprü o köprüye bir gün çıkacak

13 Mart 2023 Pazartesi

Analiz: Yumuşak karın ve operasyonlar...



Yumuşak karnı olan toplumlar manuplasyonlara ve operasyonlara açık olurlar...

Unutulmamalıdır ki; su uyur düşman uyumaz...

İçeriden ve/veya dışarıdan toplumu kışkırtmak içün pusuda olup, fırsat kollayanlar ve onlara müsait zemin hazırlamak isteyenler hep var olmuştur...buna karşı uyanık ve tedbirli olmak, ehl-i hak ve akl-ı selim her yurttaşın aslî vazifesidir, öyle olmalıdır...

Zaman, günübirlik ve kısa vadeli hesaplarla, eyyamı kurtarma hesapları ile hareket etme zamanı değildir...

Dış destekli toplum mühendisliği faaliyetlerine dair manuplatif araçlar hassas dönemlerde devreye alınıyor...

Bilhassa kitle iletişim araçları ve sosyal medya üzerinden milletin arasına nifak sokmaya çalışan muhitlerin ve onların kuklacılarının hareketleri dikkatlice izlenmeli, (subliminal ve) kışkırtıcı- kutuplaştırıcı satır arası mesajları, dikkatle takip edilmeli, bu odaklar ve destekçileri için ne gerekiyorsa yapılmalıdır...

Yine yapay zeka algoritmaları ile sosyal medyayı propaganda makinası ve kışkırtma mecrası olarak kullanan odaklara ve psiko-sosyal harekâtlara karşı teyakkuzda olma ve tedbir alma zamanıdır.

Bilhassa yumuşak karınları kaşımak isteyen ipi dışarıda STK'lar, vakıflar, provokatörler, kalemşörler, yanıltıcı haberler, etki ajanları ve e-hesaplara karşı uyanık olunmalı tedbirler alınmalıdır...

Biliyoruz ki, yüzyıllardır yakın-uzak coğrafyalardaki küresel güçlerin gözü, dünyanın kalbi mesabesindeki ülkemizdedir...

Dünyayı etkisine almış ekonomik sıkıntılar ile ülkemizdeki depremin ağır yükü ve travmasının oluşturduğu şartların, toplumda infial yaratma heveslilerinin iştâhını kabartacak vasatı oluşturmasına da fırsat verilmemelidir...

Kritik ve hassas bir devranda olduğumuz unutulmamalı, huzur ortamının devamlılığı, birlik ve dirliğin sürdürebilir olması, devletin bekâsı, azîz milletin istiklâl ve istikbâli açısından çok ama çok önemlidir...

Vesselâm...

11 Mart 2023 Cumartesi

Ben var ya ben...


ben bu işte...
ben ve sen
beriki ve öteki
var olan ve yok sayılan
efendi ve köle
öncelik ve sonralık
zirve ile etek
süzen ve süzülen
iten ve ittirilen

ben zıp çıktı
ben her karede
ben objektife göre yer tutan

ben var ya ben
kimi vakit kuzu postlu kurt
çıkar için eşiklerde post
gerekince düşman ile dost

"BEN" var ya "BEN"
ben için her yol mübah
ve ben
-maâzAllah- tapınak

"BİZ" mi ?
uykuda !
sadece "ben"in işine yararken
hatırlanmakta...

sonra:
mangalda kül kalmıyormuş !

10 Mart 2023 Cuma

Beşikten mezara "benlik"...

 

Beşikten mezara nefes nefese
Koşarken bir lahza dön de geri bak
Dünyada girerken kafesten kafese
Girmeden bir lahza dur kafese bak
Rüzgârla yarıştın hiç yorulmadan
Soluklan da aldığın şu yola bir bak
Un ufak oldun farkına varmadan
Değirmenin taşlarına dur iyice bak
Kul dedin kendine ey başına buyruk
Her adımında hükmündeki isabete bak
Hiç gördün mü insan-ı kâmilde kuyruk
Hazlara teslim olan vücuduna bak
Menfaat davuluna tokmak olduysan
Çıkardığın seslerin akorduna bak
Zurnacının zurnasından akan salyanın
Zurna sesine kattığı parazite bak
Selâmı hesapla verdin de durdun
Her hesabın sonu varmış, seyreyle de bak
Bidayetin neydiki nihayet n'ola
Zulümatın hafakanına teslim ol da bak
Kırmadıysan sendeki benlik putunu
Hatab’ın hikâyesini okumaya bak
Hani Firavun Samiri ya Nemrud 
 Git piramitlere, heykellere mumyalara bak
Tefekkür et çürütme akıl kutunu
Tez vakit kâinat kitabını okumaya bak
Ölüler var yerin yüzünde gezer
Kulak ver de sana ne söylerler bak
Dirilerin yürüdüğü yollar yeşerir
Hakikate mücella, dur da hakka bak.

9 Mart 2023 Perşembe

İrfân kültürümüz...

İnsanın eksikliği, kusuru ve hatalarının kimi zaman sırat-ı müstakime itki görevi gören birer kaldıraç olması potansiyelini barındırdığına dair hikâyeleri insanlık tarihinde okumak, toplumsal hayatta duymak mümkün...Ya da kimi zaman hatalarının sahibini yerin dibine soktuğuna da şahit olmak muhemel !

Hatta dünya ve dünyalıkların çeldiriciliği ve engellerinin bile ya dipten yüzeye çıkış yahut battıkça batma vesileleri olduğunu da kimi insanların hayat hikayelerinde okumak mümkün...

Akl-ı selim sahibi olup hatalardan ders alabilenler içün ise Rahmaniyyete şahit olunmaklığın kapı tokmağıdır çoğu kez şer gibi görünendeki hayır, bunun için ise bilhassa aklın ve zamanın üstünde/ötesinde, müteal mânâda idrak gerek...

İnsana iyiyi, doğru olanı ve güzeli örneklemeyi, bu vasıftaki rol modelleri bidayette taklitle bile olsa yaşamaya çalışmayı ve giderek özümsemeyi sezgisel olarak öğretir hayat yolunda yürürken, yoldaki engebeler, manialar...

Derlerki;
"Rahatlık çürütür fikri, aklı;  çileler pişirir, olgunlaştırır ham olanı..."
Her devirde hakikatin peşinde olan yahut gafil olanlar, ilmi ile amiller yahut cahiller gibi çeşit çeşit insan tipleri gelip konaklamış ve  zamanı gelince  göçmüşler dünya misafirhânesinden..

İbn Kemâl derki:
"Mansıbda bir olsa dahi ger âlim ü câhil
Zâhirde müsâviyse hakîkatte bir olmaz"

İrfan; ilim ile beslenen estetiktir, müteal bir aşktır, hakiki muhabbettir ve dahası bütün bunların hayata geçirilmesi, tecrübî bilgi haline dönüştürülmesi hâlidir. Buna göre ilim "kāl" irfân "hâl"dir.

Üstâd Cemil Meriç derki:
"irfan; kemâle açılan kapı, amelle taçlanan ilimdir"

Anadolu irfanı denilen yüzyılların imbiğinden süzülerek damıtılmış, sadece yazılı/sözlü kültür ile değil, bizzatihi hânelerde mektep/ medresede, çarşı-pazarda, dost ve muhabbet meclislerinde yaşatılan geleneksel kültür, nesilden nesile aktarılagelmiştir asırlar boyunca...

Kavrayışı yüksek, sezgileri muhkem, bilgeliği özge bir karakterdir anadolu irfânına sahip abdalı, budelası, ârifi haşk feylesofu..akl-ı selim ile evveli ahiri, batını zahiri an denilen zamanda müşâhede ve murakabededir...

Ancak geleneği küçümseyerek ve yok hükmünde sayarak salt görenek ile yaşama heveslerinin kısırlığı içindeki modern insandan irfânî bir yaşama modeli sadır olmaz, olamaz, olsa olsa lakırdısı edilir...

Görenek odaklı modernite, irfânî kültürden yoksun olarak insaniyetten ırak düşme çabalarının mânâ fukaralığı içindeki kalabalığın; kabalığına, nezaket ve  nefaset yokluğuna mahkûm olmuşluğu kanıksatır  yaşandığı devirde...

İrfân yoksunu ve yoksulu insanlar hem birbirleri ile hem de kendi iç âlemlerindeki çekişmelerle ve çatışmalarla akşam ederken, zevahiri kurtarma ve zahiri doyasıya arzu ve heves içün yaşama anlayışları ile ömür denilen emanet zamanı buharlaştırmışlar çoğu kez...

Karagöz gazelinden bir beyitte denmiştirki:
"Gel ey zâhid kenâr-ı bezm-i irfandan makāl anla
Hakîkattir sözü âriflerin gûş et meâl anla"
Türk ve İslâm efkâr-ı umûmiyyesi açısından irfan kültürü; özünde kesret/vahdet münasebetini kurup yaşayarak yaşatmayı, tevhidin sırrına müdrik olmayı, insanın 'homo sapiens'ten, 'homo economicus'tan öte bir hakikati olduğunu mündemiçtir.

Buna göre irfân ehli; zahiri tecellinin, arkasındaki sebebe göre zuhur ettiğini, nakıs görüşün görenin(!) kendinden kaynaklandığını, mükemmelliğin sadece ve sadece Malik'ül Mülk olan Mülkün Sahibi Allah'a ait ve mahsus olduğunun idrakindedir...

İrfân yolu "kendini bilmek"ten geçtiğine göre ve akibetin hayr olması da niyetin hayrına bağlı ise; vesileye yapışmalı, yola revan olmak içün adım atmalı...

İrfân yolunun bidayeti "ben", nihayeti "O" dur !

İrfân yolunun yolcuları;
irfân çiçekleri ile bezeli bahçelerde dolaşmaya, irfân pınarlarından su içip ihyâ olmaya, irfân ehli âriflerin  muhabbet meclisinden müstefid olup gönül ikliminin havası ile nefeslenmeye, lakırdıların sığlığında boğulmadan, kabukla/kışırla oyalanmadan, özün özüne yolculuğuna ve kelâm-ı kibarın mânâ deryasında kulaç atmaya azm ü gayret etmeli...

"İrfâna eriştirmeyen ilim nakıstır, ilimsiz irfân deryaya eksik bakıştır"

Denirki:
"İlmin zıddı cehâlet, irfânın zıddı ise inkârdır."

Niyâzî-i Mısrî irfâna dair derki:
"Savm u salât ü hacc ile zâhid biter sanma işin
İnsân-ı kâmil olmağa lâzım olan irfân imiş."

Vesselâm...

8 Mart 2023 Çarşamba

Kılı kırk yaranlar...!

 

Kaygusuz Abdal derki:
Bir kaz aldım ben karıdan,
Boynu da uzun borudan,
Kırk abdal kanın kurudan,
Kırk gün oldu kaynatırım, kaynamaz!
Kazımın kanadı ala
Var yürü git güle güle
Başımıza kalma belâ
Kırk yıl oldu kaynatırım kaynamaz!
★★★
İnsanlık tarihinde "kırk" sayısı ile ifâde edilen bir çok vak'a, durum, özdeyiş var, işte bazıları:
İnsanın yaratılışı  esnasındaki hamurunun kırk gün boyunca rahmet yağmurlarınca yıkandığı, kıyamet gününde göklerden yayılacak dumanın yeryüzünü kırk gün kaplayacak olması, kıyametin dehşetinin kırk yıl devam edecek olması, günahkârların cehennem azabı esnasında akrep ve yılanların zehrini kırk yıl hissedecek olması ve Mâlik'in onlara kırk yıl cevap vermeyeceği. isrâiloğullarının çölde kırk yıl dolaşması, Hz. Mûsâ’nın Tûr dağında kırk gün kalması, şeytanın Hz. Îsâ’yı saptırmak için kırk gün uğraşması,  Hz. Muhammed'e kırk yaşında elçilik verilmesi, müslümanların sayısı kırk olduktan sonra açıktan tebliğe başlanması, malın kırkta birinin zekât olarak verilmesi, kırk günlük perhizin uygulandığı çile, kırklara karışmak...

Bektaşîlik’teki kırklar meydanı, kırklar şerbeti, kırk budak ve kırk makam, (üçler, yediler) kırklar...

Pir Sultan Abdal der:
"Önüm sıra kırklar pirler çekildi"

Ferdî de der:
"Vardım kırklar meydânına
Gel otur be can dediler
Yüz sürüp ayaklarına
Doğru gel cânan dediler"

Vefat edenin ardından kırk gün Kur’an okunup kırkıncı gün dua yapılması, kırk helvası...

Yenilen haram lokmanın kırk gün bedenden çıkmayacağı....

Acı kahvenin kırk yıl hatırı vardır; kırkından sonra azanı teneşir paklar; kırkından sonra saz çalmak; kırk kurda bir aslan ne yapsın; kırk derviş bir kilime sığar ama iki sultan bir iklime sığmaz;  biz kırk kişiyiz birbirimizi biliriz; kırk yıllık Yani our mu Kâni; birisine kırk gün deli dersen deli olur özdeyişleri...

Kırk tarakta bezi olmak, kırklara karışmak, kırk deveye bir eşek, kırk gün günahkâr bir gün tövbekâr, kırk serçeden bir börek, kırk kilit vurmak, kırk körün bir değneği,  kırk yılın başı, kırkı on paraya; kırk durak veya kırkıncı kapının bir mutlu sonu; kuyuya bir delinin attığı taşı kırk akıllının çıkaramaması, loğusanın ve bebeğin kırkının çıkması, arınmanın kırk gün sürmesi ...

Kırk hadis...kırk ikindi yağmurları...kılı kırk yarmak, kılı kırk pare kılmak, kırk yamalı bohça, kırk basamak,  kırk yıllık dost, kırk yıllık hatır, kırk satır mı kırk katır mı, kırk yıl düşünse aklına gelmemek, tek ayağı üstünde kırk yalan söylemek, kırk yılda bir işi düşmek, kırk kafadan ses çıkmak, kırk dereden su getirmek...kırklara karışmak...

Yine Türk kültüründe destan ve masallarda kırk ve kırklar önemli bir yer tutar... Destanlarda yiğitlerin yanındaki kırk er ve hatunların çevresindeki kırk kızdan bahsedilmesi; Kürşat ve kırk çerisi; kırk vezir; kırk harâmiler...kırkçeşme, kırkambar, kırkgöz, kırkpınar, kırkdilim, kırklareli gibi yer adları, kırkı çıkmak, kırklamak, kırk oruç, kırk kurban, kırk gün kırk gece düğün gibi deyişler...
★★★
Yûnus Emre'm de der:
Yine sordum çiçeğe: Kırklar’ı bilir misin?
Çiçek eydür: Ey derviş! Kırklar Allah yâridir.
★★★
Hülasa-i kelâm:
"İnsan"oğlunun "Kırk" yaşında olgunluk yaşına erişmesi, kemâle ermesi söz konusu edilir...
★★★
Ne dersiniz; asırların tecrübesi olsa gerek,
"kırk"a dair bunca söz boşuna söylene gelmemiştir değil mi ?...her devirde cari olan tespitler bunlar, günümüzde de olduğu gibi !

Hepsinden de var !

5 Mart 2023 Pazar

Meşreb, kedi ve fare...

Terbiye, yâni eğitim yaratılışa, "hulk"a, ahlâka tabidir. Ve ona göre şekillenir. Her ağaçtan ok yapılmaz meselâ...ya da kavak ağacından mobilya yapılması tercih edilmez...

Ahlâk, tabiat, karakter, huy mânâlarını içeren bir kavrak olup hulk kelimesinin çoğuludur. Genel olarak insanın vücuduna dair yapı için halk kelimesi ile ifade edilirken, mânevî nitelikleri için ise hulk tabiri kullanılır. 

Hulk ve ahlâk iyi ve kötü huyları, ifade etmek üzere kullanılmış; günlük hayattaki davranış ve adab-ı muaşeret, terbiye, kibarlık ve takdire şayan davranışlara ise edep veya âdâb da denilmiştir...

Bu genel girizgâhtan sonra terbiye mes'elesine dönecek olursak, terbiye yâni eğitimin yaratılışa, "hulk"a, ahlâka tabi olduğunu anlatan aşağıdaki hikâye çok manidardır:
★★★
Hükümdarın biri oğluna ders vermekle görevlendirdiği hocadan vezirine şikâyetleniyor ve diyorki:
- Ben oğlumun ilim öğrenip kendisini yetiştirmesini, benden sonra tahta geçerek iyi bir hükümdar olmasını istiyorum, oğlum ise sürekli oyun ve eğlence ile, lâfla sözle meşgul. Hocası bunu bir türlü eğitemedi, hocasında iş yok diye düşünüyorum.

Vezir:
- Hükümdarım çocuğun hulku, kabiliyeti neye meyilli ise o olur, tabiatında olmayan bazı şeyleri zorla yaptırsanız da aslına fırsatını bulunca döner, hoca ancak talebesinde var olanı harekete geçirerek işleyebilir, olgunlaşmasına yardım edebilir, tabiat değiştirilemez bir şey, eğitim (terbiye) ise yaratılışa tâbidir...

Vezirin bu açıklamasına rağmen hükümdar hâlâ terbiye ile kişiye ve kişiliğe yön verebileceğini iddia eder... 

Ve, iddiasını ispat etmek için bir akşam sarayında bir eğlence düzenler. 

Bu eğlence esnasında eğittiği kedilere gösteri yaptırarak bu iddiasının doğru olduğunu gösterecektir. Eğitilmiş kediler, sırtlarında bir tabak içinde yanan mumları düşürmeden taşıyarak misafirlerin önünden adeta resmi geçit yapıyorlar...

Hükümdar kedileri vezire göstererek der:
-Vezir efendi bakın görüyorsunuz, terbiye ile neler yaptırılabiliyor, işte ispatı...

Vezir karşılık vermez...

Bir zaman sonra padişah yine bir eğlence gecesi düzenler... 

Vakit ilerler ve hükümdarın işareti ile eğitimli kediler misafirlerin huzuruna yine sırtlarında taşıdıkları mum ile gösteriye başlar...

Ancak vezir bu defa eğlenceye gelirken yanında bir kaç tane fare getirmiştir. Kediler salona gösteri için girdiklerinde cebinden çıkardığı fareleri kedilerin ortasına doğru salıverir... 

Farelerin kaçışmasını gören kediler sırtlarındaki tabağı, tabakta yanmakta olan mumu unutup fareleri kovalayıp yakalamaya çalışırken, mumlar, tabaklar sırtlarından devriliverir.

Yanan mumlardan yerdeki halılar tutuşur. Misafirler sağa sola kaçışırlarken vezir hükümdara yaklaşarak derki:
- Gördünüz mü efendim, terbiye yaratılışa tâbi imiş....
★★★
Fare ve kediden bahis açılmışken,  Türk edebiyatında meşhur hiciv yazarı Kâni'nin ve Namık Kemâl'in  Hırre-nâmesi (Kedinâme) ile  fars edebiyatının hiciv yazarı Ubeyd’in “Fare ile Kedi” eseri gibi pek çok eser kaleme alınmıştır. Bunlardan Ubeyd'in “Fare ile Kedi” adlı eserinde bir bölüm ile mevzuyu noktalayalım:

".....Çok eski zamanlarda bir Kedi vardı Kerman’da, Ejderha gibi amansız, güçlü kuvvetli – şişman da.  Karnı davul gibi şişkin, göğsü çelik zırh gibiydi; Kuyruğu aslan kuyruğu, pençesi pars pençesiydi. Yüreğe sarsıcı korku salardı kükreyişiyle. Onu görünce kaçardı yırtıcı kaplanlar bile. Öyle yaman korkutarak yerleşirdi ki sofraya - Sıkı mı, aslan cesaret etsin ona yaklaşmaya? Bir gün bu izbandut Kedi daldı şarap mahzenine, Birkaç fare bulup yesin diye afiyetle yine. Fare tutmak için sinen Kedi pusuyu kurdu da Hırsızlama bekliyordu şarap fıçısının orda; Derken şen şakrak bir fare fırlamasın mı ortaya Ve başlamasın mı orda dört kol çengi oynamaya; Sonra ağzını dayayıp fıçıya, içti de içti, Zom oldu: İşte bu, aslan kedi için bir eğlenti. “Geberteceğim Kediyi kafasını ezip,” dedi “Sonra da dolduracağım samanla o pis cesedi.” “Kedi denilen yaratık, bence murdar bir köpektir” “Nerden cesaret bulup da benimle didişecektir?” İstifini hiç bozmadan bunları dinledi Kedi, Bir yandan da dişleriyle pençelerini biledi.  Avını ele geçirmek için birden atlayarak Yırtıcı bir kaplan gibi tuttu fareyi kıskıvrak. Fare ne yapsın, yalvarıp yakardı korkunç Kediye: “N’olur, suçumu bağışla, beni serbest bırak,” diye. “Şarabı fazla kaçırdım, her söylediğim yanlıştır; “Ben sarhoşum ya, ağzımdan çıkan her söz ters çıkmıştır.”  “Hadi ordan”, dedi Kedi. “Ben budala mıyım ulan?” “Ağzından neler çıktıysa hepsi birer iğrenç yalan!  “Söylediklerini duydum: Bana fena dil uzattın: “Çirkin ve pis sözlerinle nice iftiralar attın.”  Farenin canına kıydı, etini budunu yuttu, Sonra, namaz kılmak için caminin yolunu tuttu. Abdest alıp ellerini ve yüzünü temizledi; Dualarını okuyup günahtan arındı Kedi:  “Taksiratımı bağışla, yüceler yücesi Tanrım, “Artık hiç fare öldürmem, elbet sözümü tutarım.” “Kefaret ödemek için altı somun ekmek benden Yeter ki benim bu vahşi günahlarımı affet sen.” Pişmandı fare, yalvardı can havliyle: “Yapma, etme!” Özür diledi biçare, iki gözü, iki çeşme. Minberin ordan işitip bu konuşmayı bir fare, Bir koşu, Kediyi haber verdi öbür farelere. “Müjdeler olsun! Canavar pişmanlık getirdi!” dedi, “Sanki bir evliya ya da melek oldu hınzır Kedi.” “Kendi gözlerimle gördüm, vallahi de billahi de, “Diz çökmüş de ağlayarak özür diliyor camide.” Fareler bayram ettiler – bu müjdeyi aldılar ya: Kedi yatıştığı için şükran sundular Tanrıya."...... (*)
★★★
Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanıdır"
"Katran kaynamakla şeker olmaz"
"Huylu huyundan vazgeçmez"
"Asıl azmaz, bal kokmaz"
"Her şey aslına döner/çeker !"
__________
(*) Halman,T., 2011,Ubeyd-i Zakani, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türkoloji Dergisi 18, 1 (2011) 161-175.

3 Mart 2023 Cuma

Fırıldak...

ne çok fırıldak var azizim
rüzgârını bekleyen
irili ufaklı
rengâreng
çeşit çeşit
kağıdından tenekesine
kalınından incesine...

ne çok esinti var azizim
ne çok üfüren var
kimi püfür püfür
kimi sayki fırtına
batıdan doğuya
güneyden kuzeye

ne çok seyirci var azizim
fırıldağı seyre dalan
hipnotize olan
onunla birlik dolanan 
gayriyi umursamayan

ne çok fırıldak var
ne çok fırıldakçı...
ne çok hayal avcısı
ne çok karın ağrısı...
fırıldak rüzgâra, ayçiçeği güneşe 
yüzünü döner...
bal arısı sessiz sakin bal yapar
bal yapmaz arılar vızır vızır vızıldar...
değil mi ?

2 Mart 2023 Perşembe

Meşrebi neyse o...


Hiçbir insan ahlâktan bağımsız değildir, olamaz…

İnsanların meslek ve meşrepleri, takdir edilen ömür süreleri farklı farklı olsa da,  dünyadaki misafirlikleri açısından ademoğulları müsavidir.

Ahlâk; hayata dair yaşama tarzını belirleyen kurallar manzumesidir, toplumdan topluma, coğrafyadan coğrafyaya, düşünce sistemlerine, manevi anlayış ve algılara göre farklılıklar gösterir.

İnsan hem rasyonel hem de irrasyonel varlık sahibi olarak, yetiştiği çevre, aldığı terbiye, eğitim ve öğretim, ilişkide olduğu muhitle etkileşim halinde bir kişilik olarak belirli bir ahlâk normu sahibi olur.

İnananın inanç sistemine dayalı bir ahlâkı olduğu gibi inançsızın da ahlâki kabulleri vardır…inançsızlığa imanın da ona göre ahlâki kabuller vardır !

Bu farklı kabulleri konu dışında tutuyoruz…

İyi-kötü, güzel-çirkin, dürüst-sahtekâr, doğrucu-yalancı, dosdoğru-ikiyüzlü, cömert-cimri ve benzeri zıt davranışları ile ahlâkı; güzel ahlâk ve kötü ahlâk diye kabaca ele almak mümkün…

Bahse mevzu olan müspet ahlâktır….

Aile kurumunun inşâ ve ihyasından devlet denilen millet organizasyonunun inşâ ve ihyasına kadar ahlâkiliğin toplumların hayatında ve istikbâlinde önemli bir belirleyiciliği vardır.

Hayatı iyilik ve güzellikler çerçevesinde kıymetlendirerek yaşamak da var, iradeyi kısır hesaplar, kötü ahlâk tercihleri içün harcamak da !

“Kader gayrete aşıktır” der M.Arabi…gayretkeşin umduğuna varması ile, ömrü azizini yata yata geçiren şahsın beklentisizliği, tercih ettikleri hâl ile şekillenirken, bu hâllerin her biri kaderlerinin güzergâhlarına döşenmiş taşlar olacaktır.  

Kolu kanadı kıran (elde olmayan) dış etkenlerin ve plânların hep var olduğu akılda tutularak yapılacak istikbâl ve yarınlar tasarımlarının daha doğru ve müspet neticesi olduğu unutulursa, o vakit hayal kırıklıkları ile, ah ü vah ile dövünmenin tecelli edeceği zaman dilimine hazırlıklı olmalıdır.

Güzel ahlâktan bağımsız  insan yetiştirmenin, eğitim ve öğretimin; aile, bina, şehir ve toplumların inşasındaki olumsuz etkileri ve sonuçlarını sosyolojik yapıda kısa veya uzun vadede görmek de şahit olmak da mümkün…

Ahlâki yoksunluk açısından ele alındığında, bu durumda en küçük bir sarsıntı ile insanın ve inşâ ettiğini düşündüğü rasyonel ve irrasyonel yapıların yıkılması, enkaza dönüşmesi işten bile değil !

O halde, meşrepler ve meslekler ahlâktan yoksun ve bağımsız düşünülmemelidir, düşünülemez.

Ahlâk insanlara öğretilen bir kültür olarak değil, yaşantıya uygulanması gereken hayata dair normlar, düstur ve ilkeler olarak ele alınmalı, gelecek nesiller bu minvalde yetiştirilmelidir.

Ancak unutulmamalıdır, göstermelik ve maskeli ahlakilik sahteliğine düçar, ikiyüzlü ahlak(sızlar da) hep var olmuş ve olacaktır …

İnsanı ve toplumu ifsad eden menfiliklere, meşrebi kötüye meyyal olana karşı tedbirler almak ise elzem !

Değilse menfi bir kişiliğin, sahtekârın, ahlâksız meslek adamının fiilleri, tasarrufu ve inşâsının zararı bir çoklarına dokunuyor, içimizi acıtıyor işte !

Ehliyet ve liyâkat olmazsa olmazımızdır, vesselâm…