"Bir kötü taş bir altın kâseyi kırar. Ama ne taşın değeri artar, ne de altının değeri düşer" der, Dede Korkut.
Taş altına değmekle taşlığından kurtulmaz. Altın da taşın değmesi ile altınlığından bir şey eksiltmez.
Hani çakallar vardır, aslanların artıkları ile beslenmek için onların çevresinden uzaklaşmazlar...yahut akbabalar, kartalların avlarını yemesini beklerler !
Ne çakal aslan, ne de akbabalar kartal olabildi dünya varolalı...
Kıl ve tüy ile uğraşanların sarraf tezgâhında ne işi olabilir, yahut kıyl ü kâl ehlinin san'at/zenaat ehli ile hem hâl olması beklenebilir mi !
Hâni derler; "Kalite tesadüf değildir..." Kalite; dokudur, mayadır, karakterdir, tecrübedir, bilgidir, kültürdür...insan gibi görünmek değil, münhasıran insan olmaktır ! Bunlarsız olanı bir süreliğine ışıldadıktan sonra pasının akması ile hurdacıya giden, ait olduğu yere dönen tenekedir; yeniden haddelenir, artık sarrafa kadar değil, tenekeciye kadar da yol alır !
Altın suyuna batmakla, teneke altın mı olurmuş !
Olsa olsa sarrafa yolu düşüp miyara vuruluncaya, sahteliği ortaya çıkıp da tenekeliği tescil oluncaya dek taklidî ışıltısı ile aymazların gözünü boyayabilir...
Altının kıymetlendiği ve nadirattan olduğu devirlerde altın kaplama tenekelerin bahtı açılır gibi olsa da, piyasada elden ele dolansa da, bu ışıltısı çok sürmez, sarrafa yolu düşünce, çil altınlar vitrinde ışıl ışıl parıldarken tenekenin bahtına çöpe atılmak düşer...aymazlar kuyumcuya gidene dek sevindirik olsalar da, hevesleri kursaklarında kalır... sonrasında tenekenin tıngırtısı ile ancak zil takıp oynar; çengisi, köçeği !
Taş taşlığını, teneke tenekeliğini bilmese de; âmâlar aldansa da, gören göz görür taşı da, tenekeyi de, saf altını da !
Her madenin bahtı kendi cinsinden...