Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

6 Eylül 2017 Çarşamba

Selam olsun der geçeriz...

"Cemil baba" nın mezar taşında ona ait bir söz: "Alem iyi olsaydı; bağ duvar istemezdi, kapı anahtar"
Nedir mühim ve ehemm olan ?
Maksadımız edebî yazmak değildir elbette, edebî konuşmak hiç değildir.

Ehemm olan, terk-i edebden sakınarak ebediyete dem-a-dem intikâl edebilmektir.
Mühim olan, kibre sebeb olan her ne ise, abraştan kaçar gibi ondan kaçmaktır.

Yeri gelmişken Kayseri'de  Talas mezarlığında medfun bir zâtdan bahsedelim.
Asıl adı Cemal Kazan olup halk arasında "Hacı Cemil, Mavi Boncuklu Cemil Baba, Boyacı Cemil" gibi adlarla anılan Cemil Baba hiç evlenmemiş, anasıyla yaşamış, ölünceye kadar sırtında bir boya sandığı ile dolaşmış, 70 yaşında iken (1982) hakkın rahmetine kavuşmuş bir zât.
Seyfi usta, Cemil babayı tanımış  yaşlı bir kişi, duasının makbul olduğunu tanıyanlar bilirler, dua talep ederlerdi demişti... ondan dinlediğim bir hikayeyi burada nakledelim:
Kumaşçı esnaftan birisi, Cemil baba dükkanına her geldiğinde: "baba, istediğin kumaşı beğen, sana elbise diktireyim" diye ısrar eder, baba her defasında da kabul etmez.
Bir defasında yine Cemil baba dükkana geldiğinde kumaşcı yine aynı hususta ısrar eder, ancak baba yine kabul etmez.
Bu arada, Cemil babanın üstündeki pantolon, lime lime olmuş, adeta telisleşmiştir.
Israrları kabul görmeyince son bir hamle ile kumaşcı zat "baba hiç olmazsa şu tel tel olmuş diz kısmına bir yama yaptırayım" diye yalvarınca, Cemil baba "peki, hadi öyle olsun" der, teklifi kabul eder.
Tezgahın arkasında pantolonunu çıkarıp kumaşcıya verir,  kumaşçı sevinç içindedir, en pahalı kumaştan bir parça keser, terziye götürür, yamayı yaptırıp getirir.
Cemil baba pantolonu giyer, oturduğu yerde yamalara ellerini sürerken bir yandan da "estağfirullah estağfirullah, kibir vermese bari" diye kumaşa bakıp bakıp söylenir...

Gönüller yapmaya gelen üstadın biri de:
"Bir tahta kulübede yaşasanız, yangın çıksa canınızı can havli ile yanmaktan kurtarmaya çalışırsınız ya, kibir veren her ne ise ondan da öyle yapmalısınız !" demişti...

Edebî kelâm bahsine dönecek olursak;
hakikate aşina zevat, edebî söylerken dahi edebi terketmez, haddini bilir.
Zira şiar edebî olmak değil, edebli olmaktır...

Kitab-ı Kebir'i ve dahi kendi kitabını okuyabilenlerin derdi; beğendirmek değildir asla cümleyi, iblisleşmiş nas'a ve nefs kokan nefeslere.

Selam olsun der geçerler, kıyl-u kâl'leri, lâf-ı güzâfdan öteye gitmeyen lâ-fahr kişilere.

Eğerki gönülden çıkıyor ise kelâm-ı ahsardır zaten .
Kelâm-ı ahsardan maksat ise aklın örtüsünü kaldırmak yahut gönle hicap olanları aralayabilmek olmalıdır ki, zaten öyledir.

Ulü-l Azm Elçiler, ehl-i kemâl'e rehber, ehl-i hakikat'e muallim olanlar, en ulu mütekellim zât-ı kibarlardır, ederler kelâmı en mübîn ve sadesinden.
Kitab-ı mübini de bir vechesi ile bile olsa anlamıyor mu avamiler (!)...

Kibriya nerden gelir, malumdur ehline. İblisin kibri, biliyorum/üstünüm demekten geldi ki, harîs-i câh duruşu remiz oldu cehline.
Ebu hükema diye tanınmış idi ebu cehl, haramı ve kerihi süslü göstermekte zirve değilmidir, ebu mireh.

Unutmamalı, her bilenin üstünde bir başka bilen var...
"...Biz dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır."(Yusuf suresi, 76)

Pâyimal olana Yunus Emre'm ne der, ey guş-dar; "Topuğa çıkmayan çaylar, deniz ile savaş ider"

Arifin biri der ki:
Batından habersizler, zahiri okuma ile aleniyi tedris edenler, "malumatfüruş" lar anlamazlar bizi...zira; bilgi/hikmet derya  ise, ma’lumat dalgalarının köpükleridir.

"Sos"lu kelimeler bazen alayiş ve nümayiş vesilesi olur insana.

Lisânını süsleyenin kelâmı belki kulağa ahsar gelir... amma dil-âver 'den bîhaberin, ahvali aceb nice olur..

Nakısın hâlinden geçip ulemaya bakalım bir de !

Fakir bir abdal, etmemeli ne ta'n ne de bühtan âlime, demişti...

Ehline malum ağyara madumdur ki,  el Âlim'e ayinedir âlim ve muallim.
"...Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun." (Nahl Suresi, 43)
"Allah'tan başka ilâh olmadığına ve O'nun adaleti ayakta tuttuğuna Allah'ın kendisi, melekler ve ilim sahibi kullar şahittir..."(Âli İmran Suresi,18)
deniliyor âyetlerde...

Müflis âlimler bahse konu değil, bunlar sonlu âlemin tevarüs eden ve aklı doyuracak kayıtlı bilgisinin  tahsildârlarıdır, "intelleksiya" ile uğraşırlar;  ilm-el yakîni de elde edememişlerdir, ilimlerini satarak maişetlerini temin ederler. Maa-t-teessüf "ilim tahsildarı" olan bu “entel” zevatta ilim, kibriya şeklinde de tebarüz eder. Ve biliriz ki kibriya  azazildendir,  "zahir ilim ile de asla kemâlat olmaz".

Resulullah (s.a.v) Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"İlim ikidir. Birisi dilde olup (ki bu zâhirî ilimdir) Allah-u Teâlâ'nın kulları üzerine hüccetidir. Bir de kalpte olan (mârifet ilmi) vardır. Asıl gayeye ulaşmak için faydalı olan da budur." (Tirmizî)

Ayrıca, Kur'an-ı Kerim'de "İlimde derinleşenler" (Ulül-elbâb) 'den bahsedilir.

Zâhirî ve batınî ilimleri tahsil ve onun ile âmil olan muhlis âlimler(Ulül-elbâb; veli, arif, ehl-i süluk) vardır ki, bu zevât  ilm-el veya ayn-el hatta hakkal yakîn derecesinden seyr ile muttasıf olup, esma ve sıfat tecellilerini hece hece okurlar ve sarf ederler muktezayı hâl'e göre hususî kelim.
Bilirler zira; vükela, ümera, ukala, ulemâ, üdeba ve cühela kim;  şeyh'ül mukallidin kim, muharririn kim, mukallibin kim. Küfr-ü mutlak ne, imân ne, ihsan ne, ikân ne; abdiyyet ne ubudiyyet ne, ilâ âhir...

Cahillerle rastlaştıkları zaman ise:
"Rahmân’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara laf attıkları zaman, “selâm!” der (geçer)ler" (Furkan suresi, 63) âyetinin gereğini yerine getirirler.

Vel hâsıl;
havârik-ul âdât, görünür kimine âdiyat, kimine âyât; halbuki onlar, ülfet ve hayret perdesini deler; görebilir mi havâriki, â'mâ olan zât...

Denî dünyada â'mâ olan, "Â'mâ"daki Zât'ı nereden bilsin, heyhat..

Hulâsa-i kelâm;
Cehlin ve kibrin sebebi kimi zaman bilgi, kimi zaman diğer dünyalıklardır, devası ise irfan ehlinin, gönül tabiblerinin nezdindedir.

Yine bir âyet-i kerime'de şöyle buyruluyor:
"Ancak akl-ı selim sahipleri öğüt ve ibret alırlar." (Zümer: 9)

Fakirin, gem vurulmuş sürçülisânından bu kadar...

Her kişi karşısındakini kendi idraki kadarıyla değerlendirebilir !

"Cevherin kıymetini cevâhir-furûşân anlar ancak" demiş arifler.

Nakîseyi nefsimizden biliriz elhamdülillah, dil-âgâh olan, gem vurur lisanına !