Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

8 Eylül 2022 Perşembe

Meşk usûlü, usta çırak ilişkisi ve Hafız Zeki Altun...

Bir medeniyyette lisânın zenginliği edebiyatın zenginliği olarak neşv ü nema bulurken, hüsn-i hat, tezhip, ebru gibi süsleme san'âtları ve mûsıkî'nin de kültürün oluşumunda mühim bir yeri vardır.

Diğer bir çok dallarda olduğu gibi san'at eğitiminde de nazari eğitim yanında mutlaka uygulamalı eğitim yapılır ki, bunlar biribirlerinin mütemmim cüzleridir.

Asırlar boyunca ilmek ilmek dokunarak örülmüş san'at anlayışımız ve zirvenin imbiğinden süzülerek damıtılmış Türk-İslâm san'atları, dünya san'at tarihinde hak ettiği yeri almıştır.

Medeniyyetimizde bu san'atların eğitiminde ve öğretiminde "meşk" usûlüne önem verilmiştir; hoca talebesine hem nazariyyat hem de alıştırma uygulamaları yolu ile, usta öğretici olarak, bilgi aktarımı yapar. Bu eğitim-öğretim metoduna "meşk etmek" denilmiş ve ders ve alıştırmaları usta-çırak, hoca-talebe arasındaki birlikte çalışma tarzında yürütülmüştür. Ders vermek "meşk vermek", ders almak ise "meşk almak" olarak tabir edilmiştir.

Eğitim yahut terbiye kişinin kendi kendini yetiştirmesi ile -istisnaları hariç- pek mümkün değildir. Özellikle san'at öğrenmek ve bu hususta kabiliyetin -varsa- disiplin altına alınarak geliştirilmesi içün talebenin bir üstâdın eğitiminden meşk usûlünde  geçmesi gerekir.

Hz. Ali’ye izâfeten:
"Güzel yazı bizzat hocanın öğretişinde (meşk) gizlidir; olgunlaşması çok yazmakla, devamı da İslâm dinini yaşamakla olur." ifadesi meşkin gücünü ortaya koyan mühim bir tesbittir.

Meşk yolu ile ustadan çırağa öğretilen ve sık tekrarlarla hafızaya alınma esasına dayalı bu geleneksel öğretim usûlü ile hüsn-i hat, tezhip, ebru gibi süsleme san'âtlarında ve mûsıkîmizde çok meşhur san'atkârlar yetişmiş, medeniyyet tarihimize isimlerini altın harflerle yazdırmışlardır.
Yahyâ Kemâl der:
"Gönlüm isterdi ki mâzîni dirilten san’at
Sana târîhini her lahza hayâl ettirsin"
★★★
Mûsikî, medeniyyetimizin hem maddî hem de manevî değerlerini mündemiç bir yansıma olarak milletimizin sosyal hayatında da önemli bir yere sahiptir.

Türk mûsikîsinde usta çırak ilişkisi çerçevesinde, üstâd talebesine eserleri meşk etmek yolu ile öğreterek aktarır, yetiştirdiği ve "alaylı" tabir edilen bu san'atkârlar zümresi eliyle ve sayesinde de, bir çok klasik eser yüzyıllar öncesinden günümüze kadar ulaştırılmıştır.

Nota sisteminin olmadığı/kullanılmadığı dönemlerde meşk usûlü ile yetişen üstâdların kültür hafızaları sayesinde taşınmış olan eserler, sonraki dönemlerde "mektepli" san'atkârlar tarafından kayıt altına alınmıştır.

Meşk geleneğinde talebenin kendine ait özgün tavrı, öncelikle ustası ile meşk ettiği eserler yanında diğer üstâdlardan da meşk yolu ile öğrendiği eserleri çokça tekrar ve ezberleyerek icra etmesi ile gelişir. Özellikle de repertuar; çok dinleme, çok eser icra etme ve ezbere icra çalışmaları ile gelişir ki, yine meşk bu açıdan da çok önemlidir.

Mûsıkîmizin önemli özeliklerinden biri olarak uslûp ve tavır, meşk ve repertuar silsilesi sayesinde oluşur/gelişir ki, bunlar san'at ve san'atkâr açısından önemlidir.

Şu bir gerçektir ki, tavır kitaptan öğrenilmez, eğitim içün bir ses ne nefes sahibi lâzımdır, ve o nefes sahibinden örnekleme yolu ile, modellenerek,
uslûb ve tavır öğrenilir, zamanla hâl ve ahlâk edinilir... !

Bu sebeple hocanın/üstâdın yeri medeniyyetimizde çok önemlidir, talebe aynı zamanda hocasının/üstâdının eseri ve ayinesidir. Ve denirki; "üstâdı olmayanın üstâdı şeytandır"...(bilgi çağını idrak ettiğimiz bu devirde, mes'elâ google hazretlerinde bilgi kumsaldaki kumlardan fazla, ancak bu bilgiler tavır ve uslûbü ne yazıkki edindirmiyor)

Rahmetli "Prof. Dr. Alâeddin Yavaşça repertuar silsilesi ve kendi meşk silsilesinin hocaları sayesinde Zekai Dede’ye kadar dayandığını, Zekaî Dede’den Hamamizade İsmail Dede Efendi’ye oradan Sultan III. Selim ve onun hocası Tanburi İsak’a kadar dayandığını" ifâde ediyor, "bu da iki yüzyıllık bir meşk silsilesi ve repertuar aktarımını bu yüzyıla ulaştırmak" demektir (1).

Meşk usûlüyle ses eğitimi ve mûsikî eğitimi alanlar içerisinde hafız ve mevlidhânlar önemli yer tutmaktadırlar.

Yakın zaman bestekârlarından ve çok farklı üstâdlar ile meşk etmiş olan klasik meşk geleneğine bir misâl olmak üzere Hâfız Mevlidhan Hanende ve Bestekâr Zeki Altun'dan bahsetmeden geçmeyelim..

Hafız Zeki Altun ile ilgili; "Mûsıkîşinas Zeki Altun'un Hayatı ve Eserleri" başlıklı bir de lisansüstü çalışma (Ergür, 2003) yapılmıştır. (2)

Zeki Altun;"Hafız Kemâl, Hafız Burhan, Saadettin Kaynak, Hafız Arap Cemal’i tanımış, kimisinin rahle-i tedrisinde bulunmuştur." Zeki Altun'un kişiliği ve san'atı ile ilgili olarak da: "...fevkalade edasıyla, sedasıyla, tavrıyla İstanbul beyefendisi, İstanbul terbiyesi almış, çok şık ve zarif giyinen, kendisine çok iyi bakan ve oturduğu, bulunduğu muhitlerde fevkalade saygınlık kazanmış bir zat idi. Fasıllarda bulunmuş Zeki Çaglarman ile Istanbul Radyosu fasıllarına iştirak etmiş ve Türk sanat mûsıkîsine de vâkif idi. Hasılı mevlidhanlıkta en zirvede olanlardan, İstanbul tavrını iyi okuyanlardan biri oldu. Biz onlara efsane gôzüyle bakardık, yanlarına yaklaşamazdık Nusret Yeşilçay, Esat Geredeli, Mecit Sesiştir ve Zeki Altun’dan hep istifade etmeye çalışılırdı" denilmektedir.

Buyrunuz rahmetli bestekâr Hafız Zeki Altun'un Eserlerinden Bir Demeti dinlemeye...







Hülasa-i kelâm:
Gönül ister ki, bir çok ilmî disiplinde usta-çırak metodunu terk etmeyelim de, bilgi yükünün yanıbaşında tavır, hâl, uslûb, edeb ve yüksek ahlâkı da terbiye sistemi içinde aktaralım, yoksa nâkıslardan şikâyet etmeye devam ederiz, vesselâm...
__________
1)"Klasik Türk Musıkisinin Dünü, Bugünü ve Yarını" Paneli, T.C. Başbakanlık Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu
2)Ergür, C.E., 2003. "Mûsıkîşinas Zeki Altun'un Hayatı ve Eserleri", Marmara Üniv., Sosyal Bilimler Enst.,Y. L. Tezi