Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

29 Aralık 2023 Cuma

Evren ve dünyada cari olan kanunlar; insan, bilim ve felsefe...


Nobel ödüllü fizikçi K.W. Heisenberg mealen diyorki;
"Doğa bilimleri bardağından yudum yudum içilirken, en sonunda, bardağın dibine varıldığında yaratıcıya vasıl olunur."

Bilimle,  özellikle fizik, kimya, biyoloji, astronomi gibi temel bilimler ile uğraşanlar, evrende/dünyada cari yasaları anlamak için keşifler yapmakta, neden-sonuç ilişkilerini deneylerle tecrübe etmekte ve sonuçlarını yayınlamaktadırlar. 

Her ne kadar bugün akademya mutlak bilimle uğraşırken, sekülarist, kapitalist ve materyalist bakış açısıyla insanoğlunun egosunun ihtiyaçlarına hitap etmeye yönelmiş olsa da, yine de evrenin/dünyanın cari yasaları üzerinde kafa yoranlar da çok şükür var, sayıları az da olsa...

Günümüz insanı kalabalıklar içerisinde ve o kadar meşgul ki, eğer bilim ile uğraşan bir meslek erbabı değilse veya felsefe ile uğraşan bir yapısı yoksa, etrafındaki olagelen her şeye bir korulukta yahut deniz sahilinde bakıp seyredip geçen seyyah gibidir....

Halbuki içinde ve üzerinde yaşadığımız yeryüzünde (hatta evrende) belirli ve değişmeyen  cari yasalar vardır ve bunlar her daim yürürlüktedir. Bu yasalar hakkında ise insanların büyük bir çoğunluğu fikir sahibi bile değildir...
 
Şimdi soralım mı kendimize:
"İlkbahardan kışa diğer mevsimleri atlayarak neden geçemiyoruz acaba ?"

"Ben yaşımı (hücre yaşlanmasını) kontrol edip hep genç ve aynı yaşta tutmak istiyorum" desek de yapabilir miyiz?

"Zamanı geriye doğru yaşayabiliyor muyuz?"

Ya da mes'elâ, yukarıdan bir taşı bırakırsak "yere düşer mi?, düşer" işte bu kadar...Yine, sabah kalkınca güneş doğdu mu acaba diye batıya değil hep doğuya niçin bakarız....gece olunca neden karanlık, gündüz ise hep aydınlık olur...

Günlük hayatın içinden sorulan bir kaç soruya vereceğimiz cevaplar bile bize bunların zıddının imkansız olduğunu söylüyor.

Evren ve yeryüzü doğası,  belli yasalar çerçevesinde bir düzen üzere işler. 
İşte eğer bu yasaları ve dinamiği bilinirse  bakış açısı ve anlamlandırmalar  o zaman farklılaşmaya başlar...

Evet evrende her şey var olduğundan beri belirli bir düzen içerisindedir.  Felsefe tarihine bakıldığında da düşünürlerin bu hassas nizâm hakkında fikirleri olduğunu görürüz; filozoflar buna ister "yasa", ister"maat", ister "dharma", isterse "tao" desinler...

Gelinen bugünkü bilim seviyesi ile doğadaki bu düzene "Entropi yasası" deniyor mes'elâ...

Entropi yasasına göre "Evrende her şey, kendini minimum enerji ve maksimum düzensizliğe çekmek ister." Buradaki "maksimum düzensizlik" kavramı "düşük enerji" eğilimini ifade eder, ya da bir başka ifade ile: "Evrende her şey kendini minimum  enerjiye çekmek ister." 

Bu kanun evrenin her tarafında ve dolayısı ile yeryüzünde o kadar çok göz önündedir ki örnekleri saymakla bitmez. İşte yukarıda da değindiğimiz birkaç örnek:
  • Yukarıdan bırakılan bir taş, aşağı düşmek ister. Çünkü aşağı dediğimiz nokta, yukarı dediğimiz noktadan daha düşük bir enerji seviyesine sahiptir.
  • Metal bir kaba sıkıştırılan bir gaz kendini dışarı atmak ister. Çünkü dış ortamdaki gazlar daha düzensizdir.
  • Hastalanmak entropi, ilaç almak negatif entropi sürecidir.
  • Çevreyi kirletmek ve hor kullanmak entropiyi hızlandırıcı süreçlerdendir.
Sorular, sorular...
” Zamanın oku neden geçmişten geleceğe doğrultulmuştur?”
” Evrenin sonu nasıl olacak?”
” Yapmak neden yıkmaktan daha zor?”

Entropiyi tam olarak anladığımızda yukarıdaki sorulara tatminkâr cevaplar verebiliyoruz. 

Evrende her şey kendini minimum enerjiye çekmek istediğinden, evreni dağılmaktan ve düzensizliğe gitmekten alıkoyan bir enerjiye ihtiyaç vardır. Bu enerji ise evrenin her yerindedir, mikro alemden, makro aleme kadar hükümlerini icra edebilmelidir ve etmektedir; çünkü evrenin düzenini ve enerji seviyesini devam ettirebilmesi ancak bu şekilde mümkün olabilir.

Yine, eğer hücre seviyesinde entropiye karşı denge unsuru olan adenozin trifosfat adlı bir nükleotidin işlevleri kilit rol oynuyorsa, evrensel ölçekte de entropiye karşı denge teşkil eden fiziksel süreçlerin varlığından söz edilebilir. 

Evrende  ve dolayısı ile dünyadaki her şey bir düzenden düzensizliğe gider. Bu evrensel yasa, hep vardı ve hep aynı şekilde hükmü cari idi. Evrenin doğasının işleyişi durdurulamaz, yönü kendi sınırları içerisinde değiştirilebilir.

Doğa yasalarına bir kaç örnek verecek olursak: Newton Yasası, Termodinamik yasası, Enerjinin sakınımı, Sirkadien ritimler, gezegenlerin yörüngesel hareketleri.... 

Bilim yolu ile, doğa yasaları çerçevesinde,  sınırladığı ölçüde araştırmalar yapılabilir.

İşte insan “akıl yürütme, analiz etme ve sentezleme” kabiliyeti ile bu işin sırrını anlamaya, keşfetmeye, ortaya çıkarmaya çalışır. Ontoloji ile meşgul olanlar gerek evrensel olaylar, gerekse yeryüzündeki sabitler ışığında canlılığın ontogenezini anlamaya çalışır. 

Netice-i kelâm; evrende cari yasalar, her şey üzerinde hükmünü sürdürmektedir, biz insanoğlu da bu hüküm süren yasalar çerçevesinde ömür sürdürmekte, canlılığımızı idame ettirmekteyiz.
.
“Yeryüzünden öylesine gelip geçenlerden olmamak, "ye-iç-üre" üçlemesine sıkışmış bir hayat sürmekten ötesine geçmek, yeryüzünün ve evrenin dinamiğini anlamak ve anlamlandırmak, ömür ile sınırlanmış dış âlemden, sınırsızlığa/sonsuzluğa açılan iç âleme yolculuk yapmak için ve farkında olmak için, bilimin yol göstericiliğinde ilim deryasına dalmak gerek...

Bilim yolu ile keşfedilen şey, hakikatte yaratıcının yasalarıdır; atomun niteliği ve moleküllerin bağ yapma niteliklerinden tutunuz, yer çekimine; manyetizmaya, matematik ve geometriye; canlılığa; uzaydaki düzen ve ölçüye, gezegenlerin sapmayan yörünge hareketlerine; termodinamik yasasına, atom altı parçacıklara, madde ve enerji ilişkisine kadar...

Yüksek Fizik Mühendisi Taşkın Tuna "Yeryüzü Dengesi" kitabında diyorki:
"Yeryüzü dengesi diye adlandırılan mükemmel ahenk, olağanüstü derecede hassas düzenleme ve matematik prensiplere bağlı ve bağımlı olan zarif ilişkiler, dünyamızdaki canlılığı mümkün kılıyor. Her canlı bir diğer canlıyla besleniyor. 
Bu madde ve enerji döngüsünü "can bağışlayanlar âlemi" olarak nitelendiren Mevlâna ne kadar haklıdır! 
Her saniyede yeryüzünden yaklaşık 100 milyon ton su buharlaşarak havaya karışıyor. Aynı anda suyun buhar halinden tekrar su haline geçerek
yoğunlaşması ve oluşan bulutlardan tap taze suların kurumuş topraklar üzerine rahmetle düşerek, minicik fidelere hayat vermesi ne müthiş bir olaydır.

Yeryüzü-okyanus ve atmosfer dediğimiz üçlü sistemde her şey o kadar hesaplı, o kadar incelikle ayarlanmış ve programlanmış ki, sistemin ideal ölçüde ve ölçekteki nefes kesen oranları; ısı, nem, rüzgâr, basınç gibi her an değişen elemanlarını bizlere cömertçe sunuyor.
‘Görmesini’ bilenler için yüzlerce, binlerce, milyarlarca sebebin bir araya gelerek bu muhteşem tablo içindeki ahenkli seslerin yürek titreten ritimlerini, nefis renklerini huşû içinde seyretmek ve duymak istemez miydiniz ? "
İster inkar et, ister hayran kal ve iman et...hüküm süren cari yasaları bir milim bile değiştiremezsin !

Vesselâm...