Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

29 Temmuz 2023 Cumartesi

Şöhret kültürü ve yalının görkemi...


Sadelik muhteşemdir, şöhret afettir, yalın olan görkemlidir.
İnsanın ihtiyacı kadarı ile yetinmesi onu asıl mutlu edecek olandır...ihtişam ve abartı ise zayıf kişiliklere hastır.

Tecrübe ile sabittir ki, sade yaşayan kanaatkâr bir insanın, dünyadaki en zenginden bile daha mutlu, huzurlu, lüks ve konforlu bir hayatı vardır...

Şiddetli şöhret, ihtişâm ve lüks arzusu, onlara erişmek isteyenleri her türlü tavizi vermeye kadar götürür maâz'Allah...

Ve bir toplumda şöhret kültürü yaygınlaşınca da üretmeden pazarlamaya özenenlerin sayısı artar...
İnsanların bir bölümü fikir/bilgi/ürün ürettikleri halde, birileri de bu insanların ürettikleri üzerinden pazarlamacılık ile şöhret olmak peşindedir...

İhtişama eğilimli olmak iptila yaratınca, onun müptelası olmak insanın giderek uyuşturucusu olur... 

Şöhret kültürü ile birlikte uyuşma hâli toplumda yaygınlaşınca da taklitcilik artar.
 
Taklitçilikte ise kafa yormak ve üzerinde çok da düşünmek gerekmiyor. 
Taklitçilik ve tatminsizliğin zirvede olduğu; eşyaya ve dünyaya kullanılıp çöpe atılacak ve daha yeni versiyonuna sahip olunacak bir meta gözüyle bakan bir toplum ise sağlıksız bir toplumdur, bu yaşama tarzını benimsemek ihtişam düşkünlüğünün dışa vurumudur, indikatörüdür.

Bir toplumun hâkim kültürü, her şeye maddî değeri kadar kıymet vermek olunca sahnede ve vitrinde "insan" değil "insansı" (android)lar  yer alır, çünkü böyle bir toplumda insanlar münzeviliği seçmişlerdir.

İnsan taklitçileri ise sanat, müzik, moda, eğlence, siyaset, bürokrasi vb. sahalarında kendilerini vitrinize etmek ve şöhret olmak çabası içerisindedirler.
 
Sekülar bir kültürde; başrolde şöhret, ihtişam ve para vardır.

Böylesi bir dünyada ise, (kalıbını dolduramamış) etiketliler ve onlara özenenlerin  mantar gibi çoğalması, insanlığı öldürüyor demektir.

Ve sonunda elde kalan: üretmek dertleri olmayan, özgünlükten bihaber, bönlüğün had safhada olduğu; sadelik ve doğallıktan uzaklaşmış, şöhret, ihtişam, lüks ve konfor müptelası bir toplum....

Halbuki "insan"ı tatmin eden şey ne ihtişam ve şöhret, ne lüks ne şaşaalı ve abartılı bir hayattır. 
Bunların hepsine sahip olup yine de mutsuz, tatminsiz ve depressif insanlara siz de şahit olmuşsunuzdur !

Çünkü egonun/nefsin istiap haddi, yani taşıma kapasitesinin sınırı yoktur... hep eldekinin bir üstünü, ötekini istemekle bir ömür geçer de kişi farkında bile olmaz...

Onun için kişi kendini şöyle bir yoklamalı: eğer arzu ettiği bir hedefe ulaşmış da daha fazlasını istemeye başlamışsa ego/nefs devrededir ve kontrolü ele alma, frene basma zaman gelmiş de geçiyor demektir. 

Çünkü bu isteklerin duru durağı yoktur.

Arzu ve hevesler girdabı veya anaforuna bir kez kapılmaya görsün kişi, kurtuluşu yok...hep dahası, dahası ve sonrasında mutsuzluk ve huzursuzluk...
 
Çaresi ise "sadelik"te ve fıtrî olan "tabii"likte !
Çeldiricilerin yoğun olarak göze çarptığı bir devirde sadeliğe talip olmak da kolay değil tabiki...

Bilinmelidirki; ihtiyaçlar hiyerarşisinde sadeliği tercih ile minimalist yaşamayı becerebilen insan ancak huzur ve sükun bulur, mutlu yaşar, değilse çok istediği arzu heva ve hevesin, şöhret ve ihtişamın müptelası olur; sürdürebilmek için ise bunun hizmetkârı ve/veya kölesi olur...

Dücane Cündioğlu diyorki;
"..insan ruhu inceldikçe (algı kapasitesi arttıkça) daha küçük daha narin daha zarif şeylere eğilim duyar. Oysa eğitimsiz kaba ve küçük(basit) ruhlar, haz alabilmek için daima kocaman, büyük, iri şeylere yönelirler; büyük yapılar, büyük takılar, büyük arabalar…"

İşte tam bu noktada kafasını kaldırıp gökyüzüne baksa insan, semâdaki ihtişamı görüp derin bir nefes ile içine huzuru doldursa, gökyüzünün maviliğindeki sadelik ve temizliği idrak ettikten sonra da bakışını yeryüzüne indirse ve kendine bir baksa...kalabalıklar içinde sükuneti yaşar, huzuru hisseder, sadelik ve mütevazı olmanın görkemliliğini de fark eder belki !

Ve unutulmamalıdır ki, sadelikte "insan" ön plândadır, ihtişamda ise eşyâlar, şeyler, şöhret, maskeler, samimiyetsizlik, gösteriş vs ön plandadır...
Sadelikte nezaket, nezafet, nefaset, zarafet, estetik, akl-ı selim, kalb-i selim ve zevk-i selim vardır...
Sadeliğin görkemi ise başkadır başka !

Bir kaç veciz söz ile tamamlayalım:
“Sadelik en yüksek gelişmişlik düzeyidir'' (Leonardo da Vinci) 
"Güzellik, fazlalıklardan arınmadır..." (Mikelanj)
"Akıl, mekânı tamir eder; gönül ise, zamanı..." (İhsân Fazlıoğlu)
"Dünya malına tapıyorsun; şehvet ve şöhret peşinde koşuyorsun; istediğini alamayınca da üzülüyorsun, içine düştüğün acıklı hali anla da aslının aslına doğru gel !" (Mevlânâ)
"Şöhret bir uyuşturucudur. Ona esir olursunuz, ama bunu kabul etmek istemezsiniz."(H. Coben)
"Hayatta basit insanlar şöhret veya menfaat, filozoflarsa hakikat peşindedirler."(Pythagoras)
"Bütün işi tırtıl yapar ama şöhreti kelebek kazanır."(George Carlin)
"Yeryüzünde nice bilinmeyen vardır ki, gökyüzünde şöhret sahibidirler." (Hz Ömer)
Hadis-i şeriflerde buyrulur: “İki aç kurdun bir koyun sürüsüne dalıp verdiği zarar, mal ve şöhret hırsına kapılan kişinin dinine verdiği zarardan daha fazla değildir.”