Bir dostumuzun eşek muhtevalı yazısından mülhem, edebiyatımızda "harnâme"den bir hikâye ile halk arasında söylenegelen bazı fıkraları bu yazıda konu ettik...
Eşek, felsefik mânâda çok düşünen az konuşan insanı sembolize eden bir figür olmanın yanı sıra, edebi metinlerde alçak gönüllülerin ve âlimlerin bineği olarak da ele alınır. Zenginlerin ve eşraftan sayılan soyluların, ağalar ve beylerin, kibir ehlinin bineğinin at, ermişlerin bineğinin deve yahut geyik olduğu da hikâyelerde yer alır.
Yahya Kemal, Neyzen Tevfik ve daha bir çok edib ve Mevlânâ eserlerinde hayvan metaforu üzerinden anlatımlara yer vermişlerdir.
Mevlâna'nın mesnevisinde köpek, eşek, pire, sivrisinek, horoz, tavus, deve, fil gibi birçok hayvan, hikâyelerde yer alır.
“Emanet eşeğin yuları gevşek olur.”, “El elin eşeğini türkü çağırarak arar.”, “Üzülme; eşek eşeği beğenir. (Ömer Hayyam)”, “Eşeğe altın semer de vursan eşek yine eşektir.”, “Öküzün önünde, eşeğin arkasında, aptalın her tarafında hazırlıklı ol.”, “Eşeğe, katır boncuğuyla inci birdir. Zaten o eşek, inciyle denizin varlığından da şüphe eder. (Mevlana)”,"Kanat vardır doğanı padişaha götürür; kanat vardır kuzgunu leşe götürür.(Mevlana)" ; “Eğer yol bilmezsen eşeğin (nefs) dileğine aykırı hareket et; doğru yol o aykırı yoldur. (Mevlana)”, "Mey biter saki kalır. Her renk solar haki kalır. Diploma insanın cehlini alsa da, hamurunda varsa eşeklik; baki kalır "(Fuzuli).
Divan şairi Şeyhî aynı zamanda bir hekimdir; Sultan Çelebi Mehmed'i tedavi edince, Çelebi Mehmed ona bir köy (Tokuzlu Köyü) hediye eder. Köye doğru yola koyulan Şeyhî, yolda eşkıyalar tarafından soyulup dövülmesi üzerine "Harnâme"yi kaleme alır. Har eşek demektir. Bu eserde toplumun kötü yönleri mizahi bir üslup ile hicvedilir.
Yük çekmekten şikayetçi zayıf ve hasta bir eşek oduna ve suya gitmekten bıkmış. Gece gündüz üzüntü ve derd içinde. Öyle ağır yükler çekiyor ki, sırtında tüy kalmamış. Tüy şöyle dursun, et ve deriden de eser yok. Dudakları sarkmış, çenesi düşmüş. O kadar zayıf ki, arkasına bir sinek konsa yoruluyor. Kulağında kargalar, gözünde sinekler... Arkasından palanı alınsa, kalanı it artığından farksız.
Birgün, sahibi ona acır, sırtından palanını alarak otlağa salıverir.
Eşek orada öküzleri görür. Kılını çeksen yağı damlayacak kadar semiz öküzler. Bunların boynuzlarına hayran kalır. Üstelik, yular ve palan derdleri de yok. Bu gördüklerine şaşar ve kendi hâllerini tasavvur ederek düşünür.
Yaratılışta eşit oldukları halde. kendilerinin boynuzdan mahrum olmalarını mânâsız ve haksız bulur. Bu müşkülünü, ancak eşeklerin piri olarak tanınan tecrübeli, gün görmüş, akıllı ve hakillı eşeğin çözeceğini düşünerek ona başvurur. İhtiyar eşek kendisine şu cevabı verir: "Bu işin aslı basittir, Allah öküzü rızk sebebi olarak yarattı. Gece gündüz arpa, buğday işler; bunların hasıl olmasında uğraşırlar. Başlarında devlet tacı olması bundandır. Halbuki bizim işimiz odun taşımaktır. Bunu göz önünde tutarsan, bize boynuz şöyle dursun kuyruk ve kulağın da fazla olduğunu anlarsın".
Zavallı eşek oradan dert içinde ayrılır. Fakat bu işin aslı kolaymış diye memnun da olur. “Artık ben de buğday işlerim, yazımı ve kışımı orada geçiririm; ne zamana kadar odun ile dayak yiyeceğim, bundan sonra buğday işlemekle izzetler bulayım” düşünceleri ile dolaşırken yeşermiş bir ekin görür. Aşk ile yemeğe başlar. Öyle saldırır ki, az zamanda tarla kara toprak haline gelir. Doyduktan sonra yuvarlanır ve sevincinden terennüme başlar.
Eşek canı acıyarak kaçarken, yolda akıl danıştığı pir eşeğe rastlar. İhtiyar eşek halini sorar. Zavallı inleyerek der ki, “boynuz umarken kulaktan oldum”.
Eşek eşeklik edince; boynuz ummuş, amma kulak ve kuyruktan olmuş...
Ego farklı durum ve ortamlarda bu suretlerden birine bürünür...meselâ eşek gibi çirkin ses çıkarır, yeri gelmişken izah edelim, eşek iki durumda anırır, açken ve şehveti için...böyleleri yok mu ?
“Yükü ben kendim arkaladım, yük altında olan benim, sen niye çöküyorsunki...!
–Kimsin, nesin, cin misin, peri misin sen ?
Adam:
– Beni pazardan aldın ya, aldığında eşektim. Anam babam eşek ol diye beddua ettiler, Allah beni eşek yaptı. Sağolasın senin gibi iyiliksever birisi beni satın aldı da yeniden insan oldum.
Hoca bunu duyunca adamı salıverir.
Pazara bir kaç gün sonra eşek almak için yeniden gider, bir kaç gün önce satın aldığı eşeğin satılık olduğunu görür. Karakaçanın kulağına eğilerek fısıldar:
–Ya hu, ne uslanmaz evlatmışsın, yine eşeklik yapıp ana baba bedduası aldın değil mi ?
Ana baba bedduası almaya sebep işlerden uzak durmak lâzım !
"Semerci ölsün diye dua edeceğimize, dua edelim de Allah bizi eşeklikten kurtarsın..."
Ama unutmamalı ki, sesin çirkinliğini duyunca gözün güzelliği hafıza ve hayalden silinir.
Hz. Nuh a.s. -melûn bin deyince- eşeğin kuyruğuna tutunarak ben de gemiye binmiş oldum !
Beden gemisine melûnları almamak niyâzı ile...
Müddessir sûresinin 49-51. âyetlerinde:“Çünkü bu kişiler, ayrıca Dünya yaşamlarında kendilerine öğüt veren vahiy kitabından /zikir kitabından, O’nu zikretmekten /anlamaktan, düşünüp öğrenmekten ve benimseyip bildirdiklerine göre yaşamaktan uzaklaşmışlardı. Öyle ki, bir şeyden ürküp sağa sola kaçışan eşekler /merkepler gibi kaçmışlardı.. Sanki bir aslan onları kovalıyormuş gibi “
Lokman sûresinin 19. âyetinde:"Davranışlarında, yürüyüşünde doğal ol, abartıdan kaçın ve insanlara karşı yüksek sesle, bağırarak konuşma. Unutma ki insanı en bıktırıcı seslerden biri anıran eşeklerin sesidir".
Cum’a sûresinin 5. âyetinde:“Kendilerine Tevrat verilip de, onu anlayarak okumadığı için Allah’ın buyruklarını da yerine getirmeyen topluluğun örneği, yük olarak içinde ne olduğunu bilmediği kitaplar taşıyan eşeğin durumuna benzer. Allah'ın ayetlerinin gerçek anlamlarını bilmediği için red eden ve dolayısıyla da istenenlere uymayan bir topluluğun durumu ne kötüdür. Allah, bu şekilde zulme sapmış bir toplumun hidayete /doğru yola ulaşmasını gerçekleştirmez”.
Nahl sûresi, 8. âyette:“Onlara binmeniz ve süs için atları, katırları ve merkebleri (yarattı). Ve daha sizlerin bilmediğiniz neleri yaratmaktadır?”
Vesselâm..
___________
1) Prof. Dr. Faruk K. Timurtaş, Şeyhî’nin Harnâme’si, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Yayın No. 1629, Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1971, 106 s.