Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

25 Haziran 2024 Salı

Neyzen Tevfik ve "HİÇ"lik...


Neyzen Tevfik genellikle Hocapaşa Camii’nin tabutluğuna gidip bir tabutun kapağını kaldırarak içine girip kapağını üzerine örterek rahat rahat uyuyan bir şair, yazar, hiciv ustası ve taşlama ustası, ney sanatçısı, bestekâr, sinema oyuncusu, felsefeci...kimine göre deli kimine göre veli bir şahsiyet. 1789 da Samsun'lu öğretmen babanın oğlu olarak Bodrum'da dünyaya gelir, çocukluk çağlarında babanın tayini nedeniyle İzmir'e taşınırlar, o yaşlarda sara hastalığı nöbetleri başlar, İstanbul'a tedavi için gider....

Tevfik’in çocukluk yıllarına dair unutamadığı bir olay sırıklar üzerine geçirilmiş insan kafalarını gördüğü gündür. Davul, zurna seslerinden çok hoşlanan Tevfik seslere doğru yöneldiğinde sırıklar üzerine geçirilmiş olan insan başlarını görür ve gördüklerinden çok etkilenir. Dediklerine göre kafası kesilen kişiler eşkiyadır ve masum insanların ölmelerine sebep olmuşlardır. Galeyana gelen halk da bu eşkıyaları jandarmanın elinden almış ve cezalarını vermiştir. İbreti âlem için de bu şekilde sokaklarda teşhir etmişlerdir. Tevfik, bu vahim olayı hayatının sonuna kadar unutamayacaktır. Gördüğü dehşet verici manzara çocuk gönlünde kapanması zor yaralar açmıştır. Kafalardan sızan kanlar, pörtlemiş gözler… Çocuk Tevfik sürekli olarak bunları düşünmektedir. O günün akşamı yoğun titremeler eşliğinde vücudu sarsılır. Annesi de babası da çok üzülmüşlerdir ancak olan olmuştur. Zaman zaman konuşmalarında kafasındaki bir tahtanın o gün yerinden oynadığından ve bir daha yerine oturmadığından bahsedecektir.

Tevfik özgür bir ruha sahiptir, başıboş gezmekten hoşlanır. Aklı, fikri babasıyla dinlediği Tepecik Kahvesi’nde dervişlerin üflediği Ney adlı müzik âletindedir. Bodrumda çocukken gittiği kıraathanedeki neyzenlerden etkilenir ve ney üflemeye başlar. İzmir'de ve Istanbul'da mevlevihaneye ney ve muhabbet içün takılmaya başlar, orada bir çok entellektüel ile tanışır...Tokadîzâde Şekib Bey, Tevfik Nevzat, Şair Eşref, Ruhi Baba, İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Uşakizade Halit Ziya, Ahmet Rasim, Tevfik Fikret, Tanburi Cemil, Yunus Nadi, Udi Nevres, Hacı Arif Bey, Şair Şeyh Vasfi, Ahmet Mithat Efendi, Muallim Naci tanıştığı ve görüştüğü yazar ve şairlerlerdir.
Mehmet Âkif ile dostlukları vardır, Şair Eşref'ten de etkilenmiştir ve onun ile Mısır'a gider bir süre orda yaşar, tekrar İstanbul'a döner...

Mısır’da Kahire’de beş parasız sokakta kalmış, bir Bektaşi tekkesine sığınmıştur Neyzen. Ağzında ekmek olan bir köpek gelir yanına. Ve Neyzen açlığın tesiriyle köpeğin ağzından ekmeği kapıverir. Fakat sonra dayanamaz ve ekmeğin yarısını köpeğe iade eder. Neyzen diyorki, "herhalde köpek aramızda bir fark olmadığını düşünmüş olacak ki korkuyu atlattı ve ekmeği yemeye başladı" İşte yarı kavga yarı lokma paylaşmak suretinde başlayan köpeği ile olan bu ilişki çok sadık ve sağlam bir dostluğun temeli olmuş. Neyzen köpeğin adını da Ashab-ı kehf’ten yani yedi uyuyanlardan birinin adı olan Mernuş koymuş ve köpeğini ölene dek yanından hiç ayırmamış. Mernuş ölünce yazdığı şiir:

MERNUŞ (*)
Bu engin ayrılık canıma yetti, 
Başımdan aşıyor kederim Mernuş. 
Bu yolda yazılmış ferman-ı kaza, 
Bunu da gösterdi kaderim Mernuş.

Bağlanmıştım bütün kalbimle sana, 
Şu fani cihanı okuttun bana. 
Sen göçtükten sonra ben yana yana
 Hicranla gözyaşı dökerim Mernuş. 

Bu yolda cahilim, bildiğim kısa, 
Sen girdin toprağa ben düştüm yasa. 
Haklı haksız hatırını kırdımsa 
Affet günahımı, beşerim Mernuş! 
(*)Azâb-ı Mukaddes kitabı, S. 193. 
 
Ardında Hiç Azab-ı Mukaddes gibi kitaplar, Nihavent Saz Semaisi, Şehnazbuselik Saz Semaisi gibi besteler,  taksim kayıtları taş plaklar bırakarak 1953'te "hiç"likten "hep"liğe irtihâl eylemiştir...
Hüseyni taksimi ve bestekeldiği Nihavent saz semaisi, buyrunuz:
Dünya malına zerre tamahı yoktur. Kimseye minneti de yoktur.
“Dünyanın en yüksek tahtına da çıksan yine aynı ....(kabalarının üstüne)'nün oturacaksın” der.

İyi kalpli bir genç, bir gün Neyzen'in parasız pulsuz gezdiğini bildiğinden ona para vermek ister, ama onun dillere destan hazır cevaplılığı da gözünü korkutmaktadır ve parayı neyzenin arkasından yere atarak "Neyzen paran düşmüş" der. Neyzen'in cevabı müthiştir: "O düşen benim param değil, zaten bende para ne gezer, o düşen senin altın kalbindir."

Kıvır kıvır beyaz saçlı, harita yüzlü Neyzen ara sıra en olmayacak şeylere sinirlenir, homurdanır;
"Getirin elbisemi; çıkar, kaçarım burdan da ha!.. Kimse beni tutamaz!.. Bu dünyadan da kaçarım ha!.. Adam gibi eşit davranın insanlara!.." der...

Geçmiş günlere yananlara şöyle seslenir:
“Geçen gençlik günlerine yanmayan yok gibidir, bense bakar geçerim. Yoku vara varı hiçe gömerek, her solukta bir gam yakar geçerim.”

İlk çıkardığı şiir kitabına da “Hiç” adını vermiştir. 
Kendisine memuriyet teklif eden Talat Paşa’ya "memur olunca sonunda ne olacağım" diye sorar.
Talat Paşa memuriyet silsilelerini bir bir saydıktan sonra son kademeye gelir ve en son kademeyi şöyle söyler: "Hiç"
Neyzen, Paşaya döner ve şöyle der: 
İşte ben bugün de hiçim !

1940’lı yıllarda Bakırköy Akıl Hastanesi’nde 21 numaralı koğuş O’na ayrılır. Hem doktoru hem de dostudur ünlü sinir uzmanı Dr. Mazhar Osman. İstediği zaman gider kalır sonra canı istediğinde çıkar.

Gençliğinde hem Mevlevi hem de Bektaşi dergâhlarında kalmış olan Neyzen buradaki pek çok kişiden de feyz almıştır. Ancak hiçbir tarike bağlı kalmamıştır.

Öyle ki; İstanbul’a medrese eğitimi için geldiği yıllarda sarık ve cübbe taşımadığı için medreseden; ardından da mevlevihaneden kovulur.

Savaş vurguncularından birinin dedikodusu yapılmaktadır. “Tonla parası var… Herifin bir eli yağda bir eli balda… Nereye gitse hemen yol açıyorlar!” diye.
Neyzen “Gerçekten kenara çekiliyor mu herkes? ” diye sorar, “Çekiliyor” cevabını alınca; “Demek cebindeki pisliğe bulaşmak istemiyorlar…” diye yapıştırır cevabı.

Bir gün Neyzen’e sorarlar: “Neyzen, sen çalarken mi neşelenirsin yoksa neşeli olduğun zaman mı çalarsın?” 

Maliye Bakanı hakkında yolsuzluk dedikodularının dolaştığı bir dönemdir.

Neyzen: “Maliye Vekili değilim ki çalarken zevk alayım” der.

İkinci Meşrutiyet döneminde nazırlığa getirilen bir zat çok geçmeden yeğeninin vali olarak atanmasını sağlar.

Karşılaştıklarında Neyzen: “Maşallah kardeşinizin oğlu tıpkı fasulyeye benziyor.” deyince, adam: “Genç yaşta vali oldu neden fasulyeye benzesin? ” diye sorar.

Neyzen de verir cevabı: “İşte ben de onun için benzetiyorum ya, fasulye de sırığa sarılarak büyür.”

Basın çevrelerinde tanınmış bir hanım, Neyzen'le karşılaşınca, "aşk olsun, benim için aşifte filan gibi sözler söylemişsiniz?"  diye sitem eder,  Neyzen elini başından sinek kovalar gibi sallar; "hanım, sen beni tanımıyorsun, ben herkesin bildiği şeyleri söylemem" der.

Hayatı yoksullukla geçmiş  yüreği insan sevgisiyle dolu, dünya malına hiç değer vermeyen Neyzen Tevfik'e arkadaşları 1952 yılında Şehir Komedi Tiyatrosu’nda jübile yapacaklar, jübile yapılacağı gün bir arkadaşına telefon açar kendisine bir takım elbise göndermesini ister. Arkadaşı elbiseyi gönderir.

Jübile bitince sahnenin arkasında o elbiseyi çıkartıp oradaki garsonlara verir sonra eski elbiselerini giyer. "Bana vereceğiniz parayı yoksullara dağıtın" der.

Nice abdalların bulmak için nice yıllar yanıp tutuştuğu, aptalların ise dünya malında bulmayı umduğu o son mertebeyi ne de güzel izah etmiştir Neyzen. "Hiç"tir.

Bu yüzden 28 Ocak 1953’de verdiği son nefesinde o “Hiç”i uğurlamak için binlerce insan akın eder Barbaros Bulvarı’na.

En yüksek derecede devlet memurlarından, kılıklarına çeki düzen vermeye çalışan sarhoşlara, üniversite profesörlerinden, sokak dilencilerine kadar binlerce insan… Hiçlik mertebesine erişmiş Neyzen’i “hep” birlikte uğurlarlar…
_________
(Derleme)