Dânâ; bilgili, bilen, malûmatlı, âlim mânâsındadır.
Behlûl-i Dânâ adıyla şöhret bulmuş bu Hak ve hakikat âşığının asıl ismi Vüheyb bin Ömer Sayrâfî’dir.
Behlûl Kûfe'li olup ömrünün çoğunu Bağdât’ta geçirmiş, miladî 805'de Bağdât’ta vefât etmiştir.
İlâhî bir cezbeye tutuldukdan sonra acâib bir hâle bürünmüş, sözleri nükteli, davranışları mürşidâne bir hâl almışdır...
Menkıbelere göre, mezarlıklarda ve harâbelerde dolaşır, yalnızlığı sever, zaman zaman çocukların maskarası olur, onlar tarafından taşlanır, ama bunları hep hoş karşılarmış...
Behlûl Dânâ, Hârûn Reşîd’in musâhibi ya'ni nedîmi birisidir. Halîfe Hârûn Reşîd’e gerçekleri hiç çekinmeden söylediği, bu kudretli hükümdârın hatâlarını hiç korkmadan yüzüne vurarak onu irşâd ettiği, rivâyet edilir...
Behlül Dânâ'nın meşhur bir hikâyesi toplumsal huzur açısından ders verir niteliktedir...
"Her koyun kendi bacağından asılır" hikâyesine kulak verelim:
Behlûl Dânâ, çarşıda, pazarda halk içinde dolaşırken insanlara nasihat eder, yanlış hareketlerden sakındırmak için onları ikaz etmekten geri durmaz... ikazları da insanlara dokunur, egoları incinirmiş...
Doğru yolu göstermek, doğruluğa davet etmek için söylediği sözlerden rahatsız olan birileri, bir defasında Hârûn Reşîd’e Behlül Dânâ'yı şikâyete giderler:
-“Sultanım, yaptıklarımız onu ilgilendirmese de, Behlûl Dânâ bizim olur olmaz her şeyimize karışıyor, söyleseniz de bizi kendi hâlimize bıraksa, ikaz edip durmasa. Hem sonra her koyun kendi bacağından asılır...”
...
Bu minval şikâyetlerin artması üzerine Hârûn Reşîd, Behlûl Dânâ’yı çağırtıp halkın onun davranışlarından şikayet ettiklerini, onları kendi hâllerine bırakmasını, hatâlarını görmezlikten gelmesini tembihler.
Behlûl Dânâ hiç sesini çıkarmadan dinler, görüşme bitince usulca sarayı terk eder.
Aradan bir süre geçtikten sonra bir gün Behlûl Dânâ bir kaç koyun alır, keser, yüzer ve koyunları bacaklarından çarşı-pazardaki ağaçlara asar.
Bunu gören ahâlî:
-“Deli Behlûl işte, bundan başka ne beklenir, yaptığı işler hiç akıllıca olmadıki zaten !” der güler geçerler.
Hârûn Reşîd'in, Behlûl Dânâ’ya sahip çıkmasından çekindikleri için de asılan koyunları ağaçtan indiremezler.
Aradan bir kaç gün geçer, ağaçlara asılan hayvanlar kokuşmaya başlar, giderek bozulan etlerin kokusundan çarşı-pazarda durulamaz olur, daha önce şikâyetçi olanlar yine Hârûn Reşîd’e gider olanları ayrıntısı ile arz ederler:
-“Sultanım ! Behlûl bir kaç koyun kesip yüzdü, ağaçlara asıp gitti, etler bu sıcak havada kokuştu, kokusundan duramıyoruz, müşteriler de çarşıya gelemez oldular. Biz indirmekten çekindik, söyleseniz de, astığı yerlerden kaldırsa!”
...
Bunun üzerine Hârûn Reşîd;
-"Behlûl’ü bulun bana getirin, ahâlîyi rahatsız edecek işler yapmış yine" diyerek maiyyetine talimat verir...
Behlûl'ü bulup getirirler, Hârûn Reşîd:
-“Ey Behlûl ! Koyunlar kesip ağaçlara asmışsın, kaç gündür astığın koyunların kokusundan halk çok rahatsızmış. Sebebi nedir, neden böyle bir şey yaptın ?”
Behlül Dânâ:
“Ey mü’minlerin emîri! Ben kötü bir şey yapmadım ki ! Geçen görüşmemizde beni şikâyet edenlerin 'her koyun kendi bacağından asılır' demesi üzerine ben de her koyunu kendi bacağından astım işte, demek ki, her koyun kendi bacağından asılsa da bir süre sonra kokusu etrafı rahatsız ediyor, herkese zarar veriyormuş.
Bir kötünün/kötülüğün zararı demek ki sadece kişinin kendine olmuyor, herkes zarar görüyormuş. Onlara bunu anlatmak içi in yaptım, herhâlde anlamışlardır !” der.
☆☆☆
Kur'an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerden bir kaçı şöyle:
"Fakat insanları sapıtanlar, sapıklıkta önder olanlar, kendi günahlarını yüklendikleri gibi sapıttırdıklarının günahlarını da yüklenirler" (Nahl suresi, 25)
"Kendinizi ve aile efradınızı Cehennem ateşinden koruyunuz" (Tahrim suresi, 6).
Aşağıdaki Hadis-i şeriflerde de buna dikkat çekilmektedir:
"Dinde iyi bir çığır açana, bunun sevabı ile bununla amel edenlerin sevabı verilir, o çığırda-o yolda- gidenlerin sevabından da hiçbir şey eksilmez. Dinde kötü bir çığır açana da, bunun günahı ile, bununla amel edenlerin günahı verilir, o kötü yolda gidenlerin günahından da hiçbir şey eksilmez"
"Emr-i marufu(iyiliği emretmek) bırakırsanız, Allahü teâlâ, en kötünüzü başınıza musallat eder ve dualarınızı kabul etmez"(Hadis-i şerif)
☆☆☆
Her devirde (Dânâ eksikliğinden olsa gerek), alavere dalavere, ahbab çavuş ilişkisi, yahut sloganist aidiyetler ile hak etmeden bir yerlere gelen, verilen payeleri üstünde taşıyamayan, kültürü ve irfanı, "sloganist taraftar"dan öte fikri olmayan, liyakat yoksunu makam-mevki sahipleri olmuştur ki; bu tipolojideki artışın sebebi ise daha çok eğitim(ci) eksikliği/yetersizliğinden kaynaklanmaktadır.
Çaresi, "Ukala-i menâfi"(aklını sadece menfaatleri için kullanan) nin yetişme ortamlarının ıslâh edilmesindedir. Çünkü bunların zararı faydasından çoktur.
☆☆☆
Tamahkâr ve çıkarcıların çoğaldığı toplumlarda zaafiyet artar...gelecek dumura uğrar, "insaniyet" hebâ olur.
Ve;
Bir toplumda Dânâ yetersizliği/eksikliği varsa; o toplumda kültür, bilim, ilim/irfan, münevver kıtlığı vardır. Kütüphânelerde in cin top oynar, kitabevlerinde kitaplar öksüz kalır...
☆☆☆
Bir memlekette dana çok ise; çarşılarında et, süt ve süt ürünleri bolluğu vardır, sofra kültürü çok gelişmiştir, "mera" larında ise danalar sürüsüyle otlar...!
Elin kiri...! |