Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

10 Aralık 2022 Cumartesi

Güç, hak, müstehâk ve adâlet...


Mevlânâ derki;
"Güç, adâlettir; adâlet ise herkese lâyık olduğunu vermektir"
Adil olunuz, gücünüz varsa adâleti inşâ ve ihyâ ediniz. Çünkü zayıfların hak ve hukukunu güç(lü) korur, korumalıdır. 
Muktedirlerin kılı kırk yararak Hakk'ı teessüs ettirmek sorumluluğu yanında, tasarruflarının vebâli de vardır...
Kim neye lâyık ise onu alması hem hukukun gereği, hem de Hakk'ın hak sahibine teslimidir, bu hak mükafatsa mükafat, ceza ise cezadır, olmalıdır...
Ni'met de külfet de, yemek de, falaka da bu kapsamdadır...
Hak etmeyene hak etmediğini vermek adâleti ayak altına almaktır ve bu ikrâmdan sayılmaz, velevki iyilik  namına icrâ edilsin.
"Müstehâkını bul "diye bir ilenme vardır ki, bu işi Allah'a havale etmek mânâsınadır...işte onun müstehâkını bulması artık Allah'a kalmıştır...zerre kadar hayır veya şerrin karşılığı verilecek, hesabı görülüp defteri dürülecektir.
Tencere kapağını, çarpık ayakkabı çarpık ayağı bulur derler. 
Çekirge zıplama haklarını sonuna kadar kullansa da neticesi mâlûmdur...
Allah'ın hakkı üçtür derler...
Bu hakkın sorumsuzca kullanılması ve  (yanlışta/kusurda) haddi aşıp
riayet etmemekteki ısrar hakkında ne çok ibretlik hikâye anlatıldı, yazıldı, çizildi !
Gayesi “hakkı bulmak” olanın, “hakka uygun davranma”ması ne demek !
İnsanı insan yapan ve onu diğer varlıklardan üstün kılan şart; hakka dair bilgi sahibi olmak ve o bilgi doğrultusunda yaşamaktır.
Hak her şeyin varlığının ve gerçekliğinin sebebidir; sebebi fark ile hakka ulaşılır.
Fârâbî hak için derki:
"Aklın dış dünyada var olan gerçekliği tam bir uygunlukla kavraması”...