Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

27 Ocak 2023 Cuma

Ben neyleyim, bana ne !

"H İ Ç
Sen bakar kör isen ben neyleyim
Keşke bir çukura düşmeden bir görene sorsan
Sen bilmiyorsan ben neyleyim
Keşke cahilliğinle övünmesen bir bilene sorsan
Sen duymuyorsan ben neyleyim
Sağırlığınla kalmasan bir işitene sorsan
Sen zenginsen bana ne
Varınla övün dur kime ne 
Sen süslüysen bana ne
Toprak olacağa tapın dur kime ne 
Bilmediğini bilen var, görmediğini gören var
Sormadığını soran var, seni sana sormayan var
Varıp "ulûl’elbab"a sorsan hâlini, tutsa aynayı tâ iç âlemine
Görsen kendini, kaçsan sen senden, bir huzur limanı bulsan kendine
Eldeki çok olanı gönlüne koymayan var
Gönülden gönüle sözsüz fısıldayan var
Gönlünde var olanın farkında olmayan var
Kaskatı kesilip de gözü yaşarmayan var
Her kim ki, gönül nedir, orda kim vardır bilmez
Fersah fersah ıraktaki gönlüne hiç eremez

26 Ocak 2023 Perşembe

“Müesses nizam”, “insan” ve atâlet…

 

Bir ülkenin en önemli sermayesi insandır. “Beşeri sermaye” ve “beyin gücü” ülkelerin ve milletlerin nereye evrileceğinin göstergesidir, onun ilerleyici (progresif) veya gerileyici (regresif) yönünü belirler. Kahin olmaya da gerek yok bu gidişat ile ilgili konuşmak için…

Toplumların yetişmiş insan gücü ve kaynakları sektörler analizi ve işgücü planlamaları ile belirlenir. Bu doğrultuda beyin gücü ve beşeri sermaye ise, eğitim sistemlerinin müfredatlarına konulan hedefler ile şekillenir.

Okul öncesinden başlayarak üniversite mezuniyetine kadar, ve dahası ömür boyu yaygın eğitim vasıtaları ile ülkelerin kültürel, sosyal, ekonomik ve teknolojik gelecekleri şekillendirilir.

Politikalarında; sağlık, eğitim, kültür, güvenlik ve uluslararası ilişkiler başta olmak üzere kırmızı çizgileri vardır ülkelerin. Bu politikaların uygulanması ve hayat bulması için ise beşeri sermaye ve beyin gücü en önemli parametredir. Çeşitli kademelerde görev alanlar, milletin mevcudu ve geleceği adına hizmetkârlıklarıdırlar ve gerçekte geleceğin vebalini üslenmişlerdir.

Meselâ; yeni vazifeye başlamış olan gençlerin, çalışma azmi, hizmet aşkı, idealizmi en yüksek seviyesinde iken, (eğer) önlerinde iyi modeller yoksa bir süre sonra atalete, işi sahiplenmeyip günü kurtarmaya, mesaisini bir şekilde doldurup maaşını almaya alışacak, giderek bunu alışkanlık haline getirecekler ve kanıksayacaklardır.

Kıdemli çalışanlarda alışkanlık haline gelmiş “talep edilen bir işi kolaylıkla savabilme”, “yokuşa sürme” ve çözüm odaklı düşünmeyen, aksine “bir işin olabilirliği yerine olamayacağı, hatta olmaması gerektiği hususunda mevzuattan tefsirler yapan bir profili !” ile kurumsal kimlik oluşması ve gelişme nasıl mümkün olabilir ?

Önüne yeni bir durum geldiğinde “nasıl çözerim?” diye çözüm üretmek yerine, “bu işten nasıl kurtulurum” yaklaşımı ile halının altına süpürülen işler giderek sorun yumağı haline gelmekte değil midir?

Birçok sektörde görülen atâlet özellikle ülkenin geleceğini belirleyenlerde ise, neticesi beka mes'elesine kadar uzanır… Özellikle de eğitim alanı çok hassastır. Ülkenin beyin gücünü ve beşeri sermayesini şekillendiren ve sektörel olarak insan kaynakları havuzuna ehliyet ve liyakat sahibi bireyler yetiştiren kurumlar çok önemlidir. Yetiştirecekleri bir kenara mensupları içinde İdealize ettikleri insanlardan olmak üzere yola çıkmış genç bireyler, önlerinde görüp gözlemledikleri kimi iyi olmayan rol modelleri örnek alırlarsa, beşeri sermayeden umulanı gerçekleştirebilir miyiz ?

Kolay yoldan nasıl zengin olurum, yükselirim, ünvanlar alırım, makam sahibi olurum, hangi şahıslarla bir arada olur ve onların çantasını aşır, zati işlerini ve getir-götür işlerini yaparsam onun nüfuzundan istifade ederim kolaycılığına fırsat verilmemelidir ! Değilse, titri mevcut ama entellektüalitesi na-mevcud yahut körelmiş bireylerden mütevellit prototipler görmek işten bile değil….

İşte o zaman istikbalimiz olan yetişmiş beyin gücünün dibine kibrit suyu dökmüş oluruz…

Bireyleri; birer hizmet adamı, üretici beyin, çözüm üreten, açık fikirli disiplinli ve çalışkan, mesuliyet sahibi, işin ehli, kısaca liyâkat sahibi, kırk dereden su getirmeyen ve mazeret üretmeyen kişilikler olarak geleceğe hazırlamak öncelikle eğitim sektörünün mensuplarının ödevidir, görevidir.

Verimliliği ve etkinliğini arttırmak için yüksek motivasyona ihtiyaç var. Ancak performansa göre değerlendirmek, başarı/başarısızlık durumlarının karşılığını takdir etmek, şeffaflık ve hesap verme sorumluluğu ile vazifelerin yerine getirilmesinin takibi, olmazsa olmaz şarttır.

Üstten yapılacak baskıyla, ite kalka, kör-topal yürüyen kurumlarda kurumsallaşmaktan bahsedilemez. Bu sektörlerde öncelikler topyekün zihniyet değişimine ihtiyaç var.

Reformist yaklaşımla ve “insan” odaklı hedefler koyarak gerçekleşecek olan ilerleme yerine, sadece fiziki şartların iyileştirilmesi ile müspet manada bir değişim ve dönüşüm gerçekleştirmek mümkün değildir, sadece rötüşlemek ile bir yere varılamaz. Elli yaşındaki kaportası çürümüş bir aracı çürüklerini örtecek şekilde macunlayıp üstüne boya cila atmak, o aracı bugünkü teknoloji ile üretilenler seviyesine getirmez.

Çarkları düzgün dönen müesseseler için mevzuat olmazsa olmazdır, ancak mensuplarının bu zihin ve düşünce yapısına evrilmesi, eğitilmesi veya disipline edilerek hedefe yürümelerinin sağlanması gerekli ve lüzumludur. Müesseselerin, ancak vizyoner, misyoner ve yüksek performanslı kadrolar ile muasır medeniyyeti yakalayıp geçmesi mümkün.

“İtibar” ancak mensuplarının aidiyeti ve bunun neticesinde aşk, şevk ve gayret etmeleri ile sağlanır, burada tembelliğe, atâlete, uyuşukluğa, köhneliğe yer yoktur, müsaade edilemez.

Vesselâm…

24 Ocak 2023 Salı

Bahçıvan, gül ve diken...

Ne derler gülü seven dikenine katlanır...

Niyetiniz gül yetiştirmekse, sabır, gayret ve çaba gerektirir...

Bahçıvan fidelerin suyunu, gübresini, budamasını ihmal etmez de gülşende gül yetiştirir. Ancak aynı toprakta yabani ot ve dikenlerin tohumlarının olduğu, onların da büyümeye başlayacağı bir gerçek...

O gülü verecek sürgün dalı önce dikenlerle bezenir, uçta tomurcuklanır, sonrasında gül açar ve gül kokusunu etrafına yayar...

Güzel ahlâklı insan da öyle değil mi ?

Bu sebeple "bahçıvan, bir gül için bin dikene su verir" (A. Arvasî) denilmiştir. 
Eğitimci de bahçıvan gibidir, hatta idareci de...

Gaye gül yetiştirmek ise, gül yağı sürünmek ise eğer; dikensiz gül ağacı olmayacağını bilir kişi, neticede gülün açması sağlanır...

Gülistandaki yaban otları ve öteki dikenler ise, zamanı gelince tırpanlanır...
Mevlânâ buyurur:
“Gülün dostu dikendir. Gül, dikeni kendine âdeta dost edinip onunla hoş geçinmek sâyesinde, kemâl ve cemâl bulur". Yani dikenlere katlanarak, güzel bir sûret ve latîf bir râyiha kazanır.
"Dikenden gül bitiren, kışı da bahar haline döndürür. Selviyi hür bir halde yücelten, kederi de sevinç haline sokabilir.
“Bir tutam gül kokusu kalır tutan elde, zannetme ki gül dikenin himayesinde, dikenin itibarı gül sayesinde…"
Bir özlü sözde(Goethe):"Gülün dikeni var diye üzüleceğine, dikenin gülü var diye sevin" denmiş.
İnsanın da öyle !
İç âleminde gül de var dikenler de...hangi huyları öne çıkacak, hangisi tırpanlanacak...işte bu kişilik eğitimini gerektirir...şahsiyet eğitimi ile aynı türden ya dikenli "homo sapiens" ya da "i n s a n" ortaya gelecek !

Toplumlar da öyle değil mi ?

21 Ocak 2023 Cumartesi

Sinek, Nemrut, Balık, karınca ve Hz.Süleyman...

 
Hayat bir bağış, ömür denilen süre ile kayıtlı, her bir canlı için...Kimi bir gün yaşar, kimi yüz yıl...

Kimi bir ân dilimine ömür sığdırır, kimi bir ömrü berhava eder bir ânda...

"Ömrüne bereket" duası aldınız mı hiç, zamanın bereketlenmesi böyle birşey olsa gerek...

Hayat asla monoton/tekdüze/yeknesak yürümeyen bir bağış, "yaşa ki göresin" derlerdi tecrübe sahibi büyüklerimiz...evet öyle, inişi var yokuşu var, zirvesi var izbesi var, izzeti var zilleti var, ikrâmı var yoksunluğu var, sevinci kederi var...
Dünya dedikleri tahterevalli; 
gâh çıkarır kişiyi yücelere, gâh indirir tâ diplere...

Fareye aslanı boğdurur, kediyi kargalara kovdurur...

Karınca koskoca fili gün gelir çaresiz ve  aciz bırakır, ona kök söktürür. 
Hikâye bu ya; kendi cüssesine ve kuvvetine hayran bir filin kulağına giren karınca kulak içinde yürüdükçe fil kaşıntıdan kendini kaybeder yerlerde debelenip durur...
Nemrut'un burnundan giren bir sinek onu perişan etmemiş miydi ?

O sinekki sineklerin en zayıfı idi, bir gözü kör, bir ayağı da topaldı, baca deliğinden saraya girmiş, Nemrut'un dizi üstüne konmuştu. Nemrut sineği tutup öldürmek istedi. Sinek uçarak burnundan girdi, beyninin içine kadar ilerledi ve beynini kemirmeye başladı.

Nemrut'un feryadı acı ve ızdıraptan göklere çıkıyordu.  Başını salladıkça, bir yerlere vurdukça sineğin kemirmesi durduğundan Nemrut, çare olarak, başına tokmakla vuracak kişiler görevlendirdi. Tokmakla başına vurula vurula öldü...
Bir kızılderili atasözü ne güzel özetler hayatı, zamanı ve muamelatı; 
"sular yükselince karıncaları yiyen balıklar, gün gelir de sular çekilince karıncalara yem olur !"
Söz karıncadan açılmışken;  Hz.Süleyman ile karınca hikâyesini de aktaralım...

Hz. Süleyman bir karıncanın bir sene boyunca ne yiyeceğini sormuş. "Bir buğday tanesi" demişler. 
Hz. Süleyman karıncayı bir kutuya koymuş ve kutunun içine de bir buğday tanesi atmış.

Bir sene sonra kutuyu açıp baktığında karıncanın, buğdayın sadece yarısını yediğini görmüş. 
-"Sen, senede bir buğday yemez miydin?" diye sorunca, karınca:
-"Ey Süleyman! O rızkımı Rezzak u Kerim verirken öyle idi. Ama rızık senin vasıtanla gelince, senin ileride ne yapacağını bilemedim. Ya beni unutursan, ki sen unutabilirsin. Ama Rabbim, mahlûkâtından kimseyi asla unutmaz. İşte onun için ihtiyatlı davrandım." demiş.

Muallim Naci derki:"Hafıza-i beşer nisyan ile malûldur", unutkanlık insana özgü...insan nakıs bir varlık !
Ölçü ve hikmet üzere hayatı canlılara ikrâm edenin müesses düzeni ne hassas, ne hoş işlemekte, can gözü ile görebilene, ders çıkartabilene..

Vesselâm...

18 Ocak 2023 Çarşamba

Ey dost, yol uzun ve ince...

Ey dost !
Yol uzun, yol ince
Yürünür ahd edilince
Kaf dağından yol aşar
Sabr-u sebat edilince...

Ey dost !
Adam çok, Âdem nice
Hikmeti mi ? bilmece...
Akledip düşününce
Âlem sonsuz, ömür nice
Ey dost !
Gel kalbin âyînesini mücellâ eyle
Sînen hânesini rûşen eyle
Ki esrârın yüzü aks eyleye...

Ey dost !
Kimki dem-i fâsidi ihrâc eylemez
Râhat-ı vücûd buldum diyemez...

Ey dost !
Zâhirden bâtına seferdir: seyâhat
Âfak ve enfüsi seyirdir: hakikât
Ya âlem-i insâna doğrudur: vuslât
Ya insâniyyetten ırağadır: firkât...

14 Ocak 2023 Cumartesi

Azîz Mahmûd Hûdâî: Hayrı koyup şerre azimet neden ?

 

Hakk’ı koyup bâtıla meyl ü muhabbet neden?
Tâbi-i şeytân olup fitne vü şirret neden?

Râh-ı salâha gidüp sulh u sülûk ehli ol
Nefse uyup herkese hiddet ü şiddet neden?

Bir kapunun kulları bir erin oğulları
Birbirini şer sanup buğz u adâvet neden?

Kanı cihânın kişi malını cem’ eylese
Bir gün olur kor gider buhlile haset neden?

Devlet-i dünyâ-yı dûn bir kuru sivâ iken
Kaniye mağrûr olup ziynet ü şöhret neden?

Mülk-i Süleymân-ile taht-ı Skender kanı?
Bildin ise bunları fânîye rağbet neden?

Aç gözünü imdi gel nûr-i basîretle bak
Meslek-i hayrı koyup şerre azîmet neden?

Sünnet-i Fahr-ı rusül oldu çü hayr-ı sübül
Mesleki tahvîl edip âdet ü bid’at neden?

Aklını der başına dinle Hüdâyî’yi gel
Hakk sözü gûş ede-gör böyle sefâhat neden?
(Azîz Mahmûd Hûdâî Divanı'ndan)
Azîz Mahmûd Hûdâî, âlim ve ârif olmanın yanında kıymetli bir mûsıkîşinâs ve bestekârdır...mûsıkîye son derecede vâkıf olup, zamanının eserlerini okuma ve okutmanın yanında bizzât besteler de vücûda getirmişdir, ancak bestelerinden pek azı günümüze  kadar ulaşmıştır... 

13 Ocak 2023 Cuma

Necip Fazıl'dan Neşet Ertaş'a: "Nur ve Kir"...


Dünyânın gerçeği ki; zıdlıklar âlemindeyiz !

Her şey zıddı ile bilinir, akıl ve idrâk zıdlıklar arasında tercihi belirleyen mekanizma olarak devrededir...
ancak zıdlıkların idrâki vasıtasıyla mutlak hakikatın mahiyeti anlaşılabilir. Bu âlemde zıddı olmayanı aklın anlaması ve idrâk etmesi mümkün değildir.

Ruh  - beden, madde -mânâ, cömert - cimri, akıllı - deli, doğru - eğri, iman - inkâr, iyi - kötü, hayır - şer, güzel - çirkin, zengin - fakir, çalışkan - tembel, hasbî - hesabî, yalan - gerçek, dürüst - sahtekâr, dosdoğru - ikiyüzlü, mümin - münafık, siyah - beyaz, celâl - cemâl, pozitif - negatif...

Yine, nûr ve zulmet birbirinin zıddı olan iki kelime, iki kavram...nûr ışık, aydınlık mânâsına, zulmet ise hem karanlık mânâsına hem de metaforik olarak küfür, şirk, cehâlet, fısk u fücur mânâlarına karşılıktır. Dolayısı ile  âlemde mevcut bütün güzellikler ve dosdoğru şeyler nûrun, kötülükler ve çirkinlikler ise zulmetin tezahürüdürler..

Her bir şeyin müspetinin/pozitifinin zıddında menfisi/negatifi mevcuttur...tez - antitez gibi...

Zıdlıklar âlemi, hak - batıl, gerçeklik ve sanallık düalizminin, diyalektiğinin ve tercihlerinin sınandığı bir eleme sistemidir ki, kazandığını zannedene kaybettiği gelecekte bildirildiğinde "eyvah, iş işten geçmiş, keşke yeniden başa dönebilsem de hayatı yeniden yaşasam" diyeceği bir platformdur aslında !

Her bir anda kişi bu ikilemi, düalizmi hem etrafında hem de kendi iç âleminde, düşünce sisteminde yaşamakta değil mi ?

Ya bile bile yahut cahilliğinden  dünyalık menfaat(!) içün, egosu adına yanlışı tercih edecek, ya da doğruyu, düzgünü, itidali, övülmüş ahlâklılığın gereğini yerine getirecek şekilde tercihte bulunacak âdemoğlu...

Ya da gücü yetiyorsa(!) yaptığı kötü/menfi/şer işlerin yanında kâr kalacağını zannediyorsa ölümü öldürecek !!!

Bozkırın tezenesi abdal Neşet Ertaş usta, akl-ı meaştan başlayan içsel yolculuğunun sonrasında akl-ı meadın önemini kavraması ile ilgili olarak der ya: 
"Cahildim dünyanın rengine kandım
Hayale aldandım boşuna yandım 
(...)
Evvelim sen oldun ahirim sensin
Batınım sen oldun zahirim sensin" 

 Fazla söz ne gerek, Necip Fazıl Kısakürek üstâd'ın satırlarıyla mim koyalım:

"Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir; Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir."

Ey âdemoğlu; semâdan sarkıtılmış aklın bir sarkaç gibi salınıp durmasın ki onun tabiatı ve hakikati, ya "akl-ı meaş ya akl-ı mead" (*) cihetinde karar kılmaktır...tercih ise sana kalmış...

Vesselâm...
______________
(*)"Akl-ı Meaş” âlemin renkleri ve çekim odaklarına kapılmış, yatırımını sadece o arzu, heva ve heveslere yapmış, varoluş enerjisini beden ve bedensel tatminler yolunda harcamayı tercih etmiş aklı temsil eder.
“Akl-ı Mead” zıdlıklar âleminde hakikat arayışına girmiş bu yolda yürümeye karar vermiş, kendi özüne vakıf olma yolunda ilerlemeye çalışan aklı temsil eder.

12 Ocak 2023 Perşembe

Hacı Bektaş, Mevlânâ ve Yûnus'un kibir ve ekâbire bakışı...


Üstünlük taslamak, kendini beğenmek, diğerlerinden üstün tutmak, benlenmek, mânâlarına gelen kibir, en kötü huylardan olup, şeytanın Allah'ın huzurundan kovulmasına sebep olmuş kötü ahlâktır.

Dilimizde amiyane tabiri ile "Ekabir", yahut "ekâbir’den", şeklinde kullanılan ve kibirle aynı kökten gelen kelime de ‘kendini büyük görme, tepeden bakma, kibirli olma anlamında kullanılmaktadır.
Mevlana’ya göre insan, “insanı Tanrı’dan uzaklaştıran kötü huylar" olarak nitelendirilen “hırs, kıskançlık, yalan, kibir” gibi huylardan uzaklaşıp; “şefkat, sevgi, cömertlik, alçak gönüllülük” gibi iyi huylarla bezenmeli, bunları hayatına uygulamalıdır. (Çiçek,2003)
Hacı Bektaş-ı Veli'nin Makâlât adlı eserinde şeytanî duygu ve fiiller için şöyle denir: “vay sana ki içinde; kibir ve hased, (kıskançlık) cimrilik, düşmanlık, tamah, öfke, gıybet, kahkaha, (şamata) ve maskaralık ile bunlar gibi daha nice şeytan fiili varsa, suyla yıkanıp nasıl arınacaksın? Öyleyse hakikaten bil ki arınamazsın.”der....

Yine bu eserde Hacı Bektaş-ı Veli “Kibrin aslı şeytan”dır diyerek, şeytani olan bu özelliği hem kötü bir özellik olduğunu ifade için hem hak yolundan döndürücü olduğu için hem de şeytanın kibri yüzünden kovulması öyküsünden dolayı konu olarak ele almıştır, bu yüzden insan kibre düştüğünde kovulmuşlardan olur"(Coşan, Özbay,1990)
Yûnus Emre de “Kibir Destânı” adlı eserinde; “kibr”i dağa, kibrin çeşitli sıfatlarını da dağ başlarında oturan ve insanların yolunu kesen harâmîlere benzetir. Kibrin zıddı ise tevâzudur. (Tatcı, 2019), Tabi ki tevâzunun göstermelik olanından değil ki, bu riyâdır !

Yûnus Emre yaratılışın en temel dört unsurundan hareketle, kibri ateşle gelen felaketlerden biri olarak ele alır:
  • Toprakla geldi bize dört nitelik: Sabır, hoş huy, tevekkül ve yücelik.
  • Suyla beraber geldi dört türlü hâl; Temizlik, cömertlik, lütuf ve visal.
  • Rüzgârla beraber geldi dört heves; Yalan, riya, sabırsızlık ve nefes.
  • Ateşle geldi dört türlü felâket; Şehvet, kibir, açgözlülük ve haset.
  • Canla birlikte geldi dört özellik; Utanma, ahlâk, üstünlük ve birlik. (Avşar, 2013)
Yûnus Emre bir dörtlükte şöyle buyurmuş: Nice tahta çıkanlar yere düştü,
Nice “ben” diyene sinek üşüştü!
Kendinden uzak tut kibr endişesin,
Kibre uyarsan uzağa düşersin.
★★★
Sahip olduğu(!) mevkiyi, bilgiyi, malı-mülkü vs. kibirlenme vesilesi yapmak, vasıtayı gaye hâline getirmek hoş karşılanmayan bir huydur...“Mevlana; bilgi, insanı kibir sahibi yapmak yerine Yaratıcının rızasını kazanmak uğruna, onu alçak gönüllü kılmalı ve topluma fayda sağlayıcı, ufuk açıcı, yol gösterici hale getirmelidir. Bunu sağlamada araç olamıyorsa bilgi, işlevini yerine getirmekten uzaktır.” der.

İnsanın tabiatında her bir huyun iyi/kötü olanı potansiyel olarak vardır, meselâ hem kibir ve hem de tevazu mevcuttur, tercihi ise kişiye kalmıştır. Kibirli davranışa, bakış ve tutuma sahip kişilikler her yaptığının/dediğinin en doğru, en güzel, en kudretli olduğunu göstermeye çalışır ki, bunu gerçekte akl-ı selim sahibinin kabul etmesi de mümkün değildir

Çünkü, insanın bildiğini / sahip olduğunu zannettiği şey ile kibirlenmesi, üstünlük taslaması bir nakısadır.... Kibirli üst bakış sahibi, aslında kendini bilmez, ham ve eksik bir şahsiyyettir.

Yûnus Emre fani olanı geçici sahiplikleri birer emanet olarak ifade ediyor bir çok deyişinde;
"Mal sahibi, mülk sahibi,
Hani bunun ilk sahibi.
Mal da yalan, mülk de yalan,
Var biraz da sen oyalan"

Yine Mevlânâ'nın ifadesiyle; ilim/bilgi insanı alçak gönüllü kılmalı ve topluma fayda sağlayıcı, ufuk açıcı, yol gösterici hale getirmelidir, değil mi ?

Yunus'ça mim koyalım;
"İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendin bilmezsin
Ya nice okumaktır"

Vesselâm...
__________
Kaynaklar:
-Çiçek, H., “Kadim Üç Felsefe Problemi Bağlamında Mevlana’nın Mesnevi’sinde Metaforik Anlatım”, AÜİFD, Cilt 44,Sayı 1 ss. 293-311, (2003)
-Hacı Bektaş-ı Veli, Makâlât, çev. E.Coşan, H.Özbay, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, s. 6-7,31. (1990)
-Yunus Emre, Nasihatler Kitabı (Risâletü’n Nushiyye), (Haz. Z.Avşar), Ankara:Sistem Ofset, s. 20- 21, (2013)
-Tatcı, M., “Yûnus Emre’den Yolcuya Öğütler- Risâletü’n-Nushiyye”, Türk Ekini, Sayı, ss. 13-15, 6-25, (2019).

10 Ocak 2023 Salı

Ey Gönül...

Ey gönül;
Ol mâh cemâli kâşânende mihmân eyle sen
Lisân-ı hâl ile esrârından sual eyle sen
Dest-i kudrete talebini havale eylesen
Ref olur hicâbın edeb eylesen

Ey gönül;
Durma ! Mahperest-i Cemâl ol sen
Akıl ermez aşka çıkar bu yol bilsen
Bin kez kalb-i sengîn ile tavaf eylesen
"Bir" gönüle girmediyse boş ne söylesen

8 Ocak 2023 Pazar

Cahilin şaşkınlığı, alimin hayreti...


"İnsan", yeme-içme ve üreme güdülerinden vareste de değildir ibaret de değildir, bu vasıflar hayvansal organizmaların hepsinde de mevcuttur, ancak onlardan farklı olarak insanın idrak denilen bir hassası vardır.

İnsanın ruhsal tatmin yoksunluğu onu huzursuz kılar, depresyona temayülünü artırır.

Dışı ziyâdâr içi karanlık insanda iç âlemin dış âlemle irtibatı kurması, ince ve hassas canlı-cansız çevre dengesini görmesi, sebep-sonuç ilişkilerini iyi analiz edecek idrak ile bakması ve algılarını açık tutması elzemdir.

Hayatı doğru "OKU"mak gerekir...Peki, sadece harflerden müteşekkil kelimeleri mi okumalı insan !

Evrende mevcut olan her şey mânâ yüklü bir kelime mi ? sorusunun cevabını aramalı insan!

Sadece somut olanı, madde kesafeti ile gözümüze çarpanı isimlendirmek/anlamlandırmak yetmez, bu okumaya... görünenin bir hakikati, işaret ettiği veya yüklü olduğu bir mânâsı olduğunu tefekkür edecek insan..

Bu husus münevver olmayı, entellektüelliği gerekli ve zorunlu kılar...

Entellektüel ya da aydın veya münevver ise; zekâsını ve analitik düşünme melekesini kullanabilen kişidir...

Latince anlamak (intellectus), entellektüel kelimesinin kökeni olup, derinlemesine ve kapsamlı bilgi ve birikim gerektiren, somut/soyut konularda derinlemesine bilgi ve mânâya vakif kişi demektir..

Entellektüeller; fikir/bilgi üreten ve yayan mütefekkirler, akademya mensupları, san'atkârlar, bilim insanları; kültür, bilim ve san'at konularında uzman kabul edilenler olup, bu konulardaki bilgi ve birikimleri ile bunlar kültürel bir otoritedirler, toplumu aydınlatmak içün çabalayarak medeniyetin tesisi ve terakkisi adına gayret ederler.

Eskilerde tahsilli, bilgili kişiye münevver denilirdi. Daha sonraları bunun yerine aydın sözcüğü "kültürlü, okumuş, görgülü, ileri düşünceli (kimse)" anlamında kullanılmaya başlandı.

Terim entelijensiya şeklinde geniş çapta fikir dünyası kişilerini tanımlamada da kullanılmaktadır.
İnsani değer yargıları ve doğa bilimlerinin güncel problemlerinin çözümünde ihtiyaç duyulan her veriye üst düzeyde ulaşabilmek için yeterli beyin gelişimine sahip olan kişilerdir entelijansiya mensupları...

İnsan salt bilgi sahibi olmakla yetinmeli mi, yoksa bilgiye dayalı tefekkür ile, mânâ ve hakikâte vakıf olmanın ayırdına mı varmalı ?
Niyazı-i Mısrî derki:

"Kande gelir yolun senin ya kande varır menzilin,
Nerden gelip gittiğini anlamayan hayvân imiş."
"Cahilin şaştığı çoğu şey âlimi  tefekkür ve/veya hayret ettirir !"
Meselâ hiç cep telefonu görmemiş bir adamın görüntülü görüşme ile bir tanıdığı ile görüştürülmesi onu şaşkınlığa sevk eder, bu cahilliğinden gelir. Oysa internet, yazılım, elektromanyetik dalgalar, radyo dalgaları ve frekanslar hakkında bilgi sahibi bir kişi, olsa olsa buna ilk rastladığında hayret eder...

"Cep telefonları kablosuz iletişim sağlayan aletler olıp, mikrofon yardımıyla ses elektrik sinyallerine dönüştürülür. Telefon içindeki mikroçip elektik sinyallerini kullanarak bir radyo dalgasını modüle eder. Radyo dalgası da havayla birlikte yakındaki bir baz istasyonuna ulaşır. Baz istasyonu da bu radyo dalgasını konuştuğumuz kişiye gönderir ve süreç tam ters şekilde işledikten sonra karşı taraf sesimizi duymuş olur.
Görüntülü konuşma için konuşacak kişilerin mikrofonu, kamerası, hoparlörü ve görüntüyü görecekleri bir ekranları olmak zorundadır. Bunun yanında görüntüyü ve sesi sıkıştırıp dijital bir paket haline getiren ve daha sonra karşı tarafa ulaştığında tam tersi şekilde paketi açacak olan codec olmalıdır. Ayrıca, konuşmayı gecikme olmadan gerçek zamanlı yapmamız için ekoyu iptal edici bir yazılım ve verileri aktarmak için bir iletişim ağı olmalıdır. Anlık olarak alınan görüntü ve sesler codec ile sıkıştırılarak konuşan iki tarafın IP adresleri üzerinden karşı tarafa iletilir ve orada codec ile tekrar analog görüntü ve ses haline döner ve böylece görüntülü konuşma gerçekleşir. Yani görüntülü konuşma bir nevi bir sürü paketin karşı tarafa internet üzerinden iletilmesidir."(*)

Âlimin/ârifin hayreti, cahilin şaşkınlığından farklıdır. 

Ehl-i dikkat katreden ummâna eyler intikal, demiş Lâedri.

Cehâlet, akl-ı meaş’ın değil akl-ı mead’ın ilim ve irfândan mahrum kalmasıdır.
"Hislerle anlaşılan madde mânânın kesafeti, akledilen mânâ ise maddenin letaâfetidir." demiş irfân sahipleri... 

Buna göre maddeyi (baş gözü ile görüneni) mânâyı taşıyan/ihtiva eden bir zarf olarak bilmek gerek....meselâ; buz/kar katı görünür ancak hakikati sudur, suyu 2 maddenin atomlarının birleşmesi oluşturur, biri yakıcı öteki yanıcı iki gazın (H ve O) bu durumu hayreti mündemiç... her bir maddenin bir mânâsı vardır; bir başka deyişle, mânâ(lar)  madde üzerinden karakteristiklerini gösterir. Münevverin mütefekkirane bakışı buzu buz değil su, hatta iki gaz olarak akleder...

Fizikçiler maddeyi maddede mazruf enerji formları olarak görürler...

Bu bakış açısı ile; nereden gelip nereye gittiğini ve maddenin/eşyanın hakikatini bilmemek cehâlettir. Diğer bilgilerin hiç birini bilmeyen ama nereden gelip nereye gittiğini bilen ise câhil değildir...

Suretler alemiyle ilgili olarak bütün kozmoz mütefekkirler içün müşahede yolu ile hakikât âlemine kapılar açar. 

Evren ya mânâya dair işaretler olarak okunur veya sûretinde kalınır...Aslolan ise görünende görünmeyeni seziyor olmaktır...

Tefekkür çarkı işleyen akıl ile, tutku/arzu/heveslerin  esareti altında ufku ve görüş alanı dar, firaset ve basireti bağlı akıl aynı şeye bakar ancak aynı şeyi algılamaz, sezinlemez.
Aristo ve Eflatun gibi filozoflar içün "hayret" felsefenin başlangıcı olmuştur... 

İnsan hayret edebilmesiyle diğer yaratıklardan ayrılır, hayrete giden yol ise meraktan ve derûnî tefekkürden geçer.

İbrahim Hakkı Erzurumî bir şiirinde şöyle der:
“… Gel hayrete dal bir yol, Kendin unut O’nu bul, Koy gafleti hâzır ol, Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler…”

Bu babda bir niyâz şöyledir: "Rabbim, senin hakkındaki hayretimi artır"

Zihinlerindeki mevhumları hakikat gibi vehmeden ve sanrıları içinde boğulan insanın hakikate yol alması kolay mı !?

Ne dersiniz ?
_______________________

6 Ocak 2023 Cuma

Kimdir fani ya Bakî kim ?

İlâhi hitabı okumadın mı?
Yok deme...münasebetsizlik etme !
Kâinat bir kitab, okur-yazara
Neler neler söyler, bana ne deme !
Kıssalardan al dersini
Bunda hissem yoktur deme
Adetullah hiç değişmez
Dünde kalmış bunlar deme
Ektiğini bitiren kim
Kim kiracı kimdir mukim
Kimdir fani ya Bakî kim ?
Hiçbir işi kalmaz akim...

Dinleyen ârif, söyleyen hassas...


Ârif, iç âlemi manevi olarak arınmış sezgisi yüksek, derûna dair bilgi ve tecrübesi ile anlayışı isabetli ve keskin kişidir.

Buradan hareketle, ârifin söylediğini dinleyenin de anlaması içün onunda mârifeti olması gerekir....irfân ehlinin mutlak hakikât ve kast-ı mahsûsası ârife mâ'lûm, nâ-ehile sırlıdır ...

Ârif olan hayrı, hikmeti ve ni‘meti Rabbinin Cemâl tecellisi, şer ve musibeti ise Celâl tecellisi olarak bilir...onun için edeb, mübtedi için tevbe gibidir, denir !
Rol sahipleri nezâket, nezâfet, edeb ve rikkat sahibi ise, seyircisi, izleyip gözleyeni de ayne'l yakin mesabesinde aynı hassasiyete bürünür ki...oynayanın oyundaki rolünün yansıması seyredenin kendi iç âlemi ve gerçekleri ile yüzleşmesine sebep de olur çoğu kez !
Yahyâ Kemâl üstâdın dediği gibi; "Dinleyen söyleyen kadar ârif, seyreden oynayan kadar hassas" olur ise; işte o vakit,  insanlık ihyâ olur, âbâd olur !

İnsanlık âlemi nasıl mı ?
Bildiğiniz gibi !

Vesselâm...

4 Ocak 2023 Çarşamba

Acemi müneccimler...tûl-i emel...

Muhammed İkbal diyor:
“Aklın ölümü fikirsizlik, kalbin ölümü zikirsizliktir.”

Nice akıllı(!) vardır çok uzak (erişilmez) menzilleri kendi içün hedef seçer de, önünü görmekten acizdir.

Burnu havada, aklı ırakta, gözü dorukta olandan önündeki çukuru görmesi beklenemez...

Hz.Peygamber'in "Tûl-i emeli terkediniz" evrensel mesajı sayılı nefes ve belirli gün sayısına sahip bir ömrü aşan erişilmez hedeflerin insanı yapması gereken şeyleri yapmaktan alıkoyacağını gözümüzün önüne sermektedir...

Tûl-i emel, insanı hırs, tamah, açgözlülük, heva, heves ve arzular cehennemine doğru şaha kaldırır da azîz ömrü heba ettirir...

Ne derler:"Eldeki bir kuş, daldaki iki kuştan iyidir". Nefes aldığın günün kıymetini bil, yapman gerekeni yap, uzak yarınların hayaline dalarak bugünü elden kaçırma...

Nitekim mutlak hakikât içün buyrulurki:
“Onların ecelleri geldiği zaman ne bir an geri kalabilirler ne de öne geçebilirler.” (Nahl sûresi, 61)

Kabristanda yatanların da hedefe koydukları yapacakları çok işleri vardı, ancak ömürleri vefa etmedi....

Vesselâm...

1 Ocak 2023 Pazar

Şahin ve yapalak...


Kedilerden mülhem...

Kediler...ne çok şey söylerler !

Eyvallahı yoktur onların yiyecek uzatana, yerler, rızkı kendilerine veren eli sebep bilir, rızık sahibini, El-Rezzak'ı görürler...

Kimi kez bir gözü kapalı uyur, onunla iç âlemi rasat eylerler, açık olanıyla dış âlemi...

Bulundukları mekânda olanlara zamanı bereketlendirirler, zaman genişlemesini hissettirirler...

Daima dört ayak üstüne düşerler, hiç bir durum onları kendi ayakları üstünde durmaktan alıkoyamaz...

Fare deliği önünde kılını kıpırtdatmadan çok uzun zaman sabırla beklerler...
İnsanlar 20.000 Hz’e kadar olan frekansları işitir, kediler ise 100.000 Hz’e kadar olan frekansları duyabilirler...

İnsanların burun deliklerinde 5 milyon koku reseptörü varken kedilerde bu tip reseptör sayısı 200 milyona yakındır.
İrfân ehli kedinin mırıltısının Allah’ı er- Rahim/ya Rahim ismiyle zikir etmesi olarak ifâde eder...

Psikiyatr Prof. Dr. Nevzat Tarhan; "Kedi, sevginin kokusunu alıyor, bu şekilde kişiye bağlanıyor" diyerek, hayvan seven insanlarda oksitosin hormonunun salgılandığını, bu nedenle insanların kendilerini hayvan severken huzurlu hissettiğini bilimsel araştırmalar ortaya koymuş diyor...
Bir fıkra: Temel'in Kedi ile Sınavı

Temel'in evine bir kedi dadanmış. Temel dayanamamış, bir gün kediyi almış, ormanlık bir yere bırakıp eve dönmüş. Biraz sonra kedi çıkagelmez mi?

Temel tekrar götürmüş öbür yamaçtaki ormana. Kedi gene gelmiş eve..

Çok kızmış Temel. Kediyi çok uzak ve yolları karma karışık bir yere bırakmış bu defa..

Ne var ki eve dönerken bu defa kendisi yolu şaşırmış.. Aramış aramış, bir türlü bulamamış. Evi telefonuyla aramış..

- Fadime, kedi geldi mi?
- Az evvel kapıdan girdi..
- Söyle o (......) kediye.. Gelsin beni alsın!.
Muhabbet üzere, vesselâm...