Beyaz olmalı insan, hem de lekesizinden, tertemiz...
Yedi rengin dışında olmalı, yani rengi olmamalı, yani renksiz...
Bilirsiniz;
beyazın renk olmadığını da, renk tayfında yer almadığını da...
Görmekteyiz; renksizdir güneş ışığı, yani beyazdır, Mü'min gibi...
Yedi renk yeryüzüne düşene kadar beyazın içindeydi, batın idi, dalga boylarından, nesnelere göre ayrışdı... Hangi madde ışığın hangi dalga boyunu sevdi ise, o rengi üzerine giydi, zahir oldu...
Siyah olmamalı insan; ışıktan kaçmamalı, zulmete esir olmamalı, karanlıkta boğulmamalı...
Hani günah da siyahtır ya semboller evreninde. Sevaplar da beyaz...Gride ise bulaşıktır siyah ile beyaz...
Hani vahdettir beyaz, cennettir yeşil, cehennemse ateş kırmızısı...Günahkar siyah, münafık gri, Mü'min beyaz..
Hani mavidir sema, turkuazdır derya. Renkten renge girer ya bulutlar.
Taba rengini sever ya "Kâmil"ler, Onlarki Toprak gibiler...Sadece tevazuda değil tabiki...Bütün mahlukata ikramdadırlar. Yedirirler envai çeşidinden İçirirler ab-ı hayat çeşmesinden
Aslında renk yoktur derler; beynimizin, fotonların dalga boyunu ve frekansı algısıdır sadece...
Vahidiyetin adeta kesretteki görünüşüdür renkler. Sıbgatullah ile boyanmalı insan bütün renkleri havi de olsa
ayrışmasa yedi renge...
Görse de renkleri aldanmasa zahire, renksizliğe sahip olsa, beyaz gibi...
Bak ve gör !
"Hayy" sırrına hamil olan su, alır kabının rengini. Tıpkı ışık gibi.
Su renksizdir renksiz...
Hani ne der, şair İbrahim Yurtören Tahir Karagöz'ün Sofyan usülünde bestelediği Rast makamındaki ilahide:
"ey oğul birdir, kap değişse su,
varlık bir gölge, benlik bir pusu,
ne diyelim ki rabbin duygusu,
sizde bir türlü, bizde bir türlü"
Aynı güneşin ışıkları altındayız biz, Rengarengiz...
"Sende bir türlü, bende bir türlü" azizim !