Bu ögelerin eğitim amaçlı kullanımına gelince; gerek aile içinde gerekse yaygın eğitim vasıtalarında yerli yerince kullanılmaması en büyük sorun malesef.
Üniversitelerdeki Türk halk bilimi bölümleri son zamanlarda kaybolmaya yüz tutmuş kültür ögeleri olan mani, ağıt, menkibe, yemek, ninni gibi sözlü kültürel mirasımıza sahip çıkıyorlar.
Bunlar aslında öğretici-eğitici unsurlar içeren ve nakil yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılan çocuk ve gençlik dönemlerinde kişiliğin ve müsbet ahlâkın oluşması ve oturmasında önemli mücerret (soyut) öğeler.
Eğitim ve öğretimin üç temel ayağı; göze, kulağa hitab etmenin yanında uygulamaların içinde olmak şeklinde dillendirilebilir.
Eğitim için okur-yazar olmak yetmiyor !
Eğitim sistemi ile ilgili makro politik yaklaşımlar ile okur-yazar oranını artırmak için çabalarız yıllardır.
Okurumuz bunu tabela ve sür manşet başlıkları okumak, yazmayı bilenimiz ise bakkal hesabı yapmak ve dilekçe yazmaktan öteye götürebiliyor mu…!
Okur-yazarlığın yanına bir de anlamak eğitimi verilse ne iyi olacak..
Anlamanın önünde ise bir çok engel var…kanaatimize göre en mühimi ise kelime hazinesinin yetersizliği, söz dağarcığın kısıtlı olması !
Düşünün ki; yüksek öğretim sıralarından geçmiş olanların hatırı sayılır bir kısmı sadece işini yapacak kadar kendi konusunu biliyor, uzmanlık alanı dışında kalan kültür-san'at-edebiyat sahalarındaki eksikliğini bilmiyor/gidermiyor… siz istediğiniz kadar "Sosyal Devlet"ten bahis açın, kağıt üzerinde makro politikalar üzerinde çalışın.
"Sosyal Toplum" ortada yok ise "Sosyal Devlet" kağıt üzerinde kalır.
Hele muallim (ta'lim ve terbiye eden, ilim öğreten)ler eğer yetersiz ise, onların eğittikleri toplumun vücûdun ihtiyaç, rahat ve konforunu temin hedefinden başka gayesi olmaz…
Sosyalleşmeye gelince…"vur patlasın-çal oynasın" mekânlarında yahut "sosyal otlangaç"larda arz-ı endâm etmek, bir yerlerde oturup kahve yudumlarken arkadaş çekiştirmek, "sosyal medya"da geyik yapmak vs. kültürü ile hay-huy içinde geçen debdebeli sosyal(!) insanın hebâ olan ömrü !
Okuduğunu anlamak için mâ'nâya vakıf olmak gerektir ki, etimoloji tabir edilen kelime köken biliminden bî-haber olunur ise bu da muhaldir.
Zengin bir kelime dağarcığı, anlam-bilim açısından şarttır, elzemdir, olmazsa olmazlardandır.
Halen 2.5 milyon kişi okur-yazar değil ülkemizde. Okur-yazar olanlarımızın kitap okuma oranında ise Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) verilerine göre dünya sıralamasında 86. sıradayız…
Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) geçtiğimiz yıl verilerine göre, ülkemizde kitap okumaya kişi başına ayrılan süre günde sadece bir dakika iken; internette 3 saat, televizyon başında 6 saat vakit geçiriyor insanımız.
Sürekli kitap okuyanların oranı ise yaklaşık binde bir. Dünyada en fazla kitap okuyan İngiltere ve Fransa’da bu oran yüzde 21, Japonya'da yüzde 14, ABD'de ise yüzde 12 civarında. “Binde bir”lik kitap okuma oranı ile afrika ülkeleri ligindeyiz….
Yine istatistik kurumu TÜİK’e göre ise Türkiye'de ihtiyaçlar listesinin ancak 235. sırasında kitap yer alıyor.
Dünyada kitap için kişi başına1,3 dolar harcanırken Türkiye’de sadece çeyrek dolar harcanıyor...
Bir diğer tesbit ise, en az okuyucusu olan kitap serileri edebiyat, felsefe ve araştırma kitapları.
Yine UNESCO'ya göre Türkiye, çocuklara kitap hediye etme konusunda 180 ülke arasında 140'ıncı sırada...
OECD, 3 yılda bir yayınladığı ve ülkelerin eğitim sistemlerini ölçtüğü Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Raporu(PISA )nun, PISA-2016 yılı verilerine göre Türkiye anlama derecelendirmesinde 64 ülke arasında matematikte 45’nci, okuduğunu anlama da 37’nci ve fen bilgisinde 41’nci sırada yer alarak OECD ülkelerinin gerisinde ye almaktadır.
Evet okur yazarlığı olmayan kişi sayımız her 35 kişide 1 kişi….okur-yazar olanların çoğu okumuyor ise, varsayalım ki okuyor, bir de anlamıyorsa…işte asıl mes'ele bu !
Devletler kurmuş, zengin kültürel birikimini tarihî köklerinden besleyen milletimiz; kültür kodlarının yeni nesillere aktarılmasında, yaygın eğitim vasıtalarını örgün eğitim vasıta ve kurumlarının yanı başında her daim bulundurmuştur.
Dışımızdaki dünyada durum nedir diye bakacak olursak; mesela avrupa birliğinde "Hayat boyu öğrenme programı (The Lifelong Learning Programme -LLP)" 2007-2013 döneminde uygulanmak üzere, hayat boyu öğrenme marifetiyle Birliği tam sosyal uyuma ve sürdürülebilir ekonomik kalkınmaya sahip ileri bir bilgi toplumu haline getirmeye katkı sağlamak için oluşturulmuştur. Hayat boyu Öğrenme programının bünyesinde dört adet sektörel alt program (Comenius, Erasmus, Leonardo da Vinci, Grundtvig) ve bunlara ek olarak Ortak Konulu Program (Transversal) ve Jean Monnet programı bulunmaktadır
Birlikteki Hayat boyu Öğrenme Programı, bir önceki dönem programları olan Socrates ve Leonardo da Vinci programlarının yerini alan bir çatı program niteliğinde oluşturulmuştur.
Bizim bin yıllık tarihsel süreçte uyguladığımız; okul öncesi, ilk, orta, yüksek öğretim, yetişkin eğitimi gibi farklı yaş grubunu oluşturan kitlelerin örgün/yaygın eğitim çerçevesinde öğrenme süreçlerini malesef bugün batı dünyasından almak üzere Avrupa birliği müktesebatı çerçevesinde uygulamaya çalışmaktayız.
Toplumu kültür, edebiyat ve san'at, hatta inanç konusunda besleyecek örgün/yaygın eğitimi çok ihmal etmişiz.
Bu boşluğu gören emperyal zihniyet her zaman olduğu gibi gizli-açık vasıtaları kullanarak bu boşluğu doldurma peşinde…hem de bizdenmiş gibi görünerek bu toplumsal dinamiklerin içini boşaltma çabası içine girerek…
Gerek eğitim ve inanç, gerekse kültür-san'at ve edebiyat, hatta filozofi sahalarında örgün eğitim kurumlarına ilaveten yaygın eğitim/ömür boyu eğitim kurumlarına ihtiyaç var ki, bunlar çağdaş özel/tüzel yahut "STK"lar şeklinde yapılandırılıp millete mal edilirken, devletin koordinatörlüğü ve gözetiminde olmalıdır.
Dünyayı yeniden keşfetmenin mânâsızlığı bir kenara, kültürümüzü öğrenmek sahip çıkmak ve genç kuşaklara aktarmak için bu tür sosyal ve kültürel kurumlar yeniden gündeme alınmalı…
Ben buna ocak kültürü diyeyim siz başka bir isim koyun, farketmez.
Mesela Ahîlik kültürü ve lonca sistemi ile iyi insan-iyi esnaf ve zenaatkâr yetişmiyor muydu ?…
Meselâ, Bektaşi ocaklarında ömür boyu ilim-irfan yaygın eğitimi verilmiyor muydu ?…
Meselâ, Mevlevî ocaklarında san'at (özellikle mûsıkî) ve edebiyat sahasında eğitim ve irfanı yüksek insan tipleri toplumu tenvir etmiyor muydu ?
Ya'ni bu ocaklarda öncelikle "insan" yetiştiriliyor, buralar eğitim ve kültür kurumları olarak faaliyet gösteriyorlardı...
Millî ve manevî kültürünün öğrenilmesinde devlet işte bu misyonu üslenmelidir...
Değilse bu boşluğu doldurma hevesinde olan ajan-provakatörlerin elinde millet düşmanı hainler yetişirken toplum da doğrudan yahut dolaylı olumsuz etkilere maruz kalmış oluyor.
Evet, toplumu devlet yönlendirecek…
Böylece hem devlet "sosyal devlet" olacak hem de millet "sosyal toplum" olacak…dış etkilere ve yozlaşmaya da gönül kapıları kapatılmış olacak.
"Yurdumun üstünde tüten ocak"ların temellendirilmesi ve yaygınlaştırılması dileği ile…
Eğitim ve öğretimin üç temel ayağı; göze, kulağa hitab etmenin yanında uygulamaların içinde olmak şeklinde dillendirilebilir.
Eğitim için okur-yazar olmak yetmiyor !
Eğitim sistemi ile ilgili makro politik yaklaşımlar ile okur-yazar oranını artırmak için çabalarız yıllardır.
Okurumuz bunu tabela ve sür manşet başlıkları okumak, yazmayı bilenimiz ise bakkal hesabı yapmak ve dilekçe yazmaktan öteye götürebiliyor mu…!
Okur-yazarlığın yanına bir de anlamak eğitimi verilse ne iyi olacak..
Anlamanın önünde ise bir çok engel var…kanaatimize göre en mühimi ise kelime hazinesinin yetersizliği, söz dağarcığın kısıtlı olması !
Düşünün ki; yüksek öğretim sıralarından geçmiş olanların hatırı sayılır bir kısmı sadece işini yapacak kadar kendi konusunu biliyor, uzmanlık alanı dışında kalan kültür-san'at-edebiyat sahalarındaki eksikliğini bilmiyor/gidermiyor… siz istediğiniz kadar "Sosyal Devlet"ten bahis açın, kağıt üzerinde makro politikalar üzerinde çalışın.
"Sosyal Toplum" ortada yok ise "Sosyal Devlet" kağıt üzerinde kalır.
Hele muallim (ta'lim ve terbiye eden, ilim öğreten)ler eğer yetersiz ise, onların eğittikleri toplumun vücûdun ihtiyaç, rahat ve konforunu temin hedefinden başka gayesi olmaz…
Sosyalleşmeye gelince…"vur patlasın-çal oynasın" mekânlarında yahut "sosyal otlangaç"larda arz-ı endâm etmek, bir yerlerde oturup kahve yudumlarken arkadaş çekiştirmek, "sosyal medya"da geyik yapmak vs. kültürü ile hay-huy içinde geçen debdebeli sosyal(!) insanın hebâ olan ömrü !
Okuduğunu anlamak için mâ'nâya vakıf olmak gerektir ki, etimoloji tabir edilen kelime köken biliminden bî-haber olunur ise bu da muhaldir.
Zengin bir kelime dağarcığı, anlam-bilim açısından şarttır, elzemdir, olmazsa olmazlardandır.
Halen 2.5 milyon kişi okur-yazar değil ülkemizde. Okur-yazar olanlarımızın kitap okuma oranında ise Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) verilerine göre dünya sıralamasında 86. sıradayız…
Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) geçtiğimiz yıl verilerine göre, ülkemizde kitap okumaya kişi başına ayrılan süre günde sadece bir dakika iken; internette 3 saat, televizyon başında 6 saat vakit geçiriyor insanımız.
Sürekli kitap okuyanların oranı ise yaklaşık binde bir. Dünyada en fazla kitap okuyan İngiltere ve Fransa’da bu oran yüzde 21, Japonya'da yüzde 14, ABD'de ise yüzde 12 civarında. “Binde bir”lik kitap okuma oranı ile afrika ülkeleri ligindeyiz….
Yine istatistik kurumu TÜİK’e göre ise Türkiye'de ihtiyaçlar listesinin ancak 235. sırasında kitap yer alıyor.
Dünyada kitap için kişi başına1,3 dolar harcanırken Türkiye’de sadece çeyrek dolar harcanıyor...
Bir diğer tesbit ise, en az okuyucusu olan kitap serileri edebiyat, felsefe ve araştırma kitapları.
Yine UNESCO'ya göre Türkiye, çocuklara kitap hediye etme konusunda 180 ülke arasında 140'ıncı sırada...
OECD, 3 yılda bir yayınladığı ve ülkelerin eğitim sistemlerini ölçtüğü Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Raporu(PISA )nun, PISA-2016 yılı verilerine göre Türkiye anlama derecelendirmesinde 64 ülke arasında matematikte 45’nci, okuduğunu anlama da 37’nci ve fen bilgisinde 41’nci sırada yer alarak OECD ülkelerinin gerisinde ye almaktadır.
Evet okur yazarlığı olmayan kişi sayımız her 35 kişide 1 kişi….okur-yazar olanların çoğu okumuyor ise, varsayalım ki okuyor, bir de anlamıyorsa…işte asıl mes'ele bu !
Devletler kurmuş, zengin kültürel birikimini tarihî köklerinden besleyen milletimiz; kültür kodlarının yeni nesillere aktarılmasında, yaygın eğitim vasıtalarını örgün eğitim vasıta ve kurumlarının yanı başında her daim bulundurmuştur.
Dışımızdaki dünyada durum nedir diye bakacak olursak; mesela avrupa birliğinde "Hayat boyu öğrenme programı (The Lifelong Learning Programme -LLP)" 2007-2013 döneminde uygulanmak üzere, hayat boyu öğrenme marifetiyle Birliği tam sosyal uyuma ve sürdürülebilir ekonomik kalkınmaya sahip ileri bir bilgi toplumu haline getirmeye katkı sağlamak için oluşturulmuştur. Hayat boyu Öğrenme programının bünyesinde dört adet sektörel alt program (Comenius, Erasmus, Leonardo da Vinci, Grundtvig) ve bunlara ek olarak Ortak Konulu Program (Transversal) ve Jean Monnet programı bulunmaktadır
Birlikteki Hayat boyu Öğrenme Programı, bir önceki dönem programları olan Socrates ve Leonardo da Vinci programlarının yerini alan bir çatı program niteliğinde oluşturulmuştur.
Bizim bin yıllık tarihsel süreçte uyguladığımız; okul öncesi, ilk, orta, yüksek öğretim, yetişkin eğitimi gibi farklı yaş grubunu oluşturan kitlelerin örgün/yaygın eğitim çerçevesinde öğrenme süreçlerini malesef bugün batı dünyasından almak üzere Avrupa birliği müktesebatı çerçevesinde uygulamaya çalışmaktayız.
Toplumu kültür, edebiyat ve san'at, hatta inanç konusunda besleyecek örgün/yaygın eğitimi çok ihmal etmişiz.
Bu boşluğu gören emperyal zihniyet her zaman olduğu gibi gizli-açık vasıtaları kullanarak bu boşluğu doldurma peşinde…hem de bizdenmiş gibi görünerek bu toplumsal dinamiklerin içini boşaltma çabası içine girerek…
Gerek eğitim ve inanç, gerekse kültür-san'at ve edebiyat, hatta filozofi sahalarında örgün eğitim kurumlarına ilaveten yaygın eğitim/ömür boyu eğitim kurumlarına ihtiyaç var ki, bunlar çağdaş özel/tüzel yahut "STK"lar şeklinde yapılandırılıp millete mal edilirken, devletin koordinatörlüğü ve gözetiminde olmalıdır.
Dünyayı yeniden keşfetmenin mânâsızlığı bir kenara, kültürümüzü öğrenmek sahip çıkmak ve genç kuşaklara aktarmak için bu tür sosyal ve kültürel kurumlar yeniden gündeme alınmalı…
Ben buna ocak kültürü diyeyim siz başka bir isim koyun, farketmez.
Mesela Ahîlik kültürü ve lonca sistemi ile iyi insan-iyi esnaf ve zenaatkâr yetişmiyor muydu ?…
Meselâ, Bektaşi ocaklarında ömür boyu ilim-irfan yaygın eğitimi verilmiyor muydu ?…
Meselâ, Mevlevî ocaklarında san'at (özellikle mûsıkî) ve edebiyat sahasında eğitim ve irfanı yüksek insan tipleri toplumu tenvir etmiyor muydu ?
Ya'ni bu ocaklarda öncelikle "insan" yetiştiriliyor, buralar eğitim ve kültür kurumları olarak faaliyet gösteriyorlardı...
Millî ve manevî kültürünün öğrenilmesinde devlet işte bu misyonu üslenmelidir...
Değilse bu boşluğu doldurma hevesinde olan ajan-provakatörlerin elinde millet düşmanı hainler yetişirken toplum da doğrudan yahut dolaylı olumsuz etkilere maruz kalmış oluyor.
Evet, toplumu devlet yönlendirecek…
Böylece hem devlet "sosyal devlet" olacak hem de millet "sosyal toplum" olacak…dış etkilere ve yozlaşmaya da gönül kapıları kapatılmış olacak.
"Yurdumun üstünde tüten ocak"ların temellendirilmesi ve yaygınlaştırılması dileği ile…