Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

31 Ekim 2023 Salı

Gösteriş...


“İçi boş insanların balon gibi çabucak şiştiğini ve ayaklarının yerden kesildiğini görmedin mi?"
                                                                                                                 Suat Kıyak
"Gösteriş ve şatafat cahillikten kaynaklanan aşağılık kompleksini örtme çabasıdır. "
                                                                                                                İlber Ortaylı

30 Ekim 2023 Pazartesi

21. Yüzyılda İnsan...

  

21. yüzyılda;
kalbi katran karası
hedefi karun parası
hayalinde yalı, kasır
vicdanı dolu nasır
insanlığın yüz karası
ahlâksızlıkta tavan arası
dünyaya sadece;
yeme, içme, üreme ve eğlenmek için gelmiş
bir asrın insanını
seyir ve idrak (!) ediyor dünya ehli...
iyi seyirler !

29 Ekim 2023 Pazar

"Hayali cihan değer" derler...


gün gelir de
hayat öğretir insana
hayatı...
ne idim ne oldum
dedirtir...

yerken insan
bir yandan hevesle dünyayı
yer de, çiğner yutar aslında
yavaşca insanı...

omuzlar çöker
gözler nemlenir...

bir zamanlar
dimdik olan başlar eğilir
taşıyamaz omuzlar o başı
ve başlar
boşa geçen ömrü
kurtarma telaşı...

mazi an olur
an ise heba...
bir ömür çekilirken hesaba
fragmış abaymış umura gelmez
hepsi atılır bir bir kenara...

ah ile vah ile
dövünse de insan
ne kış geçer
ne ilkbahar başlar
ne de gelir nisan...

28 Ekim 2023 Cumartesi

Ş.Galib'den:Mevlânâ hikâyesi...

Mevlevî postnişini olan Şeyh Gâlib (d:1757-ö:1799), Mevlânâ üzerine yazdığı her şiirinde olduğu gibi aşağıdaki manzumesinde de Mevlânâ’ya olan bağlılığını ve Mevlânâ’nın şan ve şöhretinin her tarafa yayıldığını dile getirdiği beyitleriyle hikâyeye giriş yapar.

Yirmi beyitten müteşekkil hikâye Mevlânâ ve bir talebesi arasında geçmektedir. 

Malını, itibarını bir kenara bırakıp talebe olmak isteyen bir kişi vardır. Şair, mahlas-ı hâm ve dervîş-i nâ-kâm kelimeleriyle en başından bu kişinin talebe olma yolunda henüz olgunlaşmadığını okuyucuya haber verir. 

Celâle’d-dîn-i Rûmî ya’nî pîrim
Efendim pâdişâhım dest-gîrim

Salıp şûr-ı kıyâmet kâ’inâta 
Erişdi bâng-ı kûsu şeş cihâta 

Meğer ol haylden bir mahlas-ı hâm
Dilermiş olmağa dervîş-i nâ-kâm

Bırakmış esb ü mâl ü i’tibârı
Düşüp bu kayda terk etmiş karârı 

Şeytan vesvese vererek hâm talebeyi yolundan saptırmak ister ve başarılı olur. 
Talebenin zihninde hoş olmayan mânalar oluşur. “Kendimi bu yolda harap ettim, malımı, itibarımı kaybettim, bu yolda ne işim var” şeklinde bir talebeye yakışmayan cümleler ağzından dökülür.

O günlerde edip Vesvâs iğvâ
Tolaşmış gönlüne bu hâm ma’nâ

Ki vardı hayli kâr u bâr u mâlım
Neden düşdüm bu kâra n’oldu hâlim

Edip itlâf ol emlâk-i pâki
Harâb etdim bu cism-i derdnâki

Neden düşdü yolum dervîşler ile
Ne kaydım var benim bu işler ile

Mevlânâ, bu durumu öğrenince bir tedbir düşünür. 
Bir at ve bin altını o kişiye göndertir. “Bu at ve altını alarak eski işine ve itibarına geri dönsün” der. 

Bu uyarı karşısında o kişi pişman olup dünya meşgalelerini yeniden def etmesiyle hikâye tamamlanır.

Bu cânibden Cenâb-ı Hazret-i Pîr
Duyup ol fikri etmiş böyle tedbîr

Binip bu ebreşe kârında olsun
Alıp altunu bâzârında olsun

Bıraksın imtinânı evliyâya
Tolaşsın gelmesin semt-i safâya

Fakırdır bî-nevâlar kârıdır bu
Dönersen dön rızâ bâzârıdır bu

Olup bu hâle nâdim merd-i dervîş
Gelip etmiş yeniden def’-i teşvîş

Şeyh Gâlib bir bakıma bu hikâyesiyle çevresindeki talebelerini de uyarmıştır. Allah yolunda yürümek isteyen kişinin dünya ve dünyalığı terkiye atması gerekliliğine vurgu yapmıştır. 

Mal ve itibarın insanları hak yoldan çevirebileceğine dikkat çekerek böyle bir hataya düşüldüğü takdirde pişmanlık duyulmasını tavsiye etmiştir.

"Mülk-i dünya kimseye kalmaz, sonu berbâd olur. 
Ey Muhibbî şöyle farzet kim, Süleyman olmuşuz."
                        Muhibbi (Kanuni Sultan Süleyman)
Not: Ah Gâlib üstâd, bugünkü eyyamı görseydin bir de; her şey arzu hevâ ve heves içün pâyimal, millî ve manevi bezirgân(!) çok,  tüccar çok, füccar çok amma hakkı ve hikmeti talep eden hiç yok ! 
____________
Kaynak: Şığva, B.,2019, Şeyh Gâlib Divanı’nda Manzum Hikâyeler, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 23(2): 485-504

27 Ekim 2023 Cuma

Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet...

"Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran insanlar basit maceracılar, küskünler veya kendine yer arayanlar değildir. Her birinin (Osmanlı) imparatorlukta komutan olarak, bürokrat olarak, münevver olarak seçkin bir yeri zaten vardı. Hepsini şükranla (rahmetle) anıyoruz ve anmalıyız.”
                                                                                                                                               İlber Ortaylı

26 Ekim 2023 Perşembe

Kalpleri var ama kavrayamazlar..

Â'râf sûresi, 179:

"Andolsun biz, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Bunların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler; kulakları vardır ama onlarla işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır."

İzleyelim;

25 Ekim 2023 Çarşamba

Zalimin zulmü...

"Ey zulüm ile âbâd olmak isteyen domuz, 
Günü gelir, kelleni taşıyamaz o omuz"

24 Ekim 2023 Salı

Edeb ve kırık ayna...

Edeb ayna gibidir, ar damarı bir kez çatladı mı, artık hep kırık bir aynadaki gibi görüntü verir.

Edep, davet, incelik, kibarlık, iyi ahlâk, utanma, zarafet, iyi tutum ve davranış 
anlamlarına gelmektedir.

Ömer Nasuhi Bilmen derki:
"Edep insanın zînetidir. Edep, insanı nefsinin hevâsına uymaktan korur, kurtarır; “İnsanın edebi altınından hayırlıdır” denilmiştir. Edepten mahrum bir insan, bir cemiyet için muzır mikroplardan daha tehlikeli bir mahlûktur."

Fakirlerin dayanağı, zenginlerin süsüdür edeb.

Dünya ehlinin edebi; iyi konuşma, bilgi, ezber, şiir ve sanatkârlıktır. 

Müminin edebi; hak ve hukuk sınırlarına riayet, nefs terbiyesi, gönlü temizlemek, iyilikte yarışmaktır. 

Ariflerin edebi ahde vefâ, iç ve dış dengeyi korumak, sırlara saygı göstermek, manevi 
hâllerde de edebe sarılmaktır.

Edebin hakikati, bütün hayırlı sıfatların bir araya toplanmasıdır. Ancak bütün hayırlı sıfatları üzerinde toplayan insan edepli insandır.

Bütün insanların "insan"lığında ortak nokta, ondaki güzel ahlâk ve edebtir...

Muhyiddin-i Arabî derki:
“Yaygı üzerine otur. (...) Yayılmaktan sakın! (...) Dünya, sakınma yeridir. (...) Dünya hayatı bir emniyet ve güven yeri değildir. Hikmetli ve bilgili insan, her mertebeye o mertebenin müstehak olduğu şekilde davranır.”

Edep; kulun, yalnızken nasıl ise kalabalıkta da aynı edebi, Allah’ın huzurundaymış gibi
korumasıdır. Yine edep, muamelelerde halkın ve Hakk’ın nazarında edepsizlik sayılan bir şeyi yapmamak, sohbet ortamında bile güzel ve ince düşünceli söz söylemektir.
Allah, Âdem’e akıl, iman ve edep olmak üzere üç emanet vermiştir ve üçünün de kulda bir arada bulunması gereklidir. Aklı ve edebi olmayanın ise Allah’a imanı da olmaz.

Edebe sahip insan; konuşurken, yeme içme esnasında, yatarken, semâyı seyrederken, aya, güneşe bakarken, devri daimi gözlerken, dünyayı gezerken,  herşeye hikmet gözüyle bakar, ötekileştirmez, hak ve hukuka azami derecede riâyet eder.

Edebe riayet edilince gönüldeki kin ve hasedin yerini sevgi, şefkat, merhamet ve sabır alır. Emanete hıyanet edilmez. Kanaat sahibi olunur ve kazanç helal yoldan temin edilir, muhtaçlar gözetilir. 

Muhyiddin-i Arabî derki:
“Gereksiz işler, izin verilmiş davranışlara ilave şeylerdir.(...) İnsan ancak insan olması bakımından haddi aşar. Bu durumda onun hayvanilik yönü, insanilik yönüyle yer değiştirmiştir. Bu aşamadaki asıl ise asıldan kaynaklanır, çünkü asıl zenginlik ve istiğna sahibidir. (...)Vaktin otoritesi haya duygusudur. Haya, otoritesini kullanarak günahın bulunduğu kişiyle Allah’ın sınırlarını aşmak arasına girer.”

Ne der Karacaoğlan:
"Meyil verme edepsize arsıza
Âkıbet ırzına hîle getirir ."

Edeb ya Hû ! derken bu çerçevede düşünmek lazımdır vesselâm...

23 Ekim 2023 Pazartesi

Akıl hastanesi...Küvetin tıpası.../Hayrettin Barut


"Bir akıl hastahanesinde hazırladığı programı tamamlayan bir TV programcısı, desteklerinden dolayı teşekkürlerini sunmak üzere başhekimin makamına gider. Biraz hoşbeşten sonra başhekime merakla sorar:

-“Bir hasta adayını hastahanenize yatırıp yatırmayacağınıza nasıl karar veriyorsunuz?”

Başhekim bu konuda uyguladıkları yöntemi şöyle açıklar: 

-“Hastayı banyo odasına götürüyoruz ve küveti su ile dolduruyoruz. Sonra da hastaya bir kova, bir tas ve bir de kahve fincanı verip küvetteki suyu boşaltmasını istiyoruz.“

Başhekim sözünü tamamlamadan hemen heyecanla atılmış TV programcısı: 

-"Ama ne kadar da pratik bir yol bulmuşsunuz. Tabii kova dururken küveti tas veya kahve fincanı ile boşaltmaya kalkan adayı hemen hastahaneye yatırmaya karar veriyorsunuz!” 

Arkasından da bilgiç bilgiç eklemiş esprisini: 

-“Tabii, şayet küveti kahve fincanı ile boşaltmaya kalkarsa doğru zırdeliler koğuşuna yatırıyorsunuzdur!”

Başhekim:

-“Hayır, hayır”, diyerek sakin bir şekilde açıklamış uyguladıkları yöntemi: 

-“Şayet suyu küvetin tıpasını çekip boşaltamıyorsa, kendisini hastahanemizde misafir ediyoruz!”

Not:"Fındık kadar aklıyla akıllılar sınıfına yazılanlara, dünyayı oynattığını/kandırdığını zanneden aklını ilâh edinip beğenmiş aptallara, ve daha ötesi hem onlara tabi olup üstelik alkışlayanlara şaşır(m)ıyorum" Suat Kıyak

"Delilik şüphesiz aptallıktan iyidir. Delilik var olmuş bir zekanın yok oluşudur; aptallık, var olmamış bir zekanın var olmamaya devam edişidir.Deliliğin hiç olmazsa mazisi şanlı. Aptallığın şerefli bir tarihi bile yok."             Peyami Safa

22 Ekim 2023 Pazar

Hicaz Makamında Bir Halit Yıldırım Güftesi ve Bestesi...

 

Sen bana tattırdın hicran tadını
Unutturdun mutlu olmak yâdını
Şu kırık kalbimden zalim adını
Silerken ağlarım çocuklar gibi                                                                              
Hüznün rengi siyah ümitler sarı 
Hep hüsran yaşamak gönlümün kârı 
Ellerim hırsından ak pak saçları 
Yolarken ağlarım çocuklar gibi 
                        Halit Yıldırım

16 Ekim 2023 Pazartesi

Tavus kuşu hikâyesi...Olgunlaşma yurdunda, "ah", "vah", "günah" ve "eyvah"...


Tavus kuşu kanatlarının rengârenk oluşuna rağmen, o güzellikle mütenasip olmayan ayaklarına bakarak ıstırap çekermiş.

Tavusun ayakları gibi sesi de çirkin olup “ah”a benzer ötüşü var imiş.

Divan edebiyatı ve irfân düşüncesine göre insan; nefsine karşı, kendisi söz konusu olduğunda tavus kuşu gibi olmalıdır... İnsan kendisinde ne kadar güzellik ve ön plana çıkarılmaya değer özellik bulunursa bulunsun, daima kendindeki eksiklikleri aramalı, günahlarıyla meşgul olmalıdır. Bu da edebin gereğidir.

Montaigne Denemelerinde, “Tavus kuşuna haddini bildiren, ayaklarıdır.” diyerek bu durumu veciz olarak ifâde etmiştir.

Tavus, o güzel endamıyla yürürken gözleri ayaklarına takılınca “ah” eder, her “ah” deyişinde de cenneti hatırlarmış. Edebi olarak “ah" ile kafiyeli olan “günah, siyah, vah, eyvah…" gibi kelimeler de yine mânâ olarak aynı hissiyatı mündemiçtir.

Tavus kuşunun bu şöhret bulmuş görünüşü bir yanda dursun, irfân kültürümüzde “Şöhret afettir” diye de bir söz var...


Mevlânâ diyorki;
"Kendini beğenmek sahibine yüzlerce bela getirir"

Çünlü başkaları tarafında  beğenilmek, takdir görmek, övgüye mazhar olmak egoyu büyüten bir kaldıraç olmaya en yakın sebeplerdendir.

Bu durum, kişinin kendini  beğenmesine, ve beğeni arzusu ile gösteriş düşkünlüğüne, ve hatta sergilemesine meylettirir. Giderek bu arzu yerleşik hale gelir ve kişi sadece başkalarının beğenisini amaç haline getirir neticede...

Hz. Mevlânâ'nın Mesnevisinde (*) bu husus Tavus kuşu hikâyesi üzerinden anlatılıyor:

"Ovada bir tavus kuşu, kendi gagasıyla kendi tüylerini yoluyordu. 
Hikmet sahibi biri de oralarda gezmeye çıkmıştı. 

Hikmet sahibi;
Ey tavus!, böyle güzel tüylerini nasıl oluyor da kökünden yoluyorsun? 
Bu süslü kanatları yolup çamura atmaya gönlün nasıl razı oluyor? 
Hâfızlar senin kanatlarını, tüylerini değerli, üstün görüyorlar, beğeni­yorlar da onları Mushafın arasına koyuyorlar. 
Halk havalanmak, serinlemek için senin kanatlarından yelpazeler yaparlar. 
Bu ne nankörlüktür, bu ne saygısızlıktır! Seni süsleyenin, o renkleri verenin, o tüyleri nakışlarla güzelleştirenin kim olduğunu bilmiyor mu­sun? 
Yahut biliyorsun da nazlanmak için mi o tüyleri yoluyorsun? 
Fakat nice naz vardır ki o naz suç olur; kulu padişahın gözünden dü­şürür" diye sözlerini sıralayarak soru yağmuruna tutar.

Tavus kuşu bu sözleri duyunca, önce öğüt verenin yüzüne baktı. Sonra da hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Öyle uzun uzun, dertli dertli ağladı ki orada bulunanlar da ağlamaya başladılar. Soruyu soran da cevapsız kaldı; sorduğuna pişman oldu. Üzüntüsünden o da ağlamaya başladı. İçinden de;
Ne diye soruyu boş yere sordum? Gamlarla, kederlerle dolu imiş. Ben bu sorumla onu coşturdum, derdine dert kattım.” di­ye düşünüyordu.

Tavusun yaşlı gözlerinden toprağa damlayan yaşların her damlasında yüzlerce cevap vardı. Tavus, ağlaması bitince dedi ki:
 “Haydi git işine! 
Çünkü sen kokuya ve renge kapılmışsın. Şunu görmüyor musun? 
Bu kanatlar yüzünden bana her taraftan yüzlerce bela gelmekte. Nice merhametsiz avcı, bu kanatlar için, bana her tarafta tuzaklar kurmadalar. Nice okçular yine bu kanatlar için bana ok yağdırıyorlar. Mademki bu kazâdan, bu beladan ve bu fitnelerden kendimi korumaya gücüm yetmiyor; çirkin ve tiksinti verir bir hale girmem benim için daha iyi. Böylece şu dağda, şu ovada beladan kurtulmuş olurum. 
Ey yiğit! Kanatlarımın rengi ve güzelliği, bana kendimi beğenme, üstün görme sebebi olmuştur. Kendini beğenmek ise sahibine yüzlerce bela getirir.”

Göz önünde olanlar, hem öne çıkan/çıkarttığı vasıfları yüzünden çoğu kez etrafındakilerin kıskançlığını, hasedini, öfkesini ve düşmanlığını celb eder, hem de sahip (!) olduğu vasıflar sebebiyle bir süre sonra kendini üstün görmeye başlar, neticede kibir anaforuna kapılır insan. 

İnsanın varoluşunun asıl sebebi belliyken, “olmak” amacının yerini eğer “görünmek” alırsa, araç amaç haline getirilmiş olur ki, bu durum ise marazîdir.

İnsan olarak geldiği yeryüzünden, gelip geçtiğini unutmadan dünyâ hayatı denilen "olgunlaşma yurdu"nda, kendini tanıyıp, varlık sebebini unutmadan ve mesuliyetlerinin farkındalığı ile hayatını sürdürmeli insan, "ah", "vah", "günah" ve "eyvah"a sebep olacak şeylere karşı da temkini asla elden bırakmamalıdır...

Vesselâm...
________________
(*)Kaynak: Mevlânâ Celadeddin-i Rumi, Mesnevî, cilt 5, 536-544, 613-617, 641. beyitler.

15 Ekim 2023 Pazar

Hakk’ın divanına varınca Süleyman’dan hakkın alır karınca


Sanatkâr ruhlu bir hükümdar olan Kanuni Sultan Süleyman'ın, mahir bir kuyumcu olmasının yanı sıra Muhibbi mahlasıyla şiirler yazdığını da biliyoruz...

Kanunî Sultan Süleyman, Topkapı Sarayı’nın bahçesinde zaman zaman gezintiye çıkar, ağaçları, çiçekleri seyreder, kuş sesleri arasında denizi seyre dalar. 
Bir defasında meyve ağaçlarından birkaç tanesinde çürüme emarelerini fark eder,  inceleyince ağaçların karıncaların istilasına uğradığını görür. 
Ağaçları ilaçlayıp karıncalardan kurtarmayı düşünür. Bunun vebali olacağını düşünerek hocası Ebussuud Efendi’ye danışmak ister. Hocasına edebi üslupla bir soru yazıp odasına bıraktırır.

Ebussuud Efendi notu görünce Kanunî’nin yazmış olduğu satırların altına sualin cevabını yine şairane bir üslupla yazar Kanunî hocasına şöyle sormuştur:

"Meyve ağaçlarını sarınca karınca 
Günah var mı karıncayı kırınca?"

Hocası Ebussuud Efendi ise şöyle cevap vermektedir:

"Yarın Hakk’ın divanına varınca
Süleyman’dan hakkın alır karınca."
Klasik şiir dünyamızdan karınca ile ilgili beyitler:

Tut ki olmışsın Süleymân-ı cihânı ‘âlemün
Cehd ana kıl k’olmaya bir mûrçe senden şikest 
                                                            (Münirî)
“Tut ki âlemin Süleyman’ı olmuşsun, ona çabala ki bir karınca senden kırılmasın.”

Yiter cevr eyledün senden şikâyet eylerem şâhâ 
Ki ‘adl-i dergehünde mûr ile birdür Süleymânlar 
                                                            (Süheylî)
“Ey Şah! Yeter, cefa ettin! Senden şikâyetim var ki adalet dergâhında karınca ile Süleyman birdir.”

Gubâr-ı der-geh-i şâha sürer yüz yirde yüz Bâkî 
Süleymâna mukârin olmag ister seyr idün mûrı 
                                                                (Bâkî) 
“Bâkî yüz yerde şahın dergâhının tozuna yüz sürer. Seyredin karıncayı, Süleyman’a yakın olmak ister.”

Anarlar devlet-i şâh-ı cihânda nâmun ey Bâkî 
Süleymân yâd olındukça bile mezkûr olur mûrı 
                                                                (Bâkî) 
“Ey Bâkî! Namını cihan padişahı(nın) devletinde anarlar, Süleyman hatırlanınca bile karıncası zikredilen olur.”
Yol keserse ʿışk serhengine ʿakl olmaz ʿaceb 
Vakt olur kim mûrçe eyler Süleymân ile bahs 
                                (Tâcî-zâde Ca’fer Çelebi) 
“Akıl, aşk askeri(nin) yolunu kesse buna şaşılmaz. (Çünkü) zaman olur ki karınca Süleyman ile konuşur.”

Kimdür gedây hâlini sultâna ‘arz ide 
Yâ mûr-çe sözini Süleymân’a ‘arz ide 
                                            (Ahmedî) 
“Kimdir kölenin halini sultana arz eden?Ya karıncanın sözünü Süleyman’a arz eden (kimdir)?”

Hat u zülfünle diller mülkin aldugun mukarrerdür 
Süleymânsın begüm sen sana mûr u mâr leşkerdür
                                                                    (Emrî) 
“Hat ve saçlarınla gönüller mülkünü aldığın şüphesizdir. Beyim, sen Süleymansın; sana karınca ve yılan askerdir.”

Hat-ı rûyun ki dikkatlerle ta’zîm üzre yazmışlar 
Meğer âyât-ı Nemli safha-i sîm üzre yazmışlar 
                                                        (Şeyh Gâlib) 
“Yüzünün hattını dikkatle ululara yazmışlar meğer Neml ayetini gümüş sayfa üzerine yazmışlar.”
Kamulardan menem bed-ter za’ifem mûrdan kemter 
Zelilem ‘âcizem ahkar hocam senden inâyetler 
                                                                (Hakîkî) 
“Herkesten kötü -beter- benim, zayıfım, karıncadan değersiz(im), düşkünüm, acizim, en hakir(im). Hocam iyilikler senden.”

Minnet Allah’a benüm gibi nice mûr-ı za’îf 
Şehd-i ihsânı ile gark-ı ni’amdur şimdi 
                                               (Nev’î-zâde Atâyî)
 “Minnet Allah’a (ki) benim gibi nice zayıf karınca (onun) ihsan balı ile şimdi nimetlere boğulmuştur.”

Benem mûr -ı za’îf-i hâk -i hârı 
Benem güncişk -i dâm -ı dil –figârı 
                            (Azmizâde Hâletî)
 “Dikenli topağın zayıf karıncası benim, gönlü yaralı serçenin tuzağı benim.”

Yâ İlâhi ver iki ‘âlemde maksûd-ı dilin 
Derdmend Nâfiz kulun bi-çâre kaldı hem-çü mûr 
                                    (Lâzikîzâde Feyzullah Nâfiz)
 “Yâ İlahi! İki âlemde gönlün maksudunu ver, dertli Nâfiz kulun karınca gibi çaresiz kaldı.”

Dil-i bî-çâresi bâr-ı gamun altunda kalup 
Mûra döndi ki düşe üstine taglar diyesin 
                        (Vizeli Ramazan Behiştî) 
“Çaresiz gönül gam yükünün altında kalıp karıncaya döndü ki ‘üstüne dağlar düştü’ diyesin.”

Şeh Süleymânum sag olsun ey Cenâbî dünyede 
Lutfın eksük eylemez ben mûr-ı pâ-mâl üstine 
                                                (Cenâbî) 
“Ey Cenâbî! Şeh Süleymanım sağ olsun (ki) dünyada ben ayak altındaki karıncanın üstünden lütfunu eksik etmez.”

Olmaz idi pây-mâl-i ʿasker-i mûr u mekes 
Niʿmet-i elvâna mâ’il olmasa ṭabʿ-ı simât 
                                            (Sâkıb Dede)
“Parlak sofra(da) renkli (rengarenk) nimetler olmasa idi sinek ve karıncanın askerleri ayak altında olmazdı.”

Toldı mûr-ı tama’ ile kamu enbân-ı kerem 
Oldı pür mâr-ı cefâ havlî-i gülzâr-ı vefâ 
                                (Hamdullah Hamdi) 
“Kerem heybesi hep açgözlü karınca ile doldu; cefa yılanı hep vefa gül bahçesinin yıllığı oldu.”

Râm-ı emr-i mevlevîdür mâr-ı nefs ü mûr-ı âz 
Şâh-ı mutlakdur o kim kayd-ı künûzı olmaya 
                                                    (Sâkıb Dede)
 “Tamahkârlık karıncası ve nefis yılanı Mevlevî’nin emrine amadedir; gerçek şahlar zenginlik gibi bir derdi olmayanlardır. ”

Kendüyi ger hor u kemter gösterür ol mûrdan 
Bârikât-ı nûrdandur şirden liki mehib 
                                                    (Hakîkî) 
“(O), kendisini karıncadan (daha) hor ve değersiz gösterir ancak heybeti aslan gibi nurdan barikattır.”

Mûr-ı hakîr görinürem merd-i kâmile 
Çeşm-i ‘adû-yı câhile ammâ gazanferem 
                                                   (Süheylî) 
“Olgun adama değersiz karınca (gibi) görünürüm ama cahil düşmanın gözünde aslanım.”

Şu denlü ‘âcizem nidem ne dilim var ki şerh idem 
Karınca kadrim üstine kodılar sanki bir tağ taş 
                                                    (Ümmî Sinân) 
“Karınca (kadar olan) kadrimin (kıymetimin ) üstüne sanki bir dağ, taş koydular; o denli acizim. Ne yapayım, dilim yok ki açıklayayım.”

Süleymân-ı zemânsın yanuna haşr-ı cünûd oldı 
O cündün ben de pâyânında bir mûr-ı fürû-mâye 
                                                    (Âsık Çelebi)
 “Zamanın Süleyman’ısın, yanında askerler haşr oldu; ben de o askerlerin ayağında bir soysuz (değersiz) karınca.”

Mûr-ı endîşe ki peygûle-i gamdur vatanı 
Turmayup hâli hayâlin getürür dâne çeker 
                                                    (Bâkî) 
“Kaygılı karınca ki gam köşesi vatanıdır; (o), aklına seni getirerek durmadan dane çeker.”

Bir degülse ʿışkda şâh u gedâ bu vâdide 
Mûr-ı miskini talebden kor Süleymân haşmeti 
                                                        (Celilî) 
“Bu vadide şah ve köle bir değilse miskin karıncayı Süleyman’ın görkeminden koru.”

Yokdur ‘adilün ‘adl ü keremde zamânede 
İrişdi mûra mekremetün gördi mâr lutf 
                                            (Filibeli Vecdî)
 “Zamanede adaletin ve keremin yoktur; karıncaya izzetin erişti, yılan lütfunu gördü.”

Aceb olmaz tetebbu’ eyleyüp terk-i edeb etsem 
Süleymân-vârî lutf u iltifâtı söyledür mûrı 
                                                    (Beyânî)
“İyice düşündükten sonra edepsizlik edersem buna şaşılır mı; lütuf ve iltifatı Hz. Süleyman’da olduğu gibi karıncayı (bile) konuşturur. ”

Mûrçenün de sözine dime lâ 
Oldı Süleymân’a aceb reh-nümâ 
                        (Ahmed-i Rıdvan) 
“Karıncanın sözüne hayır (yoktur) deme, o (Süleyman’a) yol gösterici oldu.”

Merd-i câhil aldanur dünyâ vü ‘mâ-fîhâ’sına 
Mûr-ı sâhib-ma’rifet mülk-i Süleymân istemez 
                                                        (Sehâbî) 
“Cahil adam dünya ve içindekilere aldanır. Marifet sahibi karınca Süleyman mülkünü istemez.”

Bîşe-i dehri Sehâbî seyr ķıl havf itme kim 
Mûrlar ol bîşenûn şîr-i jeyânın yıkdılar 
                                                    (Sehâbî)
“Sehâbî! Dünya ormanını seyret, korkma ki karıncalar o ormanın kükremiş aslanını yıktılar. “

Ol cefâ-cû kûh kûh itmekde tahmîl-i sitem 
Nâ-tüvân-ı cevr olup mûr-iktidâr oldukça ben 
                (Muvakkit-zâde Muhammed Pertev)
 “Ben güçlü karınca oldukça o cefa arayan güçsüz, üzülüp dağ dağ sitem yüklenmekte.”

Alçağ ol mûrdan tevâzu’da 
Pençe uzatma hasm-ı şir olma 
                                    (Hakîkî) 
“Tevazuda karınca gibi alçak (gönüllü) ol; pençe uzatma, aslanın akrabası olma.”

Zihî ‘âşık ki ma’şûkı yolına mûr olam diyü 
Hevâ yiline virmişdür niçe taht-ı Süleymân’ı 
                                        (Hamdullah Hamdi) 
“Ne güzel âşık ki maşukun yoluna karınca olayım diyerek nice Süleyman, tahtını istek yeline vermiştir.”
Çerh lutfun bana göstermemek ister ammâ 
Mûrdan kurtulamaz her niçe saklansa ‘asel 
                                        (Azmizâde Hâletî) 
“Felek, lütfunu bana göstermemek ister ama balcı nasıl saklansa da karıncadan kurtulamaz.”
Mûrı gör gendümle ‘ayş eyler şikâyet eylemez 
Arzû-yı şehd ü şekkerdir zübâbı inleden 
                                            (Şeyhülislam Yahyâ)
 “Karıncayı gör kendisiyle keyif alır, şikâyet etmez; sineği inleten bal ve şeker arzusudur.”

Mûrlar mıdur bahâr-ı hüsnüne çıkmış yahûd 
Hat mıdur ya sebze mi ya ‘anber-i sârâ mıdur 
                                                        (Süheylî) 
“Güzellik baharına çıkan karıncalar mıdır yoksa hat mı, çimenlik mi, hilesiz (katkısız, saf) amber midir?”

Musallatdur üşerler tatlıya yazın karıncalar 
Kara kışun içinde yir yüzinde mûr gördün mi 
                                                    (İbrahim Tırsî) 
“Karıncalar yazın tatlıya musallat olur, üşüşürler. Kara kışın içinde yeryüzünde karınca gördün mü?”
Mesned-i hüsn üzre sen ben hâk-i rehde pây-mâl 
Mûr hâlin niçe ‘arz ide Süleymânum sana 
                                                        [Avnî (Fatih Sultan Mehmed)] 
“Sen güzel makam üzerinde(sin), ben toprak yolda ayak altında (mahvolmuşum). Süleyman’ım! Sana karınca halini nasıl arz etsin.?”

Sen Süleymân-ı zamânsın ben ise mûr-ı za’îf 
Sen hudâvend-i cihânsın ben hakir-i müstehâm 
                                            (Sünbülzâde Vehbî)
 “Sen zamanın Süleyman’ısın ben ise zayıf karınca; sen dünyanın efendisisin, ben şaşakalmış (bir) zavallı.”
Harâmıla biten ten ma’sıyetde 
Bilâ-şek oldı mûr u mâra layık 
                                    (Hakîkî)
“Haramla isyanda biten (son bulan) vücut (beden) , şüphesiz karınca ve yılana layık oldu.”

Devlet-i dehr ile Dahhâk u Süleymân olsan 
‘Âkıbet mesken ider kabrün içün mûr ile mâr 
                                            (Azmizâde Hâletî) 
“Dünya devleti ile Dahhak ve Süleyman olsan bile sonunda yılan ve karınca kabrini mesken edinir.”

Tu’ma-ı mûr ola vü mâr tuyarlar haşerât 
Şimdi nâzükligile bisledügün sen bu tene 
                                                       (Hakîkî) 
“Şimdi nazikçe beslediğin bu bedenin (zamanı gelince) yılanların ve karıncaların yemeği olacak, (ondan,bedeninden) haşereler doyacak.”

Çüriyüp toprag olıcak bedenün 
Tu’ma-ı kirm ü mâr u mûr olıcak 
                                           (Hakîkî) 
“Bedenin çürüyüp toprak olduğunda (cesedinde) kurt (böcek), yılan ve karınca olacak.”

Ne sa’y-ıla irişe mûr-çe Süleyman’a 
Meger müfettihü’l-ebvâb ide fethü’l-bâb 
                                                (Ahmedî) 
“Nasıl (bir) çaba ile küçük karınca Süleyman’a erişir? Meğer kapıları Allah açar.”

Kuvvet-i şân ü şükûhından olup vâye-pezîr 
Azm-i kûh eylese bir mûr-ı za‛îf ü esfel 
                    (Arpaemîni-zâde Mustafâ Sâmî) 
“En aşağı ve zayıf (olan) karınca dağa (çıkmaya) niyetlense görkem ve şan kuvvetinden kısmet bulur.”
Neyüm ki ben seni tekmîl vasfa kâdir olam 
Tapun cenâb-ı Süleymân ü ben muhakkar mûr 
                                                        (Süheylî) 
“Neyim ki ben seni tamamlama vasfına kadir olayım? (Sen)Süleyman hazreti; ben, hor ve hakir karınca.”
____________
Kaynak: Boz,H.,2019, KLASİK TÜRK ŞİİRİNDE KARINCA,Vankulu Sosyal Araştırmalar Dergisi, Sayı: 4, 27-56

14 Ekim 2023 Cumartesi

"Ayıdan post, ahmaktan dost olmaz"


Mevlânâ Celâleddîn Rûmî Mesnevisinde iyi ve kötü ahlâkî değerleri hayvan hikâyeleri ile dile getirmiş, bu hikâyeler ile hayvanlara ait karakterler üzerinden insanlara ders vermiş, onları akl-ı selime davet etmiştir. Bu hikâyelerden biri

Ejderhanın biri bir ayıyı yakalamış parçalamaya çalışıyordu. 
Yiğit bir adam, yolda giderken ayının bağırmalarını duydu. 
Hemen koştu, her ne kadar ejderha daha güçlü idiyse de, o adamın hem gücü hem de hilesi vardı.
Ayı, ejderhadan kurtulunca Ashab-Kehfin köpeği gibi o adamın peşine takıldı. 
Adam hasta olup yere baş koyunca da ayı onu bırak­madı, başında beklemeye başladı. 

Oradan geçen birisi:
- Ey kardeş, dedi, bu ayıyla ne işin var? 

Adam, ejderha olayını anlattı. Bunun üzerine o şahıs:
- Ayıya güvenme, dedi, ahmağın dostluğu düşmanlıktan beterdir.

Adam:
- Sen bunu hasedinden söylüyorsun. Ayıya bakma, bana olan sevgisine bak.

Şahıs:
- Ahmakların sevgisi aldatıcı bir sevgidir. Benim bu hasedim onun sevgisinden iyidir. Gel benimle bir ol da o ayıyı uzaklaştır git­sin!

Adam:                                                       
- Git başımdan hasetçi herif, kendi işine bak!

Şahıs:                         
- Ben bir ayıdan daha aşağı değilim ya. Başına bir şey gelecek di­ye yüreğim titriyor. Sakın böyle bir ayı ile ormana gitme!

Bu sözler adamın kulağına girmedi:
- Git başımdan, dedi.

Şahıs:
- Ben senin düşmanın değilim. Peşimden gelirsen kendine iyilik etmiş olursun.

Adam:
- Uykum geldi, beni bırak, işine git!

Şahıs:
- Benim gibi bir dosta uy da, himayemde uyu. 

Adam:
- Bu galiba bir katil, diye düşündü, uyuyunca beni öldürecek. Ya da benden bir şey umuyor, bir dilenci.

Adamın yola gelmediğini gören nasihatçi kızarak ve içinden "La havle..." diyerek oradan ayrıldı.
- Ben ona ciddiyetle nasihat ettim, o ise benden daha kötü şüp­helendi, diye düşündü.

Adam da uyuyakaldı. Yüzüne sinek konuyor, ayı da onu kovalı­yordu. Sinek kovulunca kalkıyor, fakat inadına tekrar aynı yere konuyordu. Bu böyle sürüp gitti. Ayı, sineğe kızdı, gitti kenardan ko­ca bir taş getirdi. Sineğin yine adamın yüzüne konmuş olduğunu gö­rünce, o koca taşı sineğe fırlattı. Taş, uyuyan adamın yüzünü param­parça etti.

Ahmak adamın sevgisi, ayının sevgisidir. Kini sevgisi, sevgisi kinidir. Ahdi gevşek, sözü büyük, vefası zayıftır." diyor Hz. Mevlâna yukarıdaki hikayede...

Ayı metaforik olarak genelde kabalığı, azgınlığı, gücü, ahmaklığı simgeler, boz ayı ise suçu simgeler...

Ne demişler;
"Ayıdan post, ahmaktan dost olmaz"
 
Vesselâm...

13 Ekim 2023 Cuma

İnsandan aşağı firavundan beter...


İnsan değilmişsin yahu
Cehennemlik ne ten yahu
Firavundan betermişsin
Bu sendeki ne ten yahu

Sonun nasıl gelir acep
Bil ki kefende yoktur cep
Cehenneme odun olur
Dünyadaki işin sebep

Azgınlaştın yeter yahu
Balına katılsın ağu
Kan emmeye doyamadın
Bitmisin pire mi yahu

Allah Vahid ve Kahhar'dır
Mazlumun öcünü alır
Ya Kırk satır ya kırk katır
Lime lime canın alır

İtler bile yemez etin
Deniz kabul etmez leşin
Cehenneme bilet aldın
Bu dünyada peşin peşin

12 Ekim 2023 Perşembe

Şu soğuklarda sıcak bir çay, yanan bir soba özlemi


yanan bir soba...
buharı tüten bir çaydanlık...
ve demlikte demlenen çay...
bir bardak çay alıp
sobanın karşısında
alevlerin dansı eşliğinde
hayal gemisi ile seyahat edip
hatıra adaları arasında dolaşmak var...
ne hoş, ne keyif...
...
iyi de !
soğukta üşüyenleri
sıcak bir çay
ya da çorba
yanan bir soba
sıcak bir yuva
bir lokma ekmek
bir adet ilaç bulamayanları
evleri başlarına yıkılanları
hayal hânenize davet edip
bir bardak çay ikrâmıyla
birlikte o keyfi yaşasanız...
...
ta ciğerlerine işlemiş soğuğu
açlıktan sırtına çökmüş karnını
ilaçsızlıktan kütür kütür öksürüğünü
evsiz barksızlığın ne demek olduğunu
tecrübe etseniz diyorum...
...
eğer huzurunuz kaçmazsa !
en azından belki
bir sadaka vermiş olursunuz hani !
burnunuzun direği sızlamasa da...

11 Ekim 2023 Çarşamba

Hazan şiirleri ve güz şarkıları

Şairler tabiata ait unsurları; baharı, yazı, güzü kışı çok kullanmış ve mevsimler ile insan hayatını özdeş ifade etmeye çalışmışlardır.  Gözlemledikleri tabii güzellikleri, şairane bir uslüb ile şiirlerine yansıtmışlardır. 

Bu benzeyişler ile insanın doğumu, gençliği, yaşlılığı ve ölümü yanında, insanın neş'e ve hüzün hallerini de şiir severlere ve bestekârlara serd etmişlerdir.

Kimi zaman ilkbaharı, gül ve bülbül ilşkilerini aşık ve maşuk, hasret ve vuslat çerçevesinde kaleme almışlardır.

Kimi zaman ise güz mevsiminde sararmış yaprakları, rüzgârların savurduğu kuru yaprakları hayatın  kavurduğu insan tipi ile özdeşleştirerek şiirsel uslüb ile ifade etmişlerdir.

Ve bir çok bestekâr bu şiirleri besteleyerek san'at hayatımıza kültür dağarcığımız ikrâm etmişlerdir.

Aşağıda şâirlerin şiirlerden bestelenmiş şarkıları yer alıyor...Buyrunuz...

Beste:Amir Ateş
Güfte Nükhet Ulaştır
Makam:Muhayyerkürdi

Sevenler hep ağlarmış
Yanar bağrın, dağlarmış
Çiçekler yas bağlarmış
Eylül akşamlarında
Sevenler hep ağlarmış
Yanar bağrın, dağlarmış
Çiçekler yas bağlarmış
Eylül akşamlarında
Ne olursun kal, gitme
Beni sevginden etme
Sana hasret bekletme
Eylül akşamlarında
Ne olursun kal, gitme
Beni sevginden etme
Sana hasret bekletme
Eylül akşamlarında
Bütün yapraklar soldu
Gönüller özlem doldu
Gidenler dönmez oldu
Eylül akşamlarında
Bütün yapraklar soldu
Gönüller özlem doldu
Gidenler dönmez oldu
Eylül akşamlarında
Ne olursun kal, gitme
Beni sevginden etme
Sana hasret bekletme
Eylül akşamlarında
Ne olursun kal, gitme
Beni sevginden etme
Sana hasret bekletme
Eylül akşamlarında



Beste-Güfte:Mustafa Ünal Yılmazer 
Makam:Hüzzam 
Usûl: Semâî 

Sonbaharda, yoksa bir kışda mı kaldı gönlüm, 
Yoksa senin yüzünden yasta mı kaldı gönlüm. 
Hayâlimde ne varsa, bil ki mâziye gömdüm, 
Gözlerimde bu yaşlar, hâtırandır sevgili. 
Şimdi her neye baksam, sanki senin izin var, 
Sokaklarım karanlık, yanmıyor ki lambalar. 
Sustu yine şarkılar, çalmadı taş plaklar,        Gözlerimde bu yaşlar, hâtırandır sevgili. 

Beste-Güfte: Arif Sami Toker
Makam: Muhayyerkürdi
Usül: Düyek 

Hazan oldu kalbimde sarardı geçti bahar 
Yaprak yaprak döküldü yaşayan hatıralar 
Bu aşk tükense bile izi hiç silinmiyor 
Kalbimde kanar durur sızlar derin yaralar 
Yaprak yaprak döküldü yaşayan hatıralar


Beste-Güfte: Şekip Ayhan Özışık
Makam: Nihavend
Usül: Düyek

Yine Hazan Mevsimi Geldi Yine Yapraklar Rüzgarların Peşi sıra gidecek 
Yine deli gönlüm,  Yine Bu Mevsimde  Hicranını Yalnız başına çekecek, hüsranını yalnız çekecek 
Geleceksin belki de o zaman Ne O Yapraklar Ne o rüzgar Ne ben olacağım 
Yine deli gönlüm, Yine Bu Mevsimde Hicranını Yalnız başına çekecek, hüsranını yalnız çekecek.

Beste: Suphi Ziya Özbekkan
Güfte: Ahmet Haşim
Makam: Kürdilihicazkâr

Bir gamlı hazânın seherinde
Isrâra ne hâcet yine bülbül?
Bil, kalbimizin bahçelerinde
Cân verdi senin söylediğin gül!

Savrulmada gül şimdi havâda,
Gün doğmada bir başka ziyâda...
Bil, kalbimizin bahçelerinde
Cân verdi senin söylediğin gül!


Beste: Selahattin Pınar
Güfte: Yahya Kemâl Beyatlı
Makam: Bayâti

Kalbim yine üzgün seni andım da derinden
Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden!
Üzgün ve kırılmış gibi en ince yerinden
Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden!

Senden boşalan bağrıma göz yaşları dolmuş! 
Gördüm ki, yazın bastığımız otları solmuş
Son demde bu mevsim gibi benzim de kül olmuş 
Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden
                                        

Beste: Cevdet Çağla
Güfte: Rüştü Şardağ
Makam: Kürdilihicazkâr

Nur salkımısın, gül ki bahar bahtına yansın 
Sen başka ziya, başka hayal, başka zamansın 
Cansın, cana kansın, aranan bir heyecansın 
Sen başka ziya, başka hayal, başka zamansın.

Beste: Avni Anıl
Güfte: Dr.Hüsamettin Olgun
Makam: Nihavend

Bir Eylül getirdi sevgini bana 
İçime ateş düştü ki sorma! 
Yılardır açmayan gönül çiçeğim 
O sefer bir açış açtı ki sorma 

Yaklaşınca her yıl hala titrerim 
Sevmek zamanına Eylül'dür derim 
O Hazan gözlerim hüzün yerine 
Öyle bir sevinci seçti ki sorma! 

Susayan yüreğim suyun yerine 
Bir kadeh sevgiyi içti ki sorma! 
Yaklaşınca her yıl hala titrerim 
Sevmek zamanına Eylül'dür derim

 


Beste: Kutlu Payaslı
Güfte: Dr. Bekir Mutlu
Makam: Muhayyerkürdi

Sen nisansın daha, ben sarı eylül
Sen goncasın açan, ben kuruyan gül 
Sen alev alevsin, ben savrulan kül 
Saçıma ak düştü, yüzüme yıllar 
Bahar sende kalsın, bende acılar 
Gidenler dönmez hiç, beni bekleme
Kalmasın hâtıram, resim isteme 
Elvedâ diyorsun, sakın gel deme 
Saçıma ak düştü, yüzüme yıllar 
Bahar sende kalsın, bende acılar .


Beste-Güfte: Selim Öztaş
Makam: Kürdi

İnanki ağlamadım Hüzünlüyüm sadece 
Gözlerimdeki nemler çığ gibi Yağar böyle her gece 
Güz gülleri gibiyim Hiç bahar yaşamadım 
Ya sevmeyi bilmedim yıllarca Ya sevince geç kaldım 
Şimdi delicesine Sevmek istesem bile 
Sonbahar sisi çökmüş üstüme Sevincim buruk yine 
Güz gülleri gibiyim Hiç bahar yaşamadım 
Ya sevmeyi bilmedim yıllarca Ya sevince geç kaldım


Beste: Yıldırım Gürse
Güfte: Erhan Yurdaer
Makam: Muhayyerkürdi

Düşen bir yaprak görürsen beni hatırla demiştin 
Biliyorsun seni ben sonbaharda sevmiştim 
Her sonbahar gelişinde sarı sarı yapraklarla 
Kuru dallar arasında sen gelirsin aklıma 
Rüzgarla düşen yapraklar daima senin hayalin 
Yine bir sonbaharda döneceksin sen bana 
Her sonbahar gelişinde sarı sarı yapraklarla 
Kuru dallar arasında Sen gelirsin aklıma



Beste-Güfte: Şekip Ayhan Özışık
Makam: Nihavend

Yine Hazân Mevsimi Geldi 
Yine Yapraklar Rüzgarların Peşi Sıra Gidecek 
Yine Deli Gönlüm Yine Bu Mevsimde 
Hicrânını Yalnız Başına Çekecek Hüsrânını Yalnız Çekecek 

Geleceksin Belki De O Zaman Ne O Yapraklar, Ne O Rüzgar 
Ve Ne Ben Olacağım 
Yine Deli Gönlüm Yine Bu Mevsimde 
Hicrânını Yalnız Başına Çekecek Hüsrânını Yalnız Çekecek.

10 Ekim 2023 Salı

Küfür ile belki amma zulüm ile abâd olmaz mülk...

Büyük Selçuklu Devleti'nin bilge veziri Nizamül Mülk'ün yazdığı "Siyasetname" adlı eserinde yer alan bir cümle şöyledir:

“Küfür ile belki amma zulüm ile abâd olmaz mülk (devlet)”

Namık Kemâl der: 

"Ne mümkün zulm ile bidâd ile imhâ-yi hürriyet
Çalış idrâki kaldır muktedirsen âdemiyetten.
"

Hazret-i Aişe’den (r.a.) nakledilen bir hadis:
“Kim bir karış miktarı bir yere, haksız yere zulümle sahip olursa o yerin yedi katı boynuna geçirilir.” 

Bir yeri, haketmediği bir şeyi haksız yere ele geçirmek, gasp etmek zulüm; hak edene hak ettiğini vermek ise adalettir. Yani zulmün tersidir adalet.

Adalet; erdemdir, fazilettir, güzel ahlâkın dışa vurumudur. Zulüm ise kötü ahlâkın dışa vurumudur, zillettir.

Cennet’in nimetleri dünya’nın külfetleri ile; cehennemin azabı ise dünyadaki gayri meşruluklar (seyyiat) ile ikiz kardeştirler.

Affa mazhar olmayacak günahlardan biridir zulüm: “Evet, o inkâr edenleri ve zulmedenleri Allah ne bağışlayacak, ne de onlara bir kurtuluş yolu gösterecektir.” (Nisa Suresi 168. âyet)

Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdular:
“Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı, namusu veya malıyla ilgili bir zulüm varsa altın ve gümüşün bulunmayacağı kıyamet günü gelmeden önce o kimseyle helalleşsin. Yoksa kendisinin salih amelleri varsa, yaptığı zulüm miktarınca sevaplarından alınır, (hak sahibine verilir. ) Şâyet iyilikleri yoksa kendisine zulüm yaptığı kardeşinin günahlarından alınarak onun üzerine yükletilir.”

Âşık Ruhsatî ( 1835 - 1909 ) ne güzel demiş:

Bir vakte erdi ki bizim günümüz
Yiğit belli değil, mert belli değil
Herkes yarasına derman arıyor
Deva belli değil, dert belli değil

Adalet kalmadı hep zulûm doldu
Geçti şu bahârın gülleri soldu
Dünyanın gidişi acayip oldu
Koyun belli değil, kurt belli değil!

Çark bozulmuş dünya ıslah olmuyor
Ehli fukaranın yüzü gülmüyor
Ruhsatî ne dediğini bilmiyor
Yazı belli değil hat belli değil!

“Şüphesiz her insana kendi emeğinden başkası verilecek değildir.”(Necm süresi 39. âyet)

İnsanın; adil olmak, zalimlik etmemek, hak ve hürriyetleri kısıtlamadan, emanete ihanet etmeden,  ahiret/hesap bilinciyle, zulüm ile abâd/imar/kalıcı olunmayacağını göz önünde tuttuğu bir hayat sürmesi gerektiğini, aksi halde devrilip, yok olup gideceğini, aksi durumda bize bir yardımcı da bulunmayacağını Rabbimize buyuruyor.

Konu hakkında bir kaç âyet-i kerime:
“Onlar, (fert veya toplum olarak) bir tecavüze/saldırı/haksızlık/zulme maruz kaldıklarında yardımlaşır (ve hep birlikte karşı koyup savaşırlar).”(Nisa 75, Şurâ 39, Saff, 4)

Zalimlere en ufak bir meyil göstermeyiniz, yoksa size de Cehennem ateşi dokunur..."(Hûd, 113)

"Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın (adil olun).O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.”(Maide, 8)

“Allah, size (umumî ve hususî görevler, kamu hizmetleri, makam ve mevkiler dahil) bütün emanetleri ehillerine vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi  emreder......” (Nisa, 58)

 “...Zulme saplanıp gitmişler ise, nasıl her şeyi değiştirecek bir inkılâp ile sarsılıp devrileceklerini yakında bileceklerdir.”(En'âm 135, Şuara 227, Kasas 37)

 “...Zalimler için ne bir dost bulunur, ne de sözüne itibar edilir bir şefaatçi.”(Mü’min, 18)

 “...Doğrusu, zalimlerin (Allah’ın azabı karşısında) hiçbir yardımcıları olmayacaktır.”(Hac, 71)