Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

29 Ekim 2021 Cuma

Taş kafa, yontmak ve yontulmak üzerine...

Bu yazıya bir Behlül Dânâ hikâyesi ile başlayalım:

Halife Harun Reşid döneminde yaşayan ve meczûb velilerden olan Behlül Dânâ hazretleri, pazar yerine elinde üç kuru kafayla gelir. 
Kuru kafaların üzerinde şunlar yazmaktadır: 
Taş kafa, boş kafa ve hoş kafa… 
Yine insanlara bir ders vermek niyetindedir... Nihayet, onu gören pazar halkı yanına gelip sorarlar:
 
-De hele ey Allah’ın sevgili kulu, bu kuru kafalarla bize nasıl bir nasihat vermek istersin?

Behlül Dânâ hazretleri, baş tarafta duran kuru kafayı eline alıp, yukarı kaldırarak anlatmaya başlar:

-Dinleyin ey müminler! Bu kuru kafa hayatta iken kimsenin sözünü dinlemez, her vakit kendi bildiğini yapardı. Kendisine yapılan en güzel nasihatlerden zerre kadar nasiplenmedi. Onun için bunun adı "taş kafa"dır, benim indimde beş para etmez.

Onun yanındaki ikinciyi eline alır ve der ki:
-Bu kuru kafa ise, dünyada iken her faydalı nasihati can kulağı ile dinledi, fakat o nasihatleri hayatına hiç tatbik etmedi. Yine kendi bildiği doğruları kabul etti. Bu sebepledir ki, bu kafanın adı "boş kafa"dır. Benim yanımda, eh, birazcık değeri vardır...

Nihayet üçüncü kafayı eline alır ve halka şöyle der:
-Bu ise, "hoş kafa"dır. Çünkü hayatta iken her nasihate kulak verdi, bu nasihatleri hayatında tatbik etti. Her nasihatten bir ders alıp hayatını ona göre yaşadı. Her işini istişare ile yaptı. Bu yüzden hep başarılı oldu. İşte bu yüzden mutlu olmayı bildiği için ahiretine de hazırlıklı gitti. Buna, ağırlığınca altın verilse yeridir...

Dinleyenler; "Allahü teala senden razı olsun ey Behlül. Biz bu sözlerinden hissemize düşen nasihati aldık" diyerek işlerine dağıldılar...
★★★
Kil yahut çamura şekil vermenin kolaylığı yanında taşı yontarak şekil vermek zordur, hele hele o taş granit veya mermer gibi sert ise...

Lisânımızda yontmak tabiri ağaç işçiliği/oymacılığı, taş/mermer işçiliği için kullanılır.

İnsanoğlu tarihinde yontma taş devri insanın evolusyonu ve alet kullanımı açısından bir devrin ismi...

Eğitime yontmak ve yontulmak açısından bakılacak olursa; insanın her yaşta eğitilmeye hazır aklı ve uzuvları mevcut olduğuna göre, terbiye/eğitim yolu ile ustanın elinde istenilen formata gelinceye kadar ham hâli yontularak ona şekil verilebilir.

Bunun için talebin olması, talibin gayret ve iştiyakı, ilkeler, sürecin şartlarına uyarak gereklerinin ifa edilmesi gerekir.

Aslında bu süreç sonlu da değildir, neredeyse beşikten mezara kadar uzar gider.

Ancak kaba saba bir materyalden san'at eseri ortaya çıkarmak maharet, ustalık, bilgi ve sabır ister.

Taş ustası sabrı ve titizliği ile çivi/keski lere vurulacak her bir çekiç darbesinin şiddeti yanında açısı da çok önemli tabi...ustalık ölçüyü kaçırmadan, gereğinden fazla derine inmeden gereken yeri gereği gibi ve kadar yontmayı gerektirir...

Bazı kişiler için taş kafalı, taş gibi, ham ervah, yontulmamış, patavatsız, görgüsüz, insanlıktan nasibini alamamış vb. yaftalar kullanılır.

Bu yaftalar gerçekte testiden sızan içindekinin görünür olması yüzündendir, çünki insanın insaniliği davranış kalıplarında görülür.

Atlar için de vahşi yahut eğitimli tabirlerini kullanmıyor muyuz ?

Hayvan terbiyecileri, seyisler gibi meslek erbâbları yaratılış sınırları içinde bu türler için bir eğitim programı uygulayarak onları ehlileştirirler.

Yâni onların mâ'nâ iklimlerindeki iyi/güzel olanı öne çıkarır, aksi olanları terk etmelerini sağlarlar.

Ego denilen kaba/saba, bencil, empati yoksunu, mütekebbir materyalden zarif, naif, estetik, ince fikirli, hoşgörülü, evrene karşı yüksek sorumluluk sahibi, kötü ve kötülükle mesafeli, ilim ve irfânı ile kemâl sahibi olanın ortaya çıkışı da böyle bir süreç ile mümkün olabilir, bu ise tıpkı vahşi bir türün terbiye ile ehlileşmesi veya bir şekilsiz taştan heykeltraşın  hayranlık uyandıran bir heykel yapması gibi olup,  öyle pek de kolay değildir. 

Yer çekimi, yeryüzünün ve nimetlerinin cazibedâr oluşu ego için bir kararlılık seviyesi oluşturduğundan, bu çekim alanı dışına çıkmak bir cehdi zorunlu kılar. Bu ise çamur banyosuna alışık bir mandayı bundan vazgeçirmekten bile daha zor olabilir.

Ya yontulan ya da yontabilen olmak var....
Usta bir elmas yontucusunun elindeki mücevher gibi işlenmek var, yahut toprağın derinliklerinde cevher olarak kalmaya devam etmek var...
Yalçın kayalıklarda yalnız ve dik başlı taşlar için veya yılkı atı sürüleri için her ne kadar bunlar imkansızsa da !
★★★
Sabır ile koruk üzüm olur !
Hay'dan geldiğini bilen de bilmeyen de nihayetinde Hû'ya gider...
★★★
Sözü, söz sultanı Hacı Bayram-ı Veli'ye bırakalım:
"Şâkirtleri taş yonarlar varıp üstâda sunarlar
Çalab'ın adın anarlar ol taşın her pâresinde"

26 Ekim 2021 Salı

O tıpkı mâbede benzer...

Kalbe dokunan sözler vardır, nağmeler vardır, tutumlar vardır.

Kalp kalıptır, ruhi izdüşümdür
Kalb yâ'ni gönül, bir alemden ötekine, cismaniden ruhaniye bağlanan bir tünel, nûrlar âlemine açılan penceredir.

İlham ve vesvese, hannas ve vehim kalpde yer tutmaya çalışırlar.

Kalp bir tünel, bir geçit, bir şose ki, her türden hayalât, fikir, düşünce, duyumsama, iyi/kötü, orada sürekli geliş-gidiş hâlindedirler. Gelip gidenler arasından sinek de bal arısı da kendilerine uygun olanını tercih edecektir ! Malum bal arısının gübreyle işi olmaz...

Kalp bir mâbed gibidir, tapınılacak olanı ise orda yer tutan ne ise o.

Kalbe dokunan hâller vardır, kimi kalbi sürûr ile doldurur, kimi ye'is anaforunda dibe vurdurur.

Kalbi acıtan şeyler vardır, kıymet
bilmezlik, dudak bükmek, omuz silkmek...

Aklı havalarda kalbi zindanlarda insanlar var. Gözü yükseklerde, fikri çukurlarda olanlar var. 

Kömür karası vicdanını ipek libas içinde gizleyenler var.

Zehir iğnesini altın yaldızlı kılıf içinde gezdiren var, başa çıkamayacağı yükün altında ezilip etrafı canından bezdiren var.

Kalbinin gaflet hicablarını aralayarak huzura gark olanın huzûrundan  hoşlanan var, hoşlaşmayan var.

Huzûrda olan gönlün kıymetini bilmeyip masivâ ile bulaşarak, huzûrun verdiği rahatı kaçıranlar var.

Huzûr-ı Kibriyâ’dan bir an gafil olmaklığına, tevbe-i nasûh ve istiğfar çeken de var, atın ölümü arpadan olsun diye diye zift karası şerbet içen, dünyalık şehvet çukurlarında güle oynaya zebanisini bekleyen de var.
★★★
Hz.Yunus Emre gönlü şöyle ifade buyurmuş:

Hak bir gönül verdi bana
Ha demeden hayran olur
Bir dem gelir, şâdân olur
Bir dem gelir, giryan olur

Bir dem sanasın kış gibi
Şol zemheri olmuş gibi
Bir dem beşaretten doğar
Hoş bağ ile bostan olur

Bir dem gelir söyleyemez
Bir sözü şerh eyleyemez
Bir dem dilinden dür döker
Dertlilere derman olur

Bir dem çıkar arş üzere
Bir dem iner tahtes-serâ
Bir dem sanasın katredir
Bir dem taşar, ummân olur

Bir dem gelir İsa gibi
Ölmüşleri diri kılar
Bir dem girer kibr evine
Firavun ile Haman olur

Bir dem döner Cebrail'e
Rahmet saçar her mahfile
Bir dem gelir, gümrah olur
Miskin Yunus hayran olur

Evet kalp ince, gönül billûr, dokunulası değil...o yüzden derler ya; alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste...kimin huzûrda Rabbisi ile olduğu bilinmez, her gördüğünü Hızır bil, gibi irfâni deyişler hep aynı nokta-i nazardan serd edilmiştir.

Hz.Yunus Emre buyurur:

Bir kez gönül yıktın ise, bu kıldığın namaz değil.
Yetmiş iki millet dahi, elin yüzün yumaz değil.

Hani erenler geldi geçti, bunlar yurdu kaldı göçtü,
Pervaz urup Hakk’a uçtu, hüma kuşudur kaz değil.

Yol oldur ki doğru vara, göz oldur ki Hakk’ı göre,
Er oldur alçakta dura, yüceden bakan göz değil.

Doğru yola gittin ise, er eteğin tuttun ise,
Bir hayır da ettin ise, birine bindir az değil.

Yunus bu sözleri çatar, sanki balı yağa katar.
Halka mata’ların saçar, yükü güherdir tuz değil.


Bir hicâzkâr şarkı da gönlü mâbed olarak işâret buyurur:
"Dokunma kalbime zirâ çok incedir kırılır
O tıpkı mâbede benzer ki, orda hıçkırılır..."


14 Ekim 2021 Perşembe

Papaz eriği İmam eriği ve İnsan...


Kıymetli ağabeyim Hayrettin Barut'un paylaştığı bir fıkrayı izni ile aşağıya alıntılıyorum:
Köylü vatandaşın biri hayrına Kuran kursuna bir kasa dolusu erik getirmiş.

Hoca:
-“Bu kadar erik çok yiyemeyiz ziyan olur. Satalım da kursun ihtiyaçlarını alalım. Haydi gençler siz pazara çıkın.” demiş.

Öğrenciler de:
-“Peki hocam.” demişler.

Bizim öğrenciler kasadaki eriği tezgaha dökmüşler, etikete de PAPAZ eriği yazıp altına da fiyatını belirtmişler.

Hoca efendi gidip şu bizim talebelere bir bakayım demiş ve pazara gelmiş bi de ne görsün, tezgâhta “Papaz Eriği” yazmıyor mu ?!

Talebelere:
-“Ya gençler başınızda takke, üstünüzde cübbe, utanmıyor musunuz PAPAZ eriği deyip de satmaya ?” demiş ve hoca almış eline kalemi yazmış eriğin etiketine “İMAM eriği”.

Yaşlı bir kadın tezgâha yanaşıp:
-“Oğlum papaz eriği yok mu?” diye sorunca gençlerden biri cevabı yapıştırmış:

-“Vardı teyze de, az önce MÜSLÜMAN oldu.”
★★★
Erik aynı erik de satıcısına göre isim alıyor...

Derler ki, lâfın/hitabın yumuşağını, dilin tatlısını, kelimelerin güzelini seçin, meclise uygun düşmeyeninden sakının !

İnsana nezaket, nezafet ve nefaset, tevazu ve hilim yakışır; kaba sabalık, kem söz ve bakış ham ervahın, insanımsının hâlidir...

İrfâni literatürümüzde insan; Rabbinin özene bezene yarattığı, nefhâyı ilâhisi ile insani ruh üflediği, esma ve sıfatları ile muttasıf kıldığı, zübde-i âlem, kâinâtın göz bebeği, öyle bildik elhamdülillah...!

"İnsan" beden konağında misafir olandır ki; hamlıktan terakki gayreti ile kemâl sahibi ola, gayri insani mahlûkâttan farkı ola, onlardan hemencik tefrik ola, isminin önüne gelen niteleme sıfatı onu taşımaya, bilakis tadı ile rengi ile insani koku ve lezzeti ile "İNSAN" yaftasını bir ömür boyu taşıyabile, onu çamura yatırmaya !

Vesselâm...

13 Ekim 2021 Çarşamba

Kuş dili...Vecizeler...

Karıncaya karınca, file fil,
deveye deve, akrebe akrep,
arıya arının 
lisanı ile konuşmalı...
 ★★★
Ata et, ite ot verilmeyeceğini de 
iyi bilmeli..
 ★★★
Ziynet sergisinde
cam boncuk ile elmas yanyana konmalı ki, 
boncuk severler elmasa talip olandan
tefrik edilmeli...
★★★
Bilgelerin
asla yanından geçmeyeceği 
aşağı mevkilerin
kibir, küçümseme ve alay olduğunu, 
hatırdan çıkarmamalı...
★★★
Kibre karşı kibrin 
sadaka olduğunu, 
yeri gelince 
sadaka niyetiyle verilmesi gerektiğini
göz ardı etmemeli...
★★★
Can'a ve can taşıyana karşı
ana gibi müşfik,
toprak gibi mütevazı olmalı...
Ve tevazu kanatlarını
tâ yerlere kadar sermeli....
★★★
İyi sırlanmış ayna olmalı ki; 
her bakan
onda kendini net görmeli...
★★★
Gözü değil gönlü görmeyenler
"KÖR"dür...
Ne âmâlar varki, gözüaçık(!) ların görmediğini görürler...
★★★
Hakkın Rahmaniyyet tecellisi olan mutlak sevgi/şefkat 
insan türünde anaya, 
diğer canlılarda (dişi/erkek) ebeveynlere bahş edilmiş bir ikrâmdır... 
★★★
Sen parazite konak olmaya razı isen;
kan emiciler sıraya girer...
★★★
Maddî yahut manevî herhangi bir şeyi; müstehakından fazla ya da eksik vermek de zulümdür...
★★★
Kendini bilen Rabbini bilir, bilmeyen ise haddini de bilmez, hakikâtini de...
★★★
Bedenin/vücudun semizinden kasaplar anlar, gönül/ruh dilini ise ancak ve sadece bilgeler bilir...
★★★
Bir ömür boyu yatırımını beden ve dünyaya mı yapmıştın ? Kabir kurtları/böcekleri ve mirasçıların çok mutlu olacaklar...

12 Ekim 2021 Salı

Gel Mevlâya tâ'zim eyle...

Mazhar-ı iltifât olmak dilersen
Ehl-i gafletten ictinab eyle

Her şeyden ulvî ve âlâ olan var
Mevlây-ı Müteâl'e gel tâ'zîm eyle

Mevcudun şahına ermek dilersen
Hakkdan gayrısından ictinab eyle

Her şeyden ulvî ve âlâ olan var
Mevlây-ı Müteâl'e gel tâ'zîm eyle

Firkat zindanını mesken eylersen
Giriftâr-ı hasreti lisân-ı hâl eyle

Her şeyden ulvî ve âlâ olan var
Mevlây-ı Müteâl'e gel tâ'zîm eyle

Muhabbet bezmine teşrîf eylersen
Ol hânede huzur ile biraz halvet eyle

Her şeyden ulvî ve âlâ olan var
Mevlây-ı Müteâl'e gel tâ'zîm eyle

Mevlâ'nın ipine sımsıkı sarıl sen
Azabından affına gel firar eyle

Her şeyden ulvî ve âlâ olan var
Mevlây-ı Müteâl'e gel tâ'zîm eyle

10 Ekim 2021 Pazar

Dua ibadettir, yakınlaşmaktır

Âlemlerin Rabbi, insanı hem cemali ile hem de celali ile terbiye edendir.

Hz. Muhammed (sav) Efendimiz “Beni rabbim terbiye etti” der...

"Sizi, bir imtihan olarak, şer ve hayırla deneyeceğiz. Hepiniz de nihayet bize döndürüleceksiniz.” (Enbiya sûresi, 35)

Rabbimiz, hastalık, bela ve musibetler, korku. can ve malı noksanlaştırmak ile kulları doğru yola iletmek üzere denediğini buyurur:
Biz mutlaka sizi biraz korku ile, biraz açlık ile, yahut mala, cana veya ürünlere gelecek noksanlıkla deneriz. Sen sabredenleri müjdele!” (Bakara sûresi, 155)

Ruhi tekamül ise ancak ve ancak cemal yahut celal zuhuratları şeklindeki terbiye vasıtalarına muhtaçtır.

Celal tecellisi sıkıntılar sebebiyle O'na yöneltirken, cemal tecellisi ile de kula acziyeti idrak ettirilir ve dua kapılarına yönelmeyi sağlar.

Duaya yönelim rahmet kapısının tokmağına sarılmaktır.
Dua edin, icabet edeyim” (Bakara sûresi, 186)

"Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise her bakımdan sınırsız zengin olandır, övülmeye hakkıyla lâyık olandır'(Fâtır sûresi, 15)

Kulluk muhtaçlıktır, Samed olan ise Rabbimizdir...Bu durumla ilgili olarak Hz. Musa (Kasas sûresi, 24)'nın duası şöyle:  "Rabbim! Bana göndereceğin her hayra muhtacım". 

Evet kulluk muhtaçlıktır, o halde kul  acziyetinin farkındalığı içinde Allah’a muhtaç olduğunu ve her şeyin O’nun tasarrufunda olduğunu bilerek dua edince bu hali ile tevekkül, şükür ve sabır libasını giyinmiş olur, bu ise Rabbinin terbiyesine teslim olduğunu, O'ndan gelene razı olduğunu gösterir ki, işte bu kabulleniş ve hoşnutluk asıl kulluktur.

Bu itibarla dua hâli kendine özgü bir ahlâkın inşâsını sağlar. Dua ahlâkı ise teslimiyet ve razılığı gerektirir. Aksi ise şikâyet ve isyân ahlâkı olarak tecessüm eder...
Furkân sûresi 77.ayette Rabbimiz buyurur:
"(Ey Resûlüm!) De ki: “Eğer duânız olmasa, Rabbim size ne diye ehemmiyet versin?” (Ey müşrikler!) Fakat (siz Resûlümü) gerçekten yalanladınız; öyle ise (azab)ileride (üzerinize) şart olacaktır."
Dua kul olmanın ölçüsüdür, Rabbimiz nezdinde duamız kadar değerimiz, önemimiz var...!
★★★
Erzurumlu İbrahim Hakkı hz. demiş:
Gelse celâlinden cefa,
Yahut cemâlinden vefa,
İkisi de cana sefa,
Nârın da hoş, nurun da hoş,
Kahrın da hoş, lütfun da hoş.

Eşrefoğlu Rumî der:
Ey lütfu hem kahrı güzel,
Senden hem ol hoş, hem bu hoş.

Ve Yunus Emre der:
Layık görür isen nârı,
Kahrın da hoş, lütfun da hoş.
★★★
Rabbimiz bizi cemali ile terbiye buyursun, celalinden cemaline, azabından affına, gazabından rızasına, O'ndan yine O'na sığınırız. O'nun şânı çok yücedir

7 Ekim 2021 Perşembe

Hakkı ayakta tutmak...

Hayatı say ikrâmından
öyle yaratmış Yaradan
Mesul herkes hayatından
Hesabın sorar Yaradan
★★★
Hayat ki;
Çeşit çeşit formlarda,
insanî olanı var ya
Bilmeli onun kıymetin
Ömür ecele varmadan
★★★
Bak...
Etrafa bak
Gör ne çok farklı can var
Mikrobu, otu, ağacı, bakterisi,
solucanı, balığı, kurbağası var
Sürüngeni, kuşu, sığırı da var…
Hepsi de can
Ancak bir tek sensin
şuurlu ve akıllı olan
ey insan
★★★
Merhamet mi ?
Gereği ve yeteri kadar…
Hak edene…
Hak ettiği kadar,
Ne bir gram fazla ne eksik…
Fazlası da eksiği de zulümdür, o kadar
★★★
Susmak mı ?
Zulme karşı susan dilsiz şeytan da var
Zalimi ayak altına alan da var
Zulme seyirci kalan da
★★★
Hukuk…
Hak edene hakkını vermekmiş
Hadsize had
Edebsize edeb
Aç olana yemek
Acize merhamet...
Her kim neyi hak ediyorsa
İşte budur mukabile sebep
Adil insana yaraşansa böyle bir adalet
★★★
Sorumluluk mu
iki taraflı olduğu belli…
Veren de alan da iki elli
Veren el daha üstte değil mi ?
Hep almaya alışık olanları
Sonsuza dek sömürmez mi ?
İşte toplum, işte fert
Kurulmuşsa
Hep almaya alışık bir düzen,
Vermeyi bir kez daha düşün
istersen
★★★
Hata...
Hata ve eksiklik mi
İnsana mahsus
Mükemmellik Allah’a
★★★
Bencil…
Ne de çok
Der: Rabbena hep bana
Dönüp bakar mı muhtaçlara
★★★
Kişi...
Müstehak olmadan
vurmuşsa kamçıları sırtına
çığırmasın ağıt boşu boşuna
hele nankörler için
fedakârlık en büyük hata
★★★
Ayna...
Hayatın yorgunluğu
Sıkıntının doygunluğu
Mutsuzluğun bol kepçesi
Kederlerin kalleşçesi
Katar katar sırada değil…
Ümitvar olmalı
Kendine zulüm etmemeli
Feleğe kahretmemeli
Aynaları ise hiç ihmal etmemeli...
★★★
Bilmeli…
Tevazunun zarar fazlası
Kibrin ise tamamı…
Hem merhametin de fazlası
doğurmaz mı marazı ?
Gün gelir de
o maraza
İnsanın ruhunu boğmaz mı ?
★★★
Münasibi…
Celal gereken yere
Münasip değildir cemal.
Lütfu hak eden kişiye
Cemal ana sütü gibi, helal.
Anlamayanlara ise
göstermeli şedid celal
★★★
Yük…
Yükün fazlasını yüklemedi yaratan
kimsin ki, sıkletin kaç, durup bir kendine baksan
Olmalı değil mi evvela kendine faydan
★★★
Havale…
Ey taşıyamayacağı
ezileceği yükün altında
kıvranıp duran,
Sakın ha !
Yarışma, sen kulsun, O Yaradan
Havale et sahibine taşıyamadığın fazlasından
★★★
Ve asla…
Akılsıza danışma
Aptallara karışma
Cahille düşüp kalkma
Uyanık geçinenler her devirde çok fazla
★★★
Egoyu bilirsin…
Ego ki, vaktinde gereğini yapmaz
Sonrasında yaratıcısını suçlar.
Çekiçlemeli egoyu…
Demirci edasıyla,
örs ve çekiç arasında
şekillendirmeli....
Egosu tavan olanlar da
Haddeden geçmeli...
★★★
Mesuliyet…
Her kişi mesul mu ötekinden
Kişi sorumludur ömür hesabından
ancak ve sadece kendinden
★★★
Terazi…
Gün gelir
çıkılır mizana
tartı her kişi için ömrü ağırlığınca
ne bir eksik ne bir fazla
kıl kadar sapmaz o terazi tartınca
★★★
Sorgu...
Sadece kişiye özel,
Ona tahsisli öz hayatı için
Ötekisi berikini sorgulayabilir mi, hem neden ve niçin ?
Kişi yaptığından sorumludur Allah’a...
Kullar kim ki, onlara göre kişi yaşaya...
★★★
O mahşer gününde,
Sorgulanmaz ne torun ne ata, ne evlat ne baba
Hitab kişiyedir, sadece muhataba…
Herkes kendi için verir hesabını Allah’a
★★★
Bimeli ki,
Yapılan her iş varacak Allah’a
Mutluluğa giden yol huzurda olmakta; bununla ömür kıymet bulmakta, kıymet ise kulluktadır kullukta.

5 Ekim 2021 Salı

Karanlığa kandil…

Zulmetle setr olmuşsan sen
Nura hasret kalmışsan sen
Faş olmazsa özün sana
Pencere sen, perdesi sen
Karanlığa mahkumsun sen 

Meğer zincirlenmişsin sen
Sen kendine hem kendinden
Zindanın sen prangan sen
Sen kendine hem kendinden

Ekilmiş çürük tohumun
Harmanı hasadısın sen
Sertesen bir rüzgar ile
Savrulan bir danesin sen

Uzar da uzarsa gölgen
Sap saman doluysa heyben
Bir sineğin kanadına
Yüklenmiştir tüm hamulen

Yüce mahkeme gelmeden
Çekmiş isen cezanı sen
Kitabın okunduğunda
Razı ol, af dilemeden

Ferşten arşa bir bilmece
Göklere kök salmış gece
Sedası hem hece hece
Taş kaynatan bir tencere
Bir zindansın sen öylece

Karanlıktan aydınlığa
Kandil döşe yollarına
Bul güneşe giden bir yol
Günü doğur şu bahtına

Gece de gündüz de sende
Şafak söktür bir hamlede
Gönlünü mühürlemezsen
Nuru dolar hep sineye 

3 Ekim 2021 Pazar

İrade ve mecburiyet...


Şöyle bir düşünsek, çocukluğumuzdan bu güne, irademiz dahilinde yaptıklarımızı; ve/veya irademiz dışında ortamın, çevresel şartların etkisiyle mecburî olarak yapmak/yaşamak zorunda olduklarımızı ...

İrademiz dahilindekileri ve kaderin mecburî güzergâhında mecbur olduklarımızı bir bir gözden geçirsek...
Ayrıştırmaya çalışsak, hangisi daha çoktur acaba ?

Sanırım bir çok insan aynı cevabı verecektir:
İrademiz ile gerçekleştirdiklerimiz bütün hayat süresince asgari düzeyde iken, kader olarak algıladıklarımız ise çok çok belirleyici ve fazla...

Hatta şöyle bile denilebilir ki; kader otobanında ömür vasıtasına binip tek yönlü yol alırken en fazla irademiz ile otoban üzerinde ve/veya yakın çevresindeki şarampolde iki ileri bir geri mehteran yürüyüşü yapmışızdır o kadar...

Ana hat, omurga olanı, yâ'ni asla ayrılınamayacak olanı asli güzergah iken, irade ile yapılanlar, bu güzergâhta minik tercihleri oluşturmakta, bu ise usul tercihi olup, esasa dair müdahele söz konusu bile değildir.

Bu hususta belki minik iradî tercihler, insana, hedefe giden güzergâhta minimal değişiklik hakkı tanımakta denilse yeridir...
★★★
Allah'ın bir kaderinden ötekine yönelmek hususundaki bir mühim hikâye belki ufkumuzu daha da açacaktır...

Mevzû şöyle aktarılmakta: (*)Hz. Ömer (ra) Şam’a doğru yolculuk yapmaktadır...Serg mevkiine geldiğinde, Hz. Ömer'i ordu başkomutanı Ebu Ubeyde bin Cerrah ile arkadaşları karşılar...Karşılama heyetindekiler Hz.Ömer'e Şam’da veba hastalığı olduğunu haber verirler. Bunu üzerine Hz.Ömer (ra), Abdullah b. Abbas’a derki:

-Bana ilk Muhacirleri çağır.

Hz. Ömer (ra) onlarla konuşur ve Şam’da veba salgını bulunduğunu söyler ve ne yapılması hususunda fikirlerini sorar, ancak onlar ihtilaf ederler. Bazıları: "Sen bir iş için yola çıktın, geri dönmeni uygun bulmuyoruz", bazıları da:"Müslümanların kalanı ve Hz. Peygamberin ashabı senin yanındadır. Onları bu vebanın üstüne sevk etmeni uygun görmüyoruz, orada salgın hastalık var" derler.

Bunun üzerine Hz. Ömer (ra): "Gidebilirsiniz", diyerek onları gönderdikten sonra bu kez; "Bana Ensar’ı çağır", der. Onlar da tıpkı muhacirler gibi benzer sözler söylerler. Hz. Ömer (ra) onları da dinler ve gönderir. "Bana Mekke’nin fethinden önce Medine’ye hicret etmiş olan Kureyş Muhacirlerinin yaşlılarını çağır" der. Onlarla mevzuyu konuşur, konuştuklarından iki kişi arasında bile ihtilaf görmez, onlar derlerki:"İnsanları geri döndürmeni ve bu hastalığın olduğu yere gitmemeyi uygun görüyoruz".
Bunun üzerine Hz. Ömer (ra):

-Ben sabahleyin dönüş hazırlığına başlıyorum, siz de hayvanlarınıza binmiş olun, der.

Ebu Ubeyde b. Cerrah (ra):

-Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun? diye sorunca, Hz. Ömer (ra):

-Keşke bunu senden başkası söyleseydi ey Ebu Ubeyde! Zira Ömer (ra) Ebu Ubeyde’ye muhalefet etmek istemezdi, dedikten sonra:.

-Evet, Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyoruz. Ne dersin senin develerin olsa da iki tarafı olan bir vadiye inseler, bir taraf verimli diğer taraf çorak olsa, verimli yerde otlatsan Allah’ın kaderiyle otlatmış, çorak yerde otlatsan yine Allah’ın kaderiyle otlatmış olmaz mıydın?

O esnada ihtiyaçlarını karşılamaya giden Abdurrahman b. Avf (ra) gelir ve:

-Bu hususta, Rasulullah (sav) Efendimizin: “Bir yerde veba olduğunu işittiğinizde oraya girmeyiniz. Eğer bir yerde veba ortaya çıkar da, siz de orada bulunursanız, hastalıktan kaçarak oradan dışarı çıkmayınız” buyurduğunu işittim, der.

Bunun üzerine Hz. Ömer (ra) Allah’a hamd ederek o mevkiden ayrılır, güzergâhını değiştirerek kafilesi ile yoluna değişik bir yol üzerinden devam eder.
★★★
Yukarıda hikâye edilen kader anlayışı, kaderi nasıl algılamak gerektiği hususunda önemli bir tesbit değil mi ?

Evet, tedbir iradi olarak alınacak, sebepler ve ortaya çıkabilecek sonuçları değerlendirilecek ve simulasyonu, projeksiyonu yapılacak, sonrasında tevekkül edilecek, işte ondan sonrası mecburi güzergâhta gidiş şeklinde olacak...

İşte bunun bir diğer adı kadere teslim olmaktır ki, zorunludur, gereği yerine getirildikten sonra neticenin istediğimiz şekilde ortaya çıkmaması söz konusu olduğu anda, kader kendini hissettirmiş olur. Dolayısı ile kader Allah'ın iradesine teslimiyet olduğuna göre, bu noktadan sonra isyan, keder askıya alınır, alınmalıdır...bu; hayatın sıkıntıları içerisinde yaşamakta iken, ıstırap yükünün altında iken sabır ipine uzanmak demektir.

Ömür denilen vadede, beden bineğinin binicisi olan ruhun zaman nehrindeki seyir esnasında kendi iradesi dışında gerçekleşmekte olan tecellilere razı olması; tahammülsüzlüğün yerini tahammülün, isyanın yerini Allah’a teslimiyetin alması gayreti, iç huzur için olmazsa olmaz şarttır.
__________________
(*)Buharî, Müslim

1 Ekim 2021 Cuma

Gayretullah'a dokunma hikâyeleri...


İnsanlık tarihinde helâk olan eski kavimler için: “Onlar günah ve isyanda sınırı aştıkları için gayretullaha dokundu. Allah da onları helâk etti.” denilir.
Gayretullâha dokunmak; kişinin yaptığı herhangi bir işin/eylemin ilâhî gayreti harekete getirecek ve Allah’ın gazabını üzerine çekecek bir sonuç doğurması, Allah'ın gücüne gitme durumudur.

Kişilerin başlarına gelenler ile bağlantılar kurularak hikâye edilen bir kaç vak'ayı bizzatihi şahitlerinden dinledim.

Bu gerçek hayat hikâyelerindeki (bu blogda kaleme aldığım ve aşağıda tekraren verdiğim) kişi ve olaylarda gerçekleşenin, zaman ve mekân farklı olsa da hep gayretullaha dokunmaya bağlı olarak gerçekleştiğini, bunu fehmetmek için başka bilgiye gerek olmadığını, ayan beyan sebep sonuç ilişkisi kapsamında bu vak'aların tecelli ettiğinin yorumsuz düşünmek kalıyor galiba kişiye...işte bu hikâyelerden bir kaçı (linkler)...
★★★
Ber-dûş ile kabağın sahibi hikâyesi...

"Ber-dûş ile Kabağın Sahibi" ibretlik bir menkibe...bir çoğumuz bilir, bilmeyenler varsa diye alıntıyı aşağıda paylaşıyorum..

                                  

Vaktiyle Kalenderiyye yoluna mensup bir derviş, nefsle mücâdele makamının sonuna gelir. Meşrebin usûlünce bundan sonraki makam artık Kalenderîlik makamıdır.
Bu yolda her türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan, benlikten vazgeçilir, ne varsa gönülde var namına, hepsinden...
Kalender dervişin biri berbere gider.

-Vur usturayı berber efendi, der.

Berber dervişin saçlarını ustura ile kazımaya başlar. Derviş de aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer dükkândan içeri. Doğruca dervişin yanına gider, dervişin başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak :

- Kalk bakalım kabak kafa, kalk da traşımızı olalım, diye kükrer.

Dervişlik bu ya, sövene dilsiz, vurana elsiz gerekmiş ya...
Kaideyi bozmaz derviş baba. Sesini çıkarmadan usulca kalkar yerinden.

Berber hem mahçuptur, hem de korkmuştur. O da ses çıkaramaz. Kabadayı koltuğa oturur, berber traşa başlar.
Fakat küstah kabadayı traş esnasında da sürekli aşağılamaya devam eder dervişi, alaycı sataşmalar devam eder:

-Kabak aşağı, kabak yukarı...

Nihayet traş biter, kabadayı dükkândan bir hışımla çıkar. Henüz bir kaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir.

Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır.

Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir/ok karnına dalıverir.
Kabadayı oracığa yığılır, kalır. Ölmüştür.
Görenler çığlığı basar.

Berber ise şaşkın... bir manzaraya, bir dervişe bakar, gayrı ihtiyari sorar dervişe:

- Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?

Derviş de mahzundur, derinlere dalmış gözleriyle düşünceli bir hâlde cevap verir:

- Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helâl etmiştim ancak gel gör ki bu kabağın bir de sahibi var. O gücenmiş olmalı !...
★★★
Ana/babaya, kimsesiz garip ve gurebaya, zayıf ve sahipsizlere, dul ve yetimlere, mazlumlara, hayvanlara yapılan her türden kötü muamele ve onların haklarının yenilmesi, ah almak, mazlumun bedduası, küçümsemek, alaycılık... ve benzeri durumunda gayretullahın harekete geçtiği hadiseler, bu hususta insanları dikkatli konuşmaya/davranmaya ibretlik bir çağrıdır aslında...
Aşağıdaki bir kaç gayretullaha dokunma hikâyesini bu blogda yayınlamıştık: 
  • Baba bedduası ile cayır cayır yanmak... 
  • Serçenin ahı
  • Cimri Firuze'nin Akibeti
★★★
Evet, gözlemleyenlerden dinlediğim gayretullaha dokunan yukarıdaki üç vaka ve benzeri durumlarda, cevabın çok hızlı verildiğine şahit olanlar, hayret ve korku ile bunları dile getirirken, sanki o günleri yeniden yaşadılar.


Ve Devesi çalınan bedevinin hikayesi ile yazıyı bitirelim:
Devesiyle birlikte çölde yürümekte olan bir bedevi, güçlükle yürüyen, susuzluktan dudakları kurumuş bir adama rastlamış. Adam bedeviyi görünce su istemiş. Bedevi devesinden inmiş ona su vermiş. Suyu içen adam birden bedeviyi iterek deveye atladığı gibi kaçmaya başlamış.
Bedevi arkasından bağırmış:
“Tamam, deveyi al git ama senden bir ricam var. Sakın bu olayı kimseye anlatma!”

Bu isteği tuhaf bulan hırsız biraz duraklayıp, nedenini sormuş:
“Eğer anlatırsan”, demiş bedevi, “Bu her yere yayılır ve insanlar bir daha
muhtaç birini görünce yardım etmez, iyilik yapmazlar...

__________
Kabağın hikâyesinin alıntı kaynağı: http://www.hikayelerimiz.com/kabagin-sahibi-ibretlik-hikaye/