Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

16 Ekim 2023 Pazartesi

Tavus kuşu hikâyesi...Olgunlaşma yurdunda, "ah", "vah", "günah" ve "eyvah"...


Tavus kuşu kanatlarının rengârenk oluşuna rağmen, o güzellikle mütenasip olmayan ayaklarına bakarak ıstırap çekermiş.

Tavusun ayakları gibi sesi de çirkin olup “ah”a benzer ötüşü var imiş.

Divan edebiyatı ve irfân düşüncesine göre insan; nefsine karşı, kendisi söz konusu olduğunda tavus kuşu gibi olmalıdır... İnsan kendisinde ne kadar güzellik ve ön plana çıkarılmaya değer özellik bulunursa bulunsun, daima kendindeki eksiklikleri aramalı, günahlarıyla meşgul olmalıdır. Bu da edebin gereğidir.

Montaigne Denemelerinde, “Tavus kuşuna haddini bildiren, ayaklarıdır.” diyerek bu durumu veciz olarak ifâde etmiştir.

Tavus, o güzel endamıyla yürürken gözleri ayaklarına takılınca “ah” eder, her “ah” deyişinde de cenneti hatırlarmış. Edebi olarak “ah" ile kafiyeli olan “günah, siyah, vah, eyvah…" gibi kelimeler de yine mânâ olarak aynı hissiyatı mündemiçtir.

Tavus kuşunun bu şöhret bulmuş görünüşü bir yanda dursun, irfân kültürümüzde “Şöhret afettir” diye de bir söz var...


Mevlânâ diyorki;
"Kendini beğenmek sahibine yüzlerce bela getirir"

Çünlü başkaları tarafında  beğenilmek, takdir görmek, övgüye mazhar olmak egoyu büyüten bir kaldıraç olmaya en yakın sebeplerdendir.

Bu durum, kişinin kendini  beğenmesine, ve beğeni arzusu ile gösteriş düşkünlüğüne, ve hatta sergilemesine meylettirir. Giderek bu arzu yerleşik hale gelir ve kişi sadece başkalarının beğenisini amaç haline getirir neticede...

Hz. Mevlânâ'nın Mesnevisinde (*) bu husus Tavus kuşu hikâyesi üzerinden anlatılıyor:

"Ovada bir tavus kuşu, kendi gagasıyla kendi tüylerini yoluyordu. 
Hikmet sahibi biri de oralarda gezmeye çıkmıştı. 

Hikmet sahibi;
Ey tavus!, böyle güzel tüylerini nasıl oluyor da kökünden yoluyorsun? 
Bu süslü kanatları yolup çamura atmaya gönlün nasıl razı oluyor? 
Hâfızlar senin kanatlarını, tüylerini değerli, üstün görüyorlar, beğeni­yorlar da onları Mushafın arasına koyuyorlar. 
Halk havalanmak, serinlemek için senin kanatlarından yelpazeler yaparlar. 
Bu ne nankörlüktür, bu ne saygısızlıktır! Seni süsleyenin, o renkleri verenin, o tüyleri nakışlarla güzelleştirenin kim olduğunu bilmiyor mu­sun? 
Yahut biliyorsun da nazlanmak için mi o tüyleri yoluyorsun? 
Fakat nice naz vardır ki o naz suç olur; kulu padişahın gözünden dü­şürür" diye sözlerini sıralayarak soru yağmuruna tutar.

Tavus kuşu bu sözleri duyunca, önce öğüt verenin yüzüne baktı. Sonra da hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Öyle uzun uzun, dertli dertli ağladı ki orada bulunanlar da ağlamaya başladılar. Soruyu soran da cevapsız kaldı; sorduğuna pişman oldu. Üzüntüsünden o da ağlamaya başladı. İçinden de;
Ne diye soruyu boş yere sordum? Gamlarla, kederlerle dolu imiş. Ben bu sorumla onu coşturdum, derdine dert kattım.” di­ye düşünüyordu.

Tavusun yaşlı gözlerinden toprağa damlayan yaşların her damlasında yüzlerce cevap vardı. Tavus, ağlaması bitince dedi ki:
 “Haydi git işine! 
Çünkü sen kokuya ve renge kapılmışsın. Şunu görmüyor musun? 
Bu kanatlar yüzünden bana her taraftan yüzlerce bela gelmekte. Nice merhametsiz avcı, bu kanatlar için, bana her tarafta tuzaklar kurmadalar. Nice okçular yine bu kanatlar için bana ok yağdırıyorlar. Mademki bu kazâdan, bu beladan ve bu fitnelerden kendimi korumaya gücüm yetmiyor; çirkin ve tiksinti verir bir hale girmem benim için daha iyi. Böylece şu dağda, şu ovada beladan kurtulmuş olurum. 
Ey yiğit! Kanatlarımın rengi ve güzelliği, bana kendimi beğenme, üstün görme sebebi olmuştur. Kendini beğenmek ise sahibine yüzlerce bela getirir.”

Göz önünde olanlar, hem öne çıkan/çıkarttığı vasıfları yüzünden çoğu kez etrafındakilerin kıskançlığını, hasedini, öfkesini ve düşmanlığını celb eder, hem de sahip (!) olduğu vasıflar sebebiyle bir süre sonra kendini üstün görmeye başlar, neticede kibir anaforuna kapılır insan. 

İnsanın varoluşunun asıl sebebi belliyken, “olmak” amacının yerini eğer “görünmek” alırsa, araç amaç haline getirilmiş olur ki, bu durum ise marazîdir.

İnsan olarak geldiği yeryüzünden, gelip geçtiğini unutmadan dünyâ hayatı denilen "olgunlaşma yurdu"nda, kendini tanıyıp, varlık sebebini unutmadan ve mesuliyetlerinin farkındalığı ile hayatını sürdürmeli insan, "ah", "vah", "günah" ve "eyvah"a sebep olacak şeylere karşı da temkini asla elden bırakmamalıdır...

Vesselâm...
________________
(*)Kaynak: Mevlânâ Celadeddin-i Rumi, Mesnevî, cilt 5, 536-544, 613-617, 641. beyitler.