Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

21 Eylül 2022 Çarşamba

Peşrev çekmek ve peşrev icrâsı...



(Foto kaynağı dipnotta *)
Peşrev kültürümüzde iki ayrı alanda kullanılan bir terimdir. 
Birisi güreşte, peşrev çekmek tabir edileni, diğeri ise Türk mûsıkîsinde fasılların ilk eseri olarak icrâ edilen forma verilen isim...

Pehlivanların güreşten önce yaptıkları peşrev, ısınma ve kültür-fizik hareketleri olup, güreşe ve oyunlara motivasyonu sağlayan, aynı zamanda da seyircinin güreş öncesi göz zevkini okşamak amaçlı bir hazırlığa verilen isimdir.

Pehlivanlar güreş meydanında; güreşe tutuşmadan önce ellerini çırpar, kispetlerine vurur, sıçrayarak er meydanında dolaşır, meydanın orta yerine gelir güreşe başlamak üzere diz kırarak sol diz üzerine çöker, sağ elini önce yere, sonra dizine, dudağına ve alnına sıralı olarak üç defa dokundurarak  temennâ ederler ve ardından da “Hayda bre pehlivan” nidasıyla ayağa kalkarlar. Peşrev çekmek esnasında bir yandan da pehlivanlar birbirlerini süzerek, karşılıklı paçaları yoklayarak, sırtları sıvazlayarak ve kucaklayıp silkeleyerek tartarken, arada bir birbirlerine el ense çeker ve hasımlarının kuvvetini de yoklarlar.
"Peşrev esnasında tokalaşan ve peşreve devam eden pehlivanlar, ikinci kez meydanda tekrar karşılaştıklarında sol elleriyle rakibinin kasnağından tutarlar, sağ elleriyle de rakibinin sağ paça şirazesine dokunarak ellerini dudaklarına ve sonra da başına götürürler. Sonrasında bu hareket tersten yapılır, yani sol elle sol paçanın şirazesine dokunularak eller dudaklara ve başa götürülür. Bunlar yapılırken iç tarafta kalan ayaklar yan yana getirilir.
Bunun üç manası vardır. 
Birinci manası: “Pehlivanlıkta, insanlıkta, senin ayağının tozu olamam! Senin benimle güreşi kabul etmen benim için en büyük şereftir” demektir.
İkinci manası: Rakibinin en büyük silahı olan paçalarının sağlam bağlanıp bağlanmadığını kontrol etmektir. Yağlı güreşte paçaların sıkı bağlanması çok önemlidir. Çünkü hemen hemen bütün oyunlar paçalardan alınır. Eğer paçalar sıkı bağlanmazsa pehlivan için çok tehlikeli olur. Böylelikle rakibinin en önemli silahının çalışıp çalışmadığı kontrol edilir.
Üçüncü manası: Kasnağı tutmakla “Ele, bele, dile ihanet olmaz!” fermanına uyulacağı ve rakibinin namusunun kendi namusu olduğu kabul edilmektedir.
Şirazelerde selamlandıktan sonra pehlivanlar tekrar ayrılırlar.
Çayırda kispetlerine vurarak dolaşan pehlivanlar birbirlerine doğru yaklaşırlar ve tokalaşırlar. Bu ise “Benden sana zara gelmez, güreşimiz mertlik, pehlivanlık kuralları içinde olacaktır, sana söz veriyorum” anlamını taşır. Tokalaşmanın ardından peşreve devam edilir.
Pehlivanların gözü daima hasmındadır. Ondan işaret gelince üç adım geri ve üç adım ileri attıktan sonra sağ dizleri üzerine çökerek sağ elini toprağa dokundurup üç defa dizine, dudaklarına ve başına götürüler. Hatta bazıları bu esnada çayırdan ot kopararak ağzına alır ve ısırır.
Üç adım geri gitmek “Hak”, “Adalet” ve “Aşk” karşısında boynumuz kıldan ince, üç adım ileri gitmek de hedefimiz ve amacımız “Şehitlik, “Hakkın Rızası”, “İnsanların Duası” manasındadır.
Sağ diz üzerine çökerek sağ eli toprağa dokundurup üç defa dize, dudaklara ve başa götürme ise “Ey pehlivan, gücün ve ustalığınla mağrur olma! Topraktan geldin, yine toprak olacaksın, sahip bulunduğun nimetlerin hesabını vereceksin, gücün, ustalığın, malın, rütben, sende emanettir, sana ihsandır ve bunlar mesuliyet demektir. Sahip olduğun bu üstünlükleri hak yolunda kullanıp kullanmadığının hesabını vereceksin!” anlamındadır."(*)
İnsan ilişkileri içten ve samimi değilse, kişiler göründüğü gibi değilse, temannâ ile başlayan görüşmeler peşrevle devam ediyorsa, hatta ardından elense ya da tek/çift paçayı kaptırmakla sürüyorsa, kaçak güreşiliyorsa...!

Her ne kadar dış görünüşte bireyler arasındaki ilişki tatlı rekabet gibi görünüyorsa da, nizâmi güreş yerini arkadan dolaşmaya, sinsice yaklaşmaya, kuraldışı dalmaya bırakmışsa, insanlık en değerli emanete "insanlığına" hiyanet halindedir denilse yanlış olmaz değil mi ?

Keşke diğer spor branşlarında ve spor dışı bütün rekabet gerektiren iş ve işlemlerde, özel ve tüzel kuruluşların faaliyetlerinde, yukarıda pehlivanlarla ilgili olarak anlatılan manidâr ritüeller, şuurlu bir şekilde yaşansa, yaşatılarak nesilden nesile aktarılabilse...
Gelelim Türk mûsıkîsinde icrâ edilen peşreve;
Saz eserlerimizde en büyük form peşrev’dir. Türk mûsıkîsinde "Fasıl" adı verilen takımda ilk olarak daima Peşrev icrâ edilir. Klâsik Fasıl; Peşrev, Beste, Ağır Semai, Şarkı, Yürük Semai ve Saz Semaisi olarak sıralanır.

Peşrevler dört haneli olarak bestelenmiş formlardır. Birinci hane makama giriştir. Makam dizisinin seslerinde dolaşıldıktan sonra teslim hanesine geçilir. Teslim hanesinde makam dizisinin sesleri kullanılarak durak-karar yapılır. İkinci hanede ise yakın makam dizilerine geçkiler yapılır. Tekrar teslim çalınarak üçüncü haneye geçilir. Üçüncü hanede asıl makam dizisinin dışına çıkılarak değişik ses ve diziler kullanıldığı “Meyan”  kısmı icrâ edilir. Meyan’da genellikle tiz seslerde dolaşılır. Tekrar teslim hanesi çalınarak dördüncü haneye geçilir. Dördüncü hane asıl makam seslerine dönüşü sağladığı gibi, değişik geçkiler de yapılabilir. Bu bölüm sonunda da teslim hanesinin icrâsıyla peşrev tamamlanmış olur.

Fasıl, koro veya bir solistin programı öncesinde ise genellikle peşrevin sadece birinci hanesi ve teslimi icrâ edilir...
Zurna ile peşrev çalınır mı çalınmaz mı tartışmaları ilgili/ilgisiz kimi çevrelerde zaman zaman bahse konu edilir...

Orta asya kökenli olup bugün bir çok coğrafyada kullanılan bir enstrüman olan zurna bizde mehteran takımı başta olmak üzere, düğünlerde, karşılama ve uğurlama törenlerinde kullanılan folklorumuzun ayrılmaz bir parçası olmuş...

Bahsetmeden geçmeyelim, kültürümüzde zurna ile ilgili bir çok söz de serdedilmiş ki, bir kaçı şöyle;
‘‘Zurnanın son deliği’’, "Zurnanın zırt dediği yer", "Zurna ile peşrev olmaz", "Zurnacının karşısında limon yenmez" gibi...
Zurnanın yan taraflarında şeytan delikleri denilen hava delikleri vardır. Bunun dışında yukarıdan aşağıya yedi deliği vardır... En alttaki son delikten, aceminin elinde ya berbat bir ses çıkar, ya da hiç ses çıkmaz..

Zurnanın zırt dediği yer  ise şöyle; zurnanın kamış bir ağızlığı var, zurnazen kamışı ıslatmazsa kurumuş kamıştan ses alamaz, ıslattığı kamışı çalma kıvamına getirmek ve ses almaya hazırlamak maksadı ile arada bir üfler, eğer "Zırt" sesi çıkarsa, bu zurnanın çalmaya hazır ve akordunun tamam olduğunu gösterir...

"Zurnanın zırt dediği yer" ve "zurnanın son deliğinden"  hazır söz açılmışken, gelelim zurna ile peşrev çalınıp çalınmayacağı mes'elesine... 

Şöyleki, zurna, üflemesi zor bir enstrüman...diğer yandan peşrev icrâsı da Türk mûsıkîsine hem vakıf olmayı, makam seyrini bilmeyi, hem de makamların arıza(diyez ve bemol) larını "koma" değeri ile üflemeyi gerektirir ki, bu nüans sesleri 7 delik ile ve oktavlarını da kapsayacak şekilde üfleyebilmek çok ileri derece teknik ve ustalık ister.

Ancak usta bir Zurnazen dudak ve parmak mahareti ile pekala peşrevleri ve sair saz eserlerini, farklı makamları icrâ edebilir.
Şimdi buyrunuz, muhteşem bir taksimi usta bir zurnazenden dinleyelim:


Gerek peşrev, gerekse klasik Türk mûsıkîsi icrâ örneklerini mehter müziği icrâsında da görmekteyiz. 

“Zurnada peşrev aranmaz, ne çıkarsa bahtına…” diye bir hikâye de var, hikâye şöyle:

Sonradan görme bir şahıs,  Edirne’de bir düğüne davet edilir. Davul ve zurnalar, saz takımı çalmakta, misafirler oynamakta...Ekip başı zurnazen, ekâbir takılan davetli o zevâta yaklaşıp sorar:
-Efendim, istediğiniz herhangi bir eser varsa çalalım.

Adam omuz silkip dudak bükerek, alaycı ve küçümser bir eda ile:
-Yok daha neler, zurna ile peşrev çalınmazki. Hem siz notada bilmezsiniz, benim isteklerimi çalamazsınız, kendiniz çalın kendiniz oynayın.

Zurnazen, bu küçümser ve alaycı tavıra çok içerler. Başlar ekibiyle farklı makamların peşrevlerinin ardınca klasik eserleri icrâ etmeye...Şükrü Tunar'dan Hacı Arif bey'e, Zekâi Dede'den, Mustafa Itri'ye...

Saz ekibinin bu icrâsı karşısında neye uğradığını şaşıran kibirli zat kızarır bozarır, ağzından çıkana utanır, pişman olur, alacağı dersi alır...
Bu hikâye üzerine buyrunuz zurna ile icrâ edilen peşrevi mehteran takımından dinlemeye:
-Hicaz Hümayun peşrevi-

Korno, obua, trompet, trombon gibi üflemeli çalgı aletleriyle Beethoven'in ve Mozart'ın senfonileri, konçertoları, sonatları çalınır da, bu enstrümanlarla bozkırın tezenesi Neşet ustanın veya Aşık Veysel'in eserleri yahut peşrevler ve saz semailerimiz de çalınır mı,  o tadı, neş'veyi ve tınıyı duyar duyumsar mıyız, ne dersiniz...?

Halbuki usta zurnazenlerimiz peşrevleri de icrâ ederler, klasik eserlerimizi de...

Vesselâm.
___________
(*)https://pehlivanblog.wordpress.com/tag/pesrev/