"Ben bir başkasıdır." Bu cümle Rimbaud’un lisedeki edebiyat hocasına yazdığı mektuplarından birinde geçmektedir. Rimbaud burada ''Benim Ben'im Tanrı'dır'' demek ister !
Evet, putlaştırılmış bir “ben” ya da bir başka ifade ile “nefis”, firavun gibi, tanrılık iddiasındadır.
“Ben” den geçip “biz” havuzunda erimiş olmak ''Benim Ben'im Tanrı'dır'' diyenler için çok zor, hatta imkansızdır, tıpkı aşurede çiğ kalmış, pişmemiş fasülye gibi aşın tadını bozar.
Ancak eğer duyular millet şuuru ile karıştırılır; “ben”, “biz” olarak anlam kazanır ve çevreyi de kapsayacak şekilde genişletilirse, o zaman orkestraya katkı sağlayabilir.
Aşura, arapça kökenli bir kelimedir ve on (muharremin 10’u) demektir. İslam’da aşure gününde gerçekleştiği söylenen önemli olaylar vardır:
Hz. Âdem’ in işlediği hataya tövbesinin kabulü, Hz. Nuh’un gemisinin tufandan kurtulması, Hz. Yunus’un balığın karnından kurtulması, Hz. İbrahim’in dünyaya gelişi ve Nemrud’un ateşinde yanmaması, Hz. İdris’in diri olarak göğe yükseltilmesi, Hz. Yakub’un oğlu Hz. Yusuf’a kavuşması ve Hz. Yusuf’un kuyudan kurtulması, Hz. Eyyüb’un hastalığının iyileşmesi, Hz. Musa’nın Kızıldeniz'den geçerek İsrailoğulları'nı Firavun'dan kurtarması ve Firavun’un boğulması, Hz. İsa’nın doğumu ve göğe yükseltilmesi, Hz. Muhammed’in Medine’i Münevvere’ye ulaşması....
Bu nedenle müslümanlar yanında, musevi ve hıristiyanlarca da bu gün kutlanır ve inançlarına göre aşure günü oruçlu geçirilir. Musevilikte büyük keffaret günü anlamındadır. İslam’da aşure gününde "aşûre orucu"u tutmak sünnettir. Diğer dinlerden farklı olarak, muharremin 8, 9 ve 10'uncu günlerinde de oruç tutulur.
Ramazan'dan sonra ihya edilen muharrem ayında bu sevindirici olaylar yanında üzücü olaylar da cereyan etmiştir.
Hz.Muhammed’in Ehl-i Beyti'nin yetmiş iki büyüğü, muharremin 10. günü Kerbela'da şehid edilmiştir. Bu yüzden bu gün bir ıstırap günümüz haline de dönüşmüştür.
Ehli Beyt sevgisi konusunda Şura suresi (ayet 23)'nde şöyle buyurulmaktadır:
“(Rasulüm!) De ki: "Bun(u duyurmam)a karşı sizden, yakın akrabamı / Ehlibeytimi sevmeniz dışında bir ücret istemiyorum …...”
Hz. Muhammed sevgili torunlarını, reyhanlarım diye severek, torunları için; "Hasan ruhumdur ! Hüseyin gönlümdür ! Muhsin nefsimdir !" buyruğu ile tüm inananlara üzerlerine titrediği, gözünün nuru, torunlarının muhteşemliğini bildirmiştir.
Hz.Hüseyin'in Kerbela'daki acısı başta olmak üzere “On iki İmam”ların acılarını anlamaya ve bu acı günü anmaya atfen tutulan “muharrem mâtemi” orucu, 1 muharrem’de başlar ve on iki gün sürer. Oruç günlerinin akşamlarında “Kerbela Olayı”nı anlatan Fuzulî ’nin “Saadete Ermişlerin Bahçesi”, “Hadikatü’s süeda” gibi kitaplar yanında ozanlar konu ile ilgili deyiş ve mersiyeler okurlar...
Muharrem mâtemi esnasında bu acıları bir daha yaşamamak için gerekli insanlık değerleri hatırlanır.
Mâtem orucu esnasında ilke olarak: Kalp kırmamaya, dil ile incitmemeye, dedikodu yapmamaya özen gösterilir. Kesici aletlere el sürülmez, kurban kesilmez, et yenmez, canlıya eziyet edilmez. Kerbela katliamında hasta olması nedeniyle İmam Zeynel Abidin'in kurtulması ve Hz. Ali'nin soyunun böylece devam etmesi nedeniyle de Allah'a şükredilir.
Muharrem matemi, Aşure geleneği ile biter. Aşure hem sevincin hem de hoşgörünün simgesidir. Etli pilav ve Aşure’nin topluma dağıtılması orucun bitiminde yani on ikinci günü akşamı veya on üçüncü gün yapılmaktadır.
Bu; acı tatlı her şeyi paylaşmayı simgelemektedir. 12 gün tutulan orucun ardından Aşure Günü’nde 12 çeşit malzemeden Aşure aşı pişirilir, birlikte yenilir, konu-komşuya dağıtılır.
Zalim karşısında hiçbir zaaf göstermeden, şerre asla boyun eğmeden, zulmün en korkunç yüzüne rağmen, cân-ı âşkla ve kahramanca şehit vermenin ne demek olduğunu, tüm insanlığa yaşayarak öğreten Hz. Hüseyin'in şefaatinden, sevgisinden, gönül sırrından mahrum kalmamak üzere dualar edilir.
Bir rivayete göre Aşure ismi verilen tatlı ilk defa Hz.Nuh zamanında, Hz. Nuh’un gemisi Cudi dağına oturduktan sonra geminin ambarında kalan “nohut, buğday, üzüm, bakla…” gibi erzaktan hazırlanmıştır.
Aşure günü, bolluk ve bereket simgesi kabul edilmesi yanında, birliktelik, dayanışma ve sosyal ilişkilerin gelişmesi açısından da önemli bir sosyal etkinliktir. Aşure günü münasebetiyle konu-komşu, eş-dost, akraba-i taallükat bir araya gelir aşure pişirilir, yenir ve dağıtılır.
Pişirilen aşure aşının malzemesinden mülhem metaforik bir anlamı da vardır. Aşurenin bu mecazi anlamı toplumumuz için bugün her zamankinden daha fazla önem arz etmektedir.
Bilindiği üzere Hz.Nuh’un gemisinde her canlıdan bir çift vardır. Bunların her biri ötekinden farklılığını ortaya koyarak değil asgari müşterekte birlikteliğe ve bütüne katkı sağlayarak tufandan kurtulurlar; tıpkı aşure aşında biraraya gelen farklı bakliyat, meyve, tatlı ve tuzluların farklılıklarının aynı vasata-ortak lezzete katkı sağlamaları gibi...
Toplum da böyle değilmidir, toplumun kültürel nüansları yok mudur ?
Millet tek bir ideal etrafında buluşup, farklılıklarıyla “ortak ideal ve istikbal lezzeti”ne katkı sağlar, çeşni katarsa neler olur neler değil mi ?
Süreklilikte böyle sağlanır, güç te böyle edinilir. Ancak eğer farklılıklar birbirini iterse, fasülye aşuredeyken diriliğini korumaya devam etmek için direnirde, pişmemekte ısrarcı olursa aşure içinde sırıtır, lezzet çatışmasına sebep olur değil mi ?
Türk kültüründe aşure aşı bütünlüğü vardır. Aşure aşındaki gibi “farklılıkların ahenk içindeki ortak lezzete katkı sağlamaları”, “birlik” kültürümüzün özünde hep olagelmiştir.
Bakliyatın “heterojen”liğinden aşure aşının “homojen” liğine bin yıldır katkı sağlayan bu milletin kültürel zenginliğini hiçbir oyun bozamayacaktır.
Unutmayalım ki;
küreselleşme pratiğinde, egemen olanın ötekini sindirmesi ve “tektip” leştirmesine şahit olduğumuz 21.yüzyılda bile halen bu millet "Buğday, pirinç, su, şeker, fasülye, nohut, badem, ceviz, fındık, üzüm, kayısı, gülsuyu, karanfil, zencefil" gibi geçimsizleri aynı kazanda kaynatıp aşure aşı yapmakta, "ötekine" dağıtmakta, birlikte yaşamanın sembolünü tadarken paylaşmaktadır.
Dış güçler ve işbirlikçileri boşuna uğraşmasın, bu millet bin yılda “ben”den “biz”e, “fasülye”den “aşure”ye geçmiştir.. Aşurenin kendisi olmuştur, aşın içindekilerin hepsi de tek başına “kendini nimetten saymaktan” vazgeçmiş, “ben” demekten kurtulmuştur. “Fasülyeden tefrikalar”a da pabuç bırakmaz…idrak edeceğimiz “Aşure günü” müz kutlu olsun..
Evet, putlaştırılmış bir “ben” ya da bir başka ifade ile “nefis”, firavun gibi, tanrılık iddiasındadır.
“Ben” den geçip “biz” havuzunda erimiş olmak ''Benim Ben'im Tanrı'dır'' diyenler için çok zor, hatta imkansızdır, tıpkı aşurede çiğ kalmış, pişmemiş fasülye gibi aşın tadını bozar.
Ancak eğer duyular millet şuuru ile karıştırılır; “ben”, “biz” olarak anlam kazanır ve çevreyi de kapsayacak şekilde genişletilirse, o zaman orkestraya katkı sağlayabilir.
Aşura, arapça kökenli bir kelimedir ve on (muharremin 10’u) demektir. İslam’da aşure gününde gerçekleştiği söylenen önemli olaylar vardır:
Hz. Âdem’ in işlediği hataya tövbesinin kabulü, Hz. Nuh’un gemisinin tufandan kurtulması, Hz. Yunus’un balığın karnından kurtulması, Hz. İbrahim’in dünyaya gelişi ve Nemrud’un ateşinde yanmaması, Hz. İdris’in diri olarak göğe yükseltilmesi, Hz. Yakub’un oğlu Hz. Yusuf’a kavuşması ve Hz. Yusuf’un kuyudan kurtulması, Hz. Eyyüb’un hastalığının iyileşmesi, Hz. Musa’nın Kızıldeniz'den geçerek İsrailoğulları'nı Firavun'dan kurtarması ve Firavun’un boğulması, Hz. İsa’nın doğumu ve göğe yükseltilmesi, Hz. Muhammed’in Medine’i Münevvere’ye ulaşması....
Bu nedenle müslümanlar yanında, musevi ve hıristiyanlarca da bu gün kutlanır ve inançlarına göre aşure günü oruçlu geçirilir. Musevilikte büyük keffaret günü anlamındadır. İslam’da aşure gününde "aşûre orucu"u tutmak sünnettir. Diğer dinlerden farklı olarak, muharremin 8, 9 ve 10'uncu günlerinde de oruç tutulur.
Ramazan'dan sonra ihya edilen muharrem ayında bu sevindirici olaylar yanında üzücü olaylar da cereyan etmiştir.
Hz.Muhammed’in Ehl-i Beyti'nin yetmiş iki büyüğü, muharremin 10. günü Kerbela'da şehid edilmiştir. Bu yüzden bu gün bir ıstırap günümüz haline de dönüşmüştür.
Ehli Beyt sevgisi konusunda Şura suresi (ayet 23)'nde şöyle buyurulmaktadır:
“(Rasulüm!) De ki: "Bun(u duyurmam)a karşı sizden, yakın akrabamı / Ehlibeytimi sevmeniz dışında bir ücret istemiyorum …...”
Hz. Muhammed sevgili torunlarını, reyhanlarım diye severek, torunları için; "Hasan ruhumdur ! Hüseyin gönlümdür ! Muhsin nefsimdir !" buyruğu ile tüm inananlara üzerlerine titrediği, gözünün nuru, torunlarının muhteşemliğini bildirmiştir.
Hz.Hüseyin'in Kerbela'daki acısı başta olmak üzere “On iki İmam”ların acılarını anlamaya ve bu acı günü anmaya atfen tutulan “muharrem mâtemi” orucu, 1 muharrem’de başlar ve on iki gün sürer. Oruç günlerinin akşamlarında “Kerbela Olayı”nı anlatan Fuzulî ’nin “Saadete Ermişlerin Bahçesi”, “Hadikatü’s süeda” gibi kitaplar yanında ozanlar konu ile ilgili deyiş ve mersiyeler okurlar...
Muharrem mâtemi esnasında bu acıları bir daha yaşamamak için gerekli insanlık değerleri hatırlanır.
Mâtem orucu esnasında ilke olarak: Kalp kırmamaya, dil ile incitmemeye, dedikodu yapmamaya özen gösterilir. Kesici aletlere el sürülmez, kurban kesilmez, et yenmez, canlıya eziyet edilmez. Kerbela katliamında hasta olması nedeniyle İmam Zeynel Abidin'in kurtulması ve Hz. Ali'nin soyunun böylece devam etmesi nedeniyle de Allah'a şükredilir.
Muharrem matemi, Aşure geleneği ile biter. Aşure hem sevincin hem de hoşgörünün simgesidir. Etli pilav ve Aşure’nin topluma dağıtılması orucun bitiminde yani on ikinci günü akşamı veya on üçüncü gün yapılmaktadır.
Bu; acı tatlı her şeyi paylaşmayı simgelemektedir. 12 gün tutulan orucun ardından Aşure Günü’nde 12 çeşit malzemeden Aşure aşı pişirilir, birlikte yenilir, konu-komşuya dağıtılır.
Zalim karşısında hiçbir zaaf göstermeden, şerre asla boyun eğmeden, zulmün en korkunç yüzüne rağmen, cân-ı âşkla ve kahramanca şehit vermenin ne demek olduğunu, tüm insanlığa yaşayarak öğreten Hz. Hüseyin'in şefaatinden, sevgisinden, gönül sırrından mahrum kalmamak üzere dualar edilir.
Bir rivayete göre Aşure ismi verilen tatlı ilk defa Hz.Nuh zamanında, Hz. Nuh’un gemisi Cudi dağına oturduktan sonra geminin ambarında kalan “nohut, buğday, üzüm, bakla…” gibi erzaktan hazırlanmıştır.
Aşure günü, bolluk ve bereket simgesi kabul edilmesi yanında, birliktelik, dayanışma ve sosyal ilişkilerin gelişmesi açısından da önemli bir sosyal etkinliktir. Aşure günü münasebetiyle konu-komşu, eş-dost, akraba-i taallükat bir araya gelir aşure pişirilir, yenir ve dağıtılır.
Pişirilen aşure aşının malzemesinden mülhem metaforik bir anlamı da vardır. Aşurenin bu mecazi anlamı toplumumuz için bugün her zamankinden daha fazla önem arz etmektedir.
Bilindiği üzere Hz.Nuh’un gemisinde her canlıdan bir çift vardır. Bunların her biri ötekinden farklılığını ortaya koyarak değil asgari müşterekte birlikteliğe ve bütüne katkı sağlayarak tufandan kurtulurlar; tıpkı aşure aşında biraraya gelen farklı bakliyat, meyve, tatlı ve tuzluların farklılıklarının aynı vasata-ortak lezzete katkı sağlamaları gibi...
Toplum da böyle değilmidir, toplumun kültürel nüansları yok mudur ?
Millet tek bir ideal etrafında buluşup, farklılıklarıyla “ortak ideal ve istikbal lezzeti”ne katkı sağlar, çeşni katarsa neler olur neler değil mi ?
Süreklilikte böyle sağlanır, güç te böyle edinilir. Ancak eğer farklılıklar birbirini iterse, fasülye aşuredeyken diriliğini korumaya devam etmek için direnirde, pişmemekte ısrarcı olursa aşure içinde sırıtır, lezzet çatışmasına sebep olur değil mi ?
Türk kültüründe aşure aşı bütünlüğü vardır. Aşure aşındaki gibi “farklılıkların ahenk içindeki ortak lezzete katkı sağlamaları”, “birlik” kültürümüzün özünde hep olagelmiştir.
Bakliyatın “heterojen”liğinden aşure aşının “homojen” liğine bin yıldır katkı sağlayan bu milletin kültürel zenginliğini hiçbir oyun bozamayacaktır.
Unutmayalım ki;
küreselleşme pratiğinde, egemen olanın ötekini sindirmesi ve “tektip” leştirmesine şahit olduğumuz 21.yüzyılda bile halen bu millet "Buğday, pirinç, su, şeker, fasülye, nohut, badem, ceviz, fındık, üzüm, kayısı, gülsuyu, karanfil, zencefil" gibi geçimsizleri aynı kazanda kaynatıp aşure aşı yapmakta, "ötekine" dağıtmakta, birlikte yaşamanın sembolünü tadarken paylaşmaktadır.
Dış güçler ve işbirlikçileri boşuna uğraşmasın, bu millet bin yılda “ben”den “biz”e, “fasülye”den “aşure”ye geçmiştir.. Aşurenin kendisi olmuştur, aşın içindekilerin hepsi de tek başına “kendini nimetten saymaktan” vazgeçmiş, “ben” demekten kurtulmuştur. “Fasülyeden tefrikalar”a da pabuç bırakmaz…idrak edeceğimiz “Aşure günü” müz kutlu olsun..