Oğul aç kulaklarını eyi dinle söyleyeceklerimi:
Üçüncü çeyrek asırı içinde olduğumuz bu ömürde haddimizi de bildik, had bildirmeyi de...
Ekmeyi, ektiğimiz yerden biçmeyi, hakkı olanlara pay etmeyi iyi biliriz; ekmediği yerden biçmeye çalışanları, hak etmediğine çökmeye çalışanları hiç sevmeyiz...
Orağı, tırpanı, tırmığı da elimize aldık, harman yerinde yaba da kullandık düven ile harman da çevirdik...
Koyun kuzu da güttük, sürüye çobanlık ta yaptık...
Zervevatta suladık, çapa da yaptık, bağda belledik, soku taşında bulgur buğday da dövdük, tandır hamuru da yoğurduk, odunda kestik...
Sınır nöbeti de tuttuk, çatışmalara da girdik...sınırı asla çiğnetmedik !
Mektep medrese de gördük, mürekkep de yaladık, okkayı da diviti de kullandık...
Köyden bağı kopartmadan şeher çocuğu olarak doğduk böyüdük...ancak havas görünümlü avam hiç olmadık...
Şehiri, burjuvazisini, aristokrasisini de biliriz, onlarla hem hâl olmayı oturup kalkmayı da...çeyrek asırlık akademya bürokratlığımızda adalet üzre hizmetkâr olarak mesuliyetin hakkını vererek yerine getirmeyi, kürsüyü, nutuk atmayı da biliriz, kulak çekmeyi de, salonu sahne adamlığını da ihmal etmedik, gereğini yapmayı da iyi biliriz...
Ne küçük ve hor gördük her bir yaradılanı, ne de kendimizi dev aynasında görmedik...Allah'a kul olduk, "iyyake n'abudu" diye haykırdık içimizden dışımızdan her bir an...
Türk İslâm kültür ve medeniyetini sıkısıkıya giyindik, tarih şuuruyla dağarcığımızı besledik, vatan sevgisinin imandan geldiğinin idraki ile yaşadık, amma ve asla çıkar umarak pazarlamadan !
★
İlme'l, ayne'l, hakka'l yakîni naklî ve aklî ilimlerin delilleri ile özden idrak ederiz, lafzıyla piyasa yapanları da ifşâ ve tekdir ederiz...San'atın da zenaatın da, ustalarla icrâ edecek kadar içinde olduk....şâirliğimiz, bestekârlığımız da oldu icrâcılığımız da...
Edebimizi edebiyatımızda gören görür...
Akl-ı selim ve zevk-i selim olarak ilmimizle amil, irfanımızla ve fakrımızla müftehiriz hamd olsun...
★
Sonradan görme cavırdan dönmelere pabuç bırakmadık bırakmayız...
İlmi laf-ı güzaf, irfanı kiyl ü kâl, ahlâkı çıkma/çakma olan hatip diplomalıları kapıdan değil eşiğimizden bile sokmayız...
Gönül nedir bilmeden gönül pazarlamacılığına soyunanlara aldanmayız...
Damla bile değilken deniz olduğunu zanneden ruhu çölleşmiş muhterem(!)leri adamdan saymayız...
Çıkarı içün örümcek ağı benzeri ilişkiler kuranları, ikbal içün çalmadık kapı bırakmayanları da biliriz hem görürüz, yazıklar olsun der geçeriz böylesi gübre sineklerine...
İlim ve irfan ehlini de, kalem ve kelâm ehlini de, keyf ve kebap ehlini de gözünden tanırız...
Devlet adamı terbiyesini ve ciddiyetini iyi biliriz, devlet adamı ciddiyetinden yoksun terbiyesizleri de hemen tanırız...
Ayak takımının, yalaka ve yağcıların, ehliyet ve liyakatı olmadan baş olduğu, baş tacı edildiği devirleri de gördük, neticesini de !
Basîretimizle hamd olsun ki, adamın sahtesini sahte paradan daha kolay ayırd ederiz...
Biz aziz milletin asli unsuruyuz, çakma millilerin sahtekârlıklarına asla göz yummadık yummayız...
Adam gibi adamlıktan sapmadık, sapmayız !
Oğul, bu millî ve manevî değer bezirgânı zamazingolara rast gelince demeli ki:
"Ey muhteris, sahtekâr, çakma millî, ayak takımı, diploması bakkaldan onaylı cahil: haydi defol başka kapıya, yürü git ilâhlarına tapıya..."