Bir metinde ulemadan biri için şöyle şehadet edildiğini okumuştum:
"Ahvâli, akvâli ve ef'âli müstakîm idi."
(Hâlleri, sözleri ve işleri dosdoğruydu.)
-Nasıl bilirdiniz ?
-İyi bilirdik, derler ya !
e-Dergi: Fikir, Kültür, Edebiyat ve San'at, Popüler Bilim muhtevalı yazılar - Editör: Prof.Dr. Suat Kıyak - Redaktör: Nursultan Ahıskalı - İletişim: nefes.kelam@gmail.com
"Ahvâli, akvâli ve ef'âli müstakîm idi."
(Hâlleri, sözleri ve işleri dosdoğruydu.)
-Nasıl bilirdiniz ?
-İyi bilirdik, derler ya !
Bir mekan kaplamış ne varsa nerde
Kendi ötesini saklar her perde
Sonsuzluğun sona erdiği yerde
Huduttan bir kulaç kazsam kim anlar?
(Abdurrahim Karakoç'un Acaba şiirinden)
Efendiler; hesap günü geldiğinde hangi imkân, kabiliyet ve yetkiye sahip olduğunuza değil, bunları nasıl, ne ve kim içün kullandığınıza bakılır...
★
"Hesap günü", kişi yaptıklarıyla yüzleştirildikten sonra, tartıya vurulmayan, cezası verilmeyen zerre miktarı hayır ve şerrin bırakılmadığı ince hesap anına geçilir. Artık o gün: "Kim zerre miktarı bir hayır işlemişse, onu görecektir ve her kim de zerre miktarı kötülük işlemişse onu görecektir. " (Zilzâl sûresi, 7-8).Her bir sözün vardır en az iki mâ'nâsı
Biri akla hitaptır ötekisi ruhani
Atılan her adımın var ne çok hesabı
Biri bugüne dairse ötekisi ahiri
Kelâmın iki mânâsın bilir âriflerBiri zahiridir birisi de batınîSelâmet yurduna varan tariflerBiri nizâmidir, ötekisi niyâzî
Zaman stoğunuz size takdir edilmiş olan ömürdür...
Ne bir saniye öte ne bir saniye beri...ileri/geri alınmayan, miktarı değişmeyen ve size tahsisli bir süre...
Nerede harcayacağınız, nasıl kullanacağınız iradenize kalmış...
İster nanköre ister kıymet bilecek şükür ehline, ister omurgalıya ister omurgasıza, ister sıcak kanlıya ister kansıza, ister ehl-i namusa ister namussuz ve arsıza...paşa gönlünüz nasıl ve kimi uygun görüyorsa zamanınızı ona harcayın...
İster çalışarak ister yatarak, ister tekdüze ister her an üzerine yeni (iyi/kötü) şeyler katarak yaşamak da size kalmış...
Ancak unutulmaması gereken bir şey var, kulağa küpe cinsinden...geriye döndürülemez zamanda atılacak adımların ceza yahut mükafatı şimdi ya da istikbâlde karşınıza çıkacak...
Maliyet muhasebesi yapmadan kâr/zarar hesabı öngörülemez, stok yönetimindeki yanlışlar ise iflasa kadar götürür...
Sen sen ol, zamanın maliyet muhasebesini yap, stoğunu (öz sermayen olan ömrünü) iyi yönet ki, ömrünün sonunda hesabını zararla kapatmayasın...
Yanlış hesap dünyada Bağdat'tan ahiretde cehennemden dönermiş...Vesselâm
"Helva şirin, nefs kafir" derler ya.
Nefs doyumsuzdur, gözünü toprak doyurur, yedikçe içtikçe daha fazlasını ister, orta halli zengin olmak ister, zengin olan ise daha çok zengin olmak içün kan ter içinde çabalar durur...
Hele bir de ihtiras kişilerin gözünü bürümeye başlamışsa...
★
"Mürekkep yalamış olmak avamilikten kurtulmaya yetmiyormuş"
Kasnak işiyle uğraşan ve hasbel kader beyliğe terfi etmiş elekçi, kasnak meşesini görünce ondan nasıl kasnaklar çıkaracağını düşünür ve ağacın etrafında dolanır, beyliğini de gereğini de unuturmuş...
Gaziantep'ten bir özlü söz şöyle:
Yazılı/görsel medyaya yansıyan yasal kılıfa uydurulmuş, hukuki ancak ahlâkî olmayan "bal tutan parmağını yalar"ı düstur edinmiş ahlâk fukaralarının haberlerine zaman zaman rastlıyoruz...rüşvet, irtikap, zimmet mevzularına da.
Kimi zaman kamu malı üzerinde tasarruf genelgeleri yayınlansa da, çakarlı lüks araçları, yetkisini kullanarak kamu malını har vurup harman savurmaları, pozisyonun sağladığı imkanları yasal ancak etik olmayan şekilde kullanmaları, isrâfı da okuyoruz, duyuyoruz...
★
Hep derler ya devlet malı deniz...
Aslında devlet malı (beytülmal) için "deniz suyu gibi"dir demeli...
Bilirsiniz tuzlu su, içeni içtikçe susatır...
Haramzâdelerin de içtikçe içesi gelir (helva üstüne içtikleri) tuzlu sudan, ancak onlar yine de kanmaz...
★
Kadim kültürümüzde beytülmal'ın manasını ve değerini bilen abide şahsiyyetlerin, kamu malı üzerinde tasarruf yetkisini kullanırken kılı kırk yardıklarına dair hikâyelerini biliriz...
Hz. Ömer'in devlet mumunu şahsi işleri sırasında söndürüp kendi mumunu yakma mes'elesini bilmeyen yoktur...Hz. Ömer derki: "Kamu yöneticileri görevleri süresince (dolayısı ile) zengin olamazlar."
Rüşveti reddeden ancak miktarı 100 altına dayanınca (nefsinin meyletmeye doğru kıpırdamaya başlaması üzerine) istifa eden Osmanlı Devletindeki vezir/paşaları da biliriz...
Evet "Helva şirin, nefs kafir" demişler...
O kafirin akibetini söylemeye gerek var mı ?
Zamanın göreliliği sebebiyle bir astronot uluslararası uzay istasyonu'nda geçirdiği iki haftada, dünya'da yaşlanması gerektiğinden 0,9999999993 saniye daha az yaşlanır.
Uzayda ışık hızının (saniyede 300.000km) yüzde 99,9 luk hızında uzayda 5 sene yolculuk yapılıp dünyaya dönüldüğünde, dünyadakiler için 110 yıl geçmiş olacaktır.
Eğer bu süreç, astronota iki hafta gibi gelen süre, samanyolu galaksisi'nin merkezindeki Sagittarius-A adlı kara deliğe 1 metre mesafede geçirilse, bu esnada dünyada 3.865 yıl geçmiş olur...
Zaman görecelidir, zamanın akışı farklı olup, ışık hızında zamanın akışı, saniyede 300.000km.
Farklı gezegenlerde zamanın akışına, gün ve yıl ölçü birimleri olarak bakılınca farklı olduğu görülür...
Mes'elâ, güneş sisteminde bazı gezegenler için gün ve yıl dünyamıza göre şöyle:
"Merkür, kendi ekseni etrafında 58.7 günde tamamlar.Merkür’ün bir günü 58.7 dünya gününe denktir. Merkür, Güneş etrafındaki turunu ise dünya ölçülerine göre 88 günde tamamlar. Venüs kendi etrafında 243 günde, Güneş etrafında ise 225 günde döner. Yani Venüs günü Venüs yılından daha uzun. Diğer gezegenler güneşin etrafında saat yönüne ters dönerken Venüs farklı olarak saat yönünde dönen tek gezegendir.
Mars’ın bir günü 24 saat 37 dakika, bir yılı ise 687 dünya gününe eşit. Mars günü Dünya gününe yakın fakat Mars yılı Dünya yılının iki katına yakındır.
Mars’tan sonraki gezegenler Güneş’ten oldukça uzak olduklarından yıl uzunlukları giderek artar. Jüpiter’de bir gün 9 saat 50 dakika iken bir yıl 4332 gün; Satürn’de gün uzunluğu 10 saat 14 dakika yıl uzunluğu 10759 gün yani yaklaşık 29,5 yıldır. Uranüs’ün bir günü 17 saat 14 dakika, bir yılı 30681 gün, yani 84 yıldır. Neptün’de bir gün, 16 saat 7 dakika iken bir yıl, 60188 gün yani yaklaşık 165 yıldır."
Evet, zaman göreceli/izafidir.
Kur'an âyetlerinde zamanın izafiliğinden (göreli olduğundan) bahsedilir. İşte iki âyet:
“Allah katında bir gün, sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir.”(Hac suresi, 47)
“Melekler ve Rûh (Cebrail) oraya, miktarı elli bin sene olan bir günde çıkarlar.”(Meâric suresi, 4)
Ve unutulmamalı ki; yeri göğü ve içindekileri yaratan, fizik/kimya...yasalarını koyan, mülkün ve zamanın sahibi olan "Allah, zaman ve mekândan münezzehdir".
Ne kadar da az düşünüyoruz !
"İnsan, kalbini eline alıp utanmadan dolaşabilmelidir"
Yusuf Has Hacip
Kalbe doğan şeylerin sebep olduğu gelip geçici duygu ve düşünceler vardır hani, hâtır yahut havâtır dedikleri...Ey oğul !
Bir çok tellâl ve çığırtkan tutsan
Vesikalık, haftalık foto bastırsan
"Sen neymişsin be ağbi" posterleri yaptırsan
Yedi düvele boy boy afiş astırsan
Sinekten yağ çıkarmaya fırsat kollasan...
Gelir gelecek olan, ötesi yok nasipten
Nasipse gelir tâ hintten Yemen'den
Değilse hırslanma, ne gelir elden...
Kapı kapı dolanmayı sakın marifet sayma
Marifetini anlatır bilenler duymayana
Dünya küçük seslen sen lafa kulak kabartana
Yine de sen sen ol şartlarını zorlama
Nasibin neyse o, ötesi murat imiş
Çok fazla ihtirasın akibeti berbat imiş
Say u gayret et, bekle gör, sabret
Nasibin ne ise razı ol ve şükret...
Gelir gelecek olan, ötesi yok nasipten
Nasipse gelir tâ hintten Yemen'den
Değilse hırslanma, ne gelir elden...
Ey oğul !
Dünya hayatı uyku imiş, saltanatı bir rüyâ
İlelebed kalacağını sanmıştın burda güyâ
Doğduğunda kesilmişti dönüş biletin oysa
Vakti gelip uyanınca sonlanacak bu rüyâ..
★
Ey, Oğul! Gençsin. Uslanmış ömrün 21.yüzyılın ilk çeyreğine denk geldi. Aklını formatlayan, zamanın hakim doğruları. Sen sen ol, alâkalı delillerin bütününe vakıf olmadığında, aklının çıkarımlarına güvenme. Her daim gerekli, velâkin yeterli değildir akıl.
Ey, Oğul! Herşeyi anlamaya kalkan, öfkeden ölmeyi göze alır derler. Bilesin ki, akılla anlaşılamaz, pergele, cetvele gelmez bu Ülke. Kendisine has bir kimliği vardır, Türkiye’ye sadece iman edilir.
Ey, Oğul! Devirli bir oluşumdur, tarih. Sakın ola ki, ezelden ebede dümdüz uzanan doğrusal bir hat bellemeyesin. Güneş her gün daha mütekâmil bir dünyaya doğmaz. Gün olur, en gerideki, en öndekinden ilerde olur. Aristarkus, Kopernik’e “zıpçıktı astrolog” diyen devrimci Martin Luter’den daha ilericidir. Ahmet Yesevi, Kadızade Mehmet’in çok ötesinde.
Ey, Oğul! Birşeye ille de benzeteceksen her budağından sürgün atan salkım saçak bir böğürtlen çalısına benzet tarihi. Bir sürgünü çiçeğe dururken, diğeri meyve vermekte, bir diğeri ise kurumaktadır. Bir çağda birden fazla çağ yaşanır.
Ey, Oğul! Sen sen ol çağdaş sözcüğünü insanlık tarihinin en ileri aşamasıdır belleme. Kimi medeniyet yükselirken, kimi çiçeğe durmakta, bir diğeri gerilemekte, beriki çökmektedir. Tek bir sürgüne takılıp kalma, bütüne bak. Ekolojiyi kolla ki, tarih çalısı sürgün vermeyi sürdürebilsin. Birşeyden korkacaksan, soğuyan Güneşin seni yarı yolda bırakmasından korkmalısın.
Ey, Oğul! Tarihin olanı değil, “olması gerekeni” kaydetmesi gerektiğini vaaz eden, Aristo. O gün, bugün, tarih yazıcılarının kısmı azamı kendilerini yandaş sürgünlerin geçmişini asilleştirmekle yükümlü hissederler. Eski çamların bardak olmaları da bundandır, ne Osmanlı, ne de Cumhuriyet tarihinin hakkıyla yazılamamamış olması da bundan.
Ey, Oğul! Güneşin balçıkla sıvanmadığı söylemi, zamanın ruhuna yenik düşenlerin avuntusudur. Tarih şahittir ki, güneş balçıkla sıvanabilir, gerçeklerin üstü örtülebilir. Hakikat sükût suikastına kurban gidebilir, hiç söylenmemiş, dile getirilmemiş gibi olabilir. Umumun zihniyetine ters düşen gerçek, öfke uyandırır. Sapkınlıkla, sapıklıkla suçlanır, savunmasız kalır.
Ey, Oğul! Hakikatın bu yüzyıldaki en yaman hasmı, dünyanın yeni düzenine revaç veren “doğru”lardır. Dünyaya çeteler hükümran olduğunda evrensel kamuoyuna hitap eden ahkâm, insana dair hakikatı yansıtmaz olur. Hakim kültüre ters düşen toplumlar düşkün ilan edilir, milletler camiasından sürülürler.
Ey, Oğul! Kâfir de olsan müslüman değilim desen de Türk sayıldığın bir coğrafyanın çocuğusun. Sen sen ol, 21. yüzyılın şen şakrak ahkâmına yine de kapılma. ’79 İran rehine krizi, Körfez, Somali, Irak, Libya kulağına küpe olsun. Rahmetli Edward Said’i ıskalamayasın.
Ey, Oğul! Medyadan medet umma. Medya ozgür olabilemez Medya’nın başarısı umumun zihniyeti doğrultusunda ürün vermesiyle kaimdir. Gazeteci gerçek düşüncesini bağlı olduğunu gazeteye sokmamak için para alandır. İnsanoğlunun hafifmeşrep, hafızayı beşerin nisyan ile malûl olduğunu bil, bugünün en silisiz gazetesinin, yarının en muteber tarihi vesikası sayılacağını aklından çıkarma.
Ey, Oğul! Sen ki mustakbel bir babasın, hakim ahkâmın etlerini kılçıklarından ayırmasını öğrenmelisin. Mal, mülk, kılık kıyafet, itibar, sempoziyumlar, paneller göz kamaştırır. Sıkılmış yumruklar, keskin bakışlar, konserler, mitingler gönül çeler. Pop zihniyetin doğru saydığını nihai hedeftir diye belleme. Şaşaalı kabullerin kendi gerçeklerini karartmasına izin verme. Akranlarının aklına ille de uyma. Genelde kabul gören ahkâma saygılı bir mesafede dur. Haktan ayrılma, gerçeklerden kopma ki, hakikat sulpunun yolunu bulabilsin.
Ey, Oğul! Kahraman “kahr”dan türeme, kahramanlık konjönktürel. Görkemli törenlerle üstün hizmet madalyaları tevdi eden, umumun zihniyeti. Kahramanlığın hallerden bir hal, umumun ayran gönüllü olduğunu unutmayasın. Oysa yiğitlik içsel bir haslettir. Haysiyetliliktir, erdemliliktir, cesarettir, mertliktir; samimiyettir, sadakattir, vefadır. Üstün ahlâktır, kârsız sevgidir, ölçülü saygıdır. Dobra ama patavatsız değil, cömert ama savurgan değil, yürekli ama saldırgan değil, inançlı ama yobaz değil, içten ama ahmak değildir yiğit.
Ey, Oğul! Kahraman, gücü yetmediğinde kahraman olmaktan çıkar. Yiğit, gücü yetmese de yiğit kalır. Yiğitlik madalyası yoktur. De ki, takınamadın, ne gam? Sen öyküneceksen, kahraman olmaya değil, yiğit olmaya öykünesin.
Ey, Oğul! Akranıyla uçmayan kuş, semada hu! çeker derler. Sen sen ol, kankalarını sıradışı zekâlardan seç. Edepsizden edebini satın al. Cehl ile söyleşme ki, konjönktürel ahkâm seni fenersiz yakalayamasın.
Ey, Oğul! Bayağılık geçer akçe olup yüreğini daralttığında, varıp büyük edebiyatçıların kapılarında yatasın. Neş’et Ertaş, her kahramanın yiğit olmadığı en iyi bir bilendir. İnsan serüvenin üç yüz senaryodan ibaret olduğunu sana William Shakespeare hakkıyla anlatır. Manzarayı umumiyi İbni Haldun hocadan sor. Cemil Meriç üstadı ihmal etme ki, özgün sanılan tekliflerin arkasına saklanmış Godot’u bekleyen asıl eserleri gösterebilesin.
Ey, Oğul! Sakın ola ki, kitapları kendi düşüncelerini doğrulatmak için okuyanlardan olmayasın. Okumak gece yolculuğuna benzer, unutmayasın. Kelimeleri Karayollarının karanlık susaların iki yanlarını işaretlemek için yerleştirdiği fosforlu kedigözleri gibi düşüneceksin. Kedigözlerinin kendilerine ait güç kaynakları yoktur. Kitap sayfalarındaki kavramlar misali hayata gelmeleri, parlayabilmeleri için far ışıklarının üzerlerine düşmesi, onları aydınlatması gerekir.
Ey, Oğul! Sürücünün ehil olanı, kelimeleri aydınlatanın kendi farları olduğunun şuurunda olandır. Bırakıp gittiğinde susanın yeniden karanlığa bürüneceğinin, kararan metinlerin gecenin zifrini delemeyeceklerinin idrakında olmalısın. Bilgiyle gerdeğe girmek isteyen sürücünün ehil olması gerekir.
Ey, Oğul! Direksiyon başındaki o sürücü sensin. Kavramların dile gelebilmeleri için tekeri uygun yönde kırması gereken de sen. Kitap kapaklarını örtme ki sayfalara ışık sızabilsin, kelimeler, kavramlar parlasın. Tekinsiz bir yüzyıla denkleyen ömrün, karanlığa gömülmesin.
Ey, Oğul! Çetelerin topluma hükümdar oldukları çöküş süreçlerinde eşrefi mahlûkat mertebesinin hakkını vermek zor zenaattır. Velâkin, gerçek şu ki, peşkire silinip kirli sepetine atılmış meni olmak da vardı. Düşün, neler çekmektedir dölleyebilmek için bir sperm bir ovumu. Varedilmiş olmanın mucizesini milyonların arasından sıyrılan o cengâver sperminden soracaksın atanın. Ve madem ki, mucize gerçekleşmiştir ve varsın, vareldilmiş olmanın kıymetini bileceksin
Ey, Oğul! Bu dünyaya dair senin tecrüben birse, beşerinki bindir. İslâm’ın, Zen’nin, eski/yeni Hıristiyanlığın kendini bilmeni öğütleyen kadim korosuna kulaklarını tıkamayasın. Fikirlerini, inançlarını, duygularını, davranışlarını, türdaşlarınla ilişkilerini, bıkmadan, usanmadan, sürgit irdelemekten geri durma. Kendinle yüzleşmekten korkma.
Ey, Oğul! Herkes yanlış bir ben doğru inancı ne kadar saçmaysa, herkes doğru bir ben yanlış hükmü da bir o kadar saçmadır. Meğer ki, kendinde keşfettiğin fıtri gücü, kabul, itiraf ve ilân etmekten kaçınıyor olasın, sayısız olumsuzlukla bir başına halleşebilecek donanıma sahip olduğundan zinhar kuşku duymayacaksın. Çünkü, insansın ve bu dünya seninle başlar, seninle biter. Ataleti teslimiyyetle karıştırma. Yüreğindeki savaşçıyı uyandırmaya üşenme ki, 21.yüzyılın dayattığı ahval ve şeraitte kendine mukayyed olabilesin.
Ey, Oğul! Zulmet, meçhul karanlıktır, kaostur. Lâkin, içeni Kıyamet’e dek diri kılan efsanevi ab-ı hayat/bengisu da zulmette gizlidir. Her kim ki, bu dünya ile kifayet etmez, Büyük İskender misali dirilik suyunun peşinde, Zulmet’e dalmaktan geri durmayacaktır.
Ey, Oğul! Sibernetik organizmaların çağdaş yaşamın dirilik suyu olduklarını gözden kaçırma. “Cyborg” dediğin, ihtiyar güneş kızıldeve dönüşüp Dünya’yı yutmaya durduğunda insanoğlunu ölümsüz kılacak sonsuzluk tasavvuru, kadim Yaratılış mitlerindeki bengisunun yüksek teknoloji uyarlaması. Heyhat, 21. yüzyılda kimse yatağında ölmeye razı değil.
Ey, Oğul! Sen sen ol, fizikle, matematikle iyi geçin. Bir gözün de hep astronominin üstünde olsun ki yeni bulguları ıskalamayasın. Evren ve Dünya’ya dair algılarımıza, fizik ile matematik ayar verirler. Sosyal bilimler, sanat, edebiyat, hukuk, hatta müzik, bunların yasaları doğrultusunda şekillenir. İtikada dair kaziye ve hükümler dahi fizik kurallarıyla desteklenmez, fen ile terbiye edilmezlerse, ibadet etkisiz kalır.
Ey, Oğul! Kimse Katolik Kilisesi kadar bağnaz olmasın. Unutma ki, onlar bile İncil’in “dünya evrenin merkezinde sabittir, gökcisimleri onun etrafında dönerler” şeklindeki ahkâmını tevil etmek zorunda kaldılar. Dini inançlar söz konusu olduğunda hatayı tevil etmek, yanlışı kılıfına uydurmak yüzyıllar alır. Erken öten horozun başının kesildiğini de unutmayasın.
___________
Web sitesi: https://www.alevalatli.com.tr/category/yazilar/nasihatname-makaleler/
Gam-zedeyim deva bulmamGaribim bir yuva kurmamKaderimdir hep çektirenİnlerim hiç reha bulmam.Elem beni terketmiyorHiç de fasıla vermiyorNihayetsiz bu takibeDoğrusu takat yetmiyor.Ehl-i dilin yoktur kadriUğraşma gel Tatyos gayriEserin çok kıymetin yokGit talihine küs bari.
Gam-zedesin devan benimGarip kuşsun yuvan benimÇektiğimiz yeter gayriKaderimsin inan benimTakat yetişmez elemeBülbül imrenir çilemeBizim şu kara sevdamızKalsın öteki alemeElbet kadrini bilirimİste canımı veririmKüsme talihine TatyosÇok durmam ben de gelirim
Çocukluk/gençlik aşkı hanımefendinin yazdığı yukarıdaki dizeleri Tatyos Efendi'nin bestesi üzerine nazire olarak bugüne kadar okuyan oldu mu bilmiyorum...ud ile icrâ ederek en azından kayıtlara girsin arzusu ile eseri bu sözlerle seslendirdim. Buyrunuz...
Edebi olmayana edeb öğretmek
Merkebi öküzü koyunca gütmek
Kargayla hindiyle bülbül eşlemek
Yorar yavaş yavaş adamı yorar
İlime irfana cehlini katanlar
Kendini her yerde pazarlayanlar
Hamuduyla yutup çaktırmayanlar
Yakar azar azar özünü yakar
Kaktüs de dikenli amma gül değil
Denizde su var amma içilir değil
Şeytanın da ilmi var, hiç makbul değil
Kibir gizli gizli dışarı sızar
Yarasalar gün ışığını sevmez
Körler gökkuşağını asla göremez
Kapanınca irfan kapısı yavaş yavaş
Neleri yitirdiğin cahil bilemez
Hadi çek süslü arabanı başka kapıya
Hangi putuna gideceksen, git hadi tapıya
Bir ömür inşâ ettiğin çürük yapıya
Baykuş tüner, baykuş öter, tâ fecre kadar
İrfan ehli der: tüketme nefesin boşa
Mübârek kelâmı etme hiç boca
Zamâne ehli talip, kaşa göze taca
Gel sen hikmete râm ol, münzevi yaşa