Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

28 Temmuz 2024 Pazar

Hayatın kenarı köşesindekiler: Deliler, meczuplar...


"Ne taaccüp ediyorsun buna dünya derler Duyulan herzelere onda nihayet yoktur. Yerin altında öküz var mı dedi bir meczup Onu bilmem dedim, fakat üstünde pek çoktur."
                                                    Ferit Kam

"Akıl insanı terk ederse deli, insan aklı terk ederse meczup olurmuş...” demişler !

"Olup bitene basiret gözüyle bakan, sonuçlarını daha baştan görür de bunlardan yararlanmayı ve zararlarından da korunmayı bilir."

Hayatın içinde; hayat süren kâm alanlar var, bir de hayatın kenarında köşesinde kıyısında olup, olan biteni seyredenler var...tren son istasyona varıp trenden inenin birinci mevkide olanıyla üçüncü mevkide geleninin mevkisine bakılmayacak !

İnsanoğlu dedikleri türün içerisinde neler var neler...Veliler, deliler, ne idüğü belirsizler, akiller, sakiller, vekiller, herzevekiller âle'd-devam...

Şu deliler var ya, işte onlar toplumun vicdanlı(!) olup da çıkarı içün ses çıkaramayanların vicdanının sesi sadası olurlar çoğu zaman...

Anadolu irfanında "rical-i gayb" denir delilere, yani gaybî adamlar...hatta delilerin yeryüzünde bir tür metafizik vazifeli oldukları, Hakk'ın insanlar arasındaki delilerin her birine farklı vazifeler verdiği Hakk'ın memurları olarak da görülür ve bu özel insanların halkın arasında ya delilikle ya da sarhoşlukla örtünmüş olarak dolaştıkları düşünülür.

Tıpkı Harabi Baba'nın dediği gibi, "Ehline helâldir, na-ehle haram", dolayısı ile aslında hermetik olan irfan ve hikmetin, tecelligâh olan delilerde böylesi örtülerle gizlenmiş olduğuna inanılır.

Deli ve meczup kelimeleri ile vasıflanmış insanlardan meczuplar, "Hakk'ın Kendisi'ne çektiği kişilerdir". Meclup; celbedilmiş, çekilmiş, yakınlaştırılmış manasına gelen bir kelime... Onlar içün şöyle denir, "Hakk'ın gayret kubbesinde gizlediği ve delilik kisvesiyle halkın arasına salıverdiği kişilerdir"....Yine onlar, "delilik az akılla olmaz" sözünü haklı çıkaranlardır. Bu bağlamda meczuplar, aklı aşkın olan, hatta aklı da kuşatan bir tür "kalb-i akla" sahip olan ve bu aklı da azamî derecede kullananlardır.

Bunlar, Hakk'tan gayrıya eyv'Allah'ı olmayan, müesses sistemin nosyonlarını reddeden, klişeleri parçalayan, sıradanlığa müdahale eden şahsiyyetlerdir. İnsanları silkeler, sarsar, uyarırlar, onlar çıkarcı akıl sahiplerini paramparça eden abide şahsiyyetlerdir aslında, münafığa, riyakâra meydan okurlar, maskelerini indiriverirler alim'Allah.

Şu aklını çok seven ukâla avam, üstün gördüğü ve çok beğendiği aklının ermediğine "deli işte" der geçer yine de...

Anadolu'da bir inanç vardır, "delisi olmayan yerin merhameti, ataleti ve imanı olmaz" diye...
Hakikaten öyle, deliden, bulunduğu yerin yalancısını, üçkağıtçısını, dürüstünü, o beldenin gerçek yüzünü öğrenebilirsiniz.
 
İşte bunun farkında olan toplumlar her zaman etraflarında dolaşan deli ve meczupları sahiplenirler...

Anadolu'da delinin bir anlamda Veli olduğuna da inanılır.(*) 

Yine irfan ehli, meczubun gaybı kurcalayan çilingir olduğunu bilir. Kolektif bilinçdışının en ilginç besleyicileri delilerdir, derler. 
Çünkü;
Deli sözünü sakınmaz.
Kimseyi umursamaz.
Aklın bağ olduğunu bilmiştir.
Özgürdür.
Bilinçaltından çekinmez, onu her an dışavurabilme hürriyetinin tadını alabildiğine çıkarmaktadır.
Şehirlerin ahalisi delilerinin veya meczublarının tatlı pervasızlıklarını her zaman hayranlıkla izler. Hatta kimileri, bir deli gelse de en küstah anımızda gerçeği yüzümüze, hesapsız kitapsız haykırsa, birisi bize bazen ayna tutsa keşke, diye arzular.

İrfân ehli bilir ki; Söz Hak'tır... Bakan da O'dur, yıkan da O'dur, yapan da O'dur...
 
Deli ve meczupların hem hakikat ajanı hem de şehrin bereketini artıran kişiler olduğuna da inanılır anadoluda, bu yüzden deliler çok sevilir, meczuplara ihtimam gösterilir. 

İşte bir kısa hikaye: "vergi dairesine para yatırmaya giden bir esnafın karşısına bir meczup ansızın çıkar, esnafın cebindeki para kadarını ister, meczubun talebindeki hikmeti bilen şahıs, çıkarıp o parayı verir, bir saat sonra o paranın iki katı başka bir kaynaktan o esnafa ulaşır."

Denilir ki, meczubun gönlünü yıkmak, Allah'ın evini yıkmaktır....Yine denilir ki, deliler toplumların sansürsüz yüzleridir. Normal olarak konuşulamayan, görmezlikten gelinen şeyleri "deli" dediklerimiz ortaya çekinmeden koyarlar. Toplum onları alaya alır, ancak
alaya alma refleksleri "söylediklerini ciddiye almayın" şeklindeki gerçeğin üstünü örtme davranışıdır diye düşünülür...
Delilere toplumda kutsiyet de atfedilir ve bu yüzden onlardan çekinilir... Aman bunlardan uzak duralım, "bunların dilinin kemiği yok, korkuları da yok, aman iyi geçinelim de bizim ayıbımızı da ortaya sermesin"... 

"Mes'elâ Kars'ta "Kaşe Temo" diye biri varmış. Dükkânlar açılır açılmaz hemen gidip "kaşe kaşe" deyip dükkân sahibinin kaşesini ister alır ve yüzünün çeşitli yerlerine bastırır, ona göre de bahşiş alırmış. Uzun süre uğraştıktan sonra Temo ile dost olan biri sormuş: 
"Bu kaşeyi niçin bastırıyorsun" 
Temo: "Sırdır ama sen vatansever bir adama benziyorsun söyleyeyim. Ben maliyede çalışan gizli müfettişim. Bu puştlar ticaret yapıyor fatura kesmiyorlar. Ben ilk siftah kaşeyi bastırınca mecbur kalıyorlar akşama kadar fatura kesmeye."

"Harabat ehline hor bakma zâkir
Definelere malik viraneler var"
                Erzurumlu İbrahim Hakkı

Ehli derki:
“Cümle mevcûdât zâkir, kâinât dergâhdır”

Dünyalık akıllarına mukayyet ve esir olmayanlara muhabbetle !

Vesselâm...
__________
(*)(https://www.aksam.com.tr/cumartesi/deliler-ve-meczuplar-sehrin-gulleri/haber-1067343)

27 Temmuz 2024 Cumartesi

Şapkadan tavşan çıkarmak, göz boyamak...


Bu devir gönüle değil göze hitap etme devri.

Zaten gönülde ne ateş-i aşk var, ne nur-u hüda kalmış...üstünü kül kaplamış, ateşin kıvılcımı dahi kalmamış.

Akıl ise gönülden bîhaber, göz ile beslenen, gözün gönderdiği görüntü ile iktifa eden ve onaylayan 600gramlık et külçesine dönmüş.

Gerçi göz (tıpkı kulak gibi), dış dünyadan bilgiyi içe aktaran en önemli organdır, ve davranışı oluşturduğu algı ile belirler.

İşte bu sebeple göze hitap reklamcıların, toplum mühendislerinin, PR çalışmalarının, propagandistlerin, algı oluşturma çabasında olanların hedef organıdır.

Herşeyin ve herkesin özen gösterdiği tek şey öncelikle görünüş ve dış yapı...iç ise ihmâl edilmiş...akl-ı selim sayesinde zuhur eden zevk-i selimin yerini, estetikten yoksun olan "göz zevki" dedikleri (nasıl bir zevkse) ruhsuz ve egoya hitap eden hedonist/hazcı bakış açısı almış...

Yâni dışı mamur olsun da varsın içi harap kalsın mevzuu...

Toplum, birbirlerinin veya dışarıdan bakanların gözüne, göstermek istediğini sokma çabasında iken, içerisini pislik (maddi-manevi) götürse de, kimsenin aklına, dönüp içe bakmak gelmiyor artık.

Bugün buna bir de teknoloji ilave olmuş ki, herkesin elinde göz boyamak içün her türlü malzeme var. Çek, fotoşopla, paylaş sosyal medyada, imkân elinin altında ise üstelik web sayfasında... tabi bu arada milletin emeğini kendi başarısı gibi gösterenleri ve müesseselerin imkânlarını şahsi reklâmı içün kullananları söylememe gerek yok sanırım.
 
Göz boyayan da gözü boyanan da aynı sürünün elemanı olunca algıda seçiciliğin lüzumu da kalmıyor.

Bir yazar diyor ki;
"İbadet mekânlarımız camiler bile bu göze hitap eden, ruh yerine gözü koyan anlayıştan etkilenmiştir. Sade bir ortamda ibadet makbul değilmişçesine mescitlere tezyinat (süsleme) yapılmaktadır.
Gözleri boyamaya Mushaflar bile katılmıştır. Kur’an ne için indi, ne için onu alıp okuyoruz gibi endişelerin yerini, neresinde hangi süs ilavesi var merakı almıştır. Ruha hitap eden Kur’an, günümüzde gözü tatmin etmeden ruha ulaşamamaktadır, mesele budur"

Bürokrasiden bilim camiasına, bilim adamı görünümlü kimi zevata, manavdan tuhafiye mağazasına kadar mevzu artık göze hitap ve reklama kurban edilmiş neredeyse...
Şeytanı melek, kötüyü iyi, yalanı doğru, gübreyi gül suyu, sateni ipek, namussuzu namuslu göstermek içün yoğun bir gayreti her yerde görüyoruz artık.

Çünkü hırs, çıkar, makam sevdası, gösteriş, şatafat, arzu ve hevesler öylesine kamçılıyor ki bugünkü insanı, bu gayeye hizmet eden her yol mübah onlar içün...sözüyle gözü boyayıp (çirkefleşmiş) özü gizleme ustalığı toplumun her kesiminde göze çarpıyor...

Kalp gözüyle görebilen, firaset ve basiret ehli insanlardan müteşekkil bir medeniyetin mensupları, bugün gözden başka bir şeyle göremeyen, aklını gözüne teslim etmiş, gönlünü kırk kilit ardına hapsetmiş bir tüketiciye dönüşmüş maa't-teessüf.

Bu devirde artık asıl görülmesi gereken değil de gösterilmek istenen görülüyor. 
Pis ve pisliğin bile cazibedar ve albenili hâlde sunulduğu bu iletişim çağı insanları gözünden avlıyor, esir alıp yönetiyor yönlendiriyor.

Göz boyamayı san'at haline getirmiş hokkabazlara, sihirbazlara bugün her kesimde rastlıyoruz, ve bugünküler artık medyatik vasıtaları, interneti ve sosyal medyayı, web sayfalarını göz boyamak içün yoğun kullanıyorlar.

İş sihirbazın şapkadan tavşan çıkartma evresini geçmiştir, domuz çıkartma aşamasına gelmiştir...
Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyurmaktadır:
"Allah sizin dış görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar."

Kitab-ı Kerim'de buyrulur:
“Sizi yanımızda değerli kılacak olan ne mallarınız, ne de evlatlarınızdır. Ancak imân edip güzel ve hayırlı işler yapanların durumu başkadır. Onlara yaptıklarının kat kat fazlasıyla mükâfat verilecektir” (Sebe’ sûresi, 37)

Ancak, boya dökülüp pas görülünce, foya kazınınca, testideki dışa sızınca ki, sızıyor sızar, takke düşüp kel görününce ki görünüyor, o zaman ne yapacaksın ey göz boyama ustası medya soytarısı !

24 Temmuz 2024 Çarşamba

Hikaye: Keser döner sap döner...Boş ambarda peynir ekmek aramak...

Devir Hz. Süleyman'ın babası Hz. Davut devri...

Uluorta, her yerde dolaşıp duran biri:
“Yârabbi! Bana zahmetsiz ve eziyetsiz bol rızık ve servet ver” diye dua etmektedir.

Bir süre sonra halk adamla alay etmeye ve:
“Rızık çalışarak elde edilir, bu adam deli mi, yoksa sarhoş mu ki böyle dua edip duruyor? Allah’ın peygamberi Hz. Davut bile rızkını elde etmek için çalışıp çabalıyor. Bu adam şaşırmış olmalı” 
diye söylenmeye başlarlar.

Adam, halkın alay etmesine, kınamasına aldırmadan aynı minval üzere duasına devam etmektedir. Durum bu olunca, halk arasında: “Boş ambarda peynir ekmek arıyor” diye meşhur olur.

Bir gün bir seher vakti evinde dua ederken bir öküz gelir, kilitli kapıyı boynuz darbesiyle kırar içeriye dalar. Adam, öküzü keser ve yer...

Bir müddet sonra öküzün sahibi bunu haber alır, adama çıkışır: 
“Bre ahmak, bre tembel, bre kötü insan! Senin olmayan bir öküzü nasıl kesip yersin?”

Mes'eleyi çözmek ve vuzuha kavuşturmak içün Hz. Davut’un yanına giderler. Öküzün sahibi:
“Bu adamdan davacıyım. Öküzümü haksız yere kesip yedi. Hakkımı ondan al!”

Hz. Davut:
“Bu dava hakkındaki hükmü benden hemen istemeyin, kararımı yarın vereceğim”

Bunun üzerine davacı ve oraya toplanan halk dağılır. Hz. Davut bir kenara çekilerek bu işin hakikatini kendisine bildirmesi için Allah’a yalvarır.

Karar zamanı öküzün sahibi ve şikayetçi olduğu adam Hz. Davut’un huzuruna gelirler, halk da işin sonunu merak ettiği için gelmiştir.

Hz. Davut öküzün sahibine:
“Gel sen bu öküzü bu Müslüman kardeşine bağışla” der.

Öküz sahibi: 
“Ey Davut! Bu nasıl bir adalettir! Benim hakkımı gasp etmek sana yakışır mı? Ey ahali! Şahit olun, Davut bile benim hakkımı zayi ediyor” der

Hz. Davut: 
“Buna razı olman senin için daha hayırlıdır. Sızlanmayı bırak da, gel buna razı ol!” der.

Adam sesini daha da yükseltmeye, daha çok bağırıp feryat etmeye başlayınca, Hz. Davut: 
“Bütün mallarının yarısını da, öküzünü kesip yiyen bu adama bağışlaman lâzım” der.

Bunu duyan adam deliye dönmüş halk da söylenmeye başlamıştır.

Hz. Davut: 
“Eğer razı olsaydın, bu senin için çok hayırlı olurdu” der.
Ve halka öküzün sahibini göstererek: 
“Bu adamı yakalayın, çünkü bu bir katildir. Ve suçlu diye karşıma getirdiği şu adamın babasını falan zamanda falan yerde filan ağacın altında öldürdü, başını keserek bıçakla birlikte şehir dışında falan yerdeki ağacın altına gömdü. Yürüyün, oraya gidelim” der.

Hz. Davut’un bahsettiği ağacın altına geldiklerinde, Hz. Davut: 
“Şurayı kazın” diye işaret eder.

Gösterilen yeri kazılınca öküzü kesen adamın babasını  başını ve  bıçağı bulurlar, bıçağın üstünde de katilin ismi vardır.

Hz. Davut öküzün sahibinin, öküzü kesen adamın babasının kölesi olduğunu, efendisini öldürüp bütün mallarını aldığını söyleyerek katili cezalandırdı.
Dedesi üzüm koruğu çalıp yiyenin torununun dişi kamaşır demiş ehl-i irfan...
Hülasa:
"Gün olur, döner keser döner sap
Dökülür ortaya hem bir bir tutulan hesap"

7 Temmuz 2024 Pazar

Lotus (Mutluluk) çiçeği ve san'ata dair...

Mutluluk; köke ve besleyen damarların sağlıklı olmasına bağlıdır...hırslı, haset ve açgözlü insan ne huzurlu ne de mutludur...

Mutluluk çiçeğinin (Lotus: Nilüfer) derinlerdeki kökünden aldığı besin yaprağının altındaki muazzam damarları sayesinde su yüzeyine yayılmış yaprağını besler, nilüfer bu sayede rengârenk çiçeklerini ikrâm eder gören gözlere...

Kökün ve damarların önemini ne güzel anlatır Lotus insana...aynı zamanda huzuru ve mutluluğu...

İnsanlık da tıpkı Lotus gibi, ya da olmalı...

Kültür kökleri; tarihi tecrübe, bilgeliğe dayalı filozofi, ilim, irfan, san'at, edebiyat, mûsıkî, mimarî vb. damarları yoluyla beslediği insanda estetiği, zevk-i selimi hasıl eder ki, bunun neticesi olarak medeni insan inşâ ve ihyâ olur !

Köklerinden beslenmeyen, hatta köksüz, kültür damarları kesilmiş toplumların ne oldukları, nereye savrulduklarını söylemeye gerek var mı ?

O insansılar çiçeksiz, meyvesiz, ruhsuz, estetik yoksunu, kaba-saba, göz zevkini bozan, çirkin ve yoz bütleri ile idare ededursunlar...

İrfân ehli bak ne demiş:

"Tâk-ı ebrûsuna baksak n’ola yârin sôfî
 Sâniin eylediği sun’u temâşa ederiz.
(Rûhî-i Bağdâdî). 

"Vecde gel, vahdete dal, âlem-i kesretten uzak
Yalınız sânii gör; san’atı, masnûu bırak" (Mehmet Âkif Ersoy).

Allah "Sâni-i hakîkî” “Sâni-i kâinat” dır. Lotus çiçeğindeki san'ata bakıp da görmez mi insan ?

Huzurunuz daim, mutluluğunuz baki olsun...

6 Temmuz 2024 Cumartesi

Bir çocuk gelin hikâyesi: Kimseye etmem şikâyet şarkısı


İhsan Raif 1877 yılında Köse Mehmed Raif Paşa'nın kızı olarak dünyaya geldi. İhsan Raif hayalleri büyük bir kız çocuğu olarak büyüdü. Gönlünü daha eğitim hayatının başında olmasına rağmen edebiyata kaptırmıştı. Aşk şiirleri yazan, aşka inanan İhsan Raif; Fransız edebiyatına da ayrı bir ilgi duyuyordu. Geleceği parlaktı, ailesinin maddi imkanları da hayallerine kavuşabilmesi için ona destekçiydi. Günümüzdeki adı İstanbul Şişli Kaymakamlığı olsa da İhsan Raif zamanında Taş Konak olarak bilinen bu evde günlerini geçirirken kendi kendine şiirler yazıyordu. Lütfen bu şiirleri amatör şiirler olarak değerlendirme sevgili okur. Hece ölçüsüne uygun, sade ve aşk dolu şiirleri vardı İhsan Raif'in. Ta ki gelecek hayallerinin yok olduğu o güne kadar...

İhsan Raif, ablası Belkıs ile olacaklardan habersiz oyun oynarken odaya daha önce hiç tanımadığı bir adam girdi. Adam kendisini kaçırmaya çalışınca da feryadı bastı. Yabancı adamın bu girişimi başarısız olmuştu ama bu adamın kim olduğu ve daha 14 yaşındaki bir kızdan ne istediği bilinmiyordu. Adamın amacı daha sonra anlaşıldı. Yabancı adam reji memuru Mehmet Ali Bey'den başkası değildi. Evin küçük kızına kafayı takmış ve evdeki hizmetçilerin yardımıyla İhsan Raif'i kaçırmaya çalışmıştı. Girişim başarısız oldu. Babası Mehmed Raif Paşa çıkan dedikodular üzerine  Mehmet Ali ile zorla evlendirecektir... İhsan Raif babasına çok yalvardı ama nafile, O anları şöyle dile getirir: "Babamın terazisinin şaştığını hiç görmemiştim. Onu Hazret-i Ömer adaletinin timsali bilirdim. Benim istikbalimi tartarken adil olmadı o terazi. Mehmet Ali’yle nikâhlanmaktan başka çıkar yolum kalmadı. Günlerce gözyaşı döktüm, haftalarca yalvardım. 'Babacığım masumum, bana kıyma, derslerimi tamamlayayım, yaşım küçük, beni yakma!' diye dizlerine kapandım. 'Beni sevdiğim biriyle evlendir, telli duvaklı gelin et…' dedim. Dinlemedi."

Bu andan sonra İhsan Raif'i çok zorlu bir hayat bekliyordu. Hayatını geçirdiği İstanbul'dan, ailesinden, hayallerinden canından çok sevdiği babası yüzünden koparılıyordu. Kendisini kaçırmaya çalışan bir adama mahkum bir hayat sürmesi için... 
İzmir'e sürgün edilmeden önce, kendi evinde geçirdiği son günlerde günümüzde bile çoğumuzun bildiği, hikayesini bilmediğimiz zamanlarda bile yüreğimizin titremesine sebep olan o satırları kaleme aldı:

Kimseye etmem şikayet, ağlarım ben halime
Kimseye etmem şikayet, ağlarım ben halime
Titrerim mücrim (suçlu) gibi, baktıkça istikbalime
Titrerim mücrim gibi, baktıkça istikbalime
Perde-i zulmet (karanlık perdesi) çekilmiş, korkarım ikbalime
Perde-i zulmet çekilmiş, korkarım ikbalime
Titrerim mücrim gibi, baktıkça istikbalime…


14 yaşında bir kız çocuğu, istikbalinden korkar bir hale geldi. Hayatının bu noktasında İzmir'e sürgünü gerçekleştirildi. 14 yaşında çocuk gelin, 15 yaşında daha kendi çocukken anne oldu. Dile kolay 14 yılı kendi deyimiyle 'çapkınlıklarıyla kendisini hayattan bezdiren hayırsız' bir adamla geçirdi. 27 yaşında kendisine boşanma izni çıktı ve 27 yaşında 3 çocuk annesi olarak kendi topraklarına, İstanbul'a dönebildi. 

İkinci evliliği bir gün sürer. Zorla elini öptürmek isteyen ikinci eşinden hemen boşanır.

İlk ve tek büyük aşkı, entelektüel, yazar-çizer Şahabettin Süleyman ile 1914'de üçüncü evliliğini yapar. Yahya Kemal’den Ahmet Haşim’e, Ruşen Eşref’ten Fazıl Ahmet’e entelektüel bir çevresi vardır. Şair olarak kabul, ilgi ve takdir görür.

“Fecr-i Âti”ci eşi Şahabettin Süleyman’ın 1921 yılında bir Avrupa seyahatinde ispanyol gribinden beklenmedik şekilde ölmesi tekrar karanlığa gömülmesine yol açsa da yas döneminde yanında duran bir Fransız’la (Bell) dördüncü evliliğini yapar. Bell, İhsan Raif Hanım’a aşkından dinini değiştirse de pek hoş karşılanmaz son evliliği.

Milli Mücadele’nin ateşli destekçilerinden İhsan Raif Hanım, 49 yıllık yaşantısına 19 yapıt, büyük bir aşk ve bolca acı sığdırdı. 1926 yılında Paris'te geçirdiği bir apandist ameliyatı sırasında hayata gözlerini yumdu.

İşte o şiir ve bestesi:

Kimseye etmem şikayet
Makam: Nihâvend
Usül: Curcuna
Bestekâr: Kemani Serkis Efendi
Güftekâr: İhsan Raif Hanım

2 Temmuz 2024 Salı

Hayde, vira Bismillah...

Sordular:
-Pusulanız, usturlabınız, haritanız yanınızda mı ?
-Rotanızı belirlediniz mi ?
-Olmanız gereken güzergâhta mısınız ?
-Koordinatınızdan sapmanız söz konusu mu ?
....
Şöyle bir yokladım kendimi,
verecek cevabım yoktu,
rotamı belirlememişim,
meğer hedefim de yokmuş,
rasgele ve avare yaşıyor muşum !

Ömrümün bir kısmını da iştiha ile yemiş, tüketmişim...
...
Ve ahd ettim geç olsa da...
Dünya hayatını dosdoğru yaşamak ve nihai hedefe güzergâhtan sapmadan adam gibi varmak içün kendime çeki düzen vermeliydim...

Talebim olmadan geldiğim hayatımın yeme, içme ve arzuların tatmininden öte bir anlamı olmalıydı...zamanı yavaşlatmak veya yeniden kurma kudretim de yoktu, yaşlanmayı durdurabilmek kudretim de !

Bundan böyle; çeldirici ve oyalayıcılara prim vermeyecek, rüzgâr gülü olmayacak, benden beklenileni sarf-ı nazar etmeden ve hedeften taviz vermeden hayat yolunda yürüyecektim !

"Hayde, vira Bismillah..."

1 Temmuz 2024 Pazartesi

Sosyal etiket, hakikat ve "İnsan"...

"Sosyal etiket zayıf karakterlilerde güç algısı oluşturan bir etkendir...bu kişilerde güç algısına hızlıca adaptasyon otoriter davranışların açığa çıkmasına vesile olur ve neticede ortaya güç zehirlenmesi çıkar..."

Aslında otorite kaynaklı güç zehirlenmesi genellikle kitap yüklü merkeplere, elbisesi bol gelenlere, sonradan görmelere has bir duruştur.
Gündüz aydınlığının büyütecinde her şey ayan beyan meydanda iken kuma başını gömen deve kuşu gibi olan bugünkü insanlık, kum içindeki göz gözü görmez zifiri karanlıkta kendini kimsenin görmediğini zanneder...

Halbuki hakikat üryan, hakikat aleni, hakikat ayan-beyan ortalıkta...

Bugün insanlık çoğunlukla fitne fücur ile hem hâl...
Gidişatın ahirini görse de gözlerinin feri, gönüllerinin kandili uyumuş gibi, ya da görmezden gelip neme lazımcı davranmakta.

Zulüm ateşi mazlumları kavururken, güç zehirlenmesi ile serhoş adamların gözlerini çıkar hesapları perdelemişken, gelecek nesillere bırakılacak yangın yeri dünyanın, yaygınlaşmış ahlâksızlıkların günahının hesabını nasıl verecek bugünkü refah toplumu ve medeni(!) insanlar...
Onlarla aynı çağda bulunmanın vebali hepimizin değil mi...?

Mavi küre denilen mavi ve yeşilin hakim olduğu dünyadan bugün kan ve pislik damlamakta âleme...

Bunun asıl sebebi okuduğunu ve bildiğini zannedip dünyayı yönetme erkini elinde bulunduran sekülarist azınlık...bunlar yaratılışın mânâ ve hikmetine vakıf olamamış güyâ aydınlar... aydın maskeleri ardındaki egoyu, şeytanı, canavarı, zifiri karanlığı bir görseniz !
Yeri göğü okumuşluğunu kimseye beyan eylemeyen ehl-i hikmet yine de amâlara baston olmaktan, görmezden gelenlere nodul dürtmekten geri kalmamayı fârizadan saydıkları içün, ârifane seyretmekle iktifa etmek varken, gidişatın vebalini üslenmek istemiyor, ikaz etmeye devam ediyorlar...
Halbuki "İnsan"...
Batılın muhalifi; hırsızın, arsızın, ahlâksızın, haksızın ve zalimin, yalancı ve münafığın hasmı; hak, hukuk ve hakikatın müdafii olur... Gurebanın, yolcunun, yolda kalanın ve yolunu kaybedenin elinden tutanı ve musâhibidir...

Aça aşı, dertliye devayı, çıplağa esvabı infâk edendir...

"İnsan", Rezzâk, Samed, Kadir ve Malikü'l-mülk olan Mabud'un haricindeki masivaya zerre içün bile olsa eğilip bükülmeden azîz bir ömür sürdürebilmekle müşerref ve "Eşref-i Mahlûkat" ve "Ahsen-i Takvîm" üzere yaratıldığına arif olandır.
"İnsan" hastır ve ona bu yakışır !
bir ömür boyu sahici insan aramış durmuşum
mağripten maşrika kadar meğer boşa dolanmışım
mamur olan yerlere göz atıp dururken
viranelerde sırlıymış sahici insan, geç anlamışım

Ne yazıkki insanoğlu bugünden yarını, akşamdan sabahı iple çekiyor, küçükken çarçabuk büyümeyi arzuluyor...ömrünü iştah ile tüketirken hazırlığını yapmadığı ölüme bir adım daha yaklaştığının ise farkında değil gibi, ihtiras denizinde kulaç atarken yaşıyorum zannediyor !

Vesselâm...