Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

31 Mayıs 2023 Çarşamba

Ciğerci kedisi...Hasbî ve Hesabî...



Yazıyı sesli dinleyin...

Her devrin adamı olmak, muktedir değiştikçe değişmek, kılık değiştirmek (kişiliksizler için) kolay olsa gerek ki mantar gibi bitiveriyorlar sürüngen kılıklılar...

Her devirde adam olmak, adam gibi adam olmak ise hakikaten zor iştir.

Zulme, hukuk tanımazlığa ve haksızlığa karşı dosdoğru duruş "adam gibi adam" olmayan kimselerin kolayca gerçekleştirebileceği bir şey de hiç değildir.

İnsanın kendisine has, fıtrata uygun, tavırları, davranışları, ilkeleri, çizgileri, tutarlı ve samimi bir duruşu olmalıdır değil mi ?

Ancak bu duruşu yaşamak ve yaşatmak herkesin harcı değildir, bunun için muhkem bir kişilik yanında hasbîlik gerekir; hesabîler, bukalemun tabiatlılar için ise bu duruş oldukça zor bir iştir, hatta imkânsızdır.


Hesabîler mi ? onlar ciğerci kedisi gibidirler, ciğerin kokusunu iyi alırlar...

Etrafta ciğer sote kokusu varsa, yavaş yavaş, koklaya koklaya yanaşırlar tezgâha... kalabalık giderek artar, bu kalabalık adeta ciğerci dükkanının önündeki, yanı yöresindeki ciğerci kedilerinin kalabalığı gibidir.

"Sakın ha kalabalık seni aldatmasın, ciğerci isen,  ciğer bitince o kalabalık dağılır gider !" derlerdi büyüklerimiz !
Kediler içün bir çok edebi eser kaleme alınmış, şiirler yazılmıştır.

Meşhur hırranâmeler vardır mes'elâ...

Kedileri nasıl mı bilirim ? 

Kedinin eyvallahı yoktur, el-etek öpmekten hoşlanmadığı için nankör olarak yaftalanmışlardır, canı isterse kuyruk sallar, dokuz canlıdır, her pozisyonda dört ayak üstüne düşer, bencildir, ukaladır, herkesle işi olmaz, tek tabanca dolaşır, kafasına koyduğunu yapmadan durmaz...

Onların ne yapacaklarını önceden kestirmek zordur, seversiniz tırmalar, sevmezsiniz gelir yanınıza sokulur.

Bir de ciğerci kedileri var bilirsiniz... ciğerin tadını bir seferliğine almışlardır, akıllarında fikirlerinde hep ciğer...asli görevlerini unutmuşlardır, farelerle ilgilenmezler !

Ciğerci dükkânının önünden ise hiç ayrılmazlar...mekân tutmuşlardır.

Kediden lâflamışken Orhan Veli'nin "Ciğerci kedileri" şiirinin bir bölümü ile yazıyı noktalayalım:

"Ciğerci kedileri"

Uyuşamayız, yollarımız ayrı;
Sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi;
Senin yiyeceğin, kalaylı kapta;
Benimki aslan ağzında;
Sen aşk rüyası görürsün, ben kemik.
Ama seninki de kolay değil, kardeşim
Kolay değil hani,
Böyle kuyruk sallamak
Tanrının her günü...

30 Mayıs 2023 Salı

Metâ yahut nesneleşmiş insan...

 

İnsanı "insan" olmak ve kalmaktan uzaklaştıran bazı şeyler, insanın kişiliğine katkı sağlamak yerine kimi zaman onu nesneleştirir ve yalın bir metaya indirger...

Şahsiyyeti erozyona uğratacak gidişatı hissetmenin önündeki engel, çoğu kez gözü boyayan ve aklı örten arzulamalardır, itibar görme beklentisi, alkış ve ödül isteğidir...

Arzu bineği gemlenmemiş vahşi bir at olunca dizginlenmesi imkânsızlaşır...ok yaydan çıkmadan önce gerekenler yapılmışsa ne âlâ...

Değilse, bu arzulama ile hırs birbirini sürekli kamçılayacak döngüye girecek olursa eğer, geçmiş ola !

Ne zamanki arzulananın ışıltısı, albenisi, cazibesi biter, şahsiyyetini arzuları uğrunda erozyona uğratmış kişi, paraşütsüz bir şekilde yükseklerden yere doğru hızla iner ve çakılır...dibe vurur, dip yapar... iş işten geçmiştir, zaman geriye döndürülemez artık o kişi için...

Aldanmıştır, dizginleyemediği (!) arzularına teslim etmiştir ruhunu... 

Mağlubiyetin ızdırabı içerisinde yanıp kül olmaya başlamıştır...

Öznenin farkındalığı ve nesnelleşmemenin ve meta haline gelmemenin ise tek çaresi var: egonun dizginlenmesi... 

Bu ise; akl-ı selimin vücûda hakimiyetinin sağlanması, arzulara gem vurulması ve anlık bile olsa gaflete düşmemek ile mümkündür.

Hatırdan çıkartmamak lazım; "özne yüklemine göre anlam kazanır, olumlu yüklem özneyi azîz, olumsuz yüklem ise zelil eder"

Fabrika ayarlarına dönmedikçe, fıtrata aykırı yaşayışı terk etmedikçe bunu gerçekleştirmek imkansız gibi...

Ruhu, his âlemini terkiye atmış, et-kemik bedenden ibaret vücudunu  metâlaştırmış bir zihin yapısına insanı evirmeye çalışan çevreler; modernite, çağdaşlık ve moda adı altında insanı özne olmaktan uzaklaştırarak nesneleştirme çalışmalarını hiç bırakmadılar...

Biliyoruzki, tüketim ekonomisine dayalı pazarlarda, metalaşmış insan tipine ihtiyaç var...

29 Mayıs 2023 Pazartesi

Mübârek olsun "Fatih"lere Feth-i Mübin...

Fatih Sultan Mehmed han ve gül

Şiiri sesli dinleyin...

İstanbul'un Fethinin 570. yıldönümü kutlu olsun...

Bugün 29 mayıs
Bir devir bitti bugün
Çağ kapattı çağ açtı Fatih bugün
Yeni güne "Feth-i Mübin"in güneşi doğdu
Rahmanın rahmaniyyeti arzı rahmete boğdu
Zulüm adle, şirk ve küfür imana teslim oldu...

İnsanlık huzur buldu bugün
Bizans oyunları akim kaldı
Entrikacılar boyun büktüler
Düşman pustu,
Dün nefret kusan ağızlar
Bugün sustu...

Önde Fatih ardında kutlu askeriyle
Aziz millet yürüdü düşman üstüne
Yedi düveli yendi Hakkın izniyle
Yıkılmaz denilen surlar yıkıldı
Yıkıldı güvendikleri burçlar yıkıldı
Ebedi yurtluk bir kez daha tahkim edildi...

Şu azîz millet hiç olur mu parya
Bir mühürdür vatan toprağında
Ezanıyla Ayasofya
Nakşıdır "Devlet-i Ebed Müddet"in
Gönderde dalgalanan "yıldızı" ve "ay"ıyla...

Ey kutlu komutanı ve neferi aziz milletin
Mübârek olsun "Fatih"lere şol Feth-i Mübin...

27 Mayıs 2023 Cumartesi

Hz. Mevlânâ'dan bir hikâye: Itriyyat......


İri yarı bir adamın, ıtriyyatçı (güzel koku ve esans satanlar) dükkânların bulunduğu çarşıya yolu düşer, dükkânların önünden geçerken fenâlaşır, yol ortasına bir ölü gibi yığılıp kalır...

Bunu gören halk başına üşüşür.

Kimi kalbini yokluyor, kimi yüzüne gül suyu döküp duruyor...

Nereden bilsinler, bilemezler tabi ki, meğer adamcağız gül kokusundan bayılmış...

Kimi bileklerini, başını ovuyor kimi öd ağacına şeker karıştırarak tütsü yapıyor, bir başkası elbiselerini çıkarıp üstünü hafifletiyor, birisi nabzını yokluyor, öbürü ağzını kokluyor, şarap mı içti, esrar mı çekti, afyon mu yuttu anlamaya çalışıyorlar bir yandan da...

Bir türlü adamın neden bayıldığını anlayamıyan ve ne yaptılarsa bir türlü ayılamadığını gören halk şaşkınlık içinde....

Akrabalarına haber verirler.

Akıllı ve anlayışlı kardeşi vardır.

Durum anlatılır, kardeşi yanına biraz köpek pisliği alarak ıtriyyat pazarına koşup gelir.

Kardeşinin yanına varınca, önce halkı ordan biraz uzaklaştırır, sonra ağzını kardeşinin kulağına doğru götürerek güyâ bir şeyler okuyormuş gibi yapar, bu esnada da kardeşinin burnuna elindeki köpek pisliğini gizlice koklatır, adam ayılarak kendine gelmeye başlar...

Halk şaşırır, kendi aralarında fısıldaşırlar: "Bu ne büyük bir efsun ve bir sihir!”

Halk nereden bilecek adamın köpek bakıcısı olduğunu, köpek pisliğinin kokusuna alıştığını, gül kokusunun onu çarpmış olabileceğini... İşte bu yüzden gül kokusu duyunca bayılmış, alışkın olduğu pislik kokusunu alınca ayılmış !

Hz. Mevlânâ der:
"Ayıplarım gönül seni, hal bilmeze hal sorarsın, yanında bülbül dururken kargalardan gül sorarsın

"Küle döndüysen, yeniden güle "dönmeyi bekle. Geçmişte kaç kere küle dönüştüğünü değil, kaç kere yeniden küllerin arasından doğrulup yeni bir gül olduğunu hatırla"
Ez cümle gül kokulu dostlar;
güzel ahlâklı insanlar, gül bahçesinde dolaşmayı adet haline getirip, gül ağacı altında sabahladıklarından gül gibi kokarlar, onlar gül yağı sürünürler, nefesleri, terleri, göz yaşları dahi gül kokar...sohbeti ve muhabbetlerine doyulmaz, tıpkı ıtriyyatçı dükkânı gibidirler...

Kötü ahlâklılar ise aksine, onları anlatmaya, ayrıntı için kalem oynatmaya, yazıya dökmeye bile değmez dostlar !

25 Mayıs 2023 Perşembe

Zarar, ziyan ve toplum...

Mecelle'de yazan bir ilke şudur:
“def-i mazarrat celb-i menafiden evlâdır”, yâ'ni bir zararın giderilmesi bir faydayı elde etmekten daha önemli ve önceliklidir.

Kişi hem kendisi hem de toplum için mefsedet (bozukluk, fenalık, ifsad edici şeyin)'in giderilmesine gayret etmelidir; herhangi bir şart, durum ve imkân vesilesiyle kendisine yarar sağlamak ile kötülüğü men ve def' arasında bir tercih ile karşı karşıya kaldığında, bu durumda menfaatten vaz geçmesi ve önceliği kötülüğün giderilmesine vermesi önem arz eder..

Ferdi olarak da ictimaî (toplumsal) olarak da bu ilke uygulanması gereken ehemmiyete sahiptir. Kişi bir yandan kendi iç âlemindeki fenâ huy, kötü niyet ve düşüncelerle  bir yandan da kendi dışındaki ilişkili olduğu/yaşadığı çevrede ve etrafında ortaya çıkan toplumdaki ifsad hareketler ile mücadele etmelidir.

Bu durum münkere, zararlı/ifsad edici şeylere karşı duruşu ve onu imkânları ölçüsünde bertaraf etmeyi, iyiliği hatırlatıp kötülükten men etmeyi vaz eder. Çünkü güzel ahlâka mugayyır olan gayri ahlâki fiiller, toplumda yayılırsa ve meşru sayılmaya başlanır kanıksanırsa, çürüme giderek derinlere kadar sirayet edecektir.

Bu sebeple; insan kalemiyle, kelâmıyla, çağın vasıtalarını kullanarak, kötü olana karşı duruş sergilemeli, ifsad edicilere mani olmaya çalışmalıdır. Değilse ifsad ehlinin yaygınlaşmasını istediği sapkınlık ve sapıklıklar tedricen de olsa kanıksanacaktır.

Fesadın kol gezdiği, fitne ve nifakın normal görülmeye ve açıktan işlenmeye başlandığı toplumlarda, gidişatı ıslah etmek giderek zorlaşacak, hatta  imkân sahasından çıkacak ve belki de istikbâlini karartacaktır.

Yeryüzünün ihyâ, inşâ ve imârı, toplumun huzuru için, niyeti ve eylemleri temiz şahsiyyetlerden müteşekkil insanlara ihtiyaç var.  
İnsanın öncelikle kendi iç âlemini ihyâ ve imâr etmesi, fikir dünyasını temizleyip, ruhen  arınmış olması gerekir ki,  bu kıvamı ile arzu edileni yaşasın ve yaşatsın. 

Bir âyette  (Hûd,117) şöyle buyrulur: “Rabbin, ahalisi ıslah edici kimseler olan şehirleri zulüm ile helâk edecek değildir.”

Yunus Emre der ya: 
"Söz ola kese savaşı, söz ola bitire başı, söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ede bir söz."

Kelâm önemlidir ancak, o kelâmın çıktığı ağız, mayalandığı fikir ve gönül dünyasının temizliği de, en az kelâmın güzelliği kadar -hatta daha fazla- önemlidir. Çünkü "dil kalpteki niyete göre döner, testide ne varsa dışına onu sızdırır", "her kab içinde ne varsa onu sızdırır", "su renksizdir, ancak dışarıdan bakınca içinde bulunduğu kabın rengine büründüğü görülür".

Bunun için irfân ehli derki:“Uslûbu beyan ayniyle insan.”

Büyük yahut küçük menfaatler için kötüyü/kötülüğü görmezden gelmek, hakkı ve adaleti askıya almaya sebep olur. Bu ise zulmü, kötüyü ve kötülüğü meşru ve aleni kılmaya yol açarken; iyiyi, güzeli ve hayırlıyı da ihyâ, inşâ ve imâr etmenin önüne set çeker...

Vesselâm...

23 Mayıs 2023 Salı

Niyâz...

Divan şâiri Nedîm derki;
"Niyâz ü nâz ü nûş ü bahş ü ibrâm-ı kenâr ü bûs...
Bugün meclisde zevkin böyle tûfân olduğun gördük"

(Yalvarışlar, nazlar, mey içmeler, lütuflar, buseler için ısrarlar..Bugün mecliste bütün bu zevklerin kasırga gibi ortada dolaştığını gördük.)

Divan şâiri Bâkî derki;
"Minnet Huda’ya devlet-i dünyâ fenâ bulur
Bâkî kalır sahîfe-i âlemde adımız"

Enderunlu Vâsıf derki:
"Mihneti kendine zevk etmedir âlemde hüner
Gam ü şâdî-i felek böyle gelir böyle gider.."

Hazmî derki:
"Güvenme bî-bekâdır mahvolur bu mülk-i ten bir gün
Karışır toprağa bi’l-cümle eczâ-yı beden bir"

Yunus Emre demiş:
Ey aşk eri aç gözünü, yeryüzüne eyle nazar,
Gör bu latif çiçekleri, bezenerek geldi geçer.

Bunlar yazın bezenirken, dosttan yana uzanırken,
Bir sor ahi sen bunlara, nereyedir azm-i sefer.

Her bir çiçek bin naz ile, öğer Hakk'ı niyaz ile,
Her kuş hoş bir avaz ile, o padişahı zikreder.

Öğer onun kadirliğin, her bir işe hazırlığın,
İlla ömür kasırlığın, anacağız rengi döner.

Rengi döner günden güne, toprağa dökülür yine,
İbret olur anlayana, bu ibreti arif duyar.

Bu sırrı ger duyaydın, ya bu gamı yiyeydin.
Yerinde eriyeydin, gideydi senden kar ve kir.

Ne gelmeğin gelmek olur, ne bilmeğin bilmek olur,
Son menzilin ölmek olur, duymadın aşktan bir eser.

Bildik gelen geçer imiş, konan geri göçer imiş.
Aşk şerbetin içer imiş, her kim bu manadan duyar.

Yunus bu sözleri kogil, kendözünden elin yugil,
Senden ne gele bir değil, çün Hak'tan gelir hayır şer.

22 Mayıs 2023 Pazartesi

İsmi "böyük" kendi küçük adamlar...

"Zekası amipten biraz fazla olanlar; kişilerdeki hangi duruşun, cümlenin, davranışın reklâm, pazarlama, hırs, yağcılık/yalakalık amaçlı olup olmadığını anlar”...

Adab-ı muaşereti bilen ve uygulayan, insan ilişkilerinde şahsiyeti ile mütebariz, ince ve hassas davranan şahıslar da yok mu peki, var illaki...

Ancak arzu edileni; salon adamı da denilen, bir salondan öteki salona dolaşan dışı aydın içi karanlık insan(!) tipinden çok, toplumun her kesimiyle ilişkili ve barışık, ilmi ve birikimi duruşuna ve davranışına yansıyan güzel ahlâklı aydın tipidir.

Bu olmadığı için,  bazı aydın(!) ve elit salon adamları, aristokrat geçinen ve kendini eşraftan sayan tipler,  bir yandan kendi sırça köşklerinde yaşar ve körler sağırlar diyalogu içerisinde birbirlerini ağırlarlarken, bir yandan da kalabalıklardan şikayetlenirler... ancak müşteki oldukları şeyleri düzeltmek adına ve toplum için kıllarını bile kıpırdatmazlar...

İşte bu yüzden; güyâ halk adına konuşan, sokakta gördüğü zaman ona omuz ucundan bakan ve küçümseyen, onlara bidon kafalı yaftası vuran kişilik sahipleri ile salon adamı- münevver tipini yanyana getiremiyor bir türlü hafsalam...

Elli yıldır gözlemlediğimiz ve tespit ettiğimiz odur ki;

Uzaktan "bösböyük" görünen küçük adamların küçük hesaplarından...

Azîz milletin sırtından geçinip hep üstte kalma yarışı içinde hayat sürdürenlerden...

Halkın omuzlarına basarak geldikleri noktadan halka tepeden bakanlardan...

Tribüne oynayarak ele geçirdiği konumu son nefese kadar sürdürme ihtirasından kurtulamayanlardan...

Ulvî değerlerin pazarlamacılığından geçinenlerden...

Millî ve manevî değerler üstünden piyasa yapmaya çalışanlardan...

Koltuk ve makam şehvetlerinin azgınlığını tatmin etmek içün hıyanet şebekeleri ile kolkola yürüyenlerden...

Üst perdeden konuşan, mükemmellik edebiyatını yapan, ancak özü sözünden ayrı duran adamlardan...

Kendini efendi, herkesi kul; kendini ağa, etrafını maraba gören bir zihniyetten...

Bıktık, bu azîz millet bıktı...

Yeter be !

Düşün artık bu milletin sırtından, entel-dantel takılan amip zekâlı mutlu azınlık...

Okur-yazarlık sadece mürekkep yalamakla olmuyor demekki...ey idrak yoksunları, akılları hırslarının gerisinde kalmış zavallılar, mürekkep fıçısında yıkansanız ne yazar !

Azîz milletin evlatlarının insanlığı, basireti ve firaseti kim, siz kim !

Hadi ordan !

20 Mayıs 2023 Cumartesi

Delinin nasihatı: Tükenip eridi ömür.../Hayrettin Barut


Deli/Veli, kahveye girdiğinde soluk soluğaydı. Boş bir masaya oturup ocağa seslendi;

- Bana bir çay !

Çay geldi, şekerleri atıp karıştırdı. Garsondan yine şeker istedi. Onları da atıp karıştırdı, yeniden istedi.

Garson;

- Sekiz şeker koydun çaya, dedi şaşkın şaşkın...

Deli/Veli;

- Koydum ama, işte görüyorsun, hepsi eriyor !, dedi ve başladı kendi kendisine konuşmaya;

-Hayat dediğin bir bardak çay, insan ise sadece bir kesme şeker. Karıştırınca hayattan tat aldığını sanırsın. Oysaki hayatın seni erittiğini tükenince anlarsın garson efendi !, dedi.

Geldiği  gibi yavaşça doğrularak, ağır aksak yürüdü gitti. Hayatın kendisi gibi...

Hayatı şerefle noktalamak esastır, unutmamak gerek...

Allah sizleri, aziz ve şerefli kılsın.!

Hayrettin Barut

19 Mayıs 2023 Cuma

Fukara edebiyatı...

 

Metni sesli dinleyin...

tepeden bakıp duranlar
fukarayı güya kollar
edebiyatını yapıp
inandıramazsın ağam

kaderi... kalmış fukara
atılır mı hiç sokağa
ey merhamet fukarası
o senden onurlu ağam

olsun bir çay bir sigara
şikayet bilmez gureba
olsa olmasa şükreder
gönülleri zengin ağam

keskin sirke küpe zarar
akl-ı selim olmak karar
göz kararır yardan atlar
hırstan kuduranlar ağam

sabah zengin kalkar iken
akşama cıbıl ermeye
santanatı sürdürmeye
senedin varmıki ağam

doğarken ne getirdinki
ölünce ne götüresin
neyin varsa emanet bil
varına güvenme ağam

18 Mayıs 2023 Perşembe

Kargayı bülbül diye satmak...

Kültürümüzde ve edebiyatımızda karga ve bülbül metaforu çok kullanılagelmiştir..

Mes'elâ; çirkini güzel, kötüyü iyi diye tanıtmak için denirki: "Kargayı bülbül diye satma";  zahmetsizce ve emek harcamadan çıkar umduğu yerden ayrılmamak için denirki: "karga gibi leşe konmak";  kötü durumda olanların bu durumundan faydalanan aşırı menfaatçi kimseler için de denirki:"leş kargası" ...  

Kara rengi, kötü sesi ve çirkin görünüşü yüzünden  çoğu insan tarafından sevilmez...Ayrıca  karga toplumlarda; çıkarcı, kötü, çirkin sesli olan bir kuş olarak tanımlanır. 

Buna karşılık bülbül güzel sesin, fasih ve akıcı konuşmanın, hasretin sembolüdür...Mes'elâ; "bülbül gibi şakıyor", "bülbül gibi konuşur" gibi deyimlerde bu durum vurgulanır, yine bülbül, özellikle divan edebiyatında ve tasavvuf kültüründe gül ve bülbül metaforu halinde aşık ve maşuku sembolize eder, aynı zamanda bülbül, çile, cefa ve vefa sembolüdür.

Divan şâirimiz Nef’î derki:
"Biz hazân u hâr kaydından berî bülbülleriz
Sîne-i pür-dâğımızdır bağımız gül-zârımız"
(Biz güz ve diken kaygısından kurtulmuş bülbülleriz, yaralarla dolu göğsümüzdür bahçemiz, gülşenimiz.)

Bir karga ve bülbül hikâyesi:

Bir kara karganın yolu bülbüllerin vatan tuttuğu gül bahçesine düşer, hoş sada içerisinde ötüşen bülbüllerin bu latif halini görüp onlara özenir ve hem bülbül gibi şakımak, hem de onlar gibi görünmek arzusu içinde yanıp tutuşur... 

Bir süre bülbülleri uzaktan uzağa seyreder sonra yanlarına gidip kendisini de bülbüle benzetmelerini ister onlardan... 

Bülbüller kargaya;

-Karga kardeş, sen bize benzeyemez, bizim gibi ise asla şakıyamazsın, hiç boşuna özenme bize, deseler de, karga kafasına koymuştur bülbül gibi olmayı ! 

Karganın aşırı ısrarı üzerine bülbüller, 

-Peki öyleyse, ama üç şartımız var,  diyerek ona üç şart koşarlar 

Karga, bir yandan sevinir bir yandan heyecanlanır;

-Söyleyin nedir bu üç şartınız ?  Hemen yerine getireyim, der. 

Bülbüller, üç şartı sayarlar...

İlk şart karganın kendilerine göre çok uzun olan bacakları ve kanatlarının kısaltılması; ikinci şart, uzun olan gagasının kesilip küçültülmesi; üçüncü şart, kara renkli tüy ve teleklerinin boyanması...

Karga öylesine istiyorki bülbül gibi olmayı, itirazsız kabul eder...

Uzun olan bacakları ve kanatları kesilip kısaltılır, gagası kesilerek küçültülür. tüyleri boyanır tıpkı bülbüller gibi...bülbüllere artık benzediğini, onlardan biri gibi olduğunu düşünen karga teyid ettirmek için sorar:

-Şartları yerine getirdim, tamam oldu mu, size benzedim değil mi ?

Bülbüller bu kez:
-Ama yine de gövden çok büyük !  Hadi bizim gibi şakı da sesini duyalım, derler...

Karga uğraşır uğraşır ancak bülbül gibi şakımayı beceremez....halinden utanarak, gülistandaki bülbüllerin yanından mahzun bir şekilde ayrılır...

Hemcinslerinin arasına dönmekten, onlarla beraber yaşamaktan başka çaresi de yoktur, eski haline kavuşmanın imkânsızlığının da farkındadır....

Kargaların yanına vardığında bu halini gören kargalar onun görünüşünü ve durumunu yadırgarlar, hatta öyleki onun kargaya benzetemezler, bülbülümsü karga(!) onlara kendisinin de karga olduğunu, onlardan biri olduğunu söylese de inandıramaz...

Ve karga; hem bülbül olamamıştır, hem de eski haline kargalığa dönme imkânını yitirmiştir...
Hz. Mevlânâ bir beytinde şöyle der:
"Çün şitâda zâglar pür-cûş olur
Uzlet eyler bülbülân hâmûş olur." 
(Kargalar kış mevsiminde coşar, bülbüllerse ortadan çekilip susarlar.) 
Yâni  "Gülistanı kargalar istilâ edince, bülbüller siner ve susar", evet öyledir değil mi ?  
Nasreddin hoca bir gün, yol kenarındaki ağaçlardan birine çıkmış, incir yemeye başlamış. Yoldan geçmekte olan birisi seslenmiş:
- Hey ! Sen kimsin ? Ne yapıyorsun orada ?
Hoca:
- Ben bülbülüm demiş
Adam :
-Hadi bir  öt de duyayım, deyince, 
Hoca karga sesine benzer sesler çıkarmış.
Adam:
- Bu ne biçim bülbül sesi ya Hu,  Bülbül hiç böyle öter mi, deyince hoca:
- Ne yapalım, acemi bülbül bu kadar öter !, der
Yunus Emre derki:
Hak nuru aşıklara her dem nüzul değil mi?
Kime nüzul değerse aşktan mazul değil mi?

Kalpten kalbe yol vardır, böyle demişler erler,
Her gönülden gönüle rast doğru yol değil mi?

Karga ile bülbülü bir kafese koysalar,
Birbiri sohbetinden dayim melül değil mi?

Öyle ki karga diler bülbülden ayrılmayı,
Bülbülün de gönlünde maksudu bu değil mi?

Cahil ile arifin misali şuna benzer,
Cahil katında iman malum meçhul değil mi?

Aşık ile danişment günah işler her zaman,
Danişment aşığa sorar; bî-şeriat değil mi?

Yetmiş iki milletin sözünü arif bilir,
Yunus Emre sözleri daim usul değil mi?
Nev'î' bir beytinde derki.
        "Cevr-i dehr ile olur bülbül gurâba hem-nişîn
Yine şekvâyı gurâb eyler, garâbet bundadır."
 (Dünyanın çilesi bülbülü kargaya arkadaş eder, Yine de şikâyeti karga eyler, tuhaflık bundadır.)
"Her kuş kendi cinsiyle uçar" sözü boşuna söylenmemiş, her kişi kendi mizacındaki ile huzur bulur. İşte bu yüzdendir ki muhabbet ve dostluk, hatta birlikte iş yapmak veya aynı hedefe yol almak için huyların denkliği, maddî benzerlikler ve denkliklerden ve hatta zâhirî yakınlıktan çok daha önemlidir...

Vesselâm...

17 Mayıs 2023 Çarşamba

Dem ve gam: Bu da geçer yâ Hû !...

Metni sesli dinleyin...

Hazret-i Mevlânâ derki:
“Ey delikanlı! 
Bu ten bir misafirhânedir. 
Her sabah, senin misafirlerin olan gam ve neş’e oraya koşarak gelirler.
Uyanık ol; sakın bu misafir benim boynumda kalır, deme!
O, yokluğa uçar gider. Yani sürur ve gamın bekāsı yoktur.
Gayb âleminden ne gelirse gelsin, o senin gönlünün bir misafiridir. 
Onu dâimâ hoş tut!
Yani, gamdan ötürü üzgün; sürurdan dolayı da çok neş’e içinde kalma!”
Yavuz Sultan Selim derki:
"Gamına gamlanıp olma mahzun!
Demine demlenip olma mağrur!
Ne dem bâkî, ne gam bâkî, yâ Hû!"
Yûnus Emre şöyle der:
"Bu dünya kahır evidir, hem bâkî değil fânidir,
Aldanuban kalma buna, tîz tevbeye gelmek gerek.

Ne durur dünya çokluğu, eşkere durur yokluğu,
Varlık sarâyın hakîkat âhireti bilmek gerek."
Zamanın behrinde bir hükümdar kuyumculara haber salarak kendisine hiç kimsede olmayan müstesnâ bir yüzük yapılmasını ister.

Hükümdara bir çok ünlü usta yüzük yapar getirip takdim ederler, içlerinden sadece birini beğenir ve ustasına bol lütufta bulunur...

Beğendiği yüzüğün kaşına ustası:
"Bu da geçer yâ Hû !" yazısını nakşetmiştir.

Hükümdar vefatına kadar yüzüğü parmağından, hatırlatma ve nasihati ise aklından hiç çıkarmaz....
"Bu da geçer yâ hû !” aslında huzurlu ve huzurda olmanın ilacıdır...dünyada dert, gam ve sıkıntıların da, neş'e ve mutlulukla geçen zamanların da geçici olduğu, belirli sürelerle gelip konaklayan misafir hükmünde olduklarını hatırdan çıkarmamak gerektir.

Yavuz Sultan Selim'in kelâm-ı kibarıyla ifade edecek olursak; sınanma ve insanın kalitesini gösterip ispatlama yurdu olan bu dünyada ne gam ne dem bâkîdir. Bî-karar olan fâni insan, bir an olur gamlanır, bir dem gelir mutlanır...Bâkî olan ve bir karar olan ise kâinâtı yaratan mülkün sahibi yüce Allah’tır.

Bunun için demeli ki:
“Elhamdülillâhi alâ külli hâl”
"Bize lütfettiğin her bir hâle, elhamdülillâh

Rü'yâ, tedbir ve takdir...


Metni sesli dinleyin...

Hayatta; birbirini kovalayan gece-gündüz, nefes alıp-verme, Hay-Hu, düş-hayal, rüyâ-gerçeklik üzere takdir edilen yaşanır, tâ çocukluktan ihtiyarlığa, son nefesi verene kadar...

Kişi rüyâ âleminde yaşamamalı, gerçeklik âleminde ve tedbirini alarak yaşama yolunu seçmelidir, ancak sonuçta takdir tabiiki Hüda’nındır...

"Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler" demiş ya mütefekkirler...

Aşağıda kalem ehlinin rüyâ, tedbir ve takdire dair bir kaç kelâm-ı kibarını yorumsuz meâlsiz serd ettik, buyrunuz:

"Yapraklar uçarken kuru dallar üzerinden
Ömrün daha bir mevsimi rüyâ gibi geçti"
(Hâlit F. Ozansoy).

"Ne kim takdîr ediptir Hak olur elbet ol zâhir
Ne tedbîr ederiz ana ki takdîrin hakîm" etmiş
(Niyâzî-i Mısrî).

"Mâmâfih kul tedbir eder, Hâlık takdir eder ve ancak olan O’nun istediğidir"
(Sâmiha Ayverdi).

"Takdir böyle imiş biz ne diyelim"
(Pir Sultan Abdal).
 
"Cümle takdîrindir her iş, yazılan başa gelir"
(Âşık Ömer).

"Tedbîrini terk eyle takdîr Hudâ’nındır
Sen yoksun o benlikler hep vehm ü gümânındır"
(Ş. Gālib).

"Ben mi tedbîrimde eyledim noksan
Yoksa tecellâ-yı kader mi böyle"
(Erzurumlu Emrah).

"İbâdın hâlini tedbîr edersin
Kimin bende kimini mîr edersin"
(Aziz Mahmud Hüdâyî).

"Ne dîvâne olup vâreste oldum kayd-ı âlemden
Ne akla yâr olup âlemde tedbîr-i umûr ettim"
(Osman Şems).

15 Mayıs 2023 Pazartesi

Mesnevî'den bir hikâye: İhtiyar adam ve kuyumcu...

 

Metni sesli dinleyin...

Pir Sultan Abdal der:

"Agâh olun hey erenler,
Ahdine sadık duranlar..."

Âgâh olan basîretli, firasetli uyanık olur...sezgisi ve enfusî ve afakî okurluğu sayesinde kâinâtı dikkatle okur, maddenin ardındaki mânâyı idrak eder, sebeb sonuç ilişkisini dosdoğru analiz eder, yorumlar ders çıkarır ve ibret alır.

Mevlâna’ya göre akıllı insan işin başından sonunu gören insandır. 

Basiret sahipleri geleceği tahmin etme zekâ değerine sahiptirler.

Mevlânâ derki; acı veya tatlı; bu gözle görülmez. Basiret ehli, yâni olayların iç yüzünü görebilen insan, akıbet penceresinden, sonuç penceresinden bakan insandır. En sonu gören göz, doğruyu görebilen gözdür. Birazcık sonrayı gören göze görüyor denmez, o göz kördür. Örneğin nice tatlılar vardır ki şeker gibidir, fakat o şeker içinde zehir gizlidir. Aklı en üstün, anlayışı en keskin olan, tatlı gibi görünse de acıyı kokusundan anlar. Aklını kullanmayanlar ise ancak dudağına, dişine acı değince fark eder. (*)

"Kuyumcudan Terazi İsteyen Adam" hikâyesi: 

Yaşlı bir adam kuyumcuya giderek; “Altın tartacağım, bana terazini verir misin?” der. 

Kuyumcu; “Babacığım, bende kalbur yok!” der. 

Adam: “Alay etme benimle. Teraziyi ver” deyince kuyumcu; 

“Hem süpürgem de yok” der. 

Adam: “Bırak alayı! Ben senden terazi istiyorum. Sağırlıktan gelme!” der. 

Kuyumcu; “Sağır değilim, sözünü duydum, söylediğim sözleri de manasız sanma. Sözünü duydum ama sen gücü kuvveti kalmamış bir ihtiyarsın. Hiç şüphem yok, zayıflıktan elin titreyecek. Tartacağın altın da külçe değil; kırık dökük toz. Elin titreyince yere dökeceksin, sonra bana bir süpürge ver de toza, toprağa dökülen altınımı süpüreyim diyeceksin. Altını süpürüp bir yere toplayınca kalbur isterim diye tutturacaksın. Ben, işin sonunu önceden gördüm, iyisi mi hadi sen başka bir yere git!”

Akıllılar önceden feryat ederler, bilgisizler ise işin sonunda başlarına vururlar! 

Sen, işin önünde sonunu sor da kıyamet günü pişman olma.(**)

Kuyumcu âgâhtır, basiret sahibi bir insan olarak olacakları önceden görmüştür. Yakını gören göz, göz değildir. 

Âgâh olunuz, âgâh olunuz...
__________
(*)Mesnevî, I/2582–2585
(**)Mesnevî, III/1624–1633.

13 Mayıs 2023 Cumartesi

Biraz ironi: taş ve yumurta...

 

Metni sesli dinleyin...

bazı sözler vardır hani, "taş" la ilgili;
"taşa çarpan yumurta kırılır"
"yumurta taşla sınanmaz"
her defasında;
olan yumurtaya olur...

kırık/çatlak yumurtadan ise civciv çıkmaz !

yumurtanın akibeti enikonu kırılmak...

ya içerden civcivin gaga darbesi ile,
civciv çıkarken

veya civciv namzeti olamama bahtsızlığı ile:
ya çiğ...ya da omlet, sahanda yahut sucuklu yumurta olarak!

bir de tavuk sucuk yese de sucuklu yumurta yumurtlasa !

hah, onu bilemem işte, en iyisi tavuğa sormak...

hatırdan çıkmasın: eğer yumurta sana dokunuyorsa sen de ona dokunacaksın !

dönelim taş mevzuuna;

ekmeğini taştan çıkaran:
taşla taşı dövmeli
taşı taşa çalmalı
ancak
yanlışlık yapıp da
kafayı taşlara vurmamalı

taşların altında
ne var bilinmez çoğu kez,
o yüzden
taşları yerinden oynatmaya
çok da yeltenilmemeli
yılan, çıyan, akrep çıkma ihtimalini
göz ardı etmemeli...

taş deyince
bir söz daha,
"taş kafa"
söz bir kulağından girer
ötekinden çıkar cinsi...

bir de
kuyuya delinin attığı taş var !
kırk akıllının çıkaramadığı...

"taş yerinde ağırdır" sözü
ağır ol batman gelesin nasihatini dinleyen
ağır abiler için söylenen bir söz...
hatta çoğu kez böylesine denir ya:
taş gibi adam !

ne der aklı erenler:
yaşa, taşa oturma, yaş tahtaya basma !

ve son söz:
"akıllı tavuk folluk yerine gidip de taşa yumurtlamaz"
ama hakikati de göz ardı etmemeli:
tavuk var,  tavuk var... tavuğuna göre değişir... aklın, idrakin derecesi önemli !

12 Mayıs 2023 Cuma

Mesnevi''den bir hikâye…

 

Metni sesli dinleyin...

Adamın biri bir rüya görür; gaipten bir ses ona der ki:
“Senin zenginliğe ulaşman Mısır’da olacak. Yürü, Mısır’a git. İşin orada düzelecek. Duâlara icâbet eden Allah, duanı kabul etti. Falan yerde büyük bir define var. Onun ardına düşmen, Mısır’a kadar gitmen gerek.” 
Adam Bağdat’tan kalkıp tâ Mısır’a kadar gitti. Mısır’ı görünce umudu ve iştahı arttı. Oraya kadar gitti ama geçinecek parası pulu da kalmamıştı. Açlıktan da ayakta duracak tâkati kalmamıştı. Dilenmeye niyetlendi:

“Gece olunca çıkar dilenirim, karanlıkta nasılsa görülmem tanınmam” ...Bu düşünceyle dışarı çıkıp sokaklarda dolaşmaya başladı. Bir sokakta, bir bekçi onu yakaladı, sopayla dövmeye yumruklamaya başladı. 

Çünkü o beldede karanlık gecelerde hırsızlar halka çok zarar vermişti, 

Beldenin yöneticisi de;
“Geceleyin kimi sokaklarda dolaşıyor görürseniz benim adamlarımdan, akrabalarımdan bile olsa yakalayıp cezalandırın.” diye talimat vermişti. Zavallı adam işte böyle bir zamanda  bekçiye yakalanmıştı.

Bekçi adamı döverken adam bir yandan da;
“Vurma, doğruyu söyleyeceğim.” diye bağırıyordu.

Bekçi:
“Peki, söyle bakalım, neden geceleyin sokağa çıktın? Sen buralı değilsin, yabancısın, belli… Doğru söyle, ne düzen peşindesin bakalım?”

“Ben ne hırsızım ne zalim. Ben Mısır’ın yabancısıyım; Bağdatlıyım” dedikten sonra rüyasını, o define işini bekçiye yeminle bir bir anlattı. Bekçi onun doğru söylediğine inandı ve dedi ki;
 
“Evet, sen ne hırsızsın, ne kötü bir adam! İyi bir adamsın ama, ahmağın tekisin. Bir rüyaya inanmış, bir hayale kapılmış, şu kadar yolu aşıp buralara gelmişsin. Aklın yok mu senin? Ben, yıllardır hep Bağdat’ta bir define var; filân yerde, filân mahallede gömülüdür diye rüyada görüyorum…” der demez adam kendine geldi. Çünkü bekçi, kendisinin mahallesinden bahsediyordu. Bekçi söze devamla:

“Git diyorlar, filânın evinde o define…” Adam büsbütün ayıldı. Çünkü o, kendisinin evini ve adını söylemekteydi. Bekçi devamla diyordu ki:

“Ben defalarca bu rüyayı gördüm. Bağdat’ta böyle bir define var dediler de, o hayale kapılıp yerimden bile kıpırdamadım. Sense hiç usanmadan bir rüyaya aldanıp buralara kadar geliyorsun!”

Bunun üzerine adam kendi kendine;
“Meğer define benim evimdeymiş! Nasıl orada bunca sefâleti çektim, ağlayıp sızladım? Definenin üzerindeyken yoksulluktan ölmüşüm meğer! Ne kadar da gaflet içindeymişim, ne kadar da basîretim bağlanmış!” diye düşünmeye başladı.

Bu müjdeyle âdeta kendinden geçti, derdini unuttu. İçinden yüzlerce duâlar okudu. Allâh’a secdeler, rükûlar ederek, hamdlerde, şükürlerde bulunarak Mısır’dan Bağdat’a döndü. Yol boyunca, muradına böyle ters taraftan eriştiğine, maksadının böyle tuhaf bir tarzda gerçekleştiğine şaşıyor, kendinden geçmiş bir hâlde ilerliyor bir yandan da kendi kendine söyleniyordu:

“Yüce Allah nereden ümitlendirdi, nereden mal-mülk verdi bana? Bu ne hikmetti ki muradımın kıblesini başka yerde sandım, yolumu yitirdim; koşa koşa yanlış bir yola düştüm. Her an dileğimden biraz daha uzaklaşıyormuşum meğerse... Ama yine yüce Allah; o yanlışlığı, keremiyle lütuf hâline getirdi, doğru yola erişmeme vesile kıldı. Nasibime ermek için bu sıkıntıya uğramam lâzımmış. Meğer âb-ı hayat, benim evimdeymiş. Ben yüce bir nimete nâil oldum. Kendimi müflis sanıyordum ki, körlüğüme rağmen Hakk’ın kapısını çaldığım için bu nimeti bulmuş oldum.”

Nihayet evine geldi, defineyi buldu. İşleri, Allâh’ın lütfuyle düzene girdi.

Allah, kimi zaman sapıklığı îman yolu yapar; eğri gidişi, ihsan mahsulünü devşirme çağı kılar. 
O, hiçbir iyilik sahibinin korkudan emin olmamasını, hiçbir günahkârın da ümitsiz kalmamasını sağlar. 
Bir kişi Hak’tan korkup takvâ yolunu tuttu mu insan olsun, cin olsun onu kim görse çekinir.
Âriflerin emniyeti, korkunun ta kendisinden meydana gelmiştir. Korkuda yüzlerce emniyet gizlidir. Allah, kendisine gizli lütuf sahibi denilsin diye zehir içine panzehiri gizler. Gizli lütuf ona derler ki hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah, nâr (ateş) gösterir; hâlbuki o, nurdur. 
Yüce Yaratıcı’dan çekinen kişiye mükâfatta bulunmak, gizli ve olmayacak bir şey değildir. Dünyada bu çeşit nice aksi şeyler olur da adam onu zehir sanır, hâlbuki balın ta kendisidir. Nice ordular, ölümlerine kānî olurlar; hâlbuki aydınlıklara ererler, zafer elde ederler.
_____________
Kaynak:“MESNEVÎ-İ ŞERİF” Tercümesi, Çev:: Veled Çelebi (İzbudak), Cilt 6, 4201 – 4915 Beyitler.

11 Mayıs 2023 Perşembe

Bitkiler de zekidir...

Metni sesli dinleyin...

Dünyadaki biyolojik kütle(biyomass) yüzdelerinin oranına bakılacak olursa:
Dünya üzerindeki biyomass yüzdeleri, biyomlar arasındaki farklılıklara bağlı olarak değişiklik gösterir. Biyomlar, bitki ve hayvanların çeşitli ekosistemlerindeki varlıklarını ifade eder. 

Dünya biyomlarının yaklaşık yüzdeleri şöyle:
Ormanlar: Dünya biyomlarının yaklaşık %30'unu; Çayırlar ve savanlar  %24'ünü; Çöller ve yarı-çöller,  %20'sini;  Kutup bölgeleri %8'ini; Okyanuslar %70'ni;  Tatlısu ekosistemleri %1'ini oluşturur.
 
Genel olarak, dünya biyomlarının yaklaşık %70'i su (okyanuslar ve denizler) ve %30'u karadaki biyomlardan (ormanlar, çayırlar, çöller, vb.) oluşur.

Dünya biyokütlesinin çoğunu bitkiler oluşturur. Bitki biyokütlesi, yeryüzündeki bitki türlerinin toplam ağırlığını ifade eder. Ancak bitki biyokütlesinin tahmin edilmesi oldukça zordur, çünkü bitkilerin ağırlığı zaman içinde değişebilir ve bitki biyokütlesini etkileyen birçok faktör vardır.

Buna rağmen, bazı araştırmalara göre, dünya bitki biyokütlesinin yaklaşık 450 gigaton olduğu tahmin ediliyor. Bu biyokütlenin büyük kısmı, tropikal ormanlar, boreal ormanlar, çayırlar ve savanlar gibi büyük bitki örtüleri tarafından oluşturulur.

Bitki biyokütlesi, dünya ekosistemleri için hayati öneme sahiptir. Bitkiler, atmosferdeki karbon dioksit miktarını azaltarak, oksijen üretir ve toprağın verimliliğini arttırarak, diğer canlıların hayatta kalması için gerekli olan besin kaynaklarını sağlar.

Dünyadaki hayvan biyokütlesine gelince;
Dünya hayvan biyokütlesi, yeryüzündeki hayvan türlerinin toplam ağırlığını ifade eder. Ancak hayvan biyokütlesinin tahmin edilmesi oldukça zordur, çünkü hayvanların sayısı ve ağırlığı zaman içinde değişebilir ve hayvan biyokütlesini etkileyen birçok faktör vardır.

Bazı araştırmalara göre, dünya hayvan biyokütlesinin yaklaşık 1 gigaton olduğu tahmin ediliyor. Ancak bu rakam, sadece vahşi hayvanları kapsamaktadır, evcil hayvanlar, çiftlik hayvanları ve diğer hayvanlar dahil değildir.

Araştırmalara göre insanların biyokütlesinin, dünya biyokütlesinin yaklaşık %0.01'ini oluşturduğu tahmin ediliyor. 

Ancak insan etkisi, diğer canlı türlerinin hayatta kalması ve çevre sorunlarının ortaya çıkması üzerinde de büyük bir etkiye sahip olduğu unutulmamalı...

Hayvanların biyokütlesi, ekosistemler için hayati öneme sahiptir. Hayvanlar, toprağı işleyerek, polenlerin taşınmasını sağlayarak ve bitki örtüsünün yayılmasına yardımcı olarak, ekosistemlerin sağlıklı kalmasınada aynı zamanda yardımcı olurlar.

"Dünyadaki canlılar 510 milyon kilometrekarede 1.876 milyar tonluk bir biyokütleye sahiptirler, bu biyokütlenin %99’unu ise sadece bitkiler oluşturur..."

Gelelim bitki nörobiyolojisi çalışmalarına...bitki nörobiyolojisi üzerinde çalışan Trewavas'a göre; "bitkilerin zekâ pırıltılarını gün geçtikçe daha iyi anlıyoruz; çünkü bitkilerin yeryüzüne yayılışındaki ve hayatta kalmadaki başarısı bile tek başına bir zekâ göstergesi sayılabilir." 

Bitkilerin beyni yok ama zekası var... !
Ağacın verimini artıracak bir tecrübî misâl;
"Baltayla darbe alan ağaç sitokin hormonu salgılıyor. Sitokin hormonu ağacın köklerinden topraktaki mikroorganizmalara kadar sistemde büyük bir kalkışma başlatıyor ve ağaç daha verimli hale geliyor."

Ağaçların sadece salgıladıkları kimyasallarla değil, elektrofizyolojik sinyallerle de zeka belirtisi gösterdiğini araştıran yeni bir branş çıktı ortaya: Bitki Nörobiyolojisi. 

Floransa’daki Uluslararası Bitki Nörobiyolojisi Laboratuvarı Direktörü Stefano Mancuso, “Zekâ, problem çözebilme yetisi ise, bitkiler karşılaştıkları problemleri çözmekte inanılmaz derecede usta. Evet, bir beyinleri yok, ama dış kaynaklı streslere karşılık verme yetenekleri var” diyor.

Bitki nörobiyolojisi, bitkilerin bir bilinç veya zeka biçimine sahip olma olasılığını araştıran bilimsel bir alandır. Bu, sadece çevresel uyaranlara tepki veren pasif organizmalar olarak bitkilerin geleneksel anlayışına meydan okuyan tartışmalı ve nispeten yeni bir alandır. 

Bitki nörobiyolojisindeki anahtar fikirlerden biri, bitkilerin çevresel ipuçlarını tespit etmelerini ve bunlara yanıt vermelerini sağlayan bir tür sinir sistemine sahip olabileceğidir. Buna sıcaklık, ışık, yerçekimi ve diğer faktörlerdeki değişiklikleri algılama ve diğer bitki ve organizmalarla iletişim kurma yeteneği dahildir. 

Bazı bilim adamları, bitkilerin, nöronların hayvanlarda sinyal iletme şekline benzer şekilde, bitkinin farklı bölümleri arasında bilgi iletmek için bir tür elektriksel sinyal sistemi kullanabileceğini ifade ediyorlar. 

Bazı bilim insanları da, bitkilerin birbirleriyle ve böcekler veya mantarlar gibi diğer organizmalarla iletişim kurmak için kimyasal sinyaller kullanabileceğini öne sürüyorlar. 

Bununla birlikte, bitkilerin bilince veya zekaya sahip olduğu fikri oldukça tartışmalı olmaya devam ediyor ve birçok bilim adamı, bu tür iddiaları destekleyecek hiçbir kanıt olmadığını savunuyorlar, ancak
bitkiler karmaşık ve duyarlı organizmalar olsalar da, çoğu araştırmacı, hayvanlardaki gibi tipik olan ve bilinç veya zeka ile ilişkilendirilen merkezi sinir sistemine sahip olmadıkları konusunda hemfikir...
                                  ★
Bu bilgiler ışığında kimi insan kılıklı nadan içün, amiyane tabir ile kullanılan "ot gelmiş saman gidiyor" sözü iltifat sayılmaz mı ?

Bitkiler kadar bile iletişim kuramayan, reaktif olamayan i(di)yotların, nöronlarına rağmen transmitterlerinin inaktif olması düşündürücü değil mi...

Dostunu düşmanını, faydalıyı zararlıyı bilen(!), ona göre tedbirini alan, gelecek nesillerini ekolojik stres dönemlerinde vermek içün, soyunu sürdürmek içün tehlikeli şartları algılayan, ve mesela çiçeklenmeye yüklenen bitki mi daha zeki, yoksa vakti ve istikbâli umursamayıp yaşayan androidler mi daha zeki ve algı kanalları açık...?

Ne dersiniz !

Merkezi sinir sisteminden yoksun bitkilerin/otların tehlike ve risk algısı var iken, beyni ve sinir sistemi olan kimi insanların bitki kadar bile olamamaları ne garip ve tuhaf ! değil mi ?
_____
Kaynaklar:
-Tübitak, Bilim ve Teknik, Ağustos 2008.
-R.H., Whittaker - G. E., Likens ,1975, Primary Productivity of the Biosphere, Berlin. ss.305-328
-www.dagder.org.tr

10 Mayıs 2023 Çarşamba

Yol var, yol var...

  

Metni sesli dinleyin...

Her muktedire parya
Adamın dibi var ya
İnsanlıkta pay-maldır
Koşar durur angarya

Eğri hiç doğrulur mu
Odun hiç yontulur mu
İşte er işte meydan
Yengi unutulur mu

Satıcıya pazar çok
Birbir çeşit, yoku yok
Yalanın alıcısı
Doğrucudan daha çok

Yol patika yol çıkmaz
Her yol Kaf dağı aşmaz
Yol kesene rast gelse
Yolcu yolundan şaşmaz

Yollar yar, yollar bana
Muhabbet yollar bana
Dikenli yol istemem
Güldeste yollar bana

Sırat şoseden gerek
Yolcu yolunda gerek
Dosdoğru olup da geç
Müstakim yürüyerek

9 Mayıs 2023 Salı

Vecizeler:Beyaz yahut zift karası...


Metni sesli dinleyin...

"dünyan sana emanet, sakın onu karartma"
"ruh beyazdan da beyaz nefisler ziftten kara"
"dün bugüne işaretmiş, kim düne nasıl vara"
"dün tepeden bakanlar mı? bak girmişler mezara"
"teslim edilir mi hiç billûriye sakara"
"makaraya alanlarla düşülmez hiç yollara"
"bak, bir gün kar yağar ha, güvendiğin dağlara !"
★★★
"delilere gün doğar, akıl rafa kalkınca "
"yal sevenler yaltaklanır kokusunu alınca"
"azgına zincir vurmalı, meydan ona kalınca"
"kimileri övünür şeytan alkışlayınca"
"gevezenin dili şişer, talip bulamayınca"

8 Mayıs 2023 Pazartesi

Bir gün bülbül yanında bir gün kargayla...



bu ne yaman çelişkidir ey özü fukara

dün ak dediğine bugün dersin kara

dönek insan hem çirkindir, hem de kapkara

bir gün bülbül yanındasın bir gün kargayla

6 Mayıs 2023 Cumartesi

Tercih...

hayat yolu seçim dolu
her kavşağın var sağı solu...

tercih senin !
evet ya da hayır, var ya da yok
acı, tatlı
ekşi, tuzlu
siyah, gri veya beyaz...

kimine yaz hoş gelir, kimine kış
kimine ışık, ya da karanlık veya loş...

sen sen ol !
bakma ona buna
kulak asma boş lâflara
kanılır mı ? yörük sırtından kurban kesip dağıtana...

danış vicdanına
o dosdoğruyu fısıldar sana...
her dem güzeli ara...
yalancısı, sahtekarı, hâini
vicdansızı, hırsızı, laîni
kötüsü, çirkini, katili başa bela...

tercih mi ?
bırakılmış insana...
aman ha !
"kendim ettim kendim buldum"
türküsü çağırma sonunda !
çünkü
sen katlanacaksın sonucuna !

5 Mayıs 2023 Cuma

Rüyaydı gerçek sandık...

 

Metni sesli dinleyin...

kimimiz vaade kandık
kimimiz rüyaya daldık
ya hayalle oyalandık
ya sahteyi gerçek sandık
kuru laflardan usandık

kimimiz uyuya kaldık
kimimiz çok geç uyandık
ve bir sabah rüya bitti
gerçekle yüzyüze kaldık

kafalar mı ? çok karışık
us, bir dargın bir barışık
gör kim rüküş ya kimdir şık
karanlığa tut bir ışık

geldi akl-ı mead geldi
akl-ı meaş çekip gitti
sağır olup duymayanlar
sanki mantar olup bitti

4 Mayıs 2023 Perşembe

Terkib-i bend: Dalâlet yolu...


Rûhî-i Bağdadî'nin terkibi bendinden...
(6. bend)

Vardım seher-i taât içün mescide nagâh
Gördüm oturu halka olup bir nica gümrâh

Girmiş kimisi vahdete almış ele tesbih
Her birisinün vird-i zebânı çil ü pencâh

Didüm ne sayarsız ne alırsuz ne satarsız
K’asla dilinüzde ne nebi var ne hod Allah

Didi biri kim şehrimizün hâkim-i vakti
Hayretmek için halka gelür mescide her gâh

İhsânı ya pencâh u ya çildür fukarâya
Sabreyle ki demdür gele ol mir-i felek-câh

Geldiklerini mescide bildüm ne içündür
Yüz döndürüb andan dedüm ey kavm olun âgâh

Sizden kim ırağ oldı ise Hakk’a yakındur
Zira ki dalâlet yoludur tuttuğunuz râh

Tahkik bu kim hep işimiz zerk ü riyâdır

Taklide siz taâtiniz cümle hebâdır

3 Mayıs 2023 Çarşamba

Tavuk ve Kısrak...

Metni sesli dinleyin...

"Tavuk bir tanecik yumurta yumurtlar da gıdak da gıdak, bütün köye ilân eder, ortalığı velveleye verir; kısrak bir tay doğurur da gözünden sadece iki damla yaş akar..." derler !

Bir irfâni anlatımdır bu; mini minnacık bir üretimin, başarının, kazanımın reklâmını yaparak piyasa yapmaya çalışanların yanında kan ter içinde gece gündüz çalışarak büyük büyük, koskocaman işlere, eserlere imza koyan, imkansıza yakın işleri gerçekleştiren ancak reklâm yapmak aklından bile geçmeyenleri mukayeseli olarak ne de güzel tasvir ediyor !

Bir yanda kısrak, bir yanda tavuk !

Tavuklar küçük yumurtladıkları bir sıkımlık yumruktan küçük yumurta ama sesleri öylesine çıkıyorki tellâl tutmaya, davul zurna çalmaya, kös vurmaya gerek yok...

Kısrak ki, insan gibi asil, doğurduğu tay ki geleceğin yıldırımlarla, fırtınalarla yarışacak, nalları yere vurdukça kıvılcımlar saçacak soylu yavrusu...iki damla göz yaşı dökerek sevinçten, sessiz sedâsız...

İnsan toplumlarında da bal yapmaz arıların vızıltısı gibi, muhalif/çıkarcı/muhteris birilerinin yahut küçük bir topluluğun sesi ne çok çıkıyor; muhteşem eserleri insanlığa sunan/ikrâm edenlerin ise kendileri değil eserleri konuşuyor yüzlerce yıl...

Ne der Ziyâ Paşa:

"Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz
Şahsın görünür rütbe-i akli eserinde."

(İnsanın aklının derecesi yaptığı işlerde görülür. Ona işi ayna olur. Yoksa kuru ve boş laflara bakılmaz.)

Bir yanda kısrak ve tay, bir yanda tavuk ve yumurta !

Ve Mehmet Âkif Ersoy derki:

“İnsan ölür eseri kalır, eşek ölür semeri kalır.”

2 Mayıs 2023 Salı

İnsan insanın kurdu işte...


insan işte !
toprağın üstüne basar çiğner de, bir de meyvesini yer
havasız iki dakika duramaz da şikayet eder
soğuk der, sıcak der...

su ile hayat bahş olundu demez
gökten yağan yağmurla ıslanınca kızar
sele çığa fırtınaya ağıtlar yakar
kuraklık olursa yağmur duasına çıkar...

güneş; kuşu, böceği ayırd etmezken
fırsat bulsa insan;
gölge eder, paylaşamaz güneşi bile
kurdu olmuş sanki, insanın insan...

güneş cömert, su cömert, hava cömert, toprak cömert
insan kindar, insan merhametsiz, insan namert...
ondan sonra da sızlanır...
sille, tekme, gazap, azap nerden geldi deyu ağlaşır...

ve insan unutsa da, 
ömrü
 güneşte kalmış buz gibi 
eriyip de gidiyor...
su oluyor, buhar oluyor
tıpkı bedenden çıkan ruh gibi...

öyleyse:
nedir insanın insandan çektiği !
ne kalıyor elde avuçta peki ?

zamanı gelir gülşende çiçekler açar da
asla gönlünü açamaz insan insana 
 hiç dayayamaz sırtını da
sebebi nedir acaba ?
düşünmez mi insan hâlâ !

1 Mayıs 2023 Pazartesi

Mizah: Nasreddin hoca'dan bir kaç fıkra...

Hoca’nın bir gün eşeği kaybolur, uzun bir süre arar ve bulamaz. Sonunda üzüleceği yerde şükreder. Sebebini sorduklarında “‘iyi ki üzerinde ben yokmuşum, yoksa ben de kaybolacaktım” der.

Hoca bahçede bir karartı görür. Hırsız zannederek okla vurur. Yanına gider kendi kaftanı olduğunu görünce: 

“iyi ki içinde ben yokmuşum” diyerek sevinir.

 Zengin bir adam Hoca’yla alay etmek için, “Hocam sen bu kitapların hepsini okuyor musun gerçekten", der. 

Hoca: 

“Senin kaç evin ve koyunun var", diye sorunca, adam:

“O kadar çok ki sayısını ben bile bilmiyorum.” deyince Hoca, cevabı yapıştırır:

“Sen o evlerin hepsinde yaşayıp koyunların hepsini de yiyor musun?” 

Hoca, yolculuk sırasında mola verip bir hana girer, bu sırada hana bir başka yolcu daha girer ve ikisi birden hancıdan yiyecek bir şeyler isterler. Fakat hancı yiyecek olarak sadece bir balık olduğunu söyler ve bunu paylaşmalarını önerir. Bunun üzerine Hoca:

“Ben balığın sadece başını yiyeceğim.” der. Hancı bunun nedenini sorar. Hoca da, “Balık başı zekâyı arttırır, balık başı yiyen insan akıllı olur", der. 

Bunun üzerine diğer yolcu hemen atılır ve Hocaya:

“Balık başını niye sen yiyeceksin, ben yemek istiyorum.”der. 

Hoca da itiraz etmez ve balığın koca gövdesini yer ve bir güzel karnını doyurur, diğer yolcu ise sadece balığın başını yer ve sonra Hocaya seslenir:

“Sen koca gövdeyi yedin karnını doyurdun ben sadece kafayı yedim aç kaldım.” deyince Hoca: 

“Bak nasıl da hemen akıllandın.” der.

Akşehir çocukları, bir gün genç Nasreddin’i hamama götürürler ve göbektaşı üzerine oturdukları sırada daha önce kararlaştırdıkları planı uygulamaya sokarlar. 

Birbirlerine, 

“Bu hamamın suyunda yıkanan insan yumurtlamaya başlar. Herkes yumurtlayıp yumurtlamadığına baksın! Kim yumurtlamazsa hamam parasını o versin.”derler. 

Hep birden gıdaklamağa başlarlar. Bir taraftan da yanlarında getirdikleri yumurtaları el çabukluğu ile mermerin üstüne bırakırlar. Genç Nasreddin arkadaşlarının hilesini anlar, ama hiç telaş göstermez. Hemen göbektaşına çıkıp horoz gibi çırpınıp ötmeye başlar. Çocuklar:

 “Nasreddin, ne yapıyorsun?” diye sorarlar. Genç Nasreddin’in cevabı hazırdır, 

“Bu kadar tavuğa, bir horoz lazım değil mi?” der. 

Eşeğini kaybeden Hoca, her yerde onu arar. Yoldan geçenlere sorarmış. 

Dostlarından biri, alaylı bir ifadeyle:

 “Hoca, demiş. Duydun mu, senin eşeğin Mısır’a kadı olmuş?”

 Hoca, lafın altında kalır mı? Ciddiye almış gibi, 

“Sahi yahu, demiş. Ben, çırağıma ders verirken, o da hep kulaklarını diker, dikkatle dinlerdi.” demiş. 

Timur’un defterdarı hesapta bir yanlışlık yapar. Bunun üzerine Timur o defterdara kâğıtları yedirir ve işten kovar. Yerine Nasrettin Hoca’yı alır. Hoca hesapları yufka üzerinde yapmaya başlar. Timur bunu görür ve sebebini sorar. Hoca aynen şu cevabı verir:

“Yemesi kolay olsun diye!” 

Hoca bir gün Timur’a hediye olarak taze incir götürür. Timur incirleri birer birer Hoca’nın kafasına atar. Hoca durmadan şükreder. Timur sebebini sorunca,

 “iyi ki şalgam getirmemişim, yoksa halim nice olurdu?” diye cevap verir. 

Bir gün Timurlenk Hoca'ya sormuş;

“Efendi, Abbasi halifelerinin hepsinin bir lakabının olduğunu sen bilirsin. Birisinin lakabı Mütevekkil billâh, diğerinin Mutasım billâh ve bunun gibi lakapları var. Eğer ben de Abbasilerden olsaydım, benim lakabım ne olurdu? diye. Hoca:

 “Ey ulu hükümdar, inanın size neuzibillâh derlerdi.” diye cevap vermiş. 

Timurlenk, bir gün Hoca’ya sormuş:

“Acaba ahirette bizim mekânımız neresi olacak? Cennet mi, yoksa cehennem mi? 

Hoca, hemen kendini toplamış:

“Mübârek kalbinizi böyle şeylerle meşgul etmeyin, padişahım demiş. Cennete gidip de ne yapacaksınız? Hülagü ve Cengiz gibi çok büyük hükümdarlar hep cehennem ehlidirler. Sizin gibi bir padişah onlardan aşağı kalır mı ki, cennete girsin? demiş. 

__________

Kaynak:Bayraktar, Z., 2010,"Mizah Teorileri ve Mizah Teorilerine Göre Nasreddin Hoca FıkralarınınTahlili" Doktora Tezi, T.C. Ege Üniv. Sosyal Bilimler Enst.