Usandık ya Hû;
Muzilânı seng-i iblîs ile taşlamaktan
Usandık...
Ufağı, ortancası, irisi
Kimi kaçarken, bitiveriyor ötekisi
Amip gibiler azizim
Mitozla çoğalıyorlar sanki...
Riyâ, nifak, onlar içün sanki nargile
Ekmek su gibi onlara her hile
Hem yanılmışlıkta yok, bile bile !
Bu bâbda Nesîmî ne hoş söyler:
"Her ne var âdemde var âdemden iste Hakk’ı sen
Olma iblîs ü şakî âdemde sırrullah var"
O iblîs ü şakîler ki;
Kapıdan kovulunca
Bacaya dadanıyorlar
Türemiyesiceler...
Bitmek bilmiyorlar
Soyları tükeniceseler.
Hele bir de
Suya sabuna dokunmayan
Elleri, yüzleri kapkara
Vicdanı askıda
Cüzdanı kantarda
Melek maskeli iblîs ve şakîler
Arka kapı eşiğinden ayrılmazlar varki...
Ne şurdalar ne burda
Hem ordalar, hem burda
Candan ırak tutula
Tefvîzü’l-umur eyleriz Hakka
Onları da !
Eh, tabiidir...
Hazineye
Kırk harami dadanırmış
Meyveli ağaç taşlanırmış
Ey azîzan !
Kökü mazide, dalları atide
Meyveleri semâdan
Her bireri
Abide-i İrfân azîzan...
Ey su gibi azîz olan...
Allah'a dayan !
Tefvîzü’l-umur eyle...
Unutma;
Mekr-i ilâhidir senin payandan...
Bir güneş doğarki doğudan,
ışığının hüzmeleri
kovar grisini, karanlık siyahı...
Ne gölgesini bırakır ne de karanlığı !