Bir meseldir anlatılır
"Tıkandı Baba", ve meselin sonu şöyle bağlanır;
"Vermeyince Mabud, neylesin Sultan Mahmut !".
Sultan aramızda tebdili dolaşır ahalinin ihtiyacını gözler, ihtiyaç sahibi olarak tesbit ettiklerine de zarflanmış şekliyle hazineler bağışlar, altınlar ihsan eder de; tamahkârlar, aklı kıtlar, dünyaya ve dünyalığa aşıklar, her baktıklarını akl-ı maaş ile algılayanlar zarfın içindeki "altın"ı bilmez de zarfın pulunu kırk paraya satarlar ve kâr ettiklerini sanırlar.
Dünya ve dünyalık sevgisi için Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:
"Hayır, siz peşin olanı (dünyayı) seviyorsunuz da, Ahireti bırakıyorsunuz." (Kıyamet sûresi, 20-21.âyetler)
"Bu (azab) şundan dolayıdır ki, onlar, dünya hayatını sevmiş ve onu ahirete tercih etmişlerdir. Allah da kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez."(Nahl sûresi, 107.âyet)
"Bize kavuşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olup onunla tatmin bulanlar ve bizim âyetlerimizden gafil olanlar da vardır muhakkak." (Yunus sûresi, 7.âyet)
Câhil olan
"sineğin kanadı kadar Allah indinde değeri olmayan dünya"(*) ve dünyalığı amaç edinir, zarfın içinde sunulmuş altın liraları görmeyip zarfa yapıştırılmış pula kaç para kıymet biçileceği hesabında olur ve belki pulu kırk paraya satar da içindeki altınlardan olur.
Açık artırma ile satılan Kur'an-ı Kerim'in koleksiyonerler açısından değeri gibi ki; içindeki âyetlere uymak, Rabbinin muhatabı olmak, kulluk ve güzel ahlâkı öğrenmek, ebedî hayatı elde etmek değildir onların amacı... kapağına, yaldızlı kenar süslemelerine değer biçerler maa't-teessüf...
Hikmet de öyledir, tabi kıymetini bilene.
"
Hikmet" kimilerine sadece bir arkadaşının ismini çağrıştırır, ariflere ise Hızır (a.s.)'ı ve hz.Musa'yı...
Hikmet; zarfa ve pula değil, zarfın içindekine bakabilmek, görebilmektir.
Rabbim hikmet ve hükemâ (ehl-i hikmet)'nın kıymetini bilenlerden ve hikmet ehli olmak için gayret edenlerden olabilmeyi nâsib eylesin...tabi hak edenlere...
Derler ya, altını çocuğa verirsen bir sakıza değişir onu !
☆☆☆
Meşhur Mukaddime eserinin yazarı ibn-i Haldun, umran (medeniyyet), asabiyet mevzularını sistematik olarak 14.yy.da ele almış toplumu sosyolojik mânâda bedevî ve haderî diye tasnife tabi tutup karakteristiklerini ele almış sosyolojinin öncülerinden...
Bedevînin ve haderînin yaklaşımları ve medeniyyeti algılamasındaki farklılıklar, terakki ve tekâmül arasında farklılıklar, bunlar arasında geçişli ve/veya ayrışmış farklılıklar, insanlık tarihinde hep mevcud olagelmiştir.
Bu bakış açısından yola çıkarak; ilim ve irfan mazruf, şehir toplumunda bulunmak zarf ise:
taşralı bedevîye medenî olması içün medîneliler(şehirli kültüre mensuplar) ilim-irfan-hikmet öğretmeye çalışsalar da, bedevî bu, şehirde olmakla medenî olduğunu varsayar, amma medenileri taklidle, etiketle, giyim-kuşamla medenî olunmadığını ona bakan medenîler görür ve bu idraksizliğine bir yandan da üzülürler...
Mesela kendi dar çevresinde ehl-i hak, dışarıdaki duhul olduğu sosyetede (belki mürteci yaftası yememek ve tecrid edilmemek içün) ehl-i batıl yahut aleyh görünen ve hatta yaşayan, inandığı(!)nın sembollerini bile duvardaki rafa koyamayanın adı literatürdeki karşılığı ile riyâkâr değil de nedir acaba ! Belki de münafık...
Yaşantısı aleyhteki gibilerin, özentisi gayri müslimlere iken, adı müslim/müslime olsa ne yazar...
Medenîyyete dönersek; o bir hayat tarzıdır, olgunluktur, inceliktir, nezahat ve nefasettir, ilimdir, irfandır, dosdoğru olmaktır, edeb ve hayadır, kadr u kıymet bilmektir, olduğu gibiliktir, güzel ahlâktır ki bunlar zarfın içindeki altın gibidir, yâ'ni mazrûf...bedevîliği terkedemeyenin medeniymiş gibi davranmak istemesi ise hamlıktır, çiğliktir, fason etiketliliktir, insanımsılıktır. Zarfın ve zarfa yapıştırılmış pulunun albenisine kapılıp, mazrûfun farkına varamamaktır...
Kazancın kayıp olduğu durumlara fani gözler çokça şahit olmuştur...
Vücûd ülkesini medenileştirememiş olanın modern/medeni görünme çabaları çil-çaputtan, boncuk ve betondan, ünvan ve makamdan ibaret olsa gerek...
☆☆☆
İlim ve irfan kıymet bulmadığı yerden kaçarmış derler...geçmiş ola demeli !
Her şey nasip ile, vermeyince Mabûd yapacak bir şey yok !
Nâkıs gelip nâkıs gitmek muradına kâmilin yapacağı bir şey yok !
☆☆☆
Gelelim ibret dolu olan ve çeşitli versiyonları ile anlatılan Tıkandı Baba hikâyesine, hikâye şöyle:
Osmanlı padişahı Sultan Mahmud zaman zaman tebdili kıyâfet ahâlinin arasına katılır...
Bir gün yolu bir kahveye uğrar, kahvede çaycıya müşterilerinin "Tıkandı Baba üç çay..beş çay...kahve alalım." diye hitap ettiğini duyar,
-Bey baba ! sana neden Tıkandı Baba diyorlar, diye sorar.
Anlatmak istemez çaycı Tıkandı Baba, ısrar üzerine başlar anlatmaya;
-"Efendim bir gece rüyamda bir çok insan, her birinin bir çeşmesi var ve hepsi de gürül gürül akıyordu. Benim önümdeki çeşme de akıyordu ama az akıyordu.
Benimki de onlarınki kadar aksın istedim, tıkanmıştır diyerek bir çomak ile çeşmenin oluğunu açmaya çalıştım, biraz zorlamış olacağımki çomak kırıldı ve az biraz akan su sadece oluktan damla halinde damlamaya başladı.
Bu kez en azından damlamasında en azından eskisi kadar aksın yeter dedim ve eski hâline getirmeye çabalarken tıkalı oluğu kırdım...damlalar da kesildi, yâ'ni tıkandı.
O rüyadan sonra ne işe elimi atsam kısmetim bağlanıyor. Bende burada çaycılık yaparak geçinmeye çalışıyorum" diyerek olayı anlatır.
O gün bu gündür adım "Tıkandı Baba"... hangi işe elimi attıysam olmadı. Gördüğünüz üzre şimdi burada çaycılıkla geçinmeye çalışıyorum.
Sultan Mahmut kahveden çıkınca talimat verir:
-Bir ay boyunca her gün bu adama bir tepsi baklava getireceksiniz. Her baklava diliminin içine de bir altın koyun.
Sultanın adamları Tıkandı Baba'ya ertesi gün bir tepsi baklava getirip verirler. Tıkandı Baba baklavayı alır, bakar baklava çok nefis. Ve kendi kendine:
-"Ne zamandır çoluk çocuk tatlı yiyememiştik, ağız tadıyla bir güzel yiyelim" diyerek evin yoluna düşer.
İhtiyâçlar, borçlar aklına gelir yolda... "Ben iyisimi bu baklavayı satayım da evimin ihtiyaçlarını gidereyim" der, yolda başlar bağırmaya "Taze baklava, nefis baklava !"
Bir adam yaklaşır baklavayı beğenir. Sıkı bir pazarlık sonrası bir kaç 40 paralık sikke vererek satın alır.
Tıkandı Baba sevinerek bu para ile evin acil ihtiyaçlarını bir kısmını alarak eve gider.
Baklavayı satın alan adam evde satın aldığı baklavadan bir dilim ağzına alınca dişine takılan altını görür, ikinci, üçüncü diğer dilimler... her dilimin içinde bir altın.
Eğer her gün satıyorsa her akşam gidip baklava satan adamdan baklava almalı diye niyetlenir.
Ertesi akşam aynı yerde baklava satıcısını görünce"'Baklava çok nefismiş. Biraz daha indirim yap da her akşam senden ben satın alırım kimseye satma emi" der. Anlaşırlar, her akşam adam gelir Tıkandı baba'dan baklavaları bir ay boyunca satın alır...
Bir aylık süre geçince Sultan Mahmut Tıkandı Baba'yı durumu düzeldi mi acaba deyu ziyarete gider.
Tıkandı Baba'yı evvelce olduğu gibi perişanlığı üzerinden akıyor gören Sultan:
-"Sana baklava gönderiyordum gelmedi mi?' diye sorunca,
-"Geldi padişâhım, her gün gelen bir tepsi baklavayı satıp ihtiyaçlarımızı giderdik, duacınızız sultanım"
Sultan Mahmud tebessüm eder ve:
-"Anlaşıldı anlaşıldı, hadi gidiyoruz gel benimle" der....saraya götürür, talimât verir, "Bu adamı hazine dairesine götürün, eline bir kürek verin küreği daldırsın altınlara, kürektekiler onundur"
Talimât yerine getirilir, Tıkandı Baba heyecanla küreği bir daldırıp çıkarır, amma küreği ters tuttuğundan küreğin sırtında bir altın bile kalmaz.
Padişah Tıkandı baba'ya bir şans daha vermek için bir adamına talimât verir:
-"Bu adamı Üsküdar'daki filan mevkiye götürün, bir taş alıp atsın, attığı taş ne kadar uzağa düştüyse oraya kadar olan araziyi buna verin", der.
Üsküdar'a gelirler,
-"Bey baba hele şuradan bir taş al bakalım" derler. İlk iki şansı kullanamadığını hatırlayan baba büyüğünden bir taş alayım da ikrâm o kadar büyük olsun düşüncesiyle zar zor kaldırabildiği bir kayayı kucaklar, "aldım işte" der.
Padişahın adamları;
-"Bey baba bu taşı ne kadar uzağa atarsan burdan düştüğü yere kadar olan arazi sana bağışlanacak".
Taşın büyüğünü seçmekle hata yaptığını anlasa da çaresiz denileni yapacaktır Tıkandı Baba.
Başının üzerine kadar zar zor kaldırdığı taşı yelkenerek atmak isterken kollarının takati tükenir ve ellerinden kayan taş başına düşer ve Tıkandı baba son nefesini verir.
Durum padişaha haber verilir, Sultan Mahmud'un dilinden;
"Vermeyince Mabud, neylesin Sultan Mahmud !" sözleri dökülüverir...
☆☆☆
Maddî anlamda "tıkandı"lar bu dünyada perişan olur da, Allah teâlâ; manevî anlamda "tıkandı" olup, iki cihânda nasipsizler ve "keşke"cilerden eylemesin inşâ'Allah...
Ve Kur'an, kitaba uymayan, nefsi hesapları için her şeyi "kendi(!) kitabına uyduran", Kur'an'dan yüz çeviren ve sırtını dönene ne olacağını bildiriyor:
“Her kim de zikrimden yüz çevirirse, ona dar bir geçim vardır.”(Taha sûresi,124.âyet)
Vesselâm...
__________
(*)Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Eğer dünya, Allah katında sivrisineğin kanadı kadar bir değere sahip olsaydı, Allah hiçbir kâfire dünyadan bir yudum su bile içirmezdi.”
(Tirmizî, İbni Mâce)