Bunu zorlama ile değil arzu ve istekle yapmaktır.
İnsanın üzerinde hüküm süren şartlar ve tabiatından kaynaklanan değişen istekleri, onu gaflete sürükleyerek teslimiyet hâlinden uzaklaştırır.
İçselleştirilmiş teslimiyyet, yâ'ni kalb ile tasdik edilmiş din, her hâl ve şartta hayata yansır, değilse lafzî bir ikrâr, zaman zaman uyulan, çoğu zaman "ötelenen", uyulmayan kurallar manzumesi olarak dağarcıkta taşınan bir bilgi olur.
"Kur'an'ın nasihatleri kalbi Allah ile beraber olan ve göz açıp kapayıncaya kadar da olsa O (C.C.)'ndan gafil olmayanlar içindir." der bir hikmet ehli (Şibli). Bir diğeri de der ki:
"En iyi ibadet dini anlamaktır"( İbn-i Abbas).
Anlayış makamı kalb olunca, sözün idraki kalbin taşıdığı ile içselleşir. Algı ve anlayışı pekiştiren şeyler ise işitme ve ilhamdır.
Bunun sabit kadem olduğu kalb basiret sahibi olur.
Kalbi diriliğini yitirmiş olan, nefsin şehvet (her türlü heves, arzu, ihtiraslar) lerinin ardı sıra sürüklenen insanın basireti (kalbî görüş, anlayış, hissediş) kapalıdır.
Allah Teâlâ'ya kulak vermeye mani olan her şey nefisden kaynaklanır.
Bitmek tükenmek bilmeyen arzu ve isteklerin ardınca koşmak, doymak bilmeyen bir iştihâ ile zevk ve tad duygularını tatmin için uğraşmak, meyve ağaçları olan güzelce bir bahçeyi dikenlerin sarıp meyveli ağaçların gelişmesini engellemesi gibidir.
İnsanın kalbi de böyle bir bahçe gibidir, rahmani sevginin konağı olan mutlak sevgi kalbe yerleşmiş ise insan ruhunu “Huzur-u İlâhi”ye bağlayacak bir bağ olur.
Sezgi kabiliyeti ile ilim kapısının tokmağı çevrilir, buradan ilme ulaşılır, ilim ise amel için gerekli alt yapıyı oluşturur.
Kur’ân âyetlerindeki ilâhi hususiyetler sadece okunması veya işitilmesi için değil, öğrenilenlerin kalbî olarak tasdikini, kalbî duyuşu, (Onları Allah anılınca kalpleri ürperir) ve gereğini yapmayı ve yaşamayı gerektirir, ve bunun için va’z edilmiştir, edilmektedir.
Bu anlayış (fehâmet) Allah'ın azamet celâl, cemâl ve kemâlinin içsel(enfüs) ve dışsal (afak) dünyada fiiliyata dönüştüğünü, ilâhî kelâmın fiillerinin tecelli ettiğini idrak etmekten geçer.
Tecellileri müşahade ise ancak kalbin basiretli olması ile mümkündür.
Kalbî anlayış, ilham ve duyuşun tabi neticesidir.
Kalbin ölümü nefsin şehvetlere dalmasındandır. Allah Teâlâ'ya kulak vermeye mani olan her şey nefisden kaynaklanır.
Bunun sabit kadem olduğu kalb basiret sahibi olur.
Kalbi diriliğini yitirmiş olan, nefsin şehvet (her türlü heves, arzu, ihtiraslar) lerinin ardı sıra sürüklenen insanın basireti (kalbî görüş, anlayış, hissediş) kapalıdır.
Allah Teâlâ'ya kulak vermeye mani olan her şey nefisden kaynaklanır.
Bitmek tükenmek bilmeyen arzu ve isteklerin ardınca koşmak, doymak bilmeyen bir iştihâ ile zevk ve tad duygularını tatmin için uğraşmak, meyve ağaçları olan güzelce bir bahçeyi dikenlerin sarıp meyveli ağaçların gelişmesini engellemesi gibidir.
İnsanın kalbi de böyle bir bahçe gibidir, rahmani sevginin konağı olan mutlak sevgi kalbe yerleşmiş ise insan ruhunu “Huzur-u İlâhi”ye bağlayacak bir bağ olur.
Sezgi kabiliyeti ile ilim kapısının tokmağı çevrilir, buradan ilme ulaşılır, ilim ise amel için gerekli alt yapıyı oluşturur.
Kur’ân âyetlerindeki ilâhi hususiyetler sadece okunması veya işitilmesi için değil, öğrenilenlerin kalbî olarak tasdikini, kalbî duyuşu, (Onları Allah anılınca kalpleri ürperir) ve gereğini yapmayı ve yaşamayı gerektirir, ve bunun için va’z edilmiştir, edilmektedir.
Bu anlayış (fehâmet) Allah'ın azamet celâl, cemâl ve kemâlinin içsel(enfüs) ve dışsal (afak) dünyada fiiliyata dönüştüğünü, ilâhî kelâmın fiillerinin tecelli ettiğini idrak etmekten geçer.
Tecellileri müşahade ise ancak kalbin basiretli olması ile mümkündür.
Kalbî anlayış, ilham ve duyuşun tabi neticesidir.
Kalbin ölümü nefsin şehvetlere dalmasındandır. Allah Teâlâ'ya kulak vermeye mani olan her şey nefisden kaynaklanır.