Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

16 Nisan 2022 Cumartesi

Medh ü zemm...hüsn-ü mübalağa ve mugalata !

Efendim bu yazıda övgünün yağcılıkla cilâlanmış hâlini, hüsn-ü mübalağa edeyim derken mugalatanın tâ zirvesini görmüş bir yaklaşımı, birazcık ironi ile karıştırıp sunmayı diledim, ki toplumun bir çok kesiminde alenî yahut zımnî çoklarına şahit olmuşuzdur...

Buyrunuz, mübalağa ve mugalata dolu böylesi bir medhiyeye(*) göz atalım;

Sen ki ey cihân-ı ilm ü irfânın ve dahi siyâsanın muhterem ü muhteşem üstâdısın

Kadrini takdîr edemez kimse ki, allâme-i yektâ-yı zamân fâzıl-ı ferzâne-i devrânsın 

Efendim su dökemez eline Aristo vü Felâtûn, sen ki tüm zamânların feylesof ve mütefenninlerinin durr-i yektâ şahı'sın

Sultân-ı ulemâ, üdebâ, siyasâ bile câhil ve nâkıs sayılır yanında,  şüphe mi var âlim-i a’zam demeli sana ki işitmeyen kalmasın

Ne Fuzûlî ile Nef’î ne Nedîm ü ne de Bâkî ne de Nâbî ne de Hâmid, ne Avisenna ü Calinus, ne de Cabir ne de Biruni, ne de ibni Haldun'lar olabilir mi sana şâkird

Senin şan ü nâmın şarkda garbda cenub ü şimalda oldu hem varid

Etrafın efendim, her dem devletlü ve umerâ, âlim, fâzıl, haslar ile sarılmakta, avamî vü cühelâ size hayran olmakta ki bu hakikat-ı câlib

Kehleni aramaya vakit bulamaz da, hiç de demezsin el aman

Vâlih ü hayrete düşüp düşünmekte  has kulların ve dahi tebân, âyâ bu ne kudret ne fetânet ne kiyâset ne zekâdır, bu ne dehşetli dehâdır, çok yaman

Ya görülmüş mü duyulmuş mu böylesi aceb şimdiye dek ve elân

Zîrâ ki efendim kudemâ-yı şu’arâ vü üdebâdan, ulemâ vü siyasadan kime bu dünyâda nasîb olmuşki bu ilm ü irfân, bu ikbal bu imkân

İşiten varsa gören varsa bilen varsa buyursun ki açıktır hepsine meydân
Marifet, ehliyyet ve liyakat sahiplerinin vasıflarının takdire şayan olduğunu ifade etmek hakkı teslimdir, onlar zaten mügalata ve mübalağalı medhe, menfaatperestlerin yağcılıklarına kapı aralamazlar... 

Ancak nicelerini gördüm seneler var, ağır aksak (bile olsa) ne terennüm edebilir ne bir arpa boyu yol gidebilir.

İki kelâmı birbirine ulamayı dahi beceremez ve dahi nâkısasın görüp de ikmâl bile edemezken, böylesi âdemlere devletlü, umerâ, ulemâ, udebâ, şu’arâ... ilâ ahir, denilse medh ü senâ ederek yağ çekilse ne yazar, amma ve lâkin filhakika ve belki  muhataba duyurunca da o azdıkça azar !
Demeli nefs-i emmarenin hâlinden:
Kim hoşlaşmaz medh ü senâdan, 
ya kim hoşlaşır zemm ü ikrahtan...

Amma (meâlen) der ki Sultan-ı Resûl:
"Kişiyi yüzüne karşı övmeyiniz ki kibre düçâr olup da nâra yanmasın"
Yunus Emre der;
Benem ol bezirgân kim hiç assı gözetmedüm
Çünki assıdan da geçdük ziyânı yaġmaya virdük

İnsanların övmesi ile şımarmayıp, yermesi ile de üzülmemek hakkında Divan şâiri Şem'i, ne de güzel söylemiş:

Dost medhinden ne assı
Zem-i düşmenden ne gam
Fâriğ u âzâdeyem
Birdir yanımda medh ü zemm
Medh etmek ile takdir etmeyi, zemm etmek ile tahkir etmeyi, arada bir ince çizgi olsa da aynı kefeye koymamalıdır.

Çalışkanın gayreti,  insanın dosdoğruluğu, cömertliği, ilmiyle mağrur olmayan gerçek peygamber varisi alimleri ve ilimlerini, başarılı insanın başarısını medh etmek, onu takdir etmektir, asla medh/övmek olarak değerlendirilemez. 

Fuzuli'nin bir beyti ile hitama erdirelim:
Menden Fuzuli isteme eş'ar-ı medh ü zemm
Men aşıkam hemişe sözüm aşıkanedür

Ve deriz ki;
Ağızdan çıksa kelâm, görür ârif rengini,
Hem medhi hem takdiri; zemm mi yoksa tahkir mi ?

Vesselâm...
__________
*Halil Nihat Boztepe’nin Bahr-i Tavilleri'nden mülhem kâleme alındı.