Gül ve bülbül Türk divan ve halk edebiyatında ve san'atında ilhâm kaynağı olarak yer almış; destan, hikâye, masal, şiir şarkı ve türküler yanında hat, ebru ve tezhib gibi süsleme san'atlarında, tezyinatta da çok fazla yer almıştır..
Gül kültürümüzde ve edebiyat ve san'at dünyamızda sevgilinin remzi, Hz. Muhammed'in sembolü olarak sıkça kullanılmıştır.
Gülün, rengi, kokusu ve dikeni ile ilgili edebiyatımızda çok farklı mazmunlar yer alır.
Azîz Mahmud Hüdâyi bir beyitte der:
Gül kültürümüzde ve edebiyat ve san'at dünyamızda sevgilinin remzi, Hz. Muhammed'in sembolü olarak sıkça kullanılmıştır.
Gülün, rengi, kokusu ve dikeni ile ilgili edebiyatımızda çok farklı mazmunlar yer alır.
Azîz Mahmud Hüdâyi bir beyitte der:
Nice bir hâr derdini çekelimBâri gülzâr derdini çekelim
Gül fidanı sevgiliye, sevgilinin hüsnüne, dikeni kötü söze, acı ve kedere; gül veya goncanın üstündeki çiseler, gözyaşına veya tere benzetilir; yapraklarının dökülmesi ve solması ile de üzülmek özdeşleştirilir.
Pertev paşa bir beyitte der:
Reng ü bûdur güle zînet güzele hüsn ü bahâGül denir her güle ammâ gül-i ra’nâ başka
Farklı renkli güllerden kültürümüzde en çok da "kırmızı gül" metafor olarak karşımıza çıkar. Kırmız gül ilâhî ihtişamın tezahürü olarak da kabul edilir.
Farklı renkteki güllere verilen ma'nâlara gelince, mes'elâ; “gül-i rana” (dışı sarı içi kırmızı renkli gül), iç içe sevgileri anlatır...”gül-i sadberk“ (iri katmerli gül) bin bir alakayı anlatır... "gül-i ter" ile yeni açmış taze gül, "gül-i suri" ile gül yağı çıkarılan Edirne gülü kastedilir.
Yine Türk tasavvuf edebiyatında gül ve gonca metaforu karşımıza çıkmaktadır. Gülün goncası "Vahdet"i (birlik), halveti, uzleti, insanın kendisiyle ve Rabbi ile baş başa kalmasını temsil ederken; açılmış gül "Kesret"i (çokluk), esmâ ve sıfatların tecelli ettiği zahiri âlemi, can sırrının zuhura çıkmasını temsil eder. Gülün yaprakları ise kitaba, mushafa (Kur’an sayfasına) benzetilir.
Gülşen, gülzâr (gül bahçesi) dünyalık kirlerden; kibir, haset, kin, ucb, riya v.b. huylardan arınmış gönlü sembolize eder. Yine gül, kısa ömrü sebebi ile hayatın geçiciliğini ifade eder. Gül bahçesi üzerinden gülzâr-ı fenâ geçici dünya hayatını, gülzâr-ı bekâ ise ebedi hayatın süreceği ukbâyı temsil eder.
Divan edebiyatında, tasavvufi şiirler ve mesnevilerde "Gül ü bülbül", "Bülbül-nâme" başlıklı mazmun bir çok eserde genellikle mutlak olan ilâhî güzelliğin ve ilâhî aşkın sembolleri olarak ele alınmıştır, gül ve bülbül...
Ziyâ Paşa'dan bir beyit:
Şemîm-i ravza-i gül-bûyuna tesâdüf içinGezer nesîm-i seher şevk ile diyâr diyâr
Kimi şairlere göre; "bülbül ilâhî aşkla yanan can ve ruhun timsalidir. O bu dünyada veya ten kafesinin içinde uzak kaldığı ezelî gül bahçesinin hasretiyle feryat eden bir Hak âşığıdır" (1).
Sözleri Yunus Emre'ye ait olan Sabâ makamındaki "Bülbül kasidesi"nde bülbül mazmununun güzel bir örneğini görmekteyiz (**)
Divan şâiri Nedim'den bir beyit:
Vakt-i gül-geşt-i çemen seyr-i kenâr eyyâmıdırLâle faslı îd hengâmı bahâr eyyâmıdır
Edebiyatımızda gül ile bülbül ikilisi bir çok esere konu olmuştur. Gül, rengini aşığı olan bülbülün kanından almıştır. Güle aşık olan bülbül, gülün dikenleri sebebiyle ona yaklaşamadığı içün aşk acısı ile öter durur. Yine kimi hikâyelerde bülbülün güle erişmek çabasına gülün dikenleri engel olmakta, dikenlerin bülbülün göğsüne batması sonucu bülbülün öldüğü, bülbülün kanı ile aslı beyaz renkli olan goncayı kırmızıya boyadığı, kırmızı gülün renginin bülbülün kanından geldiği hikâye edilir(2). Bülbülün akşamdan sabaha, sabahtan akşama kadar ağlayıp inlemesi güle olan aşkındandır. Akşamdan sabaha kadar öten bülbül goncanın açılmasını görmek için bekler. Tan vakti yorulur bir ara gözleri kapanır işte o anda gonca açılır(3). Bu defa zavallı bülbül goncanın açıldığını neden göremedim diye sabahtan akşama kadar yine ötüp durur...
Yine gül, kültürümüzde; aşkın haricinde, sevdayı, baharı, (gülün solması ile) hüznü, kokusu ve güzelliği ile sevgiliyi hatırlatır.
Gül ile ilgili bir efsane de Nemrut ve Hz İbrahim (a.s.) ile ilgili olarak anlatılmaktadır. Nemrut, hz. İbrahim'i mancınıkla bir vadi dolusu odunların tutuşturulduğu ateşin içine atmış, bu ateş Allah'ın emri ile gül bahçesine dönüşmüştür. (*)
Gül ve bülbül ile ilgili yazılmış kaside ve gazeller yanında, bestelenmiş şarkı ve türküler de mevcuttur. Bir kaçına misâl aşağıdadır:
★★★
Demedi Yar Demediİffet Gülgeç (kaynak kişi)
Neriman Tüfekçi ( derleyen)
Yöre: Elazığ
Demedi yar demediElinde gül demedi (güzel)Ya ben nasıl güleyimYar bana gül demedi (güzel)Yar bana gül demedi (güzel)
O yana dönder beniBu yana dönder beniSol yanımda yarem var (güzel)Tabibe gönder beni (Sağ yana dönder beni)
Güle naz yar gülen azBülbüle naz güle naz (güzel)Bugün seyrana çıktımAğlayan çok gülen az (güzel)
O yana dönder beniBu yana dönder beniSol yanımda yarem var (güzel)Tabibe gönder beni (Sağ yana dönder beni)
★★★
Bir kızıl goncaya benzer dudağın
Beste: Amir Ateş
Güfte: Melek Hiç
Güfte: Melek Hiç
-"Bu şarkının hikayesi nedir?"
-“Bu şarkı Resulullah Efendimize ithaftır. Şarkının sözlerini yazan Melek Hiç Hanım, şiirlerinde O’na olan aşkını, sevdasını, ona olan minnet ve şükranını dile getiren sözler yazardı. O başkasına değil Ya Yüce Mevla’ya, ya Cenab-ı Pir’e, ya da Resulullah Efendimize yazardı. Ama siz bir kıza ya da herhangi bir delikanlıya yazdığını zannedersiniz” dediler.
Ben de, “Elhamdülillah abdestsiz beste yapmadım” dedim. O benim 5 dakikada yaptığım bir şarkıdır. Böyle bir şey olacağını ummamıştım. Bunda bir esrar var ama nedir? diye düşündüm. Sonra bir gün televizyonda, “Amir Hocamızın o şarkıdan başka şarkı yapmasına gerek yok. Bu şarkı bin tane şarkıya bedel. Çünkü bunun Resulullah Efendimize ithaf bir şiir, güfte olduğunu biliyoruz” dediler.
Çok yakın bir ailenin yanında Kadıköy’de kalıyordum. Akşamları evime geldiğimde yemeğimi yer, çayımı, kahvemi içer, namazımı kılar ve bitişikteki daireme geçerdim. Yine bir akşam, yemek hazırlığı yapılırken, evin 7-8 yaşındaki oğlu Mehmet ile oyun oynuyordum. Işıklar söndü, Mehmet korkmasın diye kucağıma aldım ve pencerenin yanına götürdüm. Yoldan geçen arabaları, yolu göstererek oyalıyordum “Mehmet bak” falan derken hemen yan tarafta bir piyano vardı. Çocuk ağlamasın diye piyanonun başına gittim ve “dım, dım, dım” diye çaldım. O zaman hemen Mehmet’in hali gözümün önünde o güfte ile özdeşleşiverdi…
Anlayacağınız Mehmet “Bir kızıl goncaya benzer dudağın” şarkısını bestelememe vesile oldu (4).
Bir kızıl goncaya benzer dudağınAçılan tek gülüsün sen bu bağınBir kızıl goncaya benzer dudağınAçılan tek gülüsün sen bu bağınKurulur kalplere sevda otağınKim bilir hangi gönüldür durağın
Her gören göğsüme taksam seni derKimi ateş gibi yaktın beni derHer gören göğsüme taksam seni derKimi ateş gibi yaktın beni derKimi billur bakışından söz ederKim bilir hangi gönüldür durağın
★★★
Gül dalında öten bülbülün olsam
Güfte-Beste: Neveser Kökteş
Gül dalında öten bülbülün olsamGül dalında öten bülbülün olsamÖtsem yanık yanık gönlüne dolsamÖtsem yanık yanık gönlüne dolsamAşkını dilesem, kalbimi sunsamAşkını dilesem, kalbimi sunsamNe olur uğruna sararıp solsamNe olur uğruna sararıp solsamBaharım, çiçeğim, güzelim, sevdiğimSar beni kollarında, canım diyeyimBaharım, çiçeğim, güzelim, sevdiğimSar beni kollarında, canım diyeyimBir kuş olsam da pencerene konsamBir kuş olsam da pencerene konsamAşkın şarkısını sana okusamAşkın şarkısını sana okusamGöğsünde yatsam da biraz uyusamGöğsünde yatsam da biraz uyusamElemi unutsam, neşemi bulsamElemi unutsam, neşemi bulsamBaharım, çiçeğim, güzelim, sevgilimSar beni kollarında, canım diyeyimBaharım, çiçeğim, güzelim, sevgilimSar beni kollarında, canım diyeyim
★★★
Güller arasında seni bensiz gören olmuşBeste: Şükrü Tunar - Makam: Uşşak
Güller arasında seni bensiz gören olmuşGönlüm yüzünün rengine düşmüş de ben olmuşDuydum ki güzel gözlerini çok seven olmuşGönlüm yüzünün rengine düşmüş de ben olmuş.
★★★
Nedir ey bülbül-i şeydâ Beste: Ender Doğan
Güfte:Osman Kemâlî
Nedir ey bülbül-i şeydâ ferâhın efgândırSana n'oldu ciğerin bir gül için püryândır
Bunca feryâdını gül duydu mu bir kerre seninBak sen ağlarsın, o gül zevke gelip handândır
Böyledir devri felekler budur üslûb-i cihânEhl-i derdin dil-ü cânı sinesi sûzandırGeçer elbette Kemâlî elem ü mihnet-ü gamKederi zevki cihânın geçici bir andır
★★★
Beste ve derleme: Aşık Daimî
Söz: Şah Hatayi
Yöre: Erzincan
Ezel bahar olmayıncaKırmızı gül bitmez imişKırmızı gül bitmeyinceDertli bülbül ötmez imişBülbül hevestir ötmeyeSarılıp güle yatmayaBahçıvan gülü satmayaGül kadrini bilmez imişBahçıvan satma bu gülüHaramdır parası puluAğlatma dertli bülbülüGözyaşını silmez imişBülbül güle hayran olurHayran olur seyran olurBazı insan gafil(cahil) olurCahil arif olmaz imişŞah Hatayim ölmeyinceTenim türap olmayıncaDost dosttan ayrılmayınca
Dost kıymetin bilmez imiş
__________
1)Kurnaz, C., "Bülbül", https://islamansiklopedisi.org.tr/bulbul
2)https://www.edebiyatvesanatakademisi.com/edebiyat-terimleri-mazmunlar/gul-ile-bulbul-divan-siirinde-gul-ile-andelip/48117
3)https://www.edebiyatvesanatakademisi.com/edebiyat-terimleri-mazmunlar/divan-edebiyatinda-bulbul-andelip-hez-rdan/5193
4)https://www.haber7.com/roportaj/haber/537581-bir-kizil-goncaya-benzer-dudagin-kime-atfedildi
(*)İbrâhim (a.s.) tam ateşe atılmak üzereyken Cebrâil (a.s.) geldi ve:
“–Bir dileğin var mı?” diye sordu. Hz. İbrâhim:
“–Evet, bir dileğim var, fakat senden değil!” cevâbını verdi.
Cebrâil, İbrâhim (a.s.)’a hayretle:
“–Niçin Allah’tan kurtuluş istemiyorsun?” dedi.
O da:
“–Hâlimi O biliyor! Ateş kimin emri ile yanıyor? Yakma kimin işidir?” diye cevap verdi. (bk. Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXII, 162)
Allah Teâlâ, Hz. İbrâhim’in meleklerden bile müstağnî davranıp bütün talebini Hakk’a yöneltmesinden râzı olmuş, onu Kur’ân-ı Kerîm’de: “O çok vefakâr İbrâhim” (Necm 53/37) âyet-i kerîmesiyle senâ etmiştir. Yine Cenâb-ı Hak, O’nu: “Rabbi ona: «Teslim ol!» buyurmuş, o da: «Bütün varlığımla Âlemlerin Rabbine teslim oldum» demişti” (Bakara 2/131) âyet-i kerîmesiyle de, teslîmiyet timsâli olarak takdîm ve taltîf etmiştir.
İbrâhim Halîlullâh’ın bu yüce teslîmiyeti ve yalnız Hakk’a tevekkülü üzerine, o daha ateşin içine düşmeden Allah Teâlâ, ateşe “Ey Ateş! İbrâhim’e serin ve selâmet ol!” (Enbiyâ 21/69) diye emretti. Bu emirle birlikte İbrâhim (a.s.)’ın düştüğü yer bir anda gülistâna döndü.
“–Bir dileğin var mı?” diye sordu. Hz. İbrâhim:
“–Evet, bir dileğim var, fakat senden değil!” cevâbını verdi.
Cebrâil, İbrâhim (a.s.)’a hayretle:
“–Niçin Allah’tan kurtuluş istemiyorsun?” dedi.
O da:
“–Hâlimi O biliyor! Ateş kimin emri ile yanıyor? Yakma kimin işidir?” diye cevap verdi. (bk. Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXII, 162)
Allah Teâlâ, Hz. İbrâhim’in meleklerden bile müstağnî davranıp bütün talebini Hakk’a yöneltmesinden râzı olmuş, onu Kur’ân-ı Kerîm’de: “O çok vefakâr İbrâhim” (Necm 53/37) âyet-i kerîmesiyle senâ etmiştir. Yine Cenâb-ı Hak, O’nu: “Rabbi ona: «Teslim ol!» buyurmuş, o da: «Bütün varlığımla Âlemlerin Rabbine teslim oldum» demişti” (Bakara 2/131) âyet-i kerîmesiyle de, teslîmiyet timsâli olarak takdîm ve taltîf etmiştir.
İbrâhim Halîlullâh’ın bu yüce teslîmiyeti ve yalnız Hakk’a tevekkülü üzerine, o daha ateşin içine düşmeden Allah Teâlâ, ateşe “Ey Ateş! İbrâhim’e serin ve selâmet ol!” (Enbiyâ 21/69) diye emretti. Bu emirle birlikte İbrâhim (a.s.)’ın düştüğü yer bir anda gülistâna döndü.
İsmi Sübhân vîrdin mi var
Bahçelerde yurdun mu var
Bencileyin derdin mi var
Garip garip ötme bülbül
Bilirem âşıksın güle
Gülün derdinden kim bile
Bahçedeki gonca güle
Dolaşıp söz atma bülbül
Bilirem âşıksın vîrde
Cünûnun var gâyet serde
Şu sînemde olan derde
Bir de sen dert katma bülbül
A bülbülüm uslu musun
Kafeslerde besli misin
Bencileyin dertli misin
Derdini ketm etme bülbül
Pervâz vurup uçar mısın
Deniz deryâ gezer misin
Bencileyin nâçâr mısın
Hâlini ketm etme bülbül
Yûnus vücûdun pâk derken
Cihânda mislin yok derken
Seher vakti Hâk Hâk derken
Bizi de unutma bülbül
Medet yâ tabîb-el ulûm