Hulk ve ahlâk iyi ve kötü huyları, ifade etmek üzere kullanılmış; günlük hayattaki davranış ve adab-ı muaşeret, terbiye, kibarlık ve takdire şayan davranışlara ise edep veya âdâb da denilmiştir...
Bu genel girizgâhtan sonra terbiye mes'elesine dönecek olursak, terbiye yâni eğitimin yaratılışa, "hulk"a, ahlâka tabi olduğunu anlatan aşağıdaki hikâye çok manidardır:
★★★
Hükümdarın biri oğluna ders vermekle görevlendirdiği hocadan vezirine şikâyetleniyor ve diyorki:
- Ben oğlumun ilim öğrenip kendisini yetiştirmesini, benden sonra tahta geçerek iyi bir hükümdar olmasını istiyorum, oğlum ise sürekli oyun ve eğlence ile, lâfla sözle meşgul. Hocası bunu bir türlü eğitemedi, hocasında iş yok diye düşünüyorum.
Vezir:
- Hükümdarım çocuğun hulku, kabiliyeti neye meyilli ise o olur, tabiatında olmayan bazı şeyleri zorla yaptırsanız da aslına fırsatını bulunca döner, hoca ancak talebesinde var olanı harekete geçirerek işleyebilir, olgunlaşmasına yardım edebilir, tabiat değiştirilemez bir şey, eğitim (terbiye) ise yaratılışa tâbidir...
Vezirin bu açıklamasına rağmen hükümdar hâlâ terbiye ile kişiye ve kişiliğe yön verebileceğini iddia eder...
Vezir:
- Hükümdarım çocuğun hulku, kabiliyeti neye meyilli ise o olur, tabiatında olmayan bazı şeyleri zorla yaptırsanız da aslına fırsatını bulunca döner, hoca ancak talebesinde var olanı harekete geçirerek işleyebilir, olgunlaşmasına yardım edebilir, tabiat değiştirilemez bir şey, eğitim (terbiye) ise yaratılışa tâbidir...
Ve, iddiasını ispat etmek için bir akşam sarayında bir eğlence düzenler.
Bu eğlence esnasında eğittiği kedilere gösteri yaptırarak bu iddiasının doğru olduğunu gösterecektir. Eğitilmiş kediler, sırtlarında bir tabak içinde yanan mumları düşürmeden taşıyarak misafirlerin önünden adeta resmi geçit yapıyorlar...
Hükümdar kedileri vezire göstererek der:
-Vezir efendi bakın görüyorsunuz, terbiye ile neler yaptırılabiliyor, işte ispatı...
-Vezir efendi bakın görüyorsunuz, terbiye ile neler yaptırılabiliyor, işte ispatı...
Vezir karşılık vermez...
Bir zaman sonra padişah yine bir eğlence gecesi düzenler...
Vakit ilerler ve hükümdarın işareti ile eğitimli kediler misafirlerin huzuruna yine sırtlarında taşıdıkları mum ile gösteriye başlar...
Ancak vezir bu defa eğlenceye gelirken yanında bir kaç tane fare getirmiştir. Kediler salona gösteri için girdiklerinde cebinden çıkardığı fareleri kedilerin ortasına doğru salıverir...
Farelerin kaçışmasını gören kediler sırtlarındaki tabağı, tabakta yanmakta olan mumu unutup fareleri kovalayıp yakalamaya çalışırken, mumlar, tabaklar sırtlarından devriliverir.
Yanan mumlardan yerdeki halılar tutuşur. Misafirler sağa sola kaçışırlarken vezir hükümdara yaklaşarak derki:
- Gördünüz mü efendim, terbiye yaratılışa tâbi imiş....
- Gördünüz mü efendim, terbiye yaratılışa tâbi imiş....
★★★
Fare ve kediden bahis açılmışken, Türk edebiyatında meşhur hiciv yazarı Kâni'nin ve Namık Kemâl'in Hırre-nâmesi (Kedinâme) ile fars edebiyatının hiciv
yazarı Ubeyd’in “Fare ile Kedi” eseri gibi pek çok eser kaleme alınmıştır. Bunlardan Ubeyd'in “Fare ile Kedi” adlı eserinde bir bölüm ile mevzuyu noktalayalım:
".....Çok eski zamanlarda bir Kedi vardı Kerman’da,
Ejderha gibi amansız, güçlü kuvvetli – şişman da. Karnı davul gibi şişkin, göğsü çelik zırh gibiydi;
Kuyruğu aslan kuyruğu, pençesi pars pençesiydi. Yüreğe sarsıcı korku salardı kükreyişiyle.
Onu görünce kaçardı yırtıcı kaplanlar bile. Öyle yaman korkutarak yerleşirdi ki sofraya -
Sıkı mı, aslan cesaret etsin ona yaklaşmaya? Bir gün bu izbandut Kedi daldı şarap mahzenine,
Birkaç fare bulup yesin diye afiyetle yine. Fare tutmak için sinen Kedi pusuyu kurdu da
Hırsızlama bekliyordu şarap fıçısının orda; Derken şen şakrak bir fare fırlamasın mı ortaya
Ve başlamasın mı orda dört kol çengi oynamaya; Sonra ağzını dayayıp fıçıya, içti de içti,
Zom oldu: İşte bu, aslan kedi için bir eğlenti. “Geberteceğim Kediyi kafasını ezip,” dedi
“Sonra da dolduracağım samanla o pis cesedi.” “Kedi denilen yaratık, bence murdar bir köpektir”
“Nerden cesaret bulup da benimle didişecektir?” İstifini hiç bozmadan bunları dinledi Kedi,
Bir yandan da dişleriyle pençelerini biledi. Avını ele geçirmek için birden atlayarak
Yırtıcı bir kaplan gibi tuttu fareyi kıskıvrak. Fare ne yapsın, yalvarıp yakardı korkunç Kediye:
“N’olur, suçumu bağışla, beni serbest bırak,” diye. “Şarabı fazla kaçırdım, her söylediğim yanlıştır;
“Ben sarhoşum ya, ağzımdan çıkan her söz ters çıkmıştır.” “Hadi ordan”, dedi Kedi. “Ben budala mıyım ulan?”
“Ağzından neler çıktıysa hepsi birer iğrenç yalan! “Söylediklerini duydum: Bana fena dil uzattın:
“Çirkin ve pis sözlerinle nice iftiralar attın.” Farenin canına kıydı, etini budunu yuttu,
Sonra, namaz kılmak için caminin yolunu tuttu. Abdest alıp ellerini ve yüzünü temizledi;
Dualarını okuyup günahtan arındı Kedi: “Taksiratımı bağışla, yüceler yücesi Tanrım,
“Artık hiç fare öldürmem, elbet sözümü tutarım.” “Kefaret ödemek için altı somun ekmek benden
Yeter ki benim bu vahşi günahlarımı affet sen.” Pişmandı fare, yalvardı can havliyle: “Yapma, etme!”
Özür diledi biçare, iki gözü, iki çeşme. Minberin ordan işitip bu konuşmayı bir fare,
Bir koşu, Kediyi haber verdi öbür farelere. “Müjdeler olsun! Canavar pişmanlık getirdi!” dedi,
“Sanki bir evliya ya da melek oldu hınzır Kedi.” “Kendi gözlerimle gördüm, vallahi de billahi de,
“Diz çökmüş de ağlayarak özür diliyor camide.” Fareler bayram ettiler – bu müjdeyi aldılar ya:
Kedi yatıştığı için şükran sundular Tanrıya."...... (*)
★★★
Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanıdır"
"Katran kaynamakla şeker olmaz"
"Huylu huyundan vazgeçmez"
"Asıl azmaz, bal kokmaz"
"Her şey aslına döner/çeker !"
__________
(*) Halman,T., 2011,Ubeyd-i Zakani, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türkoloji Dergisi
18, 1 (2011) 161-175.