Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

30 Mart 2018 Cuma

Renkler âlemi...


Her renk TEK rengin  eşyanın kabiliyetindeki yansımasıdır... bir farklı dalga boyu, yani bir farklılıktır.

Prizmanın arkasından bakan kişi farklı dalga boylarının büyüsüne/çeldiriciliğine takılmaz, HER RENGİN ASLI BİR RENKTİR.

Renk, ışığın gözün retinasına değişik biçimde ulaşması ile ortaya çıkan bir algılamadır.

Bu algılama, ışığın maddeler üzerine çarpması ve kısmen soğurulup/emilip, kısmen yansıması nedeniyle çeşitlilik gösterir ki bunlar renk tonu veya renk olarak adlandırılır.

Tüm dalga boyları birden aynı anda gözümüze ulaşırsa bunu beyaz, hiç ışık ulaşmazsa siyah olarak algılarız.

İnsan gözü 380nm ile 780nm arasındaki dalgaboylarını algılayabilir, bu sebepten elektromanyetik spektrumun bu bölümüne görünür ışık denir.

Renkler için genelde kulağımızla duyduğumuz ince ve kalın ses analojisi yapılsa da, ses algısının aksine aynı anda gelen ışık frekansları değişik kanallardan algılanamaz (başka bir deyişle göz frekans analizi yapamaz), dolayısıyla aynı anda ince ve kalın sesleri birbirine karıştırmadan duymamıza karşın gözümüz için bu "çok seslilik" söz konusu olmadığından değişik ışık frekanslarının sadece kombinasyonlarını algılayabiliriz.

Rengâreng evren, milyonlarca renk tonu...görene bir rengin açılımı...!

Renkler aleminde Sıbgatullah (boyasını)'ı  tercih edenler, neylesin erguvanı, neylesin leylağı, sümbülü...

28 Mart 2018 Çarşamba

Tezyinât-ı Hakka ihtiramkâr...


Her bahar da tarumâr olurdu
Tarumâr oldu yine  havsalam.
Doğurunca, bahar hamuleleri.
Erguvani, mor-menekşe 
Yeşil, turuncu, sarı, mavi,
elvan elvan... binbir çeşit rengâreng.

Kara toprağın özünden,
ve ziyasıyla şemsin,
ab-ı hayat terkibiyle
bahar hamule idi...

Yüzbinlerce çeşidiyle
gelecek nesillerin ebeveynlerine,
her bahar da olduğu gibi...

Börtüsü, böceği, kuşu, ineği,
beşaret-âver tomurcuğa pür dikkat
ihtimam-ı hakiki ile...

Tezyinât-ı Hakka, 
müzeyyenâta ihtiramkâr...

27 Mart 2018 Salı

Ey dil-figâr hem safâdan hem fenâdan geç...


Ey bülbül, sus ! kendine cefâ eyleme
Goncelerin zârına, heves eyleme
Lisânına sâhib ol, figân eyleme
Bâğ-ı kesretdir bu, ah-ü zâr eyleme

Bîgâne-meşreble meşveret eyleme
Âşinâ-yı bî-vefâdan söz eyleme
Mutî ol ki, hak kelâmı terk eyleme
Fenâ'ya nigâh edip özün helâk eyleme

Eğer halâs ister isen mâcerâdan geç
Cihândaki aldatıcı bu safâdan geç
Bâkî olan vâr unutma sen fenâdan geç
Ey dil-figâr hem safâdan hem fenâdan geç

26 Mart 2018 Pazartesi

Vâkıf-ı esrâr-ı ilâhî.../Abdulkerim Erdem


Olam dersen vâkıf-ı esrâr-ı ilâhî, 
Ara...çıkar karşına bir ârif-i billah.

Bulacam dersen sâkî-i aşk-ı subhânî,
Masivadan el çek ol vâsıl-ı ilallah.

25 Mart 2018 Pazar

Gurûba bigâne olma ki; remizdir şafak için...


Gurûba bigâne olma ki;
remizdir şafak için..
Şu nâ-merd düşmanlara 
zebûn olmamak için..

Görmezmisin;
âlem bî-rahm, 
masumlar perişan, 
dost(!) bî-perva,    
mazlumlar mahzun,
felek bî-sükûn..

Cesamet ve ruhuyla
bizden olan diyarlar,  
asırlardır görüyor 
bî-perva düşmanlıklar..

Yetsin ! 
öz vatanımda baykuşlar 
sükût etsin.
Ceddi pâk nesli ahyâ olan 
tefrik edilsin..

Bu bir tulû asrıdır 
"gönüller" fethi için
Sükût etmiş haşmetli 
demleri ihyâ için..

Çıksın çile mevsimi, 
olsun hep bahar bize,
eyyam muntazır artık, 
nev bahar güllerine..

Gel ey vakt-i savlet ki, 
geçsin uyku demleri
Görelim bahçemizde 
bizim olan gülleri..

24 Mart 2018 Cumartesi

Hikmet kırıntıları....


Hor görme, hoş gör… 
☆☆☆ 
Alnın secdede, aklın (gönlün) gezmede... 
☆☆☆ 
İçi düzgün olanın, işi düzgün olur. 
☆☆☆ 
Sen; kendini var zanneden, fanisin 
☆☆☆ 
İnsanoğlu dünyaya doymaya değil duymaya gelmiştir. 
☆☆☆ 
Gençlerin aklıyla göremediğini yaşlılar tecrübesiyle görür. 
☆☆☆ 
Bazen nefsi hırpalayan şeyler, pohpohlayandan daha evladır. 
☆☆☆ 
Dua, kaderden rol istemektir. 
☆☆☆ 
İnkâr ifsata, iman islâha kapılar açar. 
☆☆☆ 
Tevâzu dedikleri, bil ki cennet bineği; o bineğe bindirmezler börtü, böcek, ineği… 
☆☆☆ 
İlim âIim olan Allah'a aittir. İlim meclisi huşû ile girilen edeb ile ilim tahsil edilen bir yer olursa ilim irfana dönüşür. İlim, salih âmel olur taçlanır, edep denilen nûr-u Hüda olup etrafa aydınlığı saçılır. 
☆☆☆ 
Hakk'ın uygun gördüğüne, kaderin cilvesi deme…Kader cilvelenmez ! 
☆☆☆ 
Dünyanın medenîsi ol; bedevîsi, densizi, ya da delisi değil… 
☆☆☆ 
Kovuşturan ve karıştıran değil, kavuşturan ve barıştıran ol. 
☆☆☆ 
Tek sermayen olan ömrünü; arsıza, uğursuza kaptırıp çar-cur edip de harcama ! 
☆☆☆ 
Çapın kadar ye, iç, konuş, harca… 
☆☆☆ 
Gıdaklayacağına yumurtla. 
☆☆☆ 
El âlemi gözleyeceğine avucundakine sahip olsa ya... 
☆☆☆ 
Ondan, şundan sana ne ! Kendine bak, kendine ! 
☆☆☆ 
Söyleme yap, konuşma dinle, eleştirme olduğu gibi kabullenmeyi dene…merak ettiğini zamanı gelince öğreneceksin... 
☆☆☆ 
Hayat komple bir pano, hepimiz ve her şey panodaki figürleriz. 
☆☆☆ 
Söz su gibidir, aktığı yatağın rengini alır. 
☆☆☆ 
İllallah diyemeyen, illa Allah diyemez. 
☆☆☆ 
Gönlündeki geçmiş ve gelecek düşüncesi yükünü boşaltmayan, rahat bulamaz. 
☆☆☆ 
Hayatı kumar zannediyorsan, hep “yek” atana kadar devam; hepsini yek gördüğünde, vâhidiyyet sırrına erdin gitti. 
☆☆☆ 
Ettin mi bir kez tac ile tahtı yer ile yek-sân, işte o vakit olur her işin âsân. 
☆☆☆ 
Yaktıysan gönlündeki Hakk'tan gayri olanları, Hakk ilesin, Hakk'tasın… 
☆☆☆ 
Hakk âşığı ma’şûkunun hoşnutluğu ile hoşnut edilir. 
☆☆☆ 
Gönül ocağında yanan aşkın ışıklarının hüzmeleri, göz penceresinden sızar. 
☆☆☆ 
San'at deryanın dip incileri, san'atkâr inci avcısıdır. 
☆☆☆ 
Şeytan insana gazı veriyor, nefis bu yüzden azıveriyor, Kiramen Kâtibin yazı veriyor… 
☆☆☆ 
Aşığın sap-samanla işi olmaz. 
☆☆☆ 
Aşk güneşi doğunca, akıl yıldızının ışığı görünmez olur. 
☆☆☆ 
Hakk’tan hakikat, hakikatten hüküm, hükümden hikmet zahir olur. 
İblisten yalan, yalandan nifak, nifaktan kovulmuşIuk sadır olur. 
☆☆☆ 
İmanda izzet, inkârda zillet vardır. 
☆☆☆ 
Ey gafil...Aradığın şey sende. Uyanık ol da, orda şurda arayıp yorulma.. 
☆☆☆ 
Gönlün aklını tasdik etmiyorsa hamsın, tasdik ediyorsa ehl-i kemâl. 
☆☆☆ 
Bilir misin neden bela, hastalık ve musibet gibi nice olumsuzluklarla boğuşuyorsun ?...Kulluk sözleşmesine uymadığından... 
☆☆☆ 
Düşüncesi çürük olan bilgi yoksunudur, 
☆☆☆ 
Tefekkür edilmemiş ham bilgi tehlikelidir. 
☆☆☆ 
Sen kum tanesi olarak bir hiçsin, sedefle kaplanıp inci olana dek istiridyeyi terk etmemelisin..! 
☆☆☆ 
Allah kural koyarak merhamet ediyor, kötülüklerin ruhumuzu kirletmesine razı olmuyor… 
☆☆☆ 
Faydalı insan; fitili mütevâzı, kendisi dosdoğru ve etrafı aydınlatan bir mum gibidir, kendini tüketecek kadar fedakâr. 
☆☆☆ 
Kendini isbâta çalışan Hakkı nefy eder, kendini nefyet ki Hakkı isbât edesin. 
☆☆☆ 
Kevser resule verildi. O'na yakınlaştığın kadar nasiplenirsin. 
☆☆☆ 
Nefsinin mahkûmu değil hakimi ol !

23 Mart 2018 Cuma

"Ben" ahlâkı ! / Nursultan Ahıskalı


"Ben" denilen ben var ya !
Aklı,
daima menfaate çalışır...
Mazisi,
hata ve günah ambarıdır...
Atîden beklentisi
ömründen uzundur...

Her işe niyeti
hesap üzere...
Muhasebe defteri
hep yedeğinde...

Banka hesabı
hiç aklından çıkmaz...
İşinden gücünden
asla uyku tutmaz...

Dara düştüğünde görün
siz "ben"i,
Naim-i Celil'e
arz-ı hâlini...

Fukaraya
beş para verirken bile
Biri
on ile çarpmaktır adeti

Selâmı
hesapsız vermedi asla !
Günü gelir
işe yarardı, olur ya !

Misafiri
bire on getirir diye sevdi
Dünyaya (sanki)
dünyalık kazanmaya geldi

Evlâdı
mirastan çok pay alsın diye,
Kıza dünür gelmeden daha
yeğene verdi allıya pulluya...

Pazarlık
sünnettir(!) "ben"in indinde...
Kelepire balıklama atlar
indirim günlerinde...

Şiiri, romanı
yazdı da durdu
"Ben"
kendi kitabının kahramanıydı

Seccadesinin köşesi
hep katlı durur,
ihtiyaç arzı için
varsa secdeye,
hemencecik
egosu kıyama durur...

Erenler der ki; ikiymiş ahlâk
Biri, islâm ki, o güzel ahlâk; diğeri
"ben" den zuhur, yerilmiş ahlâk...

Özgür müsün, mahkûm mu !

Mahkumiyet, özgürlüğün kısıtlanması. Cezâ evi... Demir parmaklıklar... Gardiyan... Güneşlik, havalandırma...
Suçluların cezasının infâzı için...
☆☆☆
Beden de bir hapishane, bedene bağımlı değil mi insan.
☆☆☆
Aklın gel-gitleri, irade üzerindeki ipotekler, isteklerin yağlı kamçıları...hepsi birer kısıt aslında !
☆☆☆
Bedenin özgürlüğe getirdiği kısıtlamalar...
Meselâ;
Uçmak istiyorsun, kanatların yok, bir kısıtlılık
Uyanık kalmalısın, uyku bastırıyor, uyku  isteğini kısıtladı...
ve..ve...ve...
☆☆☆
Özgürlük isteyenin istediğini yapması derler ya, kocaman bir yalan !

Haydi uçta göreyim.

Haydi hiç uyuma becerebiliyorsan.

Büyümeni-yaşlanmanı durduramıyorsun...

Sınırlarını, yeteneklerini zorlasan da nafile.

O halde hangi özgürlükten bahsediyorsun.
☆☆☆
Yok yok, senin derdin aklının estiğini yapma hakları. Kimse bana karışmasın hakkı.

Haydi bunları başkalarının hak ve hukukunu çiğneme bahasına da olsa yapabildin diyelim, bu özgürlük müdür sence !

Ömür denilen kısıtlı zamanda heveslerine uy, nereye kadar...

Özgürlük isteklerin ve güzelliklerin sınırsız yaşanması mıdır ?

Hani konaklama/eğlence yerlerinde yazar, açık büfe/sınırsız içecek !

Canın istese de, iştahın kabarık olsa da,  gözün doymasa da mide kapasitesi seni sınırlayacak, midenin esneme sınırına kadar yâni.
Bir kazan kavurma-dolma, bir fırın ekmek yiyebilirmisin, bir varil içecek hâlin yok ki !
☆☆☆
Bedeni ihtiyaçlar, yeryüzü şartları, iklim şartları, meteorolojik olaylar insanı kısıtlamıyor mu ?
Bedene de, dünyaya da, oksijene, suya, besine de, geceye-gündüze, güneşe, yağmura-rüzgâra da mecbur ve mahkûmsun !
Kadere de !
☆☆☆
Sınırsız ve sonsuzluğu gönlüne sor, ruhuna sor. Sınır tanımayan düşüncene sor...

Belki asıl özgürlüğü yanlış yerde, yanlış şeylerde arıyorsundur...!

Küfür tek millettir...


Küfür bir tek millettir
Bir Kur'anî hâkikattir
Kâfir ile dost olanın
Âkibeti zillettir

Bir görmeye tevhid gerek,
İri olmaya irfan,
Yakîn ilme tefekkür,
Diriliğe tezekkür...

Den-i dünya âfettir
Bataktır, kesâfettir
Şükürsüz yenen ni'met
Ya cahim, ya zillettir

Kul, daîm Hakkı anar
Bir "an" anmazsa yanar
Ey abd-i âciz mahlûk
Günü gelir, zaman donar

22 Mart 2018 Perşembe

Yoksa sen hâlen kabuğunla mı meşgulsün ?


Gaybın anahtarları "O"nun elindedir... İnsana bilmediklerini bildiren Allah, bilinmesini istediği şeyi ise gerektiği kadarıyla  bildirmiştir.

Bilmek için okumak, bildirmek için “Ol”mak (kemâlat) ve bildiğini yaşamak gerektir…

Allah ki; “Ol” (var ediş, yaratma fiilinin emir sigası) ile oldururur olması gerekeni…

“Ol”mak için olanı da sevmek gerektir ayrıca…

Ve  sevmek için yanmak gerekir, yanmak…

Ancak sevenler, "ateş-i aşk" ile yananlar ve kâmil olanlar, dost olurlar, başkası değil !

Dostluk ile beraber başlar, sonsuzluk  girdabında  asla kaybolmayan  “Aşkın” hikâyesi...ve münbit gönül ikliminde "O"na seyahat.

Ve artık “kalemle yazmayı öğreten”  aşk kalemi ile nakış nakış işler sevdanın güzelliğini ve aşkın  kelâma dökülebilen yanını,  "O"nu  seven gönüllere…

O aşkın ve o kelâmın işlediği "ulü-l azm" bir gönül var ki; "Gönüller  Sultanı" "Baş Tacı"…

Ve o Gönüller Sultanı'na gönülden yakınlaşan gönüllere motif motif oyalanır aşk-ı hakiki...orada mayalanır, nev zuhûr ahsen-i takvîm sîreti...
☆☆☆
Kalem de, kelâm da, nefes de; lütuf ve bağıştır insana, tâ ezelden, kısa bir an bile sayılamayacak kısacık ömür hikâyesinde ki tek  hakikati, insana anlatmak üzere…

Ve eğer özünü buldu ise insan; kapı  kapı, gönül gönül dolaşmalıdır güzel ahlâkı mayalamak için, var ise kutsal  bir gayesi...
Çare insana yüklenmiş mânâyı bilmek, idrak etmekte...

Ve insan olabilmekte, ey İnsan özünü buldun mu ?...yoksa sen hâlen kabuğunla mı meşgulsün !

21 Mart 2018 Çarşamba

Bir sadâ yayılır seher vaktinde.../Abdulkerim Erdem

Bizim mesaimiz doğunca başladı, ölünce bitecek aklımın erdiğince, eğer öleceksek...

Mesai ile insan kendini sınırlamamalı diye öğrendik...bu yüzden "mesai bitti" demeyi bilmeyiz, öğlen tatilim başladı, buçukta gel'e aklımız ermez.

Fazla mesai de ne demekmiş...

İlâveden de, yok mazeret, yok.... izni,  vizite çıkayım, istirahat/rapor alayım da neymiş...
☆☆☆
Ücretimiz peşin ödendi bizim avans olarak. Börtü böcek, ot çöp olmadık ya şükür.
"İnsan olarak yaratılmış olmak" ikramiyemiz, ücretimiz !
☆☆☆
Tevafuku, isabet edeni (sunulanı) yaşama tarzını benimsemekden â'lası mı olurmuş !

Bir işi bırakıp ötekine koşmayı sünnet bildik, adetullah gereği...
"Her güçlükle birlikte mutlaka bir kolaylık vardır"(*) mânevî lutfuyla beslendik...
☆☆☆
Ölmek hayvana mahsus demiş erenler,    karanlık çukura laşe'yi layık görmüş aşıklar.
Hayy olan ölür müymüş demişler. Biz Hayy'ız demişler.

Hayy(da) olanın mesaisine sınır olur muymuş ?
☆☆☆
Rızalık şakîliği terkin ötesinde, sızlanmak, yüksünmek, şikâyet etmek yasak bize...demişler.

Geri durmak, hasbîlikten gaflet, hesabî lik zillettir hulkumuza demişler...
☆☆☆
O, "Hayy"dır, "Kayyûm"dur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama... (**)
Ve;
"Namâz uykudan daha hayırlıdır"... sadâsı dalga dalga yayılır her seher vaktinde...
☆☆☆
Bu düstur ve kıstasları duymuş olmak mesaimizin temadisine(sürekliliği için) yeter de artar bile...!
__________
*İnşirâh suresi
**Bakara suresi "âyet-el-kürsî"

20 Mart 2018 Salı

Mîsâk-ı Millî'den caymayız azizim !


Nâ-merde denilecek tek sözümüz
Yamuk yapanın üstünde gözümüz
Firâset mi ?  "Kur'an"dandır özümüz
Gül vermeye, "İnsan" arar gözümüz
☆☆☆ 
Yaratılanı sevmekliğimiz mi ?
Hakk aşığı olmaklığımızdandır
Öğseğimiz, "Yesevî" ocağındandır
Ödülü, Rabbimizin katındandır
☆☆☆
Toprağı sulayan "kan" lar da bizim; 
Şehîdler, Gaziler, "Can" lar da bizim.
Yesi de, Kudüs de, Kerkük de bizim
Şanlı al bayrak da, sancak da bizim
☆☆☆
Mîsâk-ı Millî'den caymayız azizim !

19 Mart 2018 Pazartesi

Cemre nine diyor ki; insanın kıymeti eşyası ile ölçülür mü ?

Cemre nine başka şehre taşınmış...

Komşu-momşu, gelen giden, hayırlı olsun, hoş geldiniz diyen yok...

Bir süre sonra şehri ve semti iyi tanıyan bir tanıdığı gelir, nine şehrin ve semtin insanlarının davranışından hoşnut olmadığını dile getirir...tanıdığı nineye;

-Bu şehirde insanın değeri eşyası ile ölçülür. Sizin eşyalarınız kamyondan indirilip eve taşınırken balkondan/ pencereden bakıp eşyalarınıza göre size kıymet biçmişlerdir, der.

Nine bunu bir kenara yazar...
☆☆☆
Bir gün bir ahbabı;
-Cemre hanım, bugün öğlen sonu sohbet toplantısı var, sıkılma evde, sen de buyur, diyerek davet eder.
Nine saati gelince davete icâbet eder, konu
döner dolaşır eşyaya gelir... misafirlerden birisi; "halıları, koltukları yeniledik" der, bir diğeri; "avize, gümüşlük, kristaller"ine lafı getirir..

Nine tetikte, lafa girer;

-Ya Hu bir dakika beni dinleyin, eşyasına göre insanlara değer biçmeyin. Biz buraya insanları görmeye, onlarla konuşmaya geldik. Halıyla, vazoyla, kristalle konuşmaya, onlarla görüşmeye gelmedik ki.

Uzanır sehpadaki kristal şekerliği eline alır, der ki;

-Benim memleketim göl kenarında, kıyısı kum dolu, bu övünüp yarıştığınız kristaller o kumdan yapılıyor değil mi, kumla niye övünüp hava atıyorsunuz birbirinize, istiyorsanız size bir kaç çuval göndereyim...

Soru: "Egosentrik" mi Riyakâr mı ? !


Nedir öncelikleriniz !

Gösterişli mi yaşarsınız ?
El âlem beni takdir etsin derdiyle...

Doğduğunuzdan beri ekranlarda mısınız ?
"Facebook"a, "instagram"a, "pinterest"e, "twitter"a "selfi"ler göndermek;
fotoğraf karesinde önde olmak için kalabalıkları yarmak kabilinden...

Medyada "fotoşop" suz var mısınız,
burun kemiğimi aldırdım der misiniz ?
Plastik cerrahınızı gizlemek üzere...

"Tirend" leri takip eder,
"Like" sayınızı merak eder misiniz,
yahut"Fenomen" olma yarışında neredesiniz ?
Bak ne kadar sosyalim dedirtmek üzere...

Saatlerce aynaya bakar mısınız ?
İki perçem bir kakülü düzelteceğim babından...

Kendinizi "elit" den satar, "Kopi-pest" (kopyala-yapıştır) vecize yazar mısınız ?
Hikmet dilinizi, filozofik derinliğinizi bilsinler diye...

Zekânıza hayran mısınız ?
İnsanlara aklınızı göstermek, anlaşılmazlık perdesi arkasında gizlenmek üzere...

Taç ile taht'a tapar, amirlere yalakalık yapar mısınız ?
Kariyer plânlarınız maya tutsun diye...

Yalakalık için iltifat eder misiniz ?
Çeşmenin suyu kesilmesin diye...

Cenk meydanından kaçar mısınız ?
Geride bıraktıklarınız, malınız evlâdınız sefil olmasın diye..!

Arada çamura yatar, telefonu meşgule atar mısınız ?
"Foya"lar açığa çıkmasın diye...

Sıkışınca "kanki"yi satar mısınız ?
Üç kuruşluk menfaat uğruna..!

Riyakârca (mütedeyyin bir çevrede) teşekkür/ şükredip görgü yaparmısınız ?
Egonuz ni'meti küçümsüyor olsa bile...

Arkadaşla ders çalışacağım der, arada kaçamak yapar mısınız ?
Üniversite öğrencisi iseniz...!

Sizi eleştirenleri sever misiniz ?
Eleştirilere açık bir şahsiyet olarak...

Muhabbete bir kaç yalan katar mısınız ?
Grup içinde revaçta olmak üzere...

Yalandan gülücük atar mısınız ?
Karşınızdaki size güvensin diye...

Merdivenleri üçer beşer atlar, aceleye  kulaç atar mısınız ?
Şeytanın acelecilerin yanında olduğunu bile bile...

Ve;
Sevdaya komşuluk yaptı mı kalbiniz ?
Hani şöyle Allah için severek, içi-dışı, ağzı ile özü bir, dosdoğru(*) olmak babından !

Ve uzayıp giden sorular...

İnsan kendine şu soruyu sormalı;
"Ben" merkezci(egosentrik) miyim ve riyayı "kâr" sayıyor muyum...yâ'ni riyakâr mıyım acaba !?

Cevaplar sessiz olsun lütfen...aman kimse duymasın, bilmesin...!
☆☆☆

Allah'ın Rasülü’nün saçını beyazlatan âyet şöyle:
"Öyleyse emrolunduğun gibi doğru ol; seninle beraber tevbe edenler de (doğru olsunlar), aşırı gitmeyiniz! Zira O, yaptıklarınızı görmektedir.” (Hud suresi¸ 112)

Dosdoğru olmak; dik duruşlu, düzgün¸ dürüst, defosuz, eğrisi ve yamuğu olmayan gibi mânâları içerir.
Kur'an'i tabir ile Sırat-ı müstakim¸ Allah'ın dosdoğru yolu demektir, hani Fâtiha suresinde "bizi dosdoğru yola ilet "diyerek yakardığımız...

İslâm'ı şeklî olarak algılayan ve/veya vahiyle muhatap olmamış bir insandan ise dosdoğru olması beklenemez...!

18 Mart 2018 Pazar

İşte Çanakkale ruhu: Kendi cenaze namazın kılan şehîdler...

-Kendi cenaze namazını kılan şehîdler olur mu ?
-....!
-Olmaz demeyin...
-Gerçek bir hikâyeden alıntıyı dua ve Fâtiha ile göz yaşları içinde buyrunuz okumaya...
☆☆☆
Babamın dostlarındandı...
Dimdik yürürdü...
Hani Allah'tan başka kimsenin önünde eğilmemiş tipler vardır ya, öyle biriydi...

Ben çok küçüktüm, evimize misafir gelirdi. ..
-"Oğul" diye seslenirdi hep.
Bağdaş kurmaz, diz çöker öyle otururdu. Gaz lambası ışığında daha bir heybetli görünürdü gözüme.
Hep bitip tükenmek bilmeyen, harp hatıraları anlatırdı.
Çanakkale, Gazze, Kafkas cephelerini dolaşmış; Sakarya, Dumlupınar'da savaşmış...
Ancak İzmir'in kurtuluşundan sonra köyüne dönebilmişti...
Anlattıklarında hep acı, kan, cefâ vardı. Kolay mı kazanılmıştı bu vatan ?
Ölüm neydi ki ?
Şerbet içmek kadar kolaydı... !
-"Biz kendi cenaze namazımızı kendimiz kıldık Çanakkale'de !" derdi sık sık.

Olur muydu ??
☆☆☆
Çanakkale'de 1915 yılında, Kirte muharebeleri sırasında bölükler arka siperlerde hücum sıralarını beklemektedirler...
Ön siperlerdekiler ileri fırlamış boğuşuyorlar...
Yüzbaşı hücum için emir bekliyor...
Bütün asker süngü takmış siperden fırlamak için hazır...
Sinirler gergin...
Bütün dudaklar kıpır kıpır dualar okuyor, Kelime-i Şehâdet getiriyor...
Süre uzuyor...
Yüzbaşı erlere sesleniyor...
-"Yavrularım... Aslanlarım... Biraz sonra Cenâb-ı Rabb'ül Âlem'in huzuruna varacağız... Abdestsiz gitmeyelim...Haydi ! Tüfeklerimizin kabzalarına ellerimizi sürüp, hep beraber teyemmüm edelim..."

Teyemmüm edilir... Bekleme devam etmektedir...
Biraz sonra Yüzbaşı;
-" Çocuklarım... Sanıyorum biraz daha bekleyeceğiz... Önümüzde biraz daha zaman var. İleride arkadaşlarımız şehîd oluyor. Hem onlar için, hem de vakit varken, kendi cenaze namazımızı kendimiz kılalım..."

-" Kâbe karşımızda... "
☆☆☆
Arkadan Ali çavuş bağırır...
-" ER KİŞİ NİYETİNE... "
☆☆☆
O gün yapılan hücumda, kendi cenaze namazını kılan pek az kişi sağ kalabilmişti...
☆☆☆
Onlar Allah'a verdiği sözü tuttular...Ruhları şâd ola...
☆☆☆
57 Alay...yedi düveli bozguna uğratan Arslanlar, Çanakkale'de destan yazmıştı...

Torunları bugün "Kızıl Elma"ya gidiyorum, "geride kalanlar beklemesinler" dedi ve gittiler, 57.günde yedi düvel ve uşaklarının hesaplarını yine bozdular...tarih tekerrür ediyor, şükürler olsun !

Derim ki; insan çeşit çeşit.../Abdulkerim Erdem


Derim ki;
İnsanlar var ya bu insanlar,
Kimi zarîf, kimine gerekmez taltif
Kimi ârif, kimine gerekmez ta'rif
Kimi munis, kimi hâris
Kimi lafazan, kimi kalpazan
Kimi uyanık, kimi bulanık
Kimi sahtekâr, kimi hilekâr
Kimi sağır, kimi dolu kahır
Kimi korkak, kimi atak
Kimi kaygusuz, kimi duygusuz

İnsanlar var ya bu insanlar,
Kimi yalak, kimi salak
Kimi aptal, kimi abdal
Kimi cimri, kimi kumru
Kimi sevdalı, kimi kavgalı
Kimi taşralı, kimi tafralı
İnsanlar var ya bu insanlar
Sağımlık, eğer sütlüyse
Kimi teksesli, kimi polifon
Kimi sütlü, kimi butlu
Kimi kışır, kimi kısır

İnsanlar var ya bu insanlar
Kimi paragöz,kimi açıkgöz, kimi açıksöz
Kimi kokmaz bulaşmaz, kimi karışmazsa duramaz

İnsanlar var ya bu insanlar
Kimi münkir, muzur ve hakir
Kimi vahşi, kimi yahşi
Kimi mü'min, şakir ve zakir...
Kimi Musa, kimi Hızır
Kimi firavun, kimi Resul ve Habib
Kimi Halil...
☆☆☆
Her şey yerli yerince...!

17 Mart 2018 Cumartesi

Şükürsüzlük nankörlük mü ? / Nursultan Ahıskalı


İnsanın kendisine yapılan  iyiliğin veya verilen nimetin kıymetini bilmeyip, takdir etmemesi nankörlük olarak ifade edilir.

Kıymet bilmek ve takdir edilmek ise teşekkür ifadesinde yerini bulur.

Nankörlüğün zıddı şükür, yâ'ni teşekkür...

Samimiyetin yüzeysel olarak karşılığı ihlâs, inançlı olmanın karşılığı ise imandır.
İhlassız yâ'ni samimiyetsiz olmanın zıddı riyâ/iki yüzlülük iken; inançsızlığın zıddı olan küfür de samimiyetsizliği ve riyâyı içinde barındırır...

Birincilerine mensup olanlar mü'min, ikinci kategoriye mensup olanlar ise münafık ve/veya kâfir olarak isimlendirilir.

Bu nokta-i nazardan hareketle; teşekkür, şükür, yâ'ni iyiliğin/nimetin kıymetini takdir etmek mü'mine özgü; nankörlük, inkâr, yapılan iyiliğin ve sunulan ni'metin kıymetini bilmemek nanköre-münkire-kâfire özgü bir davranıştır.

Dolayısı ile nankörlük basite indirgenebilecek bir davranış değildir, küfre açılan kapıdır.

Mülkün gerçek sahibi olan yaratıcı, insanoğluna mikro âlemden makro âleme kadar çok hassas mekanizmalar şeklinde tasarımlanmış bir evren ve içindekileri sunmuştur.

Kur'ân'ın bize çizdiği ve anlamamızı istediği bu çerçeveye göre ihlâslı/samimane bir imana erişmek için gerekli olan temel şartlardan birisi; insanın, içini ve dışını kuşatmış olan tabiat kanunlarını, yaratılmış canlı/cansı
z varlıkları, basit birer obje -şey- olarak görmemek, aksine bunların her birerini Allah'ın insana sunduğu ni'metler/iyilikler ve onların işaretleri-âyetler- olarak görmektir.

Bunları görmemek yahut görmezden gelmek nankörlüktür hakikati örtmektir.. Kadrini bilmek ise imâna karşılık gelir ki, onunda gereği şükürdür, teşekkürdür. Bunu böylece idrâk etmek üzere irdelemek ise tefekkürdür.

Bu açıdan bakılınca küfür şükrün zıddı değil imânın zıddı olarak anlam kazanır ki, bu da nankör olmakla eşdeğer bir mânâyı kapsar.
Kur'ân; kâinât ve dünyada mevcut varlıkları, Allah'ın varlığının enfüsî ve âfâkî işaretleri(âyetleri) olarak tavsif eder.

Dünyada istifadesine sunulan şeylerin, insana Allah'ın lûtfu olduğu bir çok Kur'ân âyetinde beyân buyrulmaktadır.

Evreni, dünyayı ve içindekileri tabiat kanunları ile bir ölçü ve düzen içinde yaratan ve işlerliğini sürekli kılan Allah'a bağlılığının/kulluğunun bilincinde olması, insanın imanının gereğidir.

Bu minvalde küfür(nankörlük) şükrün zıddı  değil, inanmanın/imanın zıddı olan küfür hâlini kast eden bir anlamı da zımni olarak içermektedir.

Dolayısı ile "kâfir" kelâmı imansızlık, küfür ise hakikati örtmek mânâsınadır. Şükür kelâmı ise Allah'a iman etmeyi deruni mânâda içermektedir

Bu yüzden İslam olmak, Allah'a daima şükür hâlinde olmak, varlığın ve devamının Allah'a bağlı olduğu bilinci ile davranmak, nankörlüğün küfr ile eşdeğer olduğunu idrak etmektir...

Vücûd ikliminin sahibi ve pozitivizm...


                                    
Vücûd ikliminin sahibi başlığıyla yazılan diğer 3 yazıda insanın kan sıvısının muazzam birkaç özelliği rakamların da diliyle özetlenmiş idi.

Tabi mevzu sadece bir popüler bilim yazısı yazmaktan öte, sadece kan sıvısının yapısı, özellikleri ve işlevlerine ve çok hassas işleyen mekanizmaya dikkat çekerek tefekkür etmeye yönelik idi…

Mikro ve/veya makrokozmoz hangi tarafından ele alınırsa alınsın, bakılırsa bakılsın, ortada objektif olarak gözlemlenebilir bir tasarım var !

Eğer bir tasarım varsa; bu, tasarımcıdan, “O”nun tasarlama ilminden, yaratma kudretinden, mekanizmayı sürdürülebilir işletme kinetizasyonundan bağımsız olamaz !

Bu hususta teist bir bakış, canlı organizmalardan evrenin tamamına yapılacak bir projeksiyon ile zerreden kürreye kadar bu hassas tasarımı görmek ve gözlemlemek mümkün...

Ancak bilim adamlarının bilimsel verileri ortaya koyma ve yorumlamalarda dürüst ve objektif olmaları, ideolojilerden bağımsız olmalarına bağlıdır ki; ilmi deontoloji (ilim ahlâkı) bunu gerekli ve zorunlu kılar !

Bilimin ortaya koyduğu objektif veri(ler)den yola çıkıldığında; özelde insanın kan sıvısı ve hücrelerini ele aldığımız yazılarda sistemin ne kadar düzenli olduğu yanında, organizmadaki bu çok hassas düzenin işleyişinin hayret verici tarafları da göz önüne serd edilmiş olmaktadır.
Bundan yoksun olan pozitivist-materyalist-natüralist-ateist bilim çevrelerinde ise bu yaklaşımı görmek mümkün değildir.

***
Temel bilimlerde 17. Yüzyıldan itibaren gerçekleşen olağanüstü gelişmeler ve bunlarn teknolojiye
yansımaları, dolayısı ile bilginin gücünün hükmetmek üzere kullanılır olması sonucunda bilim(cilik) bir ideoloji haline dönüşmüş, Auguste Comte (1798-1857) ile Pozitivizm adıyla doktrinleşmiştir. Bugün ise pozitivizm, bilimcilik(=Scientism) olarak isimlendirilmektedir.
Atom
(Çekirdek ve yörüngedeki elektronlar
Bu doktrine göre:
"Kâinatta olagelen bütün olaylar maddî, fiziksel olaylara indirgenerek açıklanabilir".

Bu iddia ise bilimciliği materyalizm'in çağdaş bir örtüsü haline getirmiştir. Bir anlamda bilim tapıcılık, yahut bilimi putlaştırmak da denilebilir.

Maddî-fiziksel olaylara indirgemeci açıklamayla ilgili çarpıcı bir misâl bundan 400 yıl önceye ait;
Descartes maddenin/bedenin içerisinde ruhu arıyor…! kadavralar üzerinde yaptığı bilimsel çalışmalar ile bedendeki ruhun bezelye büyüklüğündeki salgı bezi olan “pineal bez” de olduğu sonucuna ulaşıyor !


 *** 
Yeniden konumuza dönecek olursak;
Organizmalarda gerek moleküler, gerek hücre(sitolojik)- doku(histolojik) yahut organizma
Basil(çubuk) formlu bakteriler
seviyesinde, hatta canlı üzerinde hüküm süren çevresel şartlarda, canlılığın var olması ve devamı için gerekli olan şartlar olağan/sıradan şartlar olmayıp çok çok hassas değerler ve dengeler üzerinden yürü(tül)mektedir.

Organizmalar hem fiziksel/kimyasal sabitlere, hem de doğadaki kânunlara tabi bir şekilde işlevlerini sürdürürler.

Bu durum ise olağan değil olağan üstü bir tasarım, bir düzen olduğunu ortaya koymaktadır ve bu, yine “O”nun koyduğu bilimsel kanunlar çerçevesinde gerçekleşmektedir.

Kur’ân’da "Allah Hikmet’i dilediğine verir. Kime Hikmet verilmişse gerçekten de ona çokça hayır verilmiştir. Bunu da ancak akıl sahipleri –ûlü’l elbâb (akıllarını dirâyet ve isâbetle kullananlar)- anlar" (Bakara suresi, 269).

Kur'ân-ı Kerîm'de yediyüzelli kadar âyet inananlara yeri göğü gözlemeyi, bu gözlemlerden sonuçlar
çıkartıp bunlardan öğüt ve ibret almayı hatırlatır; yine, akıllarını kullanmalarını, düşünmelerini, okumalarını öğütler...

ve la yühiytune bi şey’im min ilmihı illa b ima şa’ “…”Onlar ise, O’nun dilediği kadarından başka, ilminden hiçbir şey kavrayamazlar” (Bakara sûresi, 255. -âyet’el kürsi).

Ve;
Pozitif ilimler maddî âlemin zâhir'ine objektif bir bakış açısıdır. Bu zâhir’e objektif bakış, aslında akla hitab ederken ilmi artırıcı tefekkür kapılarını da açar ve Cenâb-ı Peygamber’in duasını etmemizi zorunlu kılar:

Rabb'im! Benim eşyâ hakkındaki ilmimi arttır !"

15 Mart 2018 Perşembe

Aramaya ne gerek, nasılsa huzura gelecek...

Yeryüzüne atılmış olan insanoğlu öyle bir hastalığa düçar olmuş ki; "ben" hastalığı.
Hastalık etkeni vesvas. Sahib oldukları (!) ile...yek diğerine üstünlük taslama, tepeden bakma (!) hastalığı...

Vesvasın hak ve hakikatten uzaklaştırma adına kullandığı bu enstrümanların insanı elitleştiriyor, üstünlük kazandırıyor, münevver kılıyor zannı ne basit, ne tuhaf, ne cahilâne...anlayana !

Yok yok ! bunlar eğreti duruyor sırıtıyor, üstünden akıyor insanın.

Zelil olan ne taksa da aziz olsa acep...

Burdaki âlet-edevat vasıtaları hayatı kolaylaştırıyorsa ne a'lâ; kul hakkı, haram, kibir vesilesi yahut vasıtası ise çok fena...

Hani şöyle röntgen filmi yahut ultrasonik inceleme, MR gibi bir cihaz olsa, onunla ruhun durumu (büyük gayretlerle oluşturduğumuz manevî bedenimiz) fotoğraflanabilse...kişi içindeki kendini, akı/kara'yı, griliği bulanıklığı(yalanı dolanı sahteliği ikiyüzlülüğü v.s. ile) görse, bu hâli ile poz vermek ister mi ?

Ya da bunu "işte ben !" deyip âleme ilan eder mi ?

Toprak testi içindekini sızdırır !

Duruş ve davranış iç âlemin hâlini yansıtır.

Maske takacaksa bari iyilik maskesi taksın, "ben"inin kirleriyle dolaşmasın insan, belki içine sirâyet eder !
☆☆☆
Ak ile karanın ortaya çıkacağı gün elbet gelecek ve orada herkes kendi ile yüzleşecek...

Behlül Dânâ'dan bir kıssa ile mim koyalım:

Behlül'ün kabristandan ayrılmadığını görenler sorarlar;

-Kimi bekliyorsun Behlül ?

-Beni dolandıranı, benden çalanı bekliyorum, nereye kaçarsa kaçsın sonunda buraya gelecek...aramaya ne gerek !

Vesselâm...

12 Mart 2018 Pazartesi

Vücûd ikliminin sahibi - 3

Bir dakikada 25 milyar defa trilyon adet oksijen molekülü taşıyan alyuvarların taşıdığı oksijen seviyesi vücûd tarafından anlık olarak sürekli ölçülmektedir.

Kalpten çıkan ve vücûda kan götüren ana atar damar (aort) da ve beyine kan taşıyan atar damar (karotit arter) den geçen kanın oksijen miktarı ölçülerek ilgili merkezlere bilgi verilir.

Bunu ölçerken ters mantıktan da yola çıkılır. Kandaki karbondioksit miktarı normale göre artmışsa bu ölçüm omirilik soğanı ve yakınında bulunan solunum merkezine(pons) uyarı niteliği taşır. Bunun üzerine ilgili merkezce kriz yönetimi tedbirleri devreye sokulur.

Solunum hızı ve kalp atımı hızlandırılması yoluna başvurulur. Hızlı solunum sayısına paralel kalbin pompa sayısı da artırılınca oksijen kıtlığı giderilir, veya böbreküstü bezden kan hücresi yapımını uyarıcı bir protein (erythropoietin) salgılanarak kemik iliği gibi kan yapım merkezinden daha fazla alyuvar üretilmesi talep edilir ve kan sıvısına oksijen taşınması için takviye yeni güçler gönderilerek çare üretilir.

Oksijeni doku sıvısına boşaltan alyuvar oradan boş ve yüksüz dönmez tabi...karbondioksiti yüklenerek döner.

Karbondioksitin tamamına yakını alyuvara alınır. Alyuvar içerisinde kimyasal tepkimeler ile karbonik asite dönüştürüldükten sonra hidrojen ve bikarbonat iyonlarına ayrıştırılır.

Hidrojen iyonu hemoglobine bağlanırken bikarbonat formu plazmaya verilir. Bu iyon şeklinde taşınma yolculuğu akciğerde sona ererken kanda taşınmakta olan bikarbonat iyonu alyuvara alınır, hemoglobine bağlanmış olan hidrojen iyonu ile birleştirilerek karbonik asite yeniden döndürülür ve bu asit de su ve karbondioksite parçalanır... Karbondioksit alyuvardan ayrılıp akciğer boşluğuna gaz olarak geçer, nefes verme ile de dışarı atılır.

Vücûdun aktivitesinin artması sonucu açığa çıkan karbondioksitin dolayısı ile karbonik asitin fazlalaşması kanın dengede tutulan asitlik derecesi(pH=7,4)ni 7,2 lere doğru indirir ki; bu kandaki taşınma dengesinin oksijen aleyhine bozulduğunu belirtir, karbondioksit seviyesi de sürekli ölçüldüğünden buna da solunum merkezi uyarısı ile daha fazla oksijen alınması ve taşınması tedbirleri uygulanır, işte bu asitlik derecesinin dengede tutulması ve kan sıvısının hafif bazik ph:7,4 seviyesinde tutulması gerektiğinden karbondioksit karbonik asit şeklinde değil (% 70'i) bikarbonat halinde, %23'ü hemoglobinin amino gruplarına bağlanarak, %7'si kan plazmasında çözünerek akciğere kadar taşınır...

Devam edecek...