Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

1 Kasım 2022 Salı

Behlül Dânâ'dan kıssalar...


Kıssadan hisse odur ki, ciltler dolusu bilgilerden elde edilecek bilgiyi bir hülasa-i kelâm ile serd ede... 

Yazılı ve sözlü edebiyatımızda nakledilen kıssalarda; hikmetli pek çok kelâmlar vasıtası ile, mevzuyu hisse ve ibret alınacak bir ölçekte ortaya koyması söz konusudur...
Behlûl Dânâ bir bilge kişi olup, Hârûn Reşid’in akrabası olarak kabul edilir ve onu tanıyanlar “akıllı deli” olarak vasıflandırmışlardır. 

"Behlûl; Arapça telaffuzu ile Buhlûl “güzel yüzlü”, “güleç”, “güleryüzlü”, “çok gülen”, “hayır sahibi”, “çok iyi adam”, “cömert insan”, “topluluğun büyüğü”, “iyi amelli”, “şanlı”, “güzel kimse” anlamlarına gelmektedir. Özel isim olarak kullanılmasının yanında mecnun ve meczuplara verilen ünvandır. Bazı lügatlerde “Behlûl-i dih” olarak geçer. Bu da “zahirî olarak ahmak ve akılsızca tavırları olan, hakikatte zeki ve bilgin olan zat” anlamını taşımaktadır"(*)

Behlûl Dânâ'nın  çevresinde gelişen ibretlik hadiselerin pek çok hikâyesi bugünlere kadar nakledilerek gelmiştir...
Kıssa ve hisse babından, hikmet ehli Behlûl Dânâ'dan bir kaç hikâye nakledelim, işte bir kaç kıssa:

Behlûl Dânâ Hârûn Reşîd’e bir defasında sorar;
-Ey Hârûn Reşîd ! Yerin içinde, yerin üzerinde ve göklerde en çok olan nedir?

Hârûn Reşîd;
-Yerin içinde ölüler, yerin üzerinde hayvanlar ve bitkiler, gökte ise melekler, der...

Behlûl Dânâ;
-Hayır cevabı bu değil

Hârûn Reşîd;
-Peki nedir?

Behlûl Dânâ;
-Ey Hârûn, yerin içinde çok olan ölülerin pişmanlıkları, yerin üzerinde insanların hırsları ve tamahları, gökte ise âdil hükümdarların sevapları en çok olanlardır...
Hârûn Reşîd Behlûl Dânâ’ya;

-Ey Behlûl! Şu paha biçilmez hırkayı sana hediye ediyorum, der.

Behlûl Dânâ;
-Babamın bana nasîhati ve vasiyeti var, bana dediki: Oğlum, toprağın üstünde yat da sakın döşek kazanmak için kimsenin önünde eğilip bükülme, el etek öpme, pamuk hırka ile de yetin...o yüzden alamam !
Behlûl Dânâ'yı kabristanda oturmuş, ayaklarını mezar taşları arasına uzatmış, ellerine toprak almış oynuyorken görenler sorarlar;

-Behlûl ne yapıyorsun burda?

Behlûl Dânâ;
-Bana eziyet etmeyen, benim gıybetimi yapmayan burdaki insanlarla oturdum da sohbet ediyorum. Çünkü burdakiler yeryüzündeki dirilerden, dolaşanlardan daha iyiler...
Bir gün sarayın avlusunda Hârûn Reşid Behlûl Dânâ’ya  sorar: 

-Ey Behlûl nereden geliyorsun ?

 Behlûl Dânâ;
-Cehennemden geliyorum, der

-Ne işin vardı cehennemde, Behlûl ?
-Ateş almaya gitmiştim de...!
-Hani ateşin, getirmemişsin 
-Ordaki yetkili dedi ki,  herkes kendi ateşini kendisi getirir dünyadan.
Bir kış gecesinde Behlûl, ayağı çamurda, elinde ayakkabısı, bir dilenciye rastlar, dilenci ona: 
-Nerede bekçilik yapmak istersin?, diye sorar. 

Zaten üşümüş olan Behlûl: 
-Azap içinde bir zalimin bulunduğu mezarlığa koşarım, onun mezarı ateşle dolu olduğu için kötü soğuktan kurtulur, ısınırım, diye cevap verir.(*)
Behlûl Dânâ'ya, Hârûn Reşîd çarşı pazarı denetleme görevi verir. 

Behlûl bir fırına girer birkaç ekmek alıp tartar; ekmekler olması gereken gramajından eksiktir, fırıncıya:

- Efendi, geçinebiliyor musun, çoluk-çocuğunla aran nasıl, huzurun yerinde mi ?

Fırıncının verdiği cevaplar, hayatından hiç de memnun olmadığı yönündedir...

Behlûl sesini çıkarmadan dinler ve oradan ayrılır,  başka bir fırına uğrar,  yine birkaç ekmek alır tartar. Bu fırındaki bütün ekmeklerin gramajından fazla olduğunu, eksik gramajlı bir ekmek bile olmadığını görür.

Bu fırıncıya da ötekine sorduğu  soruları sorar, aldığı cevaplar üzerine bu defa şükreden, huzuru yerinde, hanesi şen, kazancı bereketli bir insan vardır karşısında...

Behlûl için bu denetim sonuçlanmıştır, rapor etmek üzere Hârûn Reşid'in huzuruna çıkar.

Hârûn Reşid;
-Behlûl daha demin vazife verdik sana, ne çabuk bıktın da geldin ?

Behlûl;
-Çarşı pazarın bir denetçisi varmış! Benden önce ekmekleri tartmış, vicdanları tartmış,  herkese hesabını ödetmiş, ceza ve mükâfatlarını da vermiş, bana ihtiyaç kalmamış...
Hârûn Reşid Behlûl’e;
-Senin nazarında en iyi dost kimdir, diye sordu. 

Behlûl: 
-Karnımı doyurandır, dedi. 

Hârûn Reşid: 
-Karnını ben doyurursam beni dost kabul eder misin? , deyince 

Behlûl: 
-Dostluğun veresiyesi olmaz, dedi.(*)
Behlûl'e :
-Filanca akraban öldü, büyük bir miras kaldı sana,  derler...

Behlûl Dânâ mezarlığa doğru dönerek mezarlığa doğru bağırır:
- Bu kadar malı mülkü satıyorum, alan var mı?
Mezarlıkta dolaşa bir akıl hastası :
- Ben alırım

Behlûl :
-Kaça alırsın?

Akıl hastası :
-İki kuruşa alırım

Behlûl :
-İki kuruşa sana sattım

Miras haberini getirenler :
-Ne yaptın Behlûl ! Binlerce liralık mülk iki kuruşa satılır mı ? 

Behlûl Dânâ :
- Yarın kıyâmetde mal hesâbı kızgın bir sacın üzerinde verilecek. O kadar lirayı tek tek şuna şu kadar verdim, buna bu kadar verdim diye sayana kadar, iki kuruşa sattım derim, kurtulurum! Üstelik alan da akıllı değil, görmüyor musunuz !
Behlûl, elinde bir sopa, mezarlıkta geziyor, her mezara, o mezarı kırıp dökecek kadar vuruyordu. 

Dediler ki: 
-A deli herif! Neden bu mezarları döversin? 

Dedi ki: 
-Bunlar gittiler ama sayıya sığmaz yalanlar söyleyip yattılar, uyudular. Gâh bu, benim sarayım dedi, köşküm dedi. Gâh o, malım dedi, altınım dedi. Gâh bu, işte tarlam, asmam dedi. Gâh o, işte bağım, çardağım dedi. 
Derken Tanrı da dedi ki: Bu davaların hepsi de yersiz. Çünkü onlar, bana miras kalacak, size değil. Onların hepsi, kendilerine ait olanları söylediler ama sonunda öldüler, canlarını terk edip gittiler. 
Ben de yemeyi, içmeyi, uykuyu, rahatı terk edip, bunları dövüyorum işte. Çünkü bunların hepsi de bir avuç yalancıdan ibaret. Herkesin sonu yokluk olduğu halde ondan kâr etmeyi nerden de umdular? Sonunda darmadağın bir halde hepsini de terk edip gidecek olduktan sonra adam, neden bu kadar şeyi derler toplar? 
Nihayet toprağından kerpiç dökecek bir dünyaya ne diye gönül bağlarsın? 
Dünya, bir kervansaraya benzer, iki kapısı vardır. Bu kapıdan öbür kapıya kadar olan yol da tıpkı Sırat gibidir. Bu yolda uyanık yürümezsen, cehenneme baş aşağı düştün gitti. 
Yeryüzüne bazı bir gölge düşerse ayı karartır, karanlıklarda gizler. Ayın cirmi, adamakıllı aydındır ama önünde yeryüzünün kara suyu var, ne yapsın! Yeryüzü, aya bile bunu yaparsa artık yerlere batmış adama neler yapmaz? Bir anda öyle bir nuru kararttıktan sonra ömrün içinde seni de mahvetmeyi bilir. Mahveder, mahvolursun da tekrar iyileşmene ümit de kalmaz. Çünkü buna imkân yoktur. 
Geçmişe nispetle baş aşağı gelmen, daha artıktır. Çünkü canına gelen âfetlerin hepsi de sendendir, sebebi sensin. O yüzden uğradığın bu çeşit şeyleri, kendi elinle kendin hazırladın. Bu, meydanda bir şey. (*)

Vesselâm...
__________
(*) Kalkandelen, A.H., 2012, Fars Edebiyatında Behlûl Hikâyeleri, Atatük Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 37:47-64